1829 yılı Ekim ayı başlarında Noter Bay Simon Babylas Latournelle, oğluyla kol kola Le Havre’dan Ingouville’e gidiyordu. Yanında karısı, onun yanında da bir yaver gibi yürüyen ve küçük, kambur bir adam olan başkâtibi Jean Butscha vardı. Bu dört kişiden en az ikisi, bu yolu her akşam yürürlerdi.
Yolun, İtalyanların cornice dedikleri tarzda kendi üstüne kıvrılan dirseğine geldiklerinde noter, önlerindeki ya da arkalarındaki taraçaların tepesinden birilerinin kendilerini dinleyip dinlemediğini anlamak için çevresine bakındı, sonra da “ne olur ne olmaz” diyerek sesini alçalttı ve oğluna: — Exupère, dedi; sana şimdi söyleyeceğim küçük manevrayı, aklını başına toplayarak kıvırmaya çalış; anlamını kavramaya kalkışma.
Eğer anlayacak olursan, bu sırrı, içindeki o Styks ırmağına [1] atmanı sana emrediyorum; her noterin, hukukçuluk mesleğine hazırlanan her erkeğin, başkalarının sırları için böyle bir Styks’i bulunmalı. Önce Bayan Mignon’la kızına, Bay ve Bayan Dumay’ye, eğer Köşk’teyse Bay Gobenheim’a saygılarını sun, hatırlarını sor.
Bu konuşmalar bitip yeniden sessizlik olduğunda Bay Dumay seni bir köşeye çekecektir. Bay Dumay seninle konuşurken, benden sana izin, hiç ara vermeden, merakla Matmazel Modeste’e bakacaksın. Sevgili dostum Dumay, sana gidip dolaşmanı, yaklaşık bir saat kadar gezindikten sonra da, saat dokuza doğru, telaşlı bir tavırla dönmeni söyleyecek.
Döndüğün zaman soluk soluğa kalmış gibi yapacaksın, sonra da Dumay’nin kulağına eğilerek yavaşça, ama Matmazel Modeste’e duyurabileceğin bir sesle, “Delikanlı geliyor!” diyeceksin. Exupère hukuk fakültesine başlamak üzere ertesi gün Paris’e gidiyordu. Latournelle bunu fırsat bilmiş, oğluna verdiği buyruktan da anlaşılacağı gibi, aralarında tasarladıkları dolabı çevirmeleri için dostu Dumay’ye, oğlunun yardımını önermişti.
Butscha utangaç bir edayla patronunun karısına: — Yoksa Matmazel Modeste’ten kuşku mu duyuluyor, bir gizlisi mi var? diye sordu. Bayan Latournelle kocasının koluna girerken: — Sen sus Butscha! diye yanıtladı onu. Asliye mahkemesi zabıt kâtibinin kızı olan Bayan Latournelle, babasının işi nedeniyle adliyeci bir aileden geldiğini söyleme hakkını her zaman kendinde bulmuştu.
Bu sav, yüzü gözü biraz fazlaca sivilceli bu kadının neden, kararları beybabası tarafından çiziktirilen mahkemenin heybetine bürünmeye çalıştığını da açıklar. Bayan Latournelle enfiye çeker, dimdik yürür, kendini önemli bir kadınmış gibi satar ve tıpkı tıpkısına elektrikle bir an için diriltilmiş bir mumyaya benzerdi. Tatsız sesine soylulara yakışır bir eda vermeye çalışır, ama ne bunu becerebilir, ne de bilgisizliğini saklamak elinden gelirdi.
Başına oturttuğu çiçekli şapkalara, şakaklarından sarkıttığı takma buklelere, beğenip aldığı giysilere bakınca insan, bu kadının toplum için yararlı bir yaratık olduğunu düşünürdü. Öyle ya, Bayan Latournelle gibileri olmasa dükkâncılar bütün bunları kime satar?
Aslında hayırsever ve sofu bir insan olan bu kadının bütün bu gülünç yanlarını kimse fark etmeyebilirdi belki; ama zaman zaman ortaya tuhaf yaratıklar salarak şaka yapmaktan hoşlanan doğa ona öyle bir sırık hamalı boyu vermişti ki, bu taşra hanımının kendine özgü buluşları büsbütün sırıtır olmuştu.
Le Havre’dan hiç çıkmamıştı; Le Havre’a toz kondurmaz, her şeyi Le Havre’dan satın alır, Le Havre terzilerinden giyinirdi. Tepeden tırnağa Normandiyalı olduğunu söyler, babasına büyük saygı duyar, kocasına tapardı. Ufak tefek bir adam olan Latournelle, evde kalıp otuz üç yaşına gelmiş bu kızla evlenmeyi göze almış, ondan bir oğlu bile olmuştu.
Zabıt kâtibinin verdiği altmış bin frank drahomayı nerden olsa alabileceğini düşünenler, onun pek de herkeste görülmeyen bu gözüpekliğini, Minotauros’un saldırısından [2] kaçınma isteğine vermişlerdi; genç ve güzel bir kızla evlenerek ocağını ateşe verme tedbirsizliğini göstermiş olsaydı, kişisel olanaklarıyla boynuz takmaktan çok zor kurtulabilirdi.
Noter, Matmazel Agnès’in (kızın adı Agnès’ti) eşsiz erdemlerini hemen görmüş, bir koca için kadın güzelliğinin ne kadar geçici bir şey olduğunu kavramıştı. Exupère’e, bu önemsiz delikanlıya gelince, ona bu Normandiyalı adını vaftiz olurken zabıt kâtibi takmıştı. Bayan Latournelle, otuz altıncı baharında ana olduğuna hâlâ o kadar şaşıyordu ki, eğer gerekseydi, kendini sıkıp oğluna meme verebilirdi yine – bu kadının çılgın analık duygusu, ancak böyle bir abartıyla anlatılabilir.
Kiliseye giderlerken, aklına herhangi bir şey getirmeden, genç dostu Modeste’e önde yürüyen güzel Exupère’ini gösterip, “Oğlum ne kadar da yakışıklı değil mi?” diye sorduğu zaman, Modeste Mignon, “Bugün hava ne kötü” der gibi, “Size benziyor” diye yanıtlardı onu.
Noterle dostu Dumay’nin, Evliliğin Fizyolojisi adlı kitabımızda “fare kapanı” diye adlandırdığımız türden bir tuzağa düşürmek istedikleri bu genç kıza yaklaşık üç yıldan beri Bayan Latournelle’in chaperon’luk [3] yaptığını da söylersek, okuyucularımız, son derece ikincil bir kişilik olan Exupère’den söz etmeyi neden gerekli gördüğümüzü anlayacaklardır.
Latournelle’e gelince, gözünüzün önüne ufak tefek bir adam getirin; saf bir dürüstlükle bağdaşacak kadar kurnaz, ama Le Havre halkının artık alıştığı o tuhaf yüzünü gören her yabancının dolandırıcı sanacağı biri. Fazla duyarlı olduğu söylenen ve her zaman kanlı görünen gözlerini korumak için yeşil gözlükler takmak zorundaydı saygın Noterimiz.
Oldukça seyrek kaşları, koyu gözlük çerçevesinin biraz üstünde sanki ikinci bir çember daha çiziyordu. Sokakta rastladığınız birilerinin yüzünde, bir boşlukla birbirinden ayrılan ve üst üste düşen bu iki çemberin nasıl bir etki yarattığını şimdiye dek gözlemediyseniz, böyle bir yüzün sizi nasıl tedirgin edeceğini hayal bile edemezsiniz; hele bir de bu buruşuk, bu solgun yüz, ressamların kedi suratından kopya ettiği Mephistopheles’in [4] yüzü gibi bir sivrilikle bitiyorsa!..
İşte böyle biriydi Babylas Latournelle. Bu çirkin yeşil gözlüklerin üstünde dazlak kafası yükseliyor, tepesinde kıpırdayıp duran perukası alnının bir tarafını daraltıp, bir tarafını genişletiyor, üstelik de bu perukanın her yanından tel tel beyaz saçlar fışkırıyordu.
Hep siyah giysiler giyen bu çöp bacaklı, böcek gibi Normandiyalının yüzüne dünyanın en namuslu adamlarından biri olduğunu bilerek baktığında, insan, içiyle dışının neden böyle birbirini tutmadığını düşünüyor, nedenini kestiremiyordu.
Yüzüstü bırakılmış, zavallı bir evlilik dışı çocuk olan Jean Butscha, Zabıt Kâtibi Labrosse’la kızı tarafından büyütülmüş, çalışa çalışa noter başkâtipliğine yükselmişti; patronunun sofrasında yiyor, evinde yatıp kalkıyor ve ayda dokuz yüz frank alıyordu.
Bu, gençlikle hiçbir ilişkisi olmayan, neredeyse cüce denebilecek adam, Modeste’e bir tanrıça gibi tapıyordu; onun için canını verebilirdi. İri gözkapaklarının altına sıkışmış iki namlu deliğine benzer gözleri, kıvır kıvır saçlarının altında ezilmiş gibi duran çiçekbozuğu yüzü ve nereye koyacağını bilemediği kocaman elleriyle bu zavallı yaratık, yedi yaşından beri insanların acıyan bakışları altında yaşıyordu. Bilmem bu adamı açıklamak için daha fazlasını söylemeye gerek var mı?
Sessiz sedasız, kendi içine kapalı, dürüst, dindar bir yaşam süren Butscha, “Sevda Haritası”nda “Umutsuz Aşk” [5] adı verilen geniş ülkede, “Arzu”nun çorak, yüce bozkırlarında yolculuk ediyordu aslında. Modeste, bu çirkin noter başkâtibine “esrarengiz cüce” adını takmıştı.
Bu adı duyan Butscha, Walter Scott’un romanını okumuş, sonra da Modeste’e, “Tehlikeli bir günde esrarengiz cücenizden bir gül ister misiniz?” demişti. Genç kızlar, hoşlarına gitmeyen bir erkeğe nasıl korkunç bakışlarla bakarlarsa, Modeste de Butscha’ya öyle bir bakış fırlatmış ve sevdalısının ruhunu çamurdan kulübesine geri tıkmıştı.
Butscha, clerc obscur [6] diyordu kendine; ama bu sözcük oyununun, dükkân kapılarına asılan tabelalar kadar eski olduğunu bilmiyordu; tıpkı patronunun karısı gibi o da Le Havre’dan hiç çıkmamıştı.
Latournelle ailesinin gittiği yerden söz ederken, Le Havre’ı tanımayanlar için, burayla ilgili bir iki şey söylemek gerektiğini sanıyorum – Latournelle ailesi diyorum, çünkü noter başkâtibi de artık bu aileden sayılıyordu.