Roman (Yerli)

Gençlerle Başbaşa

Gençlerle Başbaşa Ali Fuad Başgil’in bu eseri, yayınlandığı günden bu yana defalarca basılmış ve her nesile ayrı ayrı seslenmiştir. Büyük-küçük her insana verdiği ve vermeye devam edeceği şeyler şimdi olduğu gibi, nesiller boyu da devam edecektir.
Kendisinin de belirttiği gibi …”Bu kitap, sadece fikri çalışma atölyesinin genç ve tecrübesiz çırakları için faydalı olabilecek bir rehberdir.” Gerçi her ne kadar kendisi böyle söylese de, bu kitap genç ve tecrübesiz çıraklara da rehberi olabilecek kıvamdadır.
Özelikkle, saeçilen konuların ve yazarının dostane üslubuyla bu nadide eser, nesillere daima ilham olabilecek yapıdadır.
Yine yazarın deyimiyle: “Geleceğin ümidi olan gençleri, bunalımdan, iradesiz ve cesaretsiz yaşamaktan kurtaracak olan bu kitap; başarılı olmasının sırlarını göstermektedir..” Bu doğrultuda güzel de bir rehber olacaktır.

BAŞLAMADAN ÖNCE
Fransa’da talebeliğim zamanında, Fransız bir arkadaşımla beraber bir yaz tatili geçirmek üzere yer ararken. Alplerin İşere Nehri eteklerindeki çam ormanları içine gömülmüş. Revel adlı bir köye düştük. Burası altıyüz metre kadar yükseklikte gayet sakin ve kenar bir yerdi. Pek hoşlandık ve bir pansiyon aradık. Mösyö Girard ismindeki Revel papazının evini gösterdiler. Kapıyı çaldık Boynu hamaili, şişmanca ve yaşlı bir kadın kapıyı açarak ne istediğimizi sordu. “Talebeyiz, Paris’ten geliyoruz, bir müddet pansiyonda kalmak istiyoruz” dedik. “Memnuniyetle”, cevabım verdi. Fakat beni hemen bir düşünce aldı. Kalacağımız yerin, yanı başımızdaki kiliseye ait vakıf bir bina olmasından başka ev sahiplerimizin de kilisede vazifeli İnsanlar olduğunu bir an göz önüne getirdim. Başında gülüp sonunda ağlamaktansa, hiç başlamamak hayırlıdır, diyerek kendimin Müslüman bir Türk olduğumu söyledim. Hayatını Alpleri» bu tenha köşesinde geçirmiş olan koyu Katolik kadıncağız, bu sözüm üzerine durakladı ve ilave etti: “O halde kardeşimle konuşmamız lâzım.” dedi.
Biraz sonra siyah cübbeli ve ak saçlı, gürbüz, altmışlık bir /Hipaz bize doğru geldi ve “Müslüman Türk hangini::’” diye sordu. Kendimi takdim ettim “iyi ya. madem ki Miislümansınız. o halde dinlisiniz, mesele yok. Bizim bu devirde
düşmanımız, hangi milletten olursa olsun, dinliler değil, din sizlerdir Buyurun misafirimiz olun,” dedi. Ben nasıl bir geniş görüşlü insan karşısında bulunduğumuzu anladım. Teşekkür ederek pansiyona yerleştik. Ve sonra öğrendik ki, bu olgun ve insan adam uzun seneler kolejlerde hocalık etmiş; kalan ömrünü geçirmek üzere de Alplerin bu sessiz köyüne sığınmış. Pansiyonda bizden başka on kadar Fransız talebesi de vardı. Mösyö Girard bunlardan bir gruba Lâtince dersi veriyordu. Gruba bizde katıldık. Hem dinleniyor ve eğleniyor; hem de öğreniyorduk. Mösyö Girard bilhassa akşamları fikrî bir ziyafet sofrası kuruyor ve bizi etrafına topluyordu. Onu, küçük büyük hepimiz zevkle ve can kulağı İle dinliyorduk. Ne tatlı günlerdi, o günler! Zaman olur ki, hayali cihan değer.
Sözü uzatmayayım. Bir gün mutat konuşmalar esnasında Mösyö Girard bize bir kitap tavsiye etti ve mutlaka okumamızı söyledi. Bu, Aix Marseille Üniversitesi Rektörü meşhur terbiyeci ve ahlâkçı Jules Payot’un »İrade Terbiyesi» adlı kitabı idi
Ertesi gün şehire inerek kitabı aldım. Revel köyünün koyu yeşil ağaçlıklarına daldım. İhtiyar bir meşenin dibine oturarak “irade Terbiyesi’ni okumaya koyuldum. Okudukça içimde tahassür ve nedametle karışık müphem bir acı duymaya başladım: Kendi kendime, “ah bu kitap onsekiz yirmi yaşlarında iken elime geçmeliydi,” diyor ve geciktiğim için üzülüyordum. Okumalarım bir iki gün sürdü. Kitabı bitirince Mösyö Girard’a teşekkür ettim. Memnun oldu ve bana vakit buldukça şu eserleri de okumamı tavsiye etti:
— Fikri Çalışma ve İrade
— Öğrenme Sanatı
— Fikrî Çalışma
— Fikrî Çalışmayı Tanzim
Ben bu eserlere şunları da ilave ettim:
—    Saadeti Elde Etme

— Saadetin Felsefesi
— Saadet İlmi
— İrade Vasıtasıyla Muvaffakiyet
— Karakter
— Mektep ve Karakter
Bunlar bilhassa gençleri tenvir ve irşad için yazılmış ilmî eserlerdi. Fırsat buldukça bu eserleri ve hatta bazılarını tekrar tekrar okudum. Hayat için çok şeyler öğrendim ve Mösyö Girard’ı daima hayırla andım. Fakat, dikkat et okuyucum. Öğrendiklerimle amel ettim ve ediyorum diyemem. İlim maalesef amelî müştekim değildir, insan, mesela sigara ve içkinin sıhhat için ne kadar zararlı şeyler olduğunu bilir de bilgisi ile amel edip bu ibtilâlardan kolayca vazgeçemez. Zira ilmin kaynağı zekâ, amelinki ise, iradedir. İrade terbiyesinin hakkiyle mahsul verebilmesi için, ona erken başlamak lâzımdır. İtiyatlar kökleştikten ve huylar iyice yerleştikten sonra bu terbiye gayet güçleşmekte ve mahsul vermek için Eyüp sabrı istemektedir.
Yalnız sununla teselli buluyorum kî, öğrendiklerime kendi şahsi bilgim ve tecrübelerimi de katarak gençlere daima öğretmeye çalıştım. Bütün hayatımda imrenip de kendimde tamamiyle tahakkuk ettiremediğim iyi huylarla onları bezenmiş görmeyi daima arzu ettim. Ve bu yolda birşeyler yazayım dedim. Fakat, bu arzumu kuvveden fiile çıkaramadım. Meslekten terbiyeci ve moralist olmayan için bu mevzularda bir esercik olsun yazmak kolay değil. Hatta biraz da ihtisas hududunu aşmaktır. Bununla beraber, Tiirkçede çalışma rehberi olacak yeni bir eser de mevcut olmadığı için, temasda bulunduğum gençliğin bu husustaki ihtiyacını yakından görüyorum.
Nihayet, 1943  1944 ders yılının kışında bir fırsat düştü: Eminönü Halkevi idaresi benden bir konferans vermemi istedi. Gençliğe öğütlerim başlıklı bir konferans verdim. Alâka uyandırdı. Dinleyicilerden birçoğu gerek şahsen ve gerek yazı ile benden bu konferansı neşretmemi istediler. Konferans bu esercikteki ana fikirlerden bîr kısmını hülâsa halinde ihtiva ediyordu. Bunu biraz daha genişleterek Cumhuriyet Gazetesi’nde makale şeklinde neşrettim. Aradan bir iki sene geçti. 1947 senesinde Üsküdar Halkevi idaresi de bir konferans istedi. “Terbiyenin Karakter Üzerindeki Tesiri” başlığı altında, evvelkini ikmal edecek şekilde, orada da bir konferans verdim. Bunu da Tasvir Gazetesi’nde neşrettim
Az çok malzeme toplanmıştı. Bunu biraz daha çoğalttım. Ve mevzuu biraz daha zenginleştirdim, derken okuyucum, elinizdeki şu naçiz esercik doğuverdi.

