Eliza Hammond huysuz, bakımsız ve içine kapanık biri olarak herkesin köşe bucak kaçtığı biriydi. Ne var ki teyzesinden kalan büyük miras sayesinde bir anda bekarların gözdesi oluverdi. Artık en çok korktuğu şey aynada çirkin görünmek değil, açgözlü servet avcılarının tuzağına düşmekti.
En yakın arkadaşının tereddütler yaşadığını gören Violet, Eliza’yı yakın akrabası Lord Christopher diğer adıyla “Kit” Winter’ın ilişkiler konusunda uzman ellerine teslim eder. Kit, Eliza’yı herkesi etkileyebilecek güzel bir kadına dönüştürecektir. Ancak bir problem vardır: Eliza kendisine koca bulmaya çalışan bu adama sırılsıklam aşıktır. Eliza’nın Kit’ten gizli aşk dersleri almaya başlamasıyla ateşli ve tutkulu öpücükler havada uçuşmaya başlar. Kit Eliza’nın bitmek tükenmek bilmeyen arzularına karşı yenilgiyi kabul eder. Fakat eğer yüreğindeki aşkı dile getirmemekte ısrar ederse güzel leydisini sonsuza dek kaybedecektir.
***
BİRİNCİ BÖLÜM
Londra, Şubat 1820
Bu koca bulma işi çok da eğlenceli olmayacak, diye geçirdi aklından Eliza Hammond. Raebum Malikanesi’nin üst katındaki misafir odasında hardal renkli ve beyaz şeritli kanepede oturuyordu.
Beşinci Sezon’u olduğu dikkate alınırsa – fark etmek acı da olsa – rahmetli teyzesinin altı hafta önce beklenmedik bir şekilde bıraktığı yüklü servete rağmen mümkün olan her yardıma ihtiyacı olduğunu biliyordu. En azından sevgili arkadaşı, Raebum Düşesi Violet Brantford Winter’ın değişmez desteğine sırtını dayayabileceğinin farkındaydı. Hem belki Violet’in yardımıyla korktuğu kadar kötü olmazdı. Ama yine de onunla evlenmek için çoktan rekabete girmiş işe yaramazlarla servet avcılarını düşününce belki de kötü olurdu.
Eliza’nın muhtemel talipleri arasındaki seçeneklere göz atarken Violet “Bay Newcomb var,” demişti. “Sanata büyük ilgi duyan hoş bir beyefendiye benziyor.”
“Evet, geçen gün galeride karşılaştığımızda oldukça ilgiliydi,” diye katıldı Eliza da sözlerine. Adamın sakin yüz hatlarını ve parlak tüylü bir İrlanda av köpeğini andıran düz, kumral saçlarını hatırladı. “Büyük ustalar hakkında kesin bilgilere sahipti. Belki tarihi konulara da ilgi duyuyordun”
“Kart oyunlarına duyduğu ilginin ardından zara olan aşkı geliyor,” diyen derin, pürüzsüz bir erkek sesi konuşmalarım böldü. Bu sesi ne zaman duysa, Eliza’nın sırtından aşağı ne kadar bastırmaya çalışırsa çalışsın hoş bir ürperti geçiyordu.
Bakışları Lord Christopher Winter’a kaydı, ya da ailesi ve arkadaşlarının dediği gibi Kit’e. Uzun boylu, geniş omuzlu silueti ve özensiz inceliği ile yakınlarındaki bir sandalyede sereserpe yayılmıştı. Son yirmi dakikadır yediği tere, salatalık ve tavuk sandviçlerinin üstüne tatlı tepsisini incelemek üzere öne eğildi.
Bir çift limonlu turta, üstüne de ince bir dilim romlu kek seçerken düzgün alnına dalgalı, koyu kahverengi saçından bir tutam düştü. Tatlıları tabağına alırken, parmağına krema bulaştı. Kremayı yalayışını izlerken Eliza’nın içi burkuldu.
Bakışlarım kendi ayaklarına kaydırdı. Kendi kendine, “Kit, sadece Violet’in kayınbiraderi, hepsi bu,” diye hatırlattı. Tabii ki onun için hepsi buydu. Bir zamanlar ona karşı gizli bir hayranlık beslemiş olduğu doğruydu ama o aptallığını aşalı çok olmuştu. Kit’in Avrupa’da seyahat ederek geçirdiği bir buçuk yıl boyunca, Eliza da onu kalbinden söküp atmıştı. Geçen Noel’de İngiltere’ye dönene kadar da Eliza onu düşünmemeye alışmıştı.
Yine de tüm bunlar Kit’in muhteşem bir adam olmasına duyduğu hayranlığa engel değildi. Kıt Winter ise güzel, düşük kapaklı, yeşil ve altın rengi gözleri, şehvetli dudakları ve tehlikeli büyüleyicilikteki gülümsemesiyle gerçekten muhteşem bir adamdı. Çakı gibi, kaslı fiziğine hiçbir etkisi olmayan şaşırtıcı bir iştaha sahip bir adam.
Kit, tabağındaki turtalardan birini ısırıp, sandalyesinde arkaya yaslanırken lezzetin verdiği mutlulukla dudaklarında ufacık bir gülümseme belirdi. Tatlıların verdiği zevk denizinde yüzerken, az önce odada yaratmış olduğu hüsran yağmuru karşısında son derece kayıtsız görünüyordu.
Violet kaşlarını çatarak, iddialı bir biçimde gözlerinin içine baktı. “Ne demek istiyorsun, Kit?”
Kit yutkunarak, yukarı doğru baktı. “Hımm?” Bir yudum çay alıp, mendiliyle kibarca ağzını sildi. “Ah, Newcomb’u mu diyorsun?”
“Elbette, Newcomb’u diyorum. Eliza ile ben kimden bahsediyorduk?”
“Kızmana gerek yok, Vi. Sadece herifin batağın eşinde olduğu konusunda tarafsız bir uyanda bulunsam iyi olur diye düşündüm. Son duyduklarıma göre, Plimpton ile büyük paralara kağıt oynarken yirmi bin sterlin kaybetmiş, ondan beri de şansı dönmemiş.”
Violet ve Eliza birbirlerine baktı.
“Öyleyse, adam liste dışı,” diye açıkladı Violet, mavi- yeşil kuşkulu gözlerini Eliza’ya dikerek. “Bir kumar düşkününü koca olarak istemezsin zaten.”
Eliza ses çıkarmadan onayladı ve çayından bir yudum alarak kendini sakinleştirdi.
“Sir Silas Jones var,” diye devam etti Violet. “Geçen hafta sana o şirin gül buketini göndermişti. Duyduğuma göre Kent şehrinin hoş bir tarafından geliyormuş. Her sene kirazlar ve elmalar veren verimli bir arazinin de sahibiymiş Anladığım kadarıyla ekip biçmekte arası iyiymiş.”
“Ekmekte iyi olduğu tek şey meyveler değil,” diye mırıldandı Kit tabağındaki son tatlı kırıntılarını da silip süpürdükten sonra, daha fazlasını almak için öne uzanırken.
Violet çekici bir şekilde yapılmış saçlarıyla başını yana eğdi. “Sanırım, onun da bir sorunu olduğunu söylemeye çalışıyorsun?”
“Ne açıdan baktığınıza bağlı. Kimine göre yanlış olan bir şey kesinlikle yok.”
Bir kaşık dolusu üzüm reçeliyle süslenmiş koca kızarmış hamurundan yedikten sonra daha fazla çay istediğini göstermek için porselen fincanını uzattı.
Violet hiç duraksamadan, ağır gümüş çaydanlığı, aynı desenli gümüş tepsiden alıp, çayını koydu. Kit fincanı dudaklarına götürmeden önce leziz bir buhar huzmesi çayın üzerinden yükseldi.
“Yani?” Daha fazla bir yorum gelmediğini fark edince Violet araya girdi.
Kit, belli belirsiz bir çınlamayla fincanı tekrar altlığa yerleştirdi. “Herif hovarda. Dört farklı kadından altı tane çocuğu var ve bunlar sadece onun bildikleri, Jones un sadc- ce çapalamayı sevdiğini söylesek yalan olmaz.”
Eliza yanaklarını ateş bastığını hissetti. Düşesin ağzından ufacık bir kahkaha çıkmıştı ki kendini tuttu.
“Kit,” dedi Violet azarlayan bir ses tonuyla. “Sana burada hanımların olduğunu hatırlatmak isterim, buna ben de dahilim. Misafir odasında ulu orta söylenmeyecek sözler bunlar.”
Kit, saygısız gülümsemesini yüzünden silmeye çalıştı. “Özür dilerim. Haklısın, tabii ki. Beni bağışlayın, hanımlar” “Yine de Sir Silas’ın sevgili arkadaşımın ne zamanına ne de ilgisine değdiğini öğrenmiş olduğuma sevindim.” Violet düşünceli bir ifadeyle parmağım koltuğun kolunda gezdirdi. “Eliza’ya saygılarını ileten diğer beyefendilerden Vikont Coyle ve Bay Washbum’ün uygun olmadığım biliyoruz. İkisi de ceplerini doldurmak için muhtemel bir mirasçı arayışındaki servet avcıları olmakla meşhur.”
“Peki ya Lord Luffensby?” dedi Eliza. “Bana o harika sone kitabım göndermişti.” Wordsworth, diye düşündü büyük bir mutlulukla, en sevdiği şairlerden biri.
“Ah tabii. Sadece bir kez karşılaştık ve çok da kısaydı ama bana çok arkadaş canlısı göründü. Çok düşünceli ve kibar bir adam.”
Kit hafifçe ama duyulmaması imkansız bir şekilde homurdandı.
Violet tekrar ona baktı. Bu kez bıkkınlık doluydu. “Umarım Lord Luffensby hakkında da kötü bir şey söylemeyeceksin. Kuzenini tanıyorum ve bana ciddi bir geliri olduğunu ve asla sıradan tercihleri olmadığını söylemişti.”
“Yok, sıradan olmadıkları kesin.”
Violet uzun bir süre bekledi. “Ben ve Eliza meraktan çatlamadan önce lütfen söyle.”
“Söylemeli miyim, bilmiyorum. Az önce belirttiğin üzere odada hanımlar var.” Kit durup, Eliza’ya baktı. “Bekar hanımlar.”
“Pekala, Tanrı aşkına, söyle ne? Eminim Eliza’nın duymaması gerektiği kadar kötü bir şey değildir. Hem zaten okuldan henüz çıkmış bir yeniyetme değil.”
Kit, düşünceli bir şekilde dudaklarına parmağını götürdü. “Bazı arkadaşları ona lakap takmış: Lord Poofensby.” Poofensby?’ diye düşünerek kaşlarını çattı. Kit, adamın gardırobundan mı bahsediyordu? Luffensby biraz hanım evladı gibi duruyordu ama o kadar uç da değildi. Kafası karışmış halde kaşlarını çatmış olan Violet’e baktı.
“Pardon ama biraz daha açık konuşman gerekecek,” dedi Violet.
“Daha açık mı?” Kit gözlerini devirdi. Sonra da baskı altında kalmış gibi içini çekti. “Bazen Yunanca ve Latince okuyabilen ve beş dil bilen bir kadın için fazlaca cahil olabiliyorsun.”
“Kinci olmana gerek yok. Söylesene. O kadar korkunç olmadığından eminim.”
“Pekala. O… şey… erkeklerden hoşlanıyor.”
“Bunda tuhaf olan ne var ki? Pek çok beyefendi, hemcinsleriyle birlikte olmaktan hoşlanır. Neden bu kadar olay ettiğini- Oh.” Violet cümlesini bitiremedi, kaşlarını kaldırdı. “Ah! Aaa.”
Eliza az önceki mesajı hâlâ tam olarak anlamamış halde bir ona bir diğerine baktı. Sonra aniden eski çağ tarihi kitaplarından birinde okuduğu başka erkeklere karşı romantik duygular besleyen erkeklerden bahseden bir metni hatırladı. O zaman bu kavramı oldukça utanç verici bulmuştu ki böyle şeylerin hâlâ devam edebileceğini hiç düşünmemişti. Hele ki günümüz İngiltere’sinde asla!
Yanaklarını tekrar ateş bastı.
“Ya öyle.” Kit bacaklarını uzattı ve üst üste attı. “Sana bir aile verecek türden bir adam olduğu söylenemez, ki sanırım istediğin buydu?”
Eliza, istediği şeyin tam olarak bir aile olduğunu düşündü. Bir koca bulup, evlenmek istemesinin en önemli ve hatta tek sebebi buydu. Tüm bu konuşmalardan sonra omuzlan çöktü, heyecanı kayboldu.
“O zaman, başka kim var?” Violet, elbisesinin cebinden beyaz, ipek bir mendil çıkarıp, gözlüğünün camım silmeye başladı. “O kadar buket ve hediye aldın, muhakkak uygun birisi vardır.”
“Yok,” diye sızlandı Eliza. “Violet, anlamıyor musun, işe yaramıyor. Hiçbiri o veya bu şekilde uygun değil. Ya servetimin peşindeler ya da münasip bir evlilikle saklamaya çalıştıkları korkunç bir sırlan var.”
Violet, tekrar gözlüğünü takıp, uzanarak, Eliza’nın elini tuttu. “Şimdi, bunların cesaretini kırmasına izin verme. Sezon daha başlamadı bile, önümüzdeki haftalarda şehre gelecek tüm seçkin bekarların kim olduklarını bilmiyoruz. Şenle birlikte olabilmek için canlarını vereceklerdir.” “Vermek istedikleri şey malum.” Eliza başını salladı. “Hayır, gerçeklerle yüzleşmeliyiz. Acı olan şu ki teyzem ölmeden önce beni isteyen uygun bir erkek yoktu, şimdi de yok. Bazen keşke teyzem, kuzenim Philip’e kızmamış olsaydı da vasiyetinden onu çıkarmasaydı diyorum. Bazen fakirlik, çok daha kolay bir seçenek gibi görünüyor.” “Fakirlik hiçbir zaman kolay değildir ve lütfen kendini bu şekilde yenilgi saçmalığına kaptırma. O hayata asla geri dönmek istemeyeceğini biliyorum. O yaşlı kadının gaddar elleri altında fazlasıyla yaşadın – ölünün arkasından bu kadar sert konuştuğum için beni bağışla ama – şimdi biraz rahat etmeyi hak ediyorsun. O serveti hak eden birisi varsa, o da kesinlikle sensin.”
“Belki ama çok iyi geliyormuş gibi görünmüyor.” “Senin bir akıl hocasına ihtiyacın var,” dedi Violet. “Sosyeteyi tanıyan ve önünü açacak birine. Nasıl kolay iletişim kurabileceğim, daha fazla özgüvenli olacağını öğretmeli ki sana, utangaçlıktan dilin bağlanmış, dut yemiş bülbül gibi kalıp da ne kadar güzel bir kişiliğin olduğunu göstermekten geri kalmayasın.”
Violet duraksadı, zarif, eflatun rengi, yün elbisesinin dizine dokundu. “Hatırlar mısın bilmem ama bir aralar benim de derdim aynıydı. Kalabalıkta o kadar utangaç kalıyordum ki iki kelimeyi bir araya getiremiyordum. Ta ki o çılgın aylarda Jeanette ile yer değiştirip, onun yerine Adrian ile evleninceye kadar, işte o zaman kendimi değiştirmekten başka şansım yoktu. Yani Kit olmasaydı-” Sözünü yarıda kesip, Kit’e uzun ve anlamlı bir ifadeyle baktı. Aniden dudaklarından neşeli bir kahkaha kaçtı. “Tabii ya! Neden daha önce düşünemedim?”
“Neyi?” diye sordu Eliza.
“Şenle Kit. Mükemmel işte. Kit sana yaraşır bir koca bulman için yardım edecek.”
“Ne yapacağım!” Kit oturduğu yerde dikildi, fincanı, altlığında kıpırdandı. Doğuştan gelen denge yeteneği olmasa, son moda güderi pantolonuna sıcak çayı boca olacaktı. Hiç yanığı kaldıracak havası olmadığından, hele de vücudunun bu kadar hassas bölgesinde, fincanı düzeltip, yanındaki sehpaya koydu.
fark etti. Solgun dudakları aralanmış, ince çenesi bariz bir hayretle sarkıyordu.
İki eliyle yaptığı sert bir hareketle yeleğini düzeltti. “Sanırım seni yanlış duydum. Benden Bayan Hammond için çöpçatanlık yapmamı istedin gibi geldi.”
“Çöpçatan değil, hayır. Eliza ile ben bir sürü beyefendi bulabiliriz, bence. Az önce söylediğim gibi senin görevin daha çok akıl hocalığı yapmak olacak. Muhtemel taliplerini incelememize yardımcı olabilirsin ama daha önemlisi ona da benim için yaptıklarını yapman. Arkadaş olarak nasıl daha rahat olacağını öğretebilirsin. Bu kadar sessiz sakin durmaması için sosyetede nasıl iletişime geçeceğine dair taktikler verebilirsin.”
“Yardım etmek için uygun biri olduğumu sanmıyorum,” diye söyledi heyecanla, konuyu daha fazla uzatmadan Violet’in hücumuna bir son vermek derdindeydi.
“Öylesin tabii ki,” dedi tuttuğunu koparan bakışlarıyla Violet. “Sen yardım etmek için en doğru kişisin. Bir kere sen ailedensin, dolayısıyla küçük projemizin detaylarını çıkıp dünyaya anlatacağın konusunda endişelenmemize gerek yok. Hem sen sosyeteden herkesi tanıyorsun. Arkadaş olmadıkların varsa da onları tanıyanlarla arkadaşsın. Ayrıca az önce açıkça gösterdiğin üzere tüm dedikodulardan da haberin var.”
“Herkesi tanıdığım falan yok. Son bilmem kaç aydır yurtdışındaydım, sana hatırlatayım. Daha arayı kapamaya çalışıyorum.” Suçlayıcı bakışlarla kıstı gözlerini. “Umarım benim dedikoducu olduğumu ima etmiyorsundur.”
“Yok canım,” dedi Violet. “Sadece arkadaş canlısı ve popülersin, hepsi bu. İnsanlar sana, Eliza ve benim asla öğren…