Mutlu bir yuvaya sahip pek çok erkek neden metroda gördüğü ince uzun genç kadınlar hakkında hayaller kurar? Kilolu olmalarına, sigara içmelerine ve spor yapmamalarına rağmen insanlar neden futbola bu denli düşkündür? Bazı kişileri otomobilin gaz pedalına sonuna dek basmaya iten şey nedir? Her şeye gücü yeten bir varlık fikri tartışmalı olmasına karşın bu kadar çok sayıda insan neden dinsel inanca sahip ve neden Tanrıya inanıyor?
Bugün pek az kişi insanın kuyruksuz maymunların soyundan geldiği fikrini reddetmektedir. Homo sapiens sadece kuyruksuz maymunlar gibi bakmak, hareket etmek ve soluk almakla kalmaz, aynı zamanda onlar gibi düşünür. Geçmişimizi yansıtan başka birçok izle birlikte, sadece vücudumuz değil aklımız da Taş Devri’nden kalmadır. Atalarımız olan türlerden miras aldığımız duygu ve tepkilerin bazıları modern çağda gereksizdir, ama eski varoluşlara ait bu izler yapımıza kalıcı şekilde işlemiştir. ‹nsan dahil her organizma aslında DNA için yapılmış koruyucu bir kılıftır.
Dokuları, kemikleri, deriyi, kanı ve sinir sistemini oluşturmak üzere farklı gruplar halinde bir araya gelen hücrelerimiz DNA’nın olağanüstü derecede karmaşık hayatta kalma makinesinin ayrılmaz bileşenleridir. İnsan vücudu ve beyni DNA’nın hayatta kalmasını sağlamak için “tasarlanmış” adaptasyonlardır. Robert Winston son derece zengin bir içerikle donattığı ve esprili bir dille kaleme aldığı bu kitabında pek çok sorunuza bilimsel ve anlaşılması kolay yanıtlar veriyor.
İÇİNDEKİLER
Teşekkür
Giriş: En Meraklı Hayvan.
1. Hayatta Kalmanın Kökenleri.
2. Büyüyen Beyin.
3. Seks ve Savana.
4. Bir Aile Meselesi
5.Riskli İş.
6.Şiddet.
7. İşbirliği ve özgecilik
8. Ahlak, Din ve İçgüdü
Fotoğraflar
Kaynakça
Giriş
En Meraklı Hayvan
Puerto Rico’daki Arecibo Radyo Teleskobu’nun yansıtıcısı yaklaşık 7 hektarlık bir alanı kaplar. Yansıtıcının 137 metre yukarısında asılı duran anten o kadar hassastır ki, teleskop 800.000 kilometre ötedeki bir cep telefonunun yaydığı sinyalleri bile alabilir. Bu aygıt, uzaydaki yabancı yaşam formlarını dinlemek için çok uygundur.
Arecibo, SETİ programının yani evrende bizden başka zeki varlıklar olup olmadığını ortaya çıkarmayı hedefleyen araştırma projesinin evidir. Bu dev çanak, zeki uzaylıların varlığına işaret edebilecek sinyaller almak umuduyla her gece birtakım yıldız sistemlerini araştırır. İki milyon kadar radyo frekansını tarayıp, analiz edilecek devasa miktarda veri toplayarak gökyüzünün her parçası üzerinde ağır ağır gezinir. SETI ekibi kendilerine yabana gelen bir veri modeli aramakta ve sayısız elektromanyetik gürültü engeline rağmen böyle bir model bulmayı ummaktadır. Bir pulsardan gelen radyasyon ışını ya da bir iletişim uydusunun yarattığı parazitten kaynaklanmayan sinyallerin peşindedir. SETI gökbilimcileri Puerto Rico gecelerinde bilgisayarları başında hayaller kurarak oturur, ansızın ekranlarda “Sinyal bulundu; kökeni bilinmiyor” mesajının yanıp sönmeye başlamasını beklerler.
Boşuna mı uğraşmaktadırlar? İncelenecek beş milyon gökyüzü parçası mevcuttur ve sayılan her geçen gün artan insan yapımı iletişim uyduları araştırmayı güçleştirmektedir. Kuşkucular, eğer orada bir yerlerde zeki varlıklar olsa bile, gelişigüzel oluşan bu kadar çok miktarda ses arasından uzaylıların yayımladığı bir haber bültenini yakalama şansının sıfıra yakın olduğunu söylemektedirler. Ama Arecibo’nun görüş alanı içinde kalan beş milyon yıldız sisteminin tamamı araştırılsa, elde edilen veriler analiz edilse ve bunların hepsinin anlamsız elektromanyetik gürültüler olduğu sonucuna varılsa bile, eleştirmenler kendilerini muzaffer ilan edemeyecektir. Gelecekte daima daha hassas radyo teleskoplar yapılacak ve daha uzak yıldız sistemlerine yöneltilecektir.
SETİ en sonunda başarılı olsa da olmasa da, kendi güneş sistemimiz dışında başka zeki yaşam formları olabileceği fikri bizi yine de ister istemez büyülemeye devam edecektir. Bu olasılık ne zekâ Tanrı’nın bir armağanı olduğu ne de biz insanlar özümüzde ahlaki bir değer taşıdığımız için önemli ve kıymetlidir. Elmas ender bulunur, güzeldir ve sanki bu dünyaya ait değilmiş gibidir. Elması kıymetli yapan neyse zekâyı kıymetli yapan da odur.
insan bilinci genellikle biyolojik varlığımızın sınırlannı aşabilecek saf ve her şeyi bilen bir akıl olarak resmedilir. Stanley Kubrick ve Arthur C. Clarke’ın 2001: Bir Uzay Macerası adlı filmlerinde insanlığın geleceği