İtiraf edeyim ki bu kitap, yukarıda sıraladığım eserler gibi, bir ihtisas eseri değildir. Sadece fikrî çalışma atölyesinin genç ve tecrübesiz çırakları için faydalı olabilecek bir rehberdir.
Fakat okuyucum, biliyormusun ki, bunlar bedenî işte çalışan çıraklardan daha güç ve geri durumdadır? Düşün ki, zanaate giren bir çocuk bir usta yanında ve onun daima gözü altında çalışır. Öğrenmiş ve yetişmiş bir adamın nasıl çalışıp iş gördüğünü; el maharetiyle kol kuvvetinin zekâ ve İrade emrinde nasıl birleşip iş başardığını gözleri ile görür, iş çıkarmanın ve verimli çalışıp muvaffak olmanın zevkini tadar. Ustasından çalışmanın usu/ünü. güçlüklerini yenmenin kolaylığını öğrenir. Hatta genç yaşının icabı olarak, geçirdiği ruhî buhran anlarında ustayı daima yanı başında, manevi bir kuvvet ve destek olarak bulur.
Fikrî çalışma çırakları ise. bu faydalardan ve böyle bir manevi destekten mahrumdur. Bunlar, zanaatta usta yerini tutması lâzım gelen, hocaları ile omuz omuza beraber çalışmazlar. Hocanın nasıl çatıştığım görmezler bile. Hoca ile yalnız yoklamalarda ve nihayet, imtihan masasında başbaşa kalırlar. Ve o zaman ise, hocaları sorduğu şeylere cevap alamayınca, onlara sadece ^çalışmamışsın» yahut «öğrenme* missin» der ve geçer. Fakat nasıl çalışmak lâzım geldiğini ve öğrenmenin usulünün ne olduğunu bu tecrübesiz çıraklar kendileri düşünüp keşfetmeye ve muhtaç oldukları manevi desteği kendilerinde arayıp bulmaya mecburdurlar. Bulamazlarsa yanar giderler. Bu yüzden heder olan gençlerin sayısını Allah bilir. Gençlerimizin bir çoğunun usanıp bezmesinin, cesaretinin kırılıp ruhî perişanlığa düşmesinin sebeplerinden biri ve belki başkaası budur. Yani bir taraftan çalışıp öğrenmenin yolunu ve usulünü bilmemezlik. diğer taraftan da manevi destekten mahrumluktur. Eminim ki, bu boşluğu ve mahrumluğu bugün her genç duyuyor ve acısını çekiyor. Bunu bizler de duyduk ve çektik. Çünkü bizler de talebe olduk ve fikrî hayatın çıraklığını yaptık.
Gönül ister ki, mekteplerimiz, ilkinden yüksek tahsilin sonuna kadar, derece derece gençlere Öğrenme ve yetişme yolunda emniyetle yürümenin usulünü öğretsin; çalışıp muvaffak olmanın sırrını göstersin. Mektep bilgisi imâl eden bir fabrika halinde çalışmasın ve gençlerin yalnız zekâları üzerinde kalmasın, iradeleri üzerinde de dursun ve onların ruhî terbiyelerini yapsın. Çünkü insanın kıymet ve kuvvet bilgisinin genişliğinde olmaktan çok, benliğine sahip ve iradesine hakim olabilmesinde; iyi huylarında ve ruhî terbiyesindedir. İrade ve ruh terbiyesi ise, ayrı bir istir. Bu, ders ve kitap okuyup ezberlemekle elde edilmez. Bununla beraber, herkes biliyor ki. haddini aşkın  mevcudu ile dolup taşan mekteplerimizin hiç meşgul olmadığı işlerden biri budur.

İşte bu boşluğu göz önünde tutarak ve bir taraftan okuduklarımdan, bir taraftan da uzunca süren bir talebelik ve hocalık hayatımın tecrübelerinden istifade ederek gençlere muvaffak olmanın sırrına ve çalışmanın usulüne dair bir fikir vermek isteyeceğim. Biliyorum ki, bir gencin beklediği ve bir gençten beklenen de muvaffak olmaktır. Yani mektep sıralarında ise iyi bir surette tahsilini bitirmek, hayata atılmış ise, cemiyet içinde umduğu ve lâyık olduğu yeri almaktır. Genç arkadaşım.’ İddiasızca söylüyorum ki. sana burada bu gayeye götürecek en doğru ve emniyetli yolu göstereceğim.
Gerçi muvaffak olmak, mesut olmak demek değildir. İnsan muvaffak olur, cemiyet içinde Özlediği yerin daha üstününü bile alır da, mesut olmayabilir. Servetin, iktidar ve şöhretin son haddine varmış nice insan vardır ki, içi daima saadet dünyasının hasretiyle yanıp tutuşur. Mükellef apartmanlarda, göz kamaştırıcı bir konfor ve lüks içinde yaşayan insanlar görürsün ki, bunların hepsini bir günlük saadetle değiştirmeye hazırdırlar. Çünkü, saadet tamamiyle gönül işidir. Ve içimizdedir. Onu kendi içimizden başka bir yerde sanıp aramak ve saadeti sırf servet, iktidar ve şöhrette görmek çölde serabı su zannetmektir.
Bununla beraber, saadetin yolu, muvaffakiyetin yolundan ayrı da değildir. Ve saadet ülkesi, muvaffakiyet diyarının, biraz daha ilerisindedir. Bu diyarı aşmadan saadete erişmek, imkânsız değilse de, çok güçtür. Muvaffak olmuş bir insan için saadete kavuşmak ise kolaydır. Yalnız birazcık daha gayret işidir.
Yolcum! ben sana bu esercikte muvaffakiyet diyarının yolunu göstereceğim. Sen istersen, ondan ötesine, kendin gidebilir ve özlediğin saadeti bulabilirsin.
Feneryolu, Mayıs 1949

1
MUVAFFAK OLMA YOLUNUN TEHLİKELERİ VE DÜŞMANLARI
Yetişme ve muvaffak olma yolunun genç yolcusu! Bil ki tuttuğun yolda bir çok tehlikeli geçitlerin ve yol kesen düşmanların vardır. Gerçi bunlara yalnız sen değil, hayat yolunun her yolcusu rastlayabilir. Fakat bu düşmanlar, senin gibi hayatın henüz eşiğindeki tecrübesiz masumlara musallat olmayı çok sever. Senin bunlarla pençeleşecek ve bu düşmanları alt edecek silahın yok değildir. Elverir ki. sen bu silahlan kullanabilesin. Kullanmayı bilmez de bir defa alt olursan, bir daha belini kolayca doğrultamazsın. Müsaade ette sana, evvelâ, yolunu bekleyen düşmanları ve rastlayacağın tehlikeleri göstereyim.
1

