Roman (Yabancı)Roman (Yerli)

Doktor March’ın Dört Oğlu

Katilin Günlüğü İlk seferinde… Hayır, önce size merhaba diyeyim. Merhaba sevgili dostlar. Sevgili yeni dostlar. Merhaba sevgili gizli günlüğüm. Hayatımı ve aileminkini anlatmaya karar vermiş olan sevgili gizli benliğim, merhaba! Ama asıl sözünü etmek istediğim “o”. İlk seferinde, yaşım… kesin yaşımı söylemeye gerek yok, diyelim ki çocuktum. Sevimli, ufak bir çocuk. O da küçük bir kız çocuğu idi. Elbise giymişti, kırmızı akrilik bir elbise, parlak kırmızı. Akriliğin bayağı iyi yandığını biliyordum, bir meşale gibi. Elbisesini yaktığımda bağırdı, sonra da yandı. Yanmasını sonuna kadar izledim. Her yanı şişmişti ve gözleri dışarı fırlamıştı. Hala çok iyi hatırlıyorum, oysa çocuktum. Her zaman iyi bir belleğim olmuştur. Onun yandığını görmekten hoşlanmıştım. Öleceğini biliyordum. Bu hoşuma gidiyordu. Bu hoşuma gidiyor. Ölümü tattırmak. Ölü ilk seferdi. Sonra annem geldi ve beni kollarının arasına aldı….

***

I. Oyun Başlıyor

Katilin Günlüğü

İlk seferinde… Hayır, önce size merhaba diyeyim. Merhaba sevgili dostlar. Sevgili yeni dostlar. Merhaba sevgili gizli günlüğüm. Hayatımı ve aileminkini anlatmaya karar vermiş olan sevgili gizli benliğim, merhaba!
Ama asıl sözünü etmek istediğim “o”.
İlk seferinde, yaşım… kesin yaşımı söylemeye gerek yok, diyelim ki çocuktum. Sevimli, ufak bir çocuk. O da küçük bir kız çocuğu idi. Elbise giymişti, kırmızı akrilik bir elbise, parlak kırmızı. Akriliğin bayağı iyi yandığını biliyordum, bir meşale gibi.
Elbisesini yaktığımda bağırdı, sonra da yandı. Yanmasını sonuna kadar izledim. Her yanı şişmişti ve gözleri dışarı fırlamıştı. Hâlâ çok iyi hatırlıyorum, oysa çocuktum. Her zaman iyi bir belleğim olmuştur.
Onun yandığını görmekten hoşlanmıştım. Öleceğini biliyordum. Bu hoşuma gidiyordu. Bu hoşuma gidiyor. Ölümü tattırmak. Ölümü.
Bu, ilk seferdi. Sonra annem geldi ve beni kollarının arasına aldı. Annem hepimizi çok sever. Çok iyi, çok tatlıdır. Ağlıyordu. Kendi kendime, bildiği için mi ağlıyor acaba diye sormuştum.
Anneme kötülük etmek istemiyordum.
Annemin kollarından sıyrıldım. Kolları terden yapış yapıştı. Orada oturmuş ağlarken, uzaklaştım. Sonra, ötekilerle birlikte geri geldim. Annem yere oturmuş, ağlamayı sürdürüyordu. Bir şey söylemedi. Yeniden yaptığımda da bir şey demedi.
Söylemek istiyorum. Hep söylemek istedim. Birkaç kez tekrarladım. Biliyor musun, gizli günlüğüm, bu işten hep hoşlandım, öldürmek hoşuma gidiyor. Acı veriyor diyorlar. Acı vermek kötü diyorlar. Onlar ne anlar ki? Acı vermek iyi. Çok iyi, bu işi seviyorum.
Zaten bunu yapmaktan kendimi alamıyorum. Deli olduğum için değil. Canım istediği için. Kendimi tutarsam mutsuz oluyorum. Yapmam gerek.
Ancak dikkat etmem de gerek. Çünkü artık büyüdüm. Beni alıp götürürler. Annem onları engelleyemez. Üstelik artık yaşlandı ve kafası durdu.
Birileri yazdıklarımı okursa diye gülüyorum. Yazdıklarımı iyi saklıyorum. Ama her zaman, her işe burnunu sokan meraklılar vardır. Yakalanmaları işten değil. Dikkat, meraklı takımı, sakının, düşman sizi gözlüyor.
O kadar aptal değilim, yalnız kaldığımda yazıyorum. Kendimi tanımlamayacağım. Adımı da söylemeyeceğim. Hayır, hiçbir kimlik belirtisi olmayacak. Ben, bir dolabın dibinde saklanması gereken bir ceset gibiyim.
Her şeyi yazmanın tehlikeli olduğunu biliyorum. Ama canım yazmak istiyor. Bunları içimde tutmak istemiyorum, üstelik… bizden, ailemizden de söz etmek istiyorum.
Kimliğimi saptayamazlar.
Kimse ile konuşamıyorum. Bu da normal çünkü ben kimse değilim. Hiç Kimsenin Anıları, matrak bir başlık olur.
Ailede dört kişiyiz. Dört oğlan. Babam doktor. Bizler Clark, Jack, Mark ve Stark’ız. Bize bu adları takıp eğlenen annem oldu. Çok benzeşiyoruz. Bu da normal çünkü dördüzüz diyebilirim. Evet, hepimiz aynı gün doğmuşuz. O tarihte gazete manşetlerine çıkmışız. Dört güzel oğlan. Güçlü, esmer, kıvırcık, kocaman elli. Babama benziyoruz. Annem ufak tefek, pembe tenli, üst kısımları sarı boyalı berbat kumral saçlı, mavi gözlü. Babam da öyle. Hepimizin gözü mavi. Birlik içinde bir aileyiz.
Uzman kesilinirse, ayırt edilebileceğimizi biliyorum. Ben, elime geçen her şeyle, kim olursa öldürüyorum. Manyak değilim. Önemli olan, kızların ölmeleri. Öldüklerinde, keyiften kıkırdamamak, sevinçten bağırmamak için kendimi zor tutuyorum. Titriyorum. Düşünürken bile parmaklarım titriyor, işte şimdiki gibi.
Clark doktor olmak istiyor. Jack konservatuarda. Mark avukatlık stajını yapıyor.
Stark elektronik diplomasını almaya hazırlanıyor.
Ben ise, onlardan biriyim.
Ve ellerim kanlı.
Eğleniyorum. Beni bu eğlendiriyor. Bir çeşit oyun gibi. Yanlış nerede bulun. Çok, çok iyi taklit ediyorum.
Clark tıp fakültesinin futbol takımında. Kuvvetli, haşin, iriyarı, gerçek bir boğa. Jack ise sade piyanosunu seviyor. Çekingen, hayalperest. Mark ise aksine, sakin, ciddi. Temiz. Hukukçu olmak istiyor, şakayı sevmiyor. Stark’a gelince, bir tahtası eksik. Öfkeli, karmaşık, dalgın. Sağı soluna uymaz. Enformatik devreler, bilgisayar zımbırtıları üzerinde çalışıyor.
Her birimizin odası ayrı. Her birimizin alışkanlıkları ayrı. Saplantıları. Annem bize baktığında, hepimizi aynı derece seviyormuş gibi. Ben, annemi seviyorum. Yani öyle sanıyorum. Sevmek o denli önemli değil.
Vakit çabuk ilerliyor. Şimdi bu günlüğü saklamalıyım. Dur bakalım… ha, evet! Neredeyse babam gelecek, saat 19.42. Seninle sohbet etmek bana iyi geliyor küçük günlüğüm. Sakinleşiyorum.

Jeanie’nin Günlüğü

Olacak şey değil, inanamıyorum. O notlar aklıma geldikçe altüst oluyorum.
Odamda yapayalnızım. Herkes yattı. Hanımın odasını topluyordum. Hanım aşağıda idi. Televizyon izliyordu. Mantosunu deneyeyim dedim. Aptalca tamam, ama dışarı çıkmadıkça kürk mantosu olmak da aptalca değil mi? Hanım, kriz geçirdiğinden beri hiç çıkmıyor. Zaten bu yüzden hizmetçi tuttular, yorulmasın diye. Manto bana yakıştı, azıcık küçük geldi. Azıcık kısa. Kaldırıp baktım, uzayacak yeri var mı diye. Biliyorum aptallık, bana ait olmadıktan sonra. Bilemeyeceğim, oldu işte. Kıvrımında bir şey vardı. Baktım. O idi. O korkunç şey. Her şeyi yerli yerine koydum. Dokunduğumu fark ederse…
Aşağıya indim. Hepsi oradaydı. Bay Samuel konyak getirmemi istedi. Amma da içiyor! Hanım ise, kendi kendine gülüyordu, yün örerken. Sanırım azıcık çatlak. Diğer dördü televizyon seyrediyordu. Bu işi bile bile onlara bakmak korkunç! Televizyonun karşısında, öyle sakin duruyorlar. Ne yapacağım?
Kendimi kapı dışarı attıracağım, işte yapacağım bu. Beni alakadar etmeyen bir işe karışırsam… Yine de bir şeyler yapmak gerek. Ama birini aynasızlara ihbar etmek… yapamam. Kodeste iki yıl geçirince, bunu yapmak zor.
İt, ahlaksız, iğrenç herif! Ödüm kopuyor. Sırrını öğrendiğimi anlayacak ve beni öldürecek. Beni diri diri yakacak, makineden geçirecek, kapımı kilitledim. Neyse ki benimle fazla alakadar olmuyorlar. Ayak sesi duyuyorum. Yanlış duymuşum. Düşünmem gerek. Bir kere, hangisi olduğunu bilmek gerek. Hayır, hayır. Göz yummalı. Hiçbir şeyle meşgul olmamalı. Ne yaparsa yapsın. Görmedim, yakalamadım.
Ama böyle, bilmeden duramam ki… Bu kenefe nerden düştüm? Tamam, bütün olanlardan sonra orada kalamazdım. Gerçekten şansım yok. Belki “günlüğü” doktora göstersem? Kirli çamaşırlarına burnumu soktuğum için beni kapı dışarı eder mi eder.
Artık yatacağım.

Katilin Günlüğü

Bugün Jack’den söz edeceğim. Jack yumuşak huylu, dalgın bakışlı, azıcık suskundur. Her dakika kızarır. Aklı çokça kızlardadır ama konuşmaya cesaret edemez. Arkadaşı yok. Kapalı, içe dönük, kompleksli. Katil tanımına uygun. Karar size ait. Ezgiler besteler. Hüzünlü ezgiler. Anneme karşı iyidir, Jeanie’ye (hizmetçi) karşı da. Sanırım iyi bir kız. Biraz fazla içiyor. Ama hizmette kusur etmiyor.
Bir süredir rahat duruyorum. Sanırım canım istemeye başladı. Geldiğini hissediyorum. Birini bulmam gerek. Jeanie’yi düşünmüştüm ama çok yakınımızda. Kuşku uyandırmak istemem. O kadar aptal değilim. Bulmam gerek. Hem de derhal. Ama kimi?
Jack’in boyu 1.95. İnce, uzun saçlı. Renkli kaşkoller takar ve kolunun altında hep bir kitap vardır. Çocukken ona “kız” derlerdi. Ama yine de iriyarı. Hepimiz iriyarıyız. Jack hakkında bu kadar.
(Endişeliyim.) Clark, tabii ki o da çok uzun, kaslı olduğu için dev gibi. Yüksek sesle konuşur, çok hareketlidir, kolayca adam döver. İçe dönük değil, yo hayır hiç değil! Ama neye kızacağı belli olmaz. Düşünüyorum da, günün birinde meraklının biri yazdıklarımı okuyacak olursa, kafası iyice karışır ve asla işin içinden çıkamaz.
“Ben bir katilim, bir enayi değil.” Bu cümleyi sevdim.
Annem gittikçe saçmalıyor. İlaçları onu iyice sersemletiyor. Babam her zaman dalgın.
Stark gibi. Bilgin Stark. Kendimizden söz etmeyi seviyorum. Bizi düşünmekten hoşlanıyorum. İçimizden birini düşünmekten hoşlanıyorum. İyi gizlenmiş, güleç, terbiyeli. Katil. Bunu söylemeyi seviyorum: katil.
Annem Ruth Hala’yı ziyaret etmemizi istiyor. Buradan epeyce uzakta. Belki yolda eğlenecek bir şey bulurum.

