Piyano öğretmeni Erika Kohut, annesiyle birlikte yaşadığı eve kasırga gibi daldı. Erika bazen olağanüstü hızlı hareket ettiği için annesi kızma “kasırgam” derdi. O günkü niyeti annesine görünmemek olan Erika, otuzlu yaşlarının sonlarını süren bir kadındı. Annesi ise neredeyse onun büyükannesi olacak yaştaydı. Erika, zorlu yılların ardından dünyaya gelmiş, babası ise sırasını hemen Erika’ya devrederek sahneden çekilmişti.
Anlayacağınız, Erika gelmiş, babası gitmişti. O günkü hızlı hareketinin nedeniyse zorunluluktu; sonbahar yapraklan gibi hızla kapıdan içeri girmişti ve görünmeden odasına ulaşmanın derdindeydi. Oysa anne tüm heybetiyle, Erika’nın yoluna dikilmişti bile; devletin ve ailenin oybirliğiyle, hem engizisyon-cu hem de idam mangası sıfatıyla kızını sorgulayacak ve infaz edecekti.
Erika’nın evin yolunu neden bu kadar geç bulduğunu öğrenmek istiyordu. Son öğrencinin, Erika’nın aşağılamalarını sırtlayarak süklüm püklüm evine gitmesinden beri neredeyse üç saat geçmişti. Nerede olduğunu öğrenemeyeceğimi sanıyorsun herhalde, Erika. Yalan söylediği için sözüne inanılmayan bir çocuk bile hesap vermelidir anneye, hem de kendiliğinden.
Bak, anne bekliyor seni: Bir, iki, üç, Erika. Anne içinden daha iki demişti ki, kız gerçekle hiç ilgisi olmayan bir cevap verdi. Tam bu sırada, içi notalarla dolu evrak çantasını büyük bir hızla kızının elinden çekip alan anne, aklındaki bütün soruların acı cevabını orada buldu. Beethoven’in dört sonatı, çantanın daracık içini, yeni satın alındığı hemen fark edilen bir elbiseyle küskün küskün paylaşıyordu.
Bunu gördüğünde öfkeden deliye dönen anne, elbiseyi kaptığı gibi paramparça etti. Daha kısa bir süre önce mağazadaki askısında kışkırtıcı bir güzellikle, rengârenk ve yumuşacık salınıp duran elbise, annenin gazabına uğradıktan sonra pörsümüş bir çaput parçası gibi yere serilmiş, kadının keskin bakışlarının altında delik deşik uzanıyordu.
Elbiseye sayılan para, o zamansız harcanmış para, yapı-tasarruf sandıklarından birine yatırılmalıydı oysa! Bu giysi, eğer çamaşır sandığına kadar gitmeye üşe-nilmiyorsa elbette, bir yatak çarşafı yığınının arkasından ucu görünen banka hesap cüzdanına işlenmiş bir miktar olarak her zaman gözüne batabilirdi. Hesap cüzdanı o gün ufak bir gezintiye çıkmış ve bir miktar hafiflemişti; bir miktar ve işte sonuç: Güzelim paranın nereye gittiğini bilmek isteyenlere Erika, her defasında bu elbiseyi giyerek karşılık verirdi artık.
Anne avazı çıktığı kadar bağırıyordu: Paranı nasıl böyle boşa harcayabildin, şimdi evin taksidini nasıl ödeyeceksin! Yeni bir evimiz olmalı, ama sen bekleyemedin, elinde tuttuğun ise bir süre sonra modası geçecek bir çaput parçası, hepsi bu! Anne, her şeyi daha sonra istiyor. Şimdi istediği, hemen istediği hiçbir şey yok. Ama kızı dahil değil buna, onu hep istiyor çünkü, her zaman istiyor, diyelim, anne bir kalp krizi geçirdiğinde kendisine nasıl ulaşılacağını bilmek istiyor.
Daha sonra keyfini sürebilmek için bugün biriktirmekten yana o. Fakat Erika’nın şu yaptığına bakın; tutup kendine bir elbise almış, neredeyse balık ekmeğin üzerindeki mayonez tutamı kadar geçici bir elbise. Bu elbisenin modası gelecek yıl bile değil, bir sonraki ay geçmiş olacak. Oysa para her zaman moda. Para, anne kızın birlikte yaşayacağı büyük bir ev alabilmek için biriktiriliyor. Şimdi oturduklan ev çok eski – yapılabilecek en iyi şey bunu kaldırıp atmak.