MUVAFFAKİYETİN İLK DÜŞMANI TEMBELLİKTİR
Muvaffak olma yolunda senin ilk büyük düşmanın tembelliktir. Burada sana tembelliği tarif edecek değilim. Onu sen, ben, hepimiz az çok tanırız. Zira, ötedenberi denilegeldiği gibi ‘İnsan tembel bir hayvandır”. Yalnız ben sana şunu söyleyeceğim ki, tembellik insan karşısına çıkıp da mertçe savaşan bir düşman değildir. Bilâkis, eski peri hikâyelerindeki kahramanlar gibi, şekilden sekile girerek ve binbir hile kullanarak alt etmeğe çalışan bir namerttir. Tehlikesinin büyüklüğü de buradan gelmektedir.
Tembelliğin; yerine, adamına ve çağına göre girmediği kalıp yoktur. Herkesin mizacına göre tavır alır ve konuşur. Dilimizde aldığı çeşitli isimler de onun bu sinsiliğini gösterir. Tembelliğin adı havailiktir. Bir adı gevşeklik, bir adı hoppalık ve züppelik, bir adı uyuşukluk, üşengeçlik, keyfine düşkünlük, tenseverliktir. Tembellik herkesin karşısına her zaman aynı kılıkta çıkmaz. O mesleksiz aktör gibi daima rol değiştirir. Bazen en meşru bir mazeret kılığına girer; hasta olur, yorgun düşer ve herkesi haline açındırır. Bazen iş yapar görünür; hakikatte hiçbir şey yapmaz. Bazen tatlı bir dille konuşur ve gönül çeler. Onun kandırıcı bir felsefesi ve safsata ilmeklerinden örülmüş bir edebiyatı vardır. Tembelliğin kitabından sana bazı parçalar okuyayım da dinle:
— Adam sende… Çalışanlar ne olmuş sanki?,.
— üzme kendim şu ölümlü dünyada, çalışmak yıpranmaktır.
— Hayat dediğin bir şanstır.
— Şansın varsa, her şeyin var demektir.
— Şansın yoksa kendini parçalasan da bir şey olamazsın.
— Zaten suyu getiren de destiyi kıran da bir.
—  Sen destiyi kır, suyu başkaları getirsin de afiyetle iç…
— Hem bir işin olacağı varsa sırt üstü yatsan da olur, olacağı yoksa, yırtınsan da olmaz.
— Hele dursun bakalım, şimdi şöyle yaslan da yarın sabah yaparsın.
—    Hem sana çalışmak yaramıyor; iştahın kaçıyor, neşen sönüyor.
— Huy bu ya, ben bütün sene kitabı, defteri koltuğumda gezmekten; hele kütüphane köşelerinde pineklemekten hoşlanmıyorum…
— İmtihanlara şöyle yirmi gün bir ay kala kafayı vurur, dersleri hazırlar ve imtihanları mis gibi geçerim…
— Nedense benim yalnız imtihan üstü zihnime bir açıklık geliyor; sene içinde sanki uykudaydım…
— Hem ne hacet, muvaffak olanın ve olmayanın gideceği yer mezarlık değil mi?
— Dünyaya insan bir defa gelir; hayattan kâm almaya bak.
Tembelliğin kitabında daha neler ve ne yaveler var. Bildiğin şeylerle başını ağrıtmayayım. Yalnız şunu söyleyeyim ki, eğer tembel isen ve tembelliğin uzvî bir hastalıktan ileri gelmiyor da ruhî bir gevşeklik, uyuşukluk, üşengeçlik, hoppalık ve havailik şeklinde ise, iradeni kullanmak suretiyle muvaffakiyetin bu düşmanını yenebilirsin. Eğer bedenî bir arızan varsa bunun ilacını hekimler bilir.

2

MUVAFFAKİYETİN BİR DİĞER DÜŞMANI KÖTÜ ARKADAŞTIR

Genç dostum! Gittiğin yolda ikinci bir tehlikeli düşmanın da kötü arkadaştır. Arkadaşın kötüsü, emin ol ki, bir gencin başına gelebilecek kötülüklerden en kötüsüdür. Ve her kötülük gibi o da sinsi ve maskelidir. Hem maskesini gayet maharetle vurulur. Dost ağzı kullanır. Seni esirger ve yardımına koşar görünür. Seni kendisine imrendirmek için yapmadığı şaklabanlık kalmaz. Tembellik senin içindedir ve sana senin ağzınla konuşur. Arkadaşın kötüsü ise, sana kendi ağzını kullanır ve seni tembellikten daha çabuk kendine bağlar. Zaten tembelliğin işi asma, hoppalığa ve …..

Yazar

BENZER İÇERİKLER

İki Dirhem Bir Çekirdek

Editor

Muamma

Editor

Sabah Uykum

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası