Roman (Yabancı)

Hayvan Çiftliği (Ciltsiz)

hayvan-ciftligi

İngiliz yazar George Orwell (1903-1950), ülkemizde daha çok 1984 adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş ikinci ünlü yapıtıdır. 1940’lardaki ‘reel sosyalizm’in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında ‘yergi’ türünün başyapıtlarından biridir. Hayvan Çiftliği’nin kişileri hayvanlardır.
George Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştirmektedir. Romandaki önder domuzun, düpedüz Stalin’i simgelediği açıkça görülecektir. Öbür kişiler bire bir belli olmasalar da, bir diktatörlük ortamında yer albilecek kişilerdir. Romanın alt başlığı Bir Peri Masalı’dır. Küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değildir; ama roman, bir masal anlatımıyla yazılmıştır.

SUNUŞ
Bütün kitaplar eşittir, ama bazı kitaplar öbürlerinden daha eşittir.

Celâl Üster

George Orwell adı, aklıma hep İki öykü düşürür; biri Adolf Hitler’le, öbürü Josef Stalin’le ilgili iki öykü. îlkinde, Orwell, II. Dünya Savaşı’nın başlarında, BBC de radyo izlenceleri hazırlamaktadır. Cumhuriyetçiler’in safında savaşıp yaralandığı İspanya İç Savaşı’nı; İngiltere’ye döndükten sonra kaleme aldığı, bence en iyi yapıtlarından biri sayılması gereken Katalonya’ya Selam’ı; sanatoryumda verem tedavisi gördüğü günleri ardında bırakmıştır. Sağlığının bozukluğu yüzünden askere alınmamış, kapağı BBC’ye atmıştır. Alman uçaklarının, Londra üzerine yağmur gibi bomba indirdiği günlerdir. Eric Arthur Blair ya da kalem adıyla George Orwell, işte tam o günlerde, tüm Avrupa ve Amerika’nın kulak kesildiği BBC radyosunda, Hitler’i konu eden bir izlence sunar. Ne var ki, izlence boyunca, Hitler’in düşüncelerini örneklemek amacıyla Kavgam’dan alıntılara yer verildiğinden, kitabın yazarına telif ücreti ödemek gerekiyordur! Oysa, İngiltere ile Almanya savaşmakta oldukları için, iki ülke arasındaki diplomatik ve tecimsel ilişkiler kesiktir. Parayı ödemeye kararlı olan BBC yöneticileri, günlerce bir çözüm ararlar ve sonunda bulurlar: Hitler’in telif ücreti, Norveç hükümeti aracılığıyla ödenir! Bu öykü, bana hep, çok ‘İngilizce’ gelmiştir…
Orwell’in, Hayvan Çiftliği’nin metninde son anda yaptığı ‘küçük’ bir değişiklik ise, BBC’nin yukarıda aktarmaya çalıştığım ‘İngilizce’ yaklaşımını bütünler niteliktedir: 1945 Martı’nda Observer ve Manchester Evening News gazetelerinin savaş muhabiri olarak Paris’te bulunan Orwell, orada Josef Çapski adında bir Rus’la tanışır. Çapski, Sovyetler Birliği’nde gönderildiği bir çalışma kampından ve Katin Kıyımı’ndan kurtulmuş, Paris’e gelmiştir. Orwell’in Arthur Koestler’e yazdığı bir mektupta anlattıklarına bakılırsa, Çapski, ülkesinde yaşadığı onca acıya ve Sovyet yönetimine karşı olmasına karşın, Rusya’ yi Alman boyunduruğundan ‘Stalin’in kişiliğinin ve büyüklüğünün’ kurtardığını söyler: “Almanlar Moskova’yı ele geçirmek üzereyken, Stalin kentte kaldı. Moskova’yı onun gözü pekliği kurtardı…”
Hayvan Çiftliği’nde, gerçek kişiliklerle koşutluklar açık seçik olmamakla birlikte, Stalin’i çağrıştıran N”.pol4on adlı domuzu yerden yere vuran Orwell, Çapski’nin açıklamalarını dinledikten sonra, bir değişiklik yapmaya karar verir ve kitabım kısa bir süre Önce teslim ettiği yayıncısını arar: Hayvanların, Bay Jones’u devirerek devrim yaptıkları çiftlik, kitabın Sekizinci Bölümü’nde, komşu çiftlikten insanların saldırısına uğramış, bu saldırı karşısında tüm hayvanlar korkuya kapılmıştır. İnsanlar, çiftlikteki hayvanların özveriyle yaptıkları değirmeni kulakları sağır eden bir gümbürtüyle havaya uçurmuşlardır: “Güvercinler uçuştular, Napoleon da dahil bütün hayvanlar kendilerini karınüstü yere atıp yüzlerini kapadılar…” Orwell, Çapski’nin söyledikleri ışığında bu tümceyi şöyle değiştirir: “Güvercinler havaya uçuştular, Napoleon dışında bütün hayvanlar kendilerini karınüstü yere atıp yüzlerini kapattılar…” Oewell, bu ‘küçük’ değişikliği, bir mektubunda şöyle açıklayacaktır: “Böylelikle, Alman saldırısı sırasında Moskova’dan ayrılmayan Stalin’e haksızlık etmemiş oldum…”
Erdal Öz ve İlknur Özdemir, Orwell’in Hayvan Çiftliği’ni Can Yayınları için çevirmemi istediklerinde de, ilkin bu iki öykü geçti aklımdan. Sonra, uzun yıllar önce okumuş olduğum bu ‘peri masalı’nı yeniden okumam, bir de Hayvan Çiftliği’nin bugüne değin yapılmış çevirilerini gözden geçirmem gerektiğini düşündüm. Ama, ilkin, George Orwell’in, İngiliz Solu’nun bu çok tartışılmış kişiliğinin, 19û3’ten 1950’ye yalnızca kırk yedi yıl sürmüş hayal serüvenini anımsamalıydım.
Orwell, yirminci yüzyılın ilk yansında sıkça rastlanan bir İngiliz aydın tipinin özelliklerini taşıyordu. Hindistan’da görevli bir baba İle babası bugün Myanmar adını almış olan Birmanya’da kereste ticareti yapan Fransız kökenli bir annenin oğluydu. Bengal’in Montihari kentinde doğmuş; aşağıorta sınıftan gelmesine karşın, soylu bir ortamda büyütülmüş; sekiz yaşında ailesiyle birlikte İngiltere’ye dönünce, önce yatılı bir. hazırlık okulunda, sonra da ülkenin ün büyük özel okulu ve en seçkin öğretim kurumlarından biri olan Eton College’da okumuştu. Eton College’da, hiçbir bireyin bilimsel denetim ve koşullanmadan kaçamadığı, gelecekteki bir dünyayı anlatan Cesur Yeni Dünya’nın yazarı Aldoııs Haxley’ûen ders görmüştü.
Orwell, okul günlerinin ardından, aile geleneğini sürdürerek, Birmanya’ya gitmiş, Hindistan İmparatorluk Polisi’nde bölge müfettiş yardımcısı olmuştur. Yazarlık sancıları çektiği o günlerde, İngilizlerin Birmanyalıları zor yoluyla yönettiklerinin ayırdına vararak, sömürge polisliği yapmaktan utanmaya başlamış; tepkilerini, sonradan. Burma Günleri (1934) adlı romanında ve özyaşamöyküsel nitelikler taşıyan birkaç denemesinde dile getirmiştir. Ama daha önce, İmparatorluk Polisi’nden ayrılarak Birmanya’yı bir daha geri dönmemek üzere terk etmiş; Birmanyalılarla arasındaki ırk ve kast ayrımından duyduğu suçluluğu, Avrupa’nın toplum dışına itilmiş, yoksul insanları arasına karışarak gidermeye yönelmiş; Londra’da, East End’de işçiler ve dilenciler arasında yaşadıktan sonra, bir süre Paris otel ve lokantalarında bulaşıkçılık yapmış; gerçek olayları romansı bir yapı içersinde bir araya getirdiği Paris ve Londra’da Perperişan’m gövdesini bütün bu yaşadıklarından oluşturmuş; kitabın 1933 yılında yayımlanmasıyla, edebiyat dünyasına ilk adımını atmıştır.
Orwell’in, emperyalizme karşı tutumundaki bu kökten değişikliğin, yalnızca kentsoylu yaşam biçiminden uzaklaşmasına değil, siyasal yaklaşımını değiştirmesine yol açtığı söylenir. Birmanya dönüşünde kendini anarşist sayar olmuş, I930’lu yıllara gelindiğinde de kendini sosyalist olarak görmeye başlamıştır. Bu dönemde yazdığı ilk kitabı Wigan Rıhtımına Giden Yol un (1937) başlarında, İngiltere’ nin kuzeyindeki yoksul madencilerin yaşayışına ilişkin gözlemlerini anlatır, ama yapıtın sonlarına doğru, o günlerin sosyalist hareketlerine keskin eleştiriler yöneltmekten geri kalmaz.
Wigan Rıhtımına Giden Yol baskıya girdiğinde, İç Savaş muhabiri olarak İspanya’da bulunan Orwell, çok geçmeden Cumhuriyetçi milislere katılır, Teruel cephesinde ağır yaralanır, teğmen rütbesine yükseltilir. İşte tam o sıralar, İspanya’daki Halk Cephesi saflarında, yalnızca Orwell gibileri değil, faşizme karşı savaşımın yazgısını da derinden etkileyecek olaylar yaşanacaktır. Orwell gibi, FVanco’nun faşist güçlerine karşı savaşmaya gelmiş insanların, 1937 Mayısı’nda, Cephe içindeki siyasal karşıtlarını bastırmaya kalkışan Komünistlerle çarpışmak zorunda kalmaları, Avrupa Solu’nun tartışma gündeminden uzun yıllar düşmeyecektir. İspanya İç Savaşı’nda, Stalinci olmayan Sol’un, Sovyetler Birliği yanlısı ‘yoldaşlarının ihanetine uğraması, Orwell’in Stalinciliğe duyduğu nefretin odağını oluşturacaktır. Onun, Sovyetler Birliği’ndeki sosyalizmden soğumasının tohumları, bu olaylar sırasında atılmış olsa gerektir. Tepkilerini, ertesi yıl kaleme alacağı Katalonya’ya Selam’da dışa vuracaktır.
Orwell, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, BBC’deki görevinden ayrıldıktan sonra, İşçi Partisi’nin sol kanadına önderlik eden Aneurin Beyan’ın yayımladığı Tribüne adlı sosyalist gazetenin edebiyat sayfası yöneticiliğini üstlenmiş; bu dönemde, İşçi Partisi’ nin savunduğundan çok farklı sayılabilecek, özgürlükçü ve merkeziyetçilik karşıtı bir sosyalizm savunusu ile yurtseverlik duygularını bütünleştiren Aslan ve Tekboynuz gibi kitaplar yazmıştır.
1945 yılında, İkinci Dünya Savaşı’nm sona erdiği, Batı dünyası ile Sovyetler Birliği arasındaki temeli zaten çürük bağlaşmanın çatırdamaya yüz tuttuğu. Soğuk Savaş’ın kendini gösterdiği günlerde yayımlanmış olan Hayvan Çiftliği’ni, yıllar sonra yeniden okudum. Orwell’in, Londra’da verem tedavisi gördüğü bir hastanede ölmesinden bir yıl önce, 1949’da yayımlanmış olan Bindokuzyüzseksendört’ü de…
Özellikle Hayvan Çiftliği’nin, Soğuk Savaş’ın ilkel ve kaba propaganda yöntemlerine kurban edildiğini söylemek yanlış olmasa gerek. Hayvan Çiftliği, o yıllarda, dahası Avrupa’dan çok ABD’de, gençleri ‘komünizm tehlikesi’ne karşı uyarmak amacıyla liselerin okuma izlencelerine alınmış. Hayvan Çiftliği ile birlikte Bindokuzyüzseksendört, ‘nedamet getirmiş bir komünistin, bütün dünyayı devrimin kaçınılmaz sonuçlarına karşı uyarmak için kaleme aldığı yapıtlar olarak, birer Soğuk Savaş silahına dönüştürülmüş. Sol’un bazı kesimleri, Orvvell’i ‘karşıdevrİmci’ ilan etmiş; Sağ’ın kimi kesimleri de. Hayvan Çiftliği ve Bindokuzyüzseksendört’ü, komünizme yöneltilmiş en güçlü yazınsal eleştiriler arasında saymışlar.
Oysa, bugün okuduğumda, bir çiftlikte yaşayan hayvanların kendilerini ezen ve sömüren insanların yönetimini devirip eşitlikçi bir toplum oluşturdukları; ama zamanla, kurnaz ve iktidar düşkünü domuzların devrimi yolundan saptırarak, insanların yönetiminden nerdeyse daha baskıcı ve acımasız bir diktatörlük kurdukları Hayvan Çiftliği’nin iki uçlu bir yergi mızrağı taşıdığını düşünüyorum. George Orwell’in, 1930’lar ve 1940’ların Sovyetler Birliği’ne yönelttiği taşlamanın özünde, yaklaşık yarım yüzyıl sonra çöküntüye uğrayacak olan sosyalist uygulamanın bağrında yatan düşkünlüklerin bulunduğu kanısındayım. Ama Orwell’in, hayvanlar tarafından yönetilen çiftliği yıkmaya çalışan ‘dış dünya’ya, daha somut bir deyişle öteki çiftliklerin sahibi olan insanlara yönelttiği eleştirileri de göz ardı etmemek gerekir. Açıkçası, Orwell’in, Batı’nın siyasal düzenlerini savunduğunu söylemek çok zordur. Kimi yorumcular, Hayvan Çi/tliği’nin yönetimini ele geçiren domuzlarla işbirliği yapan, tecimsel ilişkiler kuran iki ‘insan’dan, Ibxwood Çiftliği’nin sahibi Bay Pilkington’ın kapitalist İngiltere’yi, Pinchfield Çiftliği’nin sahibi Bay Frederick’in de Nazi Almanya’sını temsil ettiğini bile söylemişlerdir. Bu yorum biraz zorlama gibi görünse de, Orwell’in, tüm yapıtını, çiftliklerdeki ‘insan düzeni’nin, yani kapitalizmin değiştirilmesi gerçeğinden yola çıkarak kurguladığı açıktır. Kitabın sonunda sunulan, insanlar ile domuzların aynı masanın çevresinde zaferlerini kutladıkları sahne, dünya yazınının en çarpıcı sahnelerinden biridir:
Artık Hayvan Çiftliği’nde yılgı ve korku kol gezmektedir. Kitabın başlarında ‘Bütün hayvanlar eşittir1 diyen Koca Reis’in bu sözü garip bir değişikliğe uğramıştır: ‘Bütün hayvanlar eşittir, ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir’. Bir baskı biçiminin yerini başka bir baskı biçimi almıştır. Hayvanların eski efendileri insanlar ile yeni efendileri domuzlar, Çiftlik Evi’nde, bir şölen sofrasının başında toplanmışlardır, Çiftliğin ezilen hayvanları, korka korka Çiftlik Evi’ne yaklaşırlar, yüzlerini cama dayayarak içeride olup biteni izlemeye koyulurlar: Tombul yanakları attığı kahkahalardan mosmor kesilen Bay Pilkington, kadehini zafere kaldırır ve ‘espri’yi patlatır: “Sizler aşağı kesimlerden hayvanlarınızla uğraşmak zorundasınız, bizler de bizim aşağı sınıflarımızla uğraşmak zorundayız!” Dışarıdaki hayvanlar, tam o sırada, içeridekilerin yüzlerinde bir tuhaflık sezerler. İnsanlarla domuzları birbirlerinden ayırt edememektedirler. İnsanlar domuzlara, domuzlar insanlara dönüşmüşlerdir…
Hayvan Çiftliği’nin daha önce yapılmış çevirilerini araştırdığımda, iki çeviriyle karşılaştım. Biri, Hayvanlar Çiftliği adıyla İnkılâp’tan yayımlanmış. Atlamalar, yanlışlar ve Türkçe bozukluklarıyla dolu olan bu çeviri, eleştirilmeyi bile hak etmiyor. Yıllar Önce, 1954’ te Maarif Vekâleti’nin Dünya Edebiyatından Tercümeler dizisinden yayımlanmış olan Hayvan Çiftliği’nin çevirisi ise Halide Edib Adıvar imzası taşıyor. Ateşten Gömlek’in, Vurun Kahpeye’nin, Sinekli Bakkal’ın yazarının akıcı kalemiyle çevrilmiş.
Halide Edib de, çeviriye yazdığı önsözde, kitabın son sahnesinin üzerinde duruyor ve Orwell’in yansız yaklaşımını vurguluyor:
“Orwell, bilerek bilmeyerek, herhangi bir idarenin, nizam ve kanundan ayrılınca nasıl bir afete yakalanacağım resmetmiştir. Bilhassa, çiftlik memurlarının hayvanların yem saatini unuttukları gün ihtilalin patlaması, üzerinde düşünülecek bir noktadır. İkinci bariz nokta ise, Orwell’in, bir taraftan komünist rejimin kudretli bir karikatürünü çizerken, diğer taraftan bunu, komünist olmayan rejimlerin bir propagandası haline sokmamış olmasıdır. Son sahne en kudretli parçasıdır. (…) İki tarafın başındakilerin de müşterek iptialara, zayıflara ve reziletlere müptela oldukları aşikârdır. O kadar ki, bunları, çiftlik avlusundan gözetleyen sürü, hangisinin hangi rejimi temsil ettiğini dahi fark edemiyor. (…) İki taraf da kudretini, kendi kafa ve kuvvetinden ziyade, korumak veya kapmak istedikleri yavrulara borçludur. Fakat yavrular, kendi kuvvetlerinden haberdar değildirler…”
Kendi yazgısını elinde tutamayan, kendini yönetenleri sorgulamayı aklından bile geçirmeyen araba beygiri Boxer, ‘kendi kuvvetlerinden haberdar olmayan yavrular’ın en çarpıcı örneğidir, “Daha erken kalkacağım, daha çok çalışacağım… Napoleon her zaman haklıdır!” demekten asla vazgeçmez. Ama, sonunda, hastalanıp ıskartaya çıkarıldığında, at kasabını boylamaktan kurtulamaz. Kendisini ölüme taşıyan arabanın içinde, kapıya attığı umarsız çifteler, tüm hayvanların yitip giden umutlarını da yankılandırır. Özgürlüklerini savunamayanların ödedikleri bedel ağırdır. Özgürlük, değerli olduğu ölçüde kırılgandır da.
Hayvan Çiftliği’nin, bazı basımları ve çevirilerinde yer verilmemiş olan altbaşlığı ‘Bir Peri Masalı’dır. Belki de, kimi yayıncılar, yapıtın bir çocuk kitabı olarak algılanmasından çekindikleri için, ‘Bir Peri Masalı’ demekten kaçınmışlardır. Oysa bu altbaşlık, bir masal duruluğunda yazılmış olan kitabın, yergi geleneğindeki yerini vurgulamaktadır biraz da. Hayvan Çiftliği, sırtını, Jonathan Svift’ten Aldous Huxley’ye uzanan İngiliz yergi yazınının sağlam geleneğine yaslamıştır.
Evet, Hayvan Çiftliği, korkunç sonla biten bir ‘peri masalı’dır.

Aralık 2009

BİRİNCİ BÖLÜM

Beylik Çiftlik’in sahibi Bay Jones, her gece yaptığı gibi kümesin kapısını örtmüş, ama çok sarhoş olduğu için tavukların girip çıktıkları delikleri kapatmayı unutmuştu. Avluda tökezlene tekerlene yürürken, elindeki fenerin ışığı da bir o yana bir bu yana yalpa vuruyordu. Arka kapıda botlarını çıkarıp attı; kilerdeki fıçıdan son bir bardak daha bira doldurup bir dikişte içti; sonra üst kata çıkıp yatak odasına girdi. Bayan Jones horul horul uyuyordu.
Yatak odasının ışığı söner sönmez, çiftliğin tüm binalarında bir patırtı, bir koşuşturmadır başladı. Gündüzden haber salınmıştı: Koca Reis dedikleri; bir zamanlar ödül kazanmış kır erkek domuz, bir gece önce gördüğü garip düşü tüm hayvanlara anlatmak istiyordu. Bay Jones ortalıktan çekilir çekilmez, herkesin büyük samanlıkta toplanması kararlaştırılmıştı. Koca Reis’e (yarışmaya Willingdon Güzeli adıyla katılmıştı, ama herkes ona Koca Reis diyordu) çiftlikte o kadar büyük bir saygı duyuluyordu ki, onun ne diyeceğini öğrenmek için herkes uykusundan olmaya razıydı.
Reis, büyük samanlığın bir köşesinde, tavandaki kirişlerden birinden sarkan bir fenerin aydınlattığı bir yükseltinin üzerine serili saman döşeğine kurulmuştu bile. On İki yaşındaydı, son zamanlarda …

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Ağladı ve Gözyaşlarını Öptüm

Editor

Pamuk İpliği

Editor

Kahrolsun Dostoyevski

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası