Hikaye - Öykü

Herman Melville – Veranda Öyküleri

“Yaz boyunca, çiçeklerin en hoşuyla yaşadım bu yerde, Fidele.” Köye taşındığımda, verandasız eski bir çiftlik evine yerleştim. Bu üzüntü veren bir eksiklikti. Sadece iç mekânın sıcaklığını dış mekânın özgürlüğüyle birleştiren verandaları sevdiğim için değil; köyü çerçeveleyen muhteşem görüntü ve oradaki keyifli serinlik yüzünden de…

Görüntü o kadar güzeldi ki dut zamanı çocuklar, her köşede bir şövale ve güneşten bronzlaşmış bir ressamla karşılaşmadan ne tepeye çıkabilir ne de vadiyi geçebilirdi. Tam bir ressam cenneti… Dağ kümeleriyle kucaklaşan yıldızlar… En azından evden öyle görünüyordu. Çünkü dağların tepesine çıktığında bu görüntüden eser yoktu.

Ev biraz daha geriye yapılsaydı bu çarpıcı çember olmazdı. Ev çok eskiydi. Yetmiş yıl önce Kâbe’nin ya da Kutsal Kayanın taşlarının çıkarıldığı söylenen ve bir zamanlar her şükran gününde ziyaretçilerin akınına uğrayan Hearth Stone Hills’de yapılmıştı. İşçiler, temeli kazarken yeraltmdaki mağara adamlarıyla; yani gelincik tarlamdan aşağıya doğru uzanan sakin çayırlığa yıllar önce yerleşmiş sağlam ağaçların sağlam kökleriyle kazma ve kürekle mücadele ederek uzun süre harcamak zorunda kalmışlardı.

O birbirine geçmiş ağaçlardan bir tanesi azimle hâlâ hayattaydı: bir karaağaç… Evi her kim yaptıysa, bildiğinden iyisini yapmıştı. Ya da zirvedeki Orion, Demokles’in kılıcıyla aydınlatarak “Buraya inşa et,” demişti. Başka türlü, ağaçlar kesildikten sonra böyle muhteşem bir manzara ortaya çıkacağı nasıl aklına gelirdi?

Asilzadeleri arasındaki Şarlman 1 gibiydi; tepelerle çevrili Greylock’tan farklı değildi. Böylesi yeşil bir alandaki bir evin, manzaranın tadını çıkartmak ve mola verip huzur bulmak isteyenlerin rahatlığı için bir verandasının olmaması, resim galerisinde bulunması gereken bankların yokluğu gibi bir şeydi. Resim galerileri de kireçtaşı tepelere benzer mermer koridorlar değil miydi sonuçta? Her ay giderek solan resimlerin yerini yeniden canlı resimlerin aldığı galeriler…

Güzellik Tanrı inancı gibidir; ondan ne kaçabilirsin ne de anlayabilirsin onu; bugünlerde rahat bir koltuk kadar ihtiyaç duyulan türden; huzurlu ve sebatkâr. Hürmetin revaçta olduğu; miskinliğin kabul görmediği; kendini adamışların, aynı sonraki çağlarda katedrallerde daha ulu bir Güç’e taptıkları gibi koşulsuz şartsız Doğa ya taptıkları eski zamanlarda da; inancın zayıf, dizlerin güçsüz olduğu günümüzde de verandalar ve kilise sıraları vardır.

Orada yaşamımın ilk yılında, arkası geniş bir bataklıkla takviye edilmiş, önündeki yabani çilek tarlasında oldukça garip bir biçimde (bence bir nişan işareti olarak) üç küme mavi menekşenin büyüdüğü, tepeye bakan sette, gölge yapması için dikilmiş hanımeli kaplı çardağın altında kendime Şarlman’m taç giyme törenini sakin sakin seyredebileceğim (hava izin verdiği sürece her gündoğumu ve batımında ona taç giydiriliyordu) şahane bir çim taht seçtim.

Gerçekten krallara layık bir tahttı. Öyle ki Danimarka kralının bahçesinde uzandığında yaşadığı sinsi bir kulak ağrısı beni ele geçirmişti. Eğer Westminster Abbey’de, sırf eski olduğu için, nem zaman zaman artıyorsa daha eski olan bu dağlar manastırında niye artmasın? Bir veranda şart. Ev genişti ama benim param azdı.

Bu yüzden evi çevreleyen manzaralı bir veranda yapmak mümkün değildi. Marangozlar, çizimleri ve ölçümleri de göz önüne alarak isteklerinin hepsini yerine getirmek konusundaki endişelerini kibarca dile getirdiler. Bir tarafın benim isteğimi karşılayacağı konusunda anlaştık. Ama hangi tarafın? Doğu yönünde, uzaklarda Quito’ya doğru gözden kaybolan Hearth Stone Hills uzanıyor ve her sonbahar, aniden ortaya çıkan serin bir sabahın küçük beyaz taneleri, mevsimin yeni büyümüş kuzusunun erkenden kırpılması gibi, en tepedeki kayalıklardan düşüyor.

Sonra karanlık dağları kırmızı çizgili tartan kumaşla kaplayarak Noel şafağı söküyor. Bu, veranda için hoş bir görüntü. Hoş bir görüntü ama Şarlman kuzeyde- Hearth Stone ve Şarlman bir arada olamıyor. Güney yönü ise… Orada elma ağaçları vardı. Mayıs ayında, güzel, yumuşak bir sabah vakti oturup, gelin gibi bembeyaz tomurcuklarla kaplı o bahçeyi ve ekimde kırmızı top mermileriyle dolu yemyeşil bir cephaneliği seyretmek…

Çok hoş olduğunu kabul ediyorum. Ama Şarlman kuzeyde. Batıdaki görüntü ise… Zirvedeki akçaağaç ormanına uzanan yemyeşil bir yayla… Yamacı seyretmek İlkbahar başında çok güzel; onun dışında gri ve çıplak; yer ,yer. erken yeşeren eski bir patikaya bakıyor. Gerçekten hoş; bunu inkâr edemem. Ama Şarlman kuzeyde. Ve Şarlman; kazanan oydu. 1848 biteli çok olmamıştı ve her nasılsa, o sıralarda, dünyadaki tüm krallar belirleyici oya sahipti ve kendileri için oy verdiler. Zemin kırılır kırılmaz, tüm mahalle, özellikle komşum Dives gülmekten kırıldı.

Kuzeye bakan bir veranda! Kış verandası! Sanırım kış gece yarılarının tek arzusu kutup ışıklarını seyretmek… Umarım bol bol kulak koruyucu ve eldiven bulundurur. Bu mart ayındaydı. Kuzeye bakan yegâne verandayı yapacak marangozların morarmış burunları ve ev sahibinin acemiliğini nasıl keşfettikleri unutulmaz. Ama mart sonsuza dek sürmez; sabır…

Ve ağustos gelir. Ve sonra kuzey çardağının serin cennetinde, ben, İbrahim in kucağındaki Lazarus, güneye bakan verandasında Araf azabı çeken zavallı yaşlı Dives’a acıyan bir bakış fırlatırım. Fakat aralıkta bile, kuzeydeki bu veranda itici gelmiyor; gerçi insanın yüzünü ısıran bir soğuk ve fırtına var; kuzey rüzgârı da…

Yine de sakalım donmuş, soğuk hava yüzünden burnum akarak döşemede dolanıyorum. Yazın ise, burada oturmak genellikle denizi hatırlatıyor. Tıpkı Canute gibi… Bunun nedeni, sadece arduvaz damarlı döşemedeki dalgalanmalar ve kumsallarıymış gibi alçak verandaya vuran çim dalgacıkları; dalgaların köpüklerini andıran hindibalar;

koca karanlık dalgalar gibi koyu mor rengine bürünmüş dağlar; ufuktaki dinginlik gibi yemyeşil çimlere yayılmış sakin ağustos öğleni değil; aynı zamanda okyanus duygusu yaratan enginlik ve yalnızlık ile sanki tüm dünyayı gözetlercesine Barbary sahilindeki meçhul bir yelkenli gibi ağaçların arkasında yükselen garip evin sessizliği ve tekdüzeliğiydi de…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Edgar Allan Poe – Bir Mumya ile Küçük Bir Hasbihal

Editor

Hasan Ali Toptaş – Ölü Zaman Gezginleri

Editor

Sâdık Hidâyet – Üç Damla Kan

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası