Eğer içinizde gürül gürül gençlik ateşi yanıyorsa, bırakın yansın.
Ateş yanmak içindir.
Ateş ne kadar yakması gerekiyorsa o kadar yakar, ateş duracağı, söneceği yeri bilir.
Asla bundan daha önce sönmez.
Ateş her şeyi dener ve sınar…
Ateşin özünü asla bilemezsin,
Onu ne kadar öğrenmeye kalkarsan kalk, öğrenemezsin.
Onu ancak tek bir şekilde öğrenebilirsin,
Yanarak…
En kötü şey tam yanmadan duman olmaktır. Yanamamaktır.
Duman içten içe yanmak demektir.
Duman ruhun zehridir.
Ateş’ini ne zaman söndüreceğini bilmelisin.
Ateş’in yerini Güneş’in alması gerektiğini bilmek zorundasın…
Ateş yerini, tüm yaşamın kaynağı olan, herkesin Ateş’i olan, Güneş’e bırakmak zorundadır.
Ateş kendini Güneş’te sınamalı,
Ateş kendini Güneş’e gömmeli,
Ateş, Güneş’te sönmelidir.
Ateş’in isini, Güneşle yıkamalısın, Güneşle tazelenmelisin.
Güneş, bilgi demektir.
Güneş, pişmek demektir.
Aşkla pişmek, acıyla pişmek, dostlukla pişmek demektir.
Güneş olgunluk demektir. Güneş bilgiyle pişmek demektir.
Ateş’inizi Güneş’e çevirin.
Ve asla ama asla “Ada”nızı unutmayın. Hayallerinizden vazgeçmeyin.
Ütopyalarınızın peşinden gidin.
Çünkü onlar sizin gerçek hazinelerinizdir…
Kendimde bulduğum bütün eksiklikleri başkalarında tamamlamak için gelmiştim bu şehre… ACEMİ YOLCULAR Biz henüz yazılmamış bir hayatın, henüz gidilmemiş bir ülkenin, Henüz yaşanmamış olan aşkların acemisiyiz. Yollarımızı şaşırabilir, karşılıksız aşk acıları çekebilir, Yanlış bir hayatı da seçebiliriz. Biz yeniyiz. Yenilir yenilir, Tekrar deneriz.
Yenilgimiz sadece yeni bir başlangıcımızdır bizim… İnsan yazmaya ne zaman başlar? Peki, bir insanın hikâyesi ne zaman başlar? Bir ergenin hikâyesi? Çıktığı yolculukla başlar. Ve yolculuklar kelimelerin uçuruma savruluşlarıdır aynı zamanda. İnsan yazmaya, yaşamaya ne zaman başlamışsa o zaman başlar. Peki, insan yaşamaya ne zaman başlar?
Doğduğunda mı? Bilinci yerine geldiğinde mi? Âşık olduğunda ya da özgür kaldığında mı? Benim için yaşamak bu şehre ayak bastığımda başladı. Bir kovboy kasabası gibi ağustosun sıcağında şehrin anacaddelerinde dikenli çalı topakları uçuşurken âşık olmuştum bu güneşli şehre.
Henüz tenine güneş ışığı vurmamış, eline erkek eli değmemiş bir genç kız gibi uzanıyordu parlak güneşin altında şehir. Uzun beyaz tüylü bir kedi gibi okşanmayı bekliyordu sokakları. Bu bir şehre duyulan aşktı işte. Aşk yaşam demektir. İşte yazmanın ve yaşamanın başlangıcı!
Bir yavru kuşun kendini yuvasından boşluğa bırakmasıydı yolculuğum. Yolculuk, ölümle yaşam arasındaki ilk seçimi değil midir bir gencin? Ve daha kaç kez yaşayacaktır bu ikilemi bir genç, ölmekle yaşamak, sevmekle nefret etmek, gitmekle kalmak gibi…
İşte bir genç adam olarak portremde, hep bir muska gibi boynumda taşıyacaktım bu ikilemi… Yolculuk her şeyin başlangıcı ve aynı zamanda sonuydu. Tıpkı benim öykümde olduğu gibi. On yedi yaşındaysanız ve elinizden kimse tutmadan yeni bir yolculuğa çıkmışsanız, büyük beceriksizliklere, büyük yanlışlara hazırlıklı olmalısınız.
Birdenbire içinizdeki gizi en olmayacak insana açıverirsiniz; hiç olmadık bir yerde, olmadık bir zamanda gözlerinizden yaşlar boşanabilir. Herhangi biri size sert ve anlamlı baktı diye ona düşman kesilebilirsiniz. Ama her şeye rağmen dönüp, yaşamak ne güzel şey dersiniz…