Jeanie’nin Günlüğü

Bu sabah erkenden gittiler. Halalarında yemek yiyecekler.
Kocakarının odasına çıktım, mantonun içine baktım ve yolda deneyeceğini anladım.
Kocakarı banyoda şarkı mırıldanıyor.
Her şey yolunda mı diye kulak kabarttım. Bilinmez. Zavallı kadın… Ficks Ana gibi değil. O da ne cadı! Her yere saçtığı mangırları ile… burnumun dibindeki mangırlar… Yani biz de odun değiliz ya!
Yolculuklarını yarıda kesmek gerekir. Doktor bu gece eve dönmüyor. Şiir gecesine gidecekmiş. Şiir gecesi! Neyse, onun bileceği iş ! Oğlanlar, ancak yarın dönebileceklerini bildirmek için telefon ettiler. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağdığı için bir yerlerde duracaklarmış . Şu anda Demburry’ye doğru gidiyor olmalılar. Bir şeyler atıştırmak için orada mutlaka duracaklardır.
Hey Tanrım, Tanrım! Olamaz, bir şeyler yapmalı. Doğru olduğunu bilsem bile, inanasım gelmiyor. Jack olamaz, o kadar tatlı ki… Koca Clark da olamaz, o da çok kaba, çok basit. Yine de bu bir şey demek değil. Michele de basitti ama üç çocuğunu pekâlâ boğabilmişti.
Kesin olan, hasta olduğu.
İster istemez sevimli ve tatlı… ister istemez. Ya.gözler? Size baktığında bu neden belli olmaz? Oğlanların gözlerinin içine bakamıyorum, deli olanının gözlerimden bir şey bildiğimi anlamasından korkuyorum. Ama yine de. Yine de, yine de keçileri kaçıran ben olacağım. Oysa sevimli bir oğlanla, sevimli bir herifle buradan binlerce kilometre uzakta ömür sürebilirdim. Gencim, güzelim, bu katiller yuvasında ne halt ediyorum? Artık şaka bile yapamıyorum. Sinirime dokunuyor. Düşünmemem gerek, işte o kadar.

Katilin Günlüğü

Oldu. İyi. Yaptım.
Baştan sona, her şeyi iyice hatırlıyorum. Dün akşam Demburry’de durduk. Yağmur sağanak halindeydi. Yorgunluktan bitmiştik. Uyumak için koltukları indirdik. Yemeğe gittik. Bir kız vardı. Güzel. Yalnız. Bir masada tek başına oturuyordu. Şakalaştık. Clark bize katılmasını istedi. Kız reddetti. Hoşuma gitmişti. Çekiciydi. Stark yağmurun dindiğini söyledi. Çıktık. Yattık. Bir süre sonra herkes uykuya daldı. Aramızdan biri sessizce kalktı. Çok sessizce.
Bir telefon kulübesine gittim. Barı aradım. Kızı camdan görüyordum.
Sosisli sandviç yiyordu. Patron kızı çağırdı. Telefonda bir kadeh içmeyi önerdim. Kim olduğumu sordu. Söyledim. Nereden aradığımı sordu. Onu da söyledim. Camdan baktı ve güldü. Bu iş tamamdı.
Parasını ödeyip çıktı. Köşede onu bekliyordum. Yeniden yağmaya başladı. Sağanak halinde. Koştuk. Bir sundurmanın altına sığındık. Kasabalar geceleri sakin oluyor. Sokaklarda kimsecikler yoktu.
Tornavidayı cebimden çıkartıp montumun içine sakladım. Onu öptüm, birbirimizi okşadık. Tüylerim diken dikendi. Şeyime dokundu, yağmurdan ıslanmış eliyle, bana dokundu. Tornavidayı karnına sapladım, dibine kadar. Ağzını omzuma bastırdım, dişlerini hissettim. Vücudu kaskatı kesildi, onu sıkıca tutuyordum. Eliyle beni kavramıştı, hoş bir duygu. Elini kullanarak doyuma ulaştım, sonra öldü. Onu koyuverdim.
Yere düştü. Yakamı kaldırdım. Tornavidayı eteği ile sildim. Yürüdüm. Arabaya döndüm. Oğlanlardan biri, “Ne oldu?” diye sordu. “İşemeye gittim,” diye cevap verdim. Zifiri karanlıktı. Sabah yola düzüldük ve şimdi evdeyiz.
Çok sevinçliyim.
Soruşturmanın sonucunu öğrenmek için sabırsızlıkla gazeteleri bekliyorum. Enayi değiliz ya! Hiçbir şey bulamayacaklar. Tornavidayı attım. Temizim. Uslu bir çocuk gibi.
Annem bir şeyler hissetmiş olmalı. Bana baktı ve içini çekti. Zavallı annem. Onu seviyorum. Azıcık.
Jeanie de bir tuhaftı. Belki de içmişti. Hapiste yatmış. Kimse bilmiyor sanıyor ama ben biliyorum. Onun hakkında başka şey de biliyorum. Bir gün yalnız olduğunu sanıyordu (babam annemi kalp hastalıkları uzmanına götürmüştü ama ben buradaydım, annemin odasında, giysilerine bakıyordum), telefonda konuştuğunu duydum. Saklanması gerektiğini söylüyordu. Polisten korkuyordu. Bayan Ficks diye birinden söz ediyordu. “Bir sürü parası olan bir kaltak,” diye. Telefondakine kendisine yazmamasını, hiçbir şey yapmamasını söyledi. Sanırım içmişti. Düşündüm. Sanırım hırsız. Zaten çaktırmadan onu izliyorum. Burada hırsızları sevmezler.
Ama bugün sert olamayacak kadar memnunum. Hele bir de yemekte patates kızartması varsa, ömrümün en güzel günü olacak. Beni asla okumayacak olan alıklar, hepinizi öperim.

Jeanie’nin Günlüğü

Yaptı. O işi yaptı.
Hepsi iştahla yemek yediler. Tavuk ve patates kızartması yapmıştım. Yapmamı hanım söylemişti. Hanım… evet, onun için, canavarı için! Nasıl biri olduğunu biliyor ve onu seviyor, onu şımartıyor. O, zavallı kızların karnını deşedursun, hanım da ona patates kızartması yaptırıyor!
Ey Tanrım, bugün yapacak özel bir işin yoksa, ölmelerini sağla! Dördünün de! Bir yangında. Evi ateşe vereceğim. Adımı bir delinin günlüğünde gördüğümde, hiç bu denli korkmamıştım. Hırsız olduğum için beni gözetleyen bir deli. Ya ona ne demeli? Yok ama, bu iş tam kaçık işi!
Polise gitmem gerek. Onlara, cinayeti söylerim. Soruştururlar. Onları. Beni. Beni emniyete çağırırlar. Kodese tıkarlar. İki-üç yıllığına. Ya da daha uzun süre için. Sabıkalılara iyi davranmazlar. Sakin ol. Köşeye sıkıştım. Beni sinirlendiren de bu: Kapana kısıldım. Şimdi ne yapacak? Daha kaç kişinin işini bitirecek?
Her yukarı çıktığımda, yüreğim ağzıma geliyor. Tam arkamdaymış, kolunu kaldırıyormuş, ben dönünce bıçağı boğazıma saplayacakmış ve deli bakışlarıyla karşılaşacakmışım gibi geliyor. Clark’ın ya da Mark’ın veya Stark’ın ya da Jack’in gözleri. Patates kızartmasına bayılanın. Patates kızartması? Tamam iyi bir ipucu olur…
Düşünüyorum. Bu kadar benzeşmeleri ne yazık!
Clark patates kızartmasını seviyor. Bundan eminim: Hep gelip mutfaktan çöpleniyor. Zaten, arkamı döner dönmez, sofrada yeterince tıkınmayacaklarmış gibi, hepsi gelip buzdolabından çöpleniyor! Alışverişten tam dönmüşken, yeniden gitmek gerekiyor. Sabahları, boş süt kutularını ve yulaf paketlerini atan kim? Aferin, bildiniz.
Ne diyordum? Patates kızartmasından Jack iki kez aldı. Hayır üç. Ketçapa bulayıp koca lokmalar halinde yutuyor. Sonra üç çengelli nota işaretleriyle tıka basa dolu bir konçerto üzerine düşüncelere dalmış biri gibi hayalci bir tavır takınıyor ama zıkkımlanmaktan da geri kalmıyor. Stark: “Patates kızartması enfes!” dedi. Parmaklarını çatırdatıp anasını öptü. Teşekkür etmek için mi? Mark daha ölçülü idi. Ama o da patatesten tekrar aldı. Şarap içti. Oysa içmez. Belki her şeyi, zevklerini filan gizlediği içindir! Belki her an rol yapıyordur, şayet… Şarap içti. Neyi kutlamak için? Doktor, bir kereye mahsus memnundu. Gülüyordu. Dünkü şiir gecesi iyi geçmiş olmalı !
Kokuşmuşlar çetesi! Sert bir şey içmek istiyorum. Ama aşağıya inmeye korkuyorum. Geceleri, kafasında pis düşüncelerle her yeri dolaştığından eminim. Elinde pis düşüncelerle. Bu bana ürperti veriyor. Azıcık cin içsem iyi olurdu doğrusu!

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Berrin

Editor

Bin Muhteşem Güneş

Editor

Saplantı

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası