Siyaset

II. Cumhuriyet Demokrasi ve Özgürlükler

kiboresim

Allah aşkına Sayın Altan, bu “iyilik ve güzellik” dolu devletten ne istiyorsunuz! Bu söyledikleriniz ve yaptıklarınız biraz ayıp olmuyor mu?

Cumhuriyetin temelinde Ali Şükrü Bey’in cesedi yatıyor. Türkiye’de 1. Meclis bir milletvekili’nin öldürülmesiyle sona ermiştir. O ruh bugün de sürdükçe Türkiye kendi baskı rejimine karşı gelen herkesi düşman görecektir.

Sizin muhalif olma virüsü babadan oğula devrolunarak varlığını sürdürüyor. Siz de bu virüsü oğlunuza bulaştırdınız mı? Umarım bulaşmaz, bu devlet sonunda düzelir.
Daha kurulalı 70 yıl olan T.C. neden bu kadar çabuk çürüdü?
Çünkü Osmanlı’yı devraldı. Osmanlı’dan devraldığı temel hastalıklardan hiçbirisini dönüştürmedi. Yani Cumhuriyet bir şekli modernleşme hareketidir. Keza T.C kalkınmayı, hukuku, demokrasiyi ciddiye almamıştır. Asker sopasıyla sahte bir modernizme sahip çıkmıştır. Bu da kaçınılmaz olarak, çağın değişmesiyle birlikte çöktüğünü daha fazla gizleyemez hale geldi. Bu yapı Türkiye’yi taşıyamıyor, artık bu çağa görüntü olarak bile değil.

İçindekiler
Sunuş
Dünya Yeniden mi Kuruluyor?
Rant Ekonomisinin Şeytan Üçgeni
Ekonomik Akıl ve TC Zihniyeti
Kapitalizm Nitelik Değiştiriyor
Üretim Teknolojileri ve Sanayii
Bir Paradigma Yeryüzü
Ulusal Güvenlik
Korkularla İktidar Olunmaz
11 Eylül Bilgi ve Teknolojileri
Ekonomi Üretim ve Siyaset Üzerine
Kopenhag Kriterleri ve AKP
İnsan Haklan ve Özgürlükler
Refahyol ve Susurluk
Susurluk ve Lockheed Bağlantısı
Türkiye’yi İnternetten İzliyorum
Özal Neden Yetki istiyor?
Demokrasi ve Cumhuriyet
Türkiye Askeri Bir Cumhuriyettir
Birinci Cumhuriyetin Kalesi
İkinci Cumhuriyet
Demokrasi ve Laiklik
2. Cumhuriyet Tartışmaları
Rejim ve Köylüleşme
Türkiye AB’nin Türbanı
AK Parti İkinci Cumhuriyet Yolunda

Sunuş
Okuduğumuzda hiç unutamadığımız yazılar vardır ve yine okuduğumuzda hiç unutamadığımız söyleşiler… Hem görüşleriyle hem de davranışlarıyla toplumda önemli bir yer edinen isimlere karşı herkesin saygı göstermesi doğal bir davranış. Mehmet Allan bu isimlerin başında gelenlerden biri. Biraz ironi yaparsak o sistemin başına bela… O bir militan… Sistemden beslenen herkesle kavgalı. Burası doğru, Altan’ın Türkiye’nin önünü kapatan herkesle, herşeyle kavgalı olduğunu görüyoruz. Ancak o ülkesiyle, insanıyla barışık. O bir ufuk açıcı bir aydın.
Mehmet Altan cumhuriyet, demokrasi, özgürlükler, ordu siyaset ilişkileri, köylülük, saydamlık, Susurluk gibi konularda konuştuğu zaman tabiki bazı insanlar rahatsız olurlar. Ülkenin geleceğinden kaygılananlar ise kendilerinden bir ses duyduklarından cesaret bulurlar.
Seksen yıllık genç bir cumhuriyetin gelişim sürecinde bir çok askeri darbe ile demokrasinin rafa kaldırılması, ekonomik krizler, kuyruklar ve terör olaylarının öne çıktığı dikkate alınırsa Altan gibilerin üzerinde konuşması gereken birçok konunun olduğu görülecektir.
Yirmibirinci yüzyıla girerken önümüzde bulduğumuz ve yakamızdan bir türlü inmeyen birçok konu Mehmet Altan gibi insanları haklı çıkarmakta. Ay m zamanda bu gibi isimlere ihtiyaç duyduğumuz görülmekledir. Baskılar ve ekonomik cezalandırmalar karşısında sesini yükseltmeyen insanların ufkunu açarak onları onurlarına sahip olmaya çağıracak kitleler için büyük bir değer olarak görülmelidir. Belki bir çoğumuz bu değerlerin farkına ancak başımız derde düştügü zaman varırız.
Daha önce de bazı kitaplarını yayınladığımız Mehmet Altan’ın değişik konularla ile ilgili görüşlerini bir kitapta okuyucularımıza sunmanın bir ihtiyaç olduğunu gördük. Elinizdeki bu kitap böyle bir ihtiyaç üzere oluştu. Bu kitapta yer alan, Mehmet Altan ile yapılan bir çok söyleşi çeşitli gazele ve dergilerde daha önce yayınlanmış olsa da güncelliğini korumaya devam etmekledir. Gözden geçirilerek bir araya getirilen bu söyleşiler Mehmet Altan’ın söylemlerinde ne kadar haklı olduğunu gösterirken bizlere de alınması gereken hayli yol olduğunu hatırlatmaktadır.
Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde gündeme gelen konularla ilgili tartışmalarda önemli bir katkı sağlayacağına inandığımız ufuk açıcı, cesaretlendirici ve yüreklilikle dile gelen bu söyleşilerin kitaplaşmasına katkılarıyla olumlu cevap veren yazarımıza teşekkürü bir borç biliyoruz. Bu ülkenin çocukları olarak her şeyin en iyisine layık olduğumuza inanıyoruz.

birey yayıncılık

DÜNYA YENİDEN Mi KURULUYOR?
Gerçekten değişen bir sistem var mı, yoksa SSCB’nin dağılmasından sonra ortaya spontane bir durum çıktı da onu mu toparlamaya çalışıyorlar?
Tabii ki değişen bir durum var. Bunu görmek için üretim biçimine bakmak lazım. Çünkü insanın üretim biçimi insanın doğayla, insanın insanla, toplumların doğayla ve insanın toplumla ilişkilerinde bir değişim olup olmadığını belirleyen en önemli ölçüdür. Doğayla insan ilişkilerini üretim biçimi belirlediğine göre, dünyada değişen bir şey var mı. yok mu diye sanayinin yapısına bakmak lazım. Ona baktığımız zaman 1960’larla 1990’lar dünyasının çok farklı olduğunu görüyoruz. Bugün 60’lı yıllarda kapitalist sistemi, dünya ekonomisini, dünya sanayini alıp götüren sektörlerin hiçbiri aynı güçte değildir. Bunların tümünün yıldızı sönmüştür. Onun yerine yeni bir dünya, yeni bir anlayışın, yeni bir insandoğa, toplum doğa, insan insan, insan toplum ilişkilerini belirleyen çok yönlü sektörler ortaya çıkmıştır. Ve bugünkü ekonominin motoru bunlardır Dünyadaki tüm hadiseleri de bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Sovyetlerin ortadan kalkması beklenen bir şey miydi? Yoksa zaten ortadan kalkacaktı da zamanı mı kestirilemiyordu?
Sovyetler Birliği’nde olup biten hadise Leninizm’in tarih sahnesinden çekilmesidir. Yani Marksist dünya görüşünü bir anlamda başka şekilde zorlayan, kendi sürecini kısaltmaya yönelik bir girişim olan Leninizm kendi işlevini yerine getirmiş ve tarih sahnesinden çekilmiştir.
Leninizm çekilirken iktisat biliminin ideolojileri aşan bir bilim olduğunun anlaşılması da çekilmeyi hızlandırmıştır. Bundan önceki iddia iktisadın yani ekonomi politika diyorduk bence bunun ekonomisi kalmış politikası ölmüştür. merkezi planlamayla doğal kaynakların daha akılcı ve verimli kullanılma iddiası Sovyetler’in diğer kapitalist ülkelerle rekabetinde daha verimli olamayacağı tablosunu ortaya koyuştu. Yani ekonomiyi piyasa yönlendirdiği zaman kaynaklar daha verimli kullanılıyor. Merkezi planlamanın insanların refahını artıracağı iddiası ortadan kalkmıştır Sovyetler deki değişiklik budur.
iktisat bilimi rûşdunû ispat etmiştir. İdeolojiler üstü, kendi kuralları olan bir bilim olarak ortaya çıkmıştır. Leninizm 70 yıl içinde bir mujik topluluğunu süper bir ülke haline getirmiştir. Yeni dünya oluşumunda, üretim biçiminin değişmesinde, sanayi devriminin sona erip sanayi sonrası anlayışın egemenliğinde Sovyetler de kendi kendilerine çeki düzen veriyorlar.
Yeni Dünya Düzeni’ni tanımlar mısınız, dersem nasıl bir cümle kurardınız?
Bunu insanların kafasında netleştirmek için geriye dönüp bakmak lazım. Bugünkü bilgilerimizle feodal bir dönemde olsaydık, feodalite çökmekte sanayi devrimi geliyor olsaydı, siz bunu nasıl tanımlardınız gibi bir şey bu soru.
Bugün de sanayi devrimi sona eriyor, bunun bilincine yeterince varılmıyor bizim ülkemizde. Bu şimdi yaşadığımız sanayi devriminden de daha derin bir devrim. Fakat Türkiye bunu sanayi devriminin başladığı dönemde de algılamamış». Şimdi de algılamıyor. Sanayi devriminin getirdiği bütün kavramlar değişti. Maastricht Antlaşması yürürlüğe girdi. Ve devletlerin, ulusların egemenliği yerine ulus üstü bir egemenlik kavramı geldi. Yani o bayrak, vatan, millet, ulusal para gibi 1789 Devrimi’nin ortaya çıkardığı bütün kavramlar ölüyor. Kavramlar durup dururken ölmediğine göre değişen ne? Değişen insanın doğayla ilişkileri. Bunu ortaya çıkaran sanayi idi. Şimdi ağır sanayi ölüyor.Yeni Dünya Düzeni’ni belki şöyle tanımlayabiliriz: İnsan emeğine ihtiyacı olmayan bir yeni yapılanma. Trend olarak insan emeğine ihtiyacın giderek azaldığı bir yeni dönem. Bilgi toplumu diyoruz. Bilgi en önemli sermaye oluyor, neden? Çünkü rekabette en önemli hadise, ön almak için bilgi gerekli. Çünkü bilgiyi bugün çok hızlı bir şekilde üretim sürecine sokabiliyoruz. Yeryüzünde rekabetin önündeki engeller kalktı. Yani kapitalist sistem belki tek başına olsaydı rekabetin ününü bu kadar açmak istemezdi. Çünkü eskiden eskimeyen gömlek yaptığınızda sizi diğer gömlek tekelleri vururdu. Ama Sovyetler’in Lenin tarafından oluşturulması, kapitalist dünyaya bir alternatif olması bu rekabetin önünü açtı. Onun İçin şimdi rekabetin önü açık. Bilgi üretimi sürecine anında yansıyor
Ve bu yarışla öyle bir noktaya geldik ki, bugün işçi sınıfı fiilen küçülüyor ama üretim artıyor. Fizik olarak artıyor. Kalite kazanıyor. Maliyet düşüyor. Ve insanların boş zamanları giderek fazlalaşıyor. İnsanların yaşama dönük özenleri, sağlık, eğitim, vb. gibi bütün alanlara ayırdıkları para, zaman, bunun yanında eğitim, turizm, sanat, yani yeni bir dünya, yeni bir yaşam biçimi ortaya çıkıyor. Mesela Fransa’da şimdi haftalık çalışma saatlerinin 32’ye inmesi için çalışılıyor. 4 gün çalışacak artık insanlar. Yeni Dünya Düzeni’nin belirleyicisi bence anık iş saatleridir. Marks’ın zamanında insanlar yılda 4500 saat çalışıyordu. Şimdi bu 1500’e indi. Yeni Dünya Düzeni oturdukça bu daha da düşecektir. Onun için de bu yeni dünyanın ortaya getirdiği özgür insan, özgür yaşam biçimi orta sınıfları, hizmet sektörlerini geliştiriyor. Ağır sanayi yıkılıp giderken, üretim çok ufak bir yere, fakat bütün toplumların ihtiyacını giderecek kadar minik yere sıkışırken insanoğlu özgürleşiyor, refahı çok artıyor ve o özgürlük ve refahın getirdiği yaşam biçimine hizmet edecek sektörler de çok büyüyor. Tabii bunlar bilgiye yönelik, ona hizmet edecek bir şey. Böyle bir yeni dünya…
Emeğe daha az ihtiyaç gösteren bir düzen dediniz, o zaman yeni düzende emeksermaye çelişkisi yeni bir biçim alacak. Öyle mi?
Bütün çelişkilerde aslında. Çünkü üretim biçimi değiştiği zaman bu çelişkilerin tümünün de anlamı değişiyor. Zaten onun için lafa üretim biçiminden başlıyorum. Emperyalizm de eski emperyalizm değil, emeksermaye ilişkileri de eski kimliğini, niteliğini taşımıyor.
Sermayenin emeği sömürme ihtiyacı duymadığı zaman yeni dünya kurulmuş olacak. Yani illa da emeği sömürecek diye bir şey yok, kârı yoksa bu işten, sömürmez. Nitekim bu trend çok azaldığı için dünyadaki kâr payı düşüyor büyük şirketlerin. Yeni Dünya Düzeni’nin özü de emekle sermaye arasındaki çelişkinin değişmesinden kaynaklanıyor bence. Çünkü siz emeği sömürme ihtiyacı duymadığınız ve emeği sömürmediğinizden çok daha verimli, kaliteli bir hadiseyi, teknolojik birikimin, gelişimin araçlarını kullanarak yapıyorsanız anlamlı değil o yol. Peki emeği sömürmediğiniz ve kârınızın sürekli düştüğü ve azaldığı bir dönemde bir kapitalist olarak ne yaparsınız? Yapılacak iki şey var. Birincisi, bu kadar nitelikli bir ürünü alacak olan, nitelikli yüksek alım gücü olan talebe ihtiyacınız var. Bir de kârınız azaldığı için çok geniş bir pazara sürüm yapma ihtiyacınız var. Bunu ben daha somut olarak şöyle bir örnekle açıklıyorum. Sabun tüccarısınız, sabununuzu satmak için insanların yıkanmasını zorlamak durumundasınız, insanlara yıkanın demek, kütü bir şey değil ama, yıkandıkları zaman siz de kir edeceksiniz ve siz de kendi kârınız için insanlara yıkanın diyorsunuz. Yeryüzündeki üretim biçimindeki dönüşüm, ona ait sektörlerin öne çıkması, emeğin payının azalması, teknolojinin çok öne geçmesi, bilginin üretime anında yansıması, çok niteliklilik ortaya çıkarıyor. Çünkü çok nitelikli ürünü alması için yeryüzünün gelişmesi lazım. Yeryüzünün gelişmemesi halinde emperyalizm, emeksermaye, kapitalist sistemin yarını tehlikede. Bir taraftan da, hem orta nitelikli talebi geliştirmek hem de eski sistemde boş yere harcadığınız paraları artık harcamama gibi zorluklar da var. O eski paralar neydi? Mesela savunma giderleriydi. Eski kolonyalizmde, emperyalizmde bir askeri boyut vardı. Şimdi kâr payı azaldığı için sistemin bu askeri boyutla harcanacak parası yok. Gittikçe savunma harcamalarında bir düşme var. Bunun yerine ne ikame eltiler? Bunun yerine demokrasi, insan hakları, piyasa ekonomisini ikame ederseniz bu toplumların kendilerini huzursuzluk yaratmadan ifadelerini ve yeryüzündeki mal ve hizmet dolaşımının rahatlığını, aynı zamanda toplumların niteliklerinin yükselmesini sağlarsınız. Boş yere dünyanın sloganı olmadı serbest piyasa, demokrasi ve insan hakları. Bunu en fazla şimdi kapitalist sistemin merkezlerinden duyuyoruz Haiti’ye mesela demokrasi getirmek için abluka altı…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

John Locke – Hoşgörü Üstüne Bir Mektup

Editor

Harper Lee – Bülbülü Öldürmek

Editor

Friedrich A. Hayek – Hukuk Yasama ve Özgürlük – Cilt 1

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası