Roman (Yabancı)

Histeri

99963

“HİSTERİ yalnızca gizemle örülü değil, aynı zamanda sizi insan kalbinin derinliklerine götürecek kadar da duygusal. Lippman çağı en iyi yansıtan yazarlarından biri.” Tess Geritsen

“Muhteşem bir hayal gücü… Yaratıcılığının zirvesinde bir yazardan dört dörtlük bir eser.”
-Washington Post

“Sonuna kadar nefesinizi tutarak okuyacağınız, tekrar dönüp sayfaları çevirirken Lippman’ın sizi nasıl sürüklediğini gördüğünüzde şaşıracağınız, doyuruculuğunu ikiye katlayan bir kitap.”
-New York Times

Bir cumartesi günü on bir ve on beş yaşlarında Bethany soyadlı iki kız kardeş Baltimore’daki bir alışveriş merkezinde kaybolurlar. Arkalarında tek bir iz bulunamaz. Ne kendileri ortaya çıkar, ne de cesetleri. Geriye sadece herkesin zihnini kurcalayan soru işaretleri kalır.
Otuz yıl sonra bir trafik kazasında aklını yitirmiş gibi görünen bir kadın; Bethany kardeşlerden küçüğü olduğunu iddia ediyor. Ufacık bir kanıt bile hikayesini desteklemiyor, bilinçsizce ele verdiği tüm ipuçları polisi yeni bir çıkmaza sürüklüyor: Ölüm döşeğinde tutarsız bir adam, harap olmuş bir ev ve kayıp bir mezar… Yalnız o korkunç günle… Uzun zaman önce parçalanmış, akıl almaz bir trajediyle dağılmış ve bu trajedinin görünüşte mükemmel bir yuvadaki çatlakları ortaya çıkardığı bir aileyle ilgili bildiği bir şey var.

1.  BÖLÜM

Hareketsiz, çıplak ağaçların gerisindeki su kulesini görünce içi burkuldu; dünyaya İnmiş bir uzay gemisi gibiydi gördüğü şey. Su kulesi, eski aile oyunlarında önemli bir işaret olmuştu, ancak en önemlisi değildi. Uzun, ince ayaklarının üstündeki beyaz yuvarlağı gördüğünüzde hazırlanma zamanının geldiğini anlardınız, başlangıç pozisyonunu almış bir koşucu gibi. Yerlerinize, hazır, işle orada…
Bir oyun olarak başlamamıştı. Çevreyolundaki kavşakta bulunan süpermarketi görmek bile kendi içinde bir yarıştı. Florida’dan eve dönerken yapılan iki günlük yolculuğun sıkıcılığından kurtulmak için bir yoldu. Hatırladığı kadarıyla, büyükannenin evine yapılan ziyaretten kimse hoşlanmasa da, bu yolculuğu her kış tatilinde yapıyorlardı. Orlando’daki dairesi sıkış tıkış ve pis kokuyordu; köpekleri huysuz, yemekleri yenmezdi. Herkes çaresizdi, babaları bile, hatta özellikle babaları, her ne kadar öyle değilmiş gibi davransa da. Birisi annesi hakkında inkar edilemeyecekbir şey söylese cimri, tuhaf ve kaba olduğu gibiçok bozulurdu. Ancak, o bile eve yaklaştıkça rahatladığını gizleyemezdi ve geçtikleri her eyaletin adını yüksek sesle söylerdi, Georgia, diye homurdanırdı Ray Charles gibi. Geceyi buradaki ne idüğü belirsiz bir motelde geçirir, gün doğmadan yola çıkar, vakit kaybetmeden Güney Carolina’ya ulaşırlardı “Daha iyisi olamaz?” Ardından Kuzey Carolina ve Virginia’ya takılıp bu eyaletlerle uzun uzun dalga geçerdi. Kuzey Carolina’da ilgi çeken tek şey Durham’daki öğle yemeği molasıyken, Virginia’da Rich mond sınırını geçtikten sonra karşısına çıkan reklam tabelalarında dans eden sigara paketleriydi. En sonunda Maryland gelirdi, muhteşem Maryland, evim evim güzel evim. Sadece seksen kilometre kadar ötede kalırdı ve o zamanlar bu yolu hemen hemen bir saatte alırlardı. Bugünse yolu sürüne sürüne gitmek için neredeyse iki kat zamana ihtiyacı vardı, ne var ki trafik açılıyordu ve normal bir sürate çıkmaya başlamıştı. İşle orada
Hutzler’s şehrin en büyük süpermarketiydi ve Noel sezonunun gelişini, kocaman sahte bir baca ve her zamanki gibi bacaklarını açıp üzerine oturmuş bir Noel Baba maketi kurarak haber verirdi. Acaba Noel Baba içeri giriyor muydu, yoksa çıkıyor muydu? Buna asla karar verememişti. Kendi kendine bu kırmızı ışığı artık evine yaklaştığına dair bir işaret olarak kodlamıştı, bazı kuşların kaplanlara kıyının yakında olduğunu haber verdiği gibi. Bu, onun için gizli bir ritüeldi, tıpkı arabanın ön tekerleklerinin altında kaybolup giden kesik çizgileri saymanın, asla yenemediği yol tutmasını bastırdığı gibi. O zamanlar bile kendisiyle ilgili belli başlı bilgileri kimselere söylemezdi, ilginç özelliklerinin ve sıradışı alışkanlıklarının onu büyükannesi gibi tuhaf kıldığının farkındaydı, veya doğruyu söylemek gerekirse babası gibi. Ancak, cümleyi bir gün ağzından kaçırdı, kendi içindeki bir diğer gizli diyalog davetsizce ve keyifle dış dünyaya kaçıverdi; “İşle orada, Hutzleri görüyorum.” Babası, annesi ve kız kardeşinin aksine bunun önemini hemen anladı. Babası her zaman söylediklerinin altındaki katmanları anlıyor gibiydi, ki küçükken bu onun için rahatlatıcı bir durumken, büyüyünce rahatsız edici bir hal aldı. Sorun, babasının onun özel eve geliş selamlamasını bir oyuna, bir yarışa dönüştürmekte ısrar etmesi ve bir zamanlar sadece kendisine ait olan bir şeyin arlık tüm aileyle paylaşılmak durumunda olmasıydı. Babası paylaşma işinde, özel olan bir şeyi alıp halka kazandırmakla iyiydi. Uzun ve ipe sapa gelmez aile tartışmalarına inanırdı. Bunlara günün diliyle, “rap seansları” derdi, kapıları ve yarıçıplaklığı ortadan kaldırırdı; gerçi anneleri onu bu huyundan vazgeçirmişli. Bir şeyi kendinize saklamaya çatıştığınızda  bu ister kendi paranızla aldığınız bir paket şeker, isler açmak istemediğiniz bir duygunuz olsun  sizi istifçilikle suçlardı. Sizi karşısına oturtur, doğrudan gözlerinizin içine bakıp aile işlerinin bu şekilde yürümediğini söylerdi, Aile bir takımdı, bir birlikti, kendi içinde bir ülkeydi, kimliğinin hayatı boyunca silemeyeceği bir parçasıydı. “Kapımızı yabancılara karşı kilitleriz,” derdi, “ama asla birbirimize karşı değil.”
Böylece babası “Hutzler’s’ı görüyorum”u ailenin zimmetine geçirdi ve herkesi bu cümleyi ilk söyleyen olabilmek için rekabet etmeye yüreklendirdi. Ailenin geri kalanı da oynamaya karar verince çevreyolunun son birkaç kilometresi çekilmez bir hal aldı. Kızlar sadece uzun yolculuklarda taktıkları eski kemerleri zorlayarak boyunlarını öne uzattılar. O zamanlar öyleydi  emniyet kemerleri sadece uzun yolculuklarda takılırdı, bisiklet kaskı diye bir şey yoktu, kaykaylar tahta parçalarından ve eski patenlerden yapılırdı. Kemeriyle olduğu yere sabitlenmişken, midesinin sıkıştığını ve nabzının hızlandığını hissetti. Hepsi ne içindi? Her zaman bunu ilk düşünen kendisi olduğu halde şimdi sesli olarak ilk söyleyen olmanın boş gururunu yaşamak için. Babasının bütün yarışlarında olduğu gibi ödül de yoktu, amaç da. Artık zafer garantisi olmadığından her zaman yaptığını yaptı: Umurunda değilmiş gibi davrandı.
İşte şimdi yine oradaydı, (ek başına, islerse zafer onun olabilirdi, ne kadar boş olursa olsun. Midesi hâlâ sıkışıyordu, ancak, süpermarketin orada olmadığından ve bir zamanlar tanıdık olan kavşağın etrafındaki her şeyin değiştiğinden habersizdi. Değişmişti ve evet, ucuzlamıştı. Hutzler a ait sessiz sakin yerde artık ucuzcu Valuc City vardı. Karşısında, otoyolun güneyinde kalan Quality Inn depoya dönüşmüştü. Bulunduğu yerden ailece her hafta balık yedikleri Howard Johnson’s hâlâ kavşakta mı, görmesi mümkün değildi fakat bundan şüphe etti nedense. Howard Johnson’s bir yerlerde halen yaşıyor muydu? Peki ya kendisi? Hem evet, hem hayır.
Ardından olanlar sadece birkaç saniyede gerçekleşti. Aslına bakarsanız, her şey böyledir. Bunu daha sonra sorgudayken söyleyecekti. Buzul Çağı birkaç saniyede geldi; birdenbire bir sürü buzul belirdi. Ah, gerçekten lazım olduğunda insanların onu sevmesini sağlayabilirdi ve bu taktik, şu anda hayatta kalması için pek Önemli olmasa da, alışkanlıklardan vazgeçmek zordu. Sorgu memurları sabırları tükenmiş gibi davrandılar ama istenilen etkiyi onlar üzerinde de yarattığını görebiliyordu. O zamana kadar kazanın tarifi nefes kesici biçimde canlıydı, kafasında defalarca tekrarlamıştı. Sağ tarafına, doğu yönüne bakmıştı; çocukluğundan kalan tüm işaretleri anımsamaya çalışırken, bilindik Önce köprüler donar, ikazını unutarak sanki direksiyon ellerinden kayıyormuş gibi tuhaf bir hisse kapıldı. Aslında araba yoldan çıkıyordu, kontrolü kaybetmişti. Oysa sulu kar yağışı daha başlamamıştı ve asfalt kupkuru görünüyordu. Yoldaki şeyin buz değil, önceki bir kazadan kalma yağ olduğunu daha sonra öğrenecekti. Mart ayının alacakaranlığında görünmeyen bir yağ tabakasını, hiç tanımadığı bir grup adamın tembelliğini ya da kusurlu hareketlerini insan nereden bilebilirdi ki? O gece Baltimore’da bir yerlerde bir adam bir başkasının hayatını mahvettiğini bilmeden akşam yemeğine oturmuştu. Adama ve onun cehaletine imrendi.
Direksiyona sarıldı ve pedallara asıldı ama araba onu yok saydı. Kutu gibi sedan araba sola doğru kaydı, bozuk bir tako…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Hırçın Sevgilim

Editor

Tutku

Editor

Ayaklı Bela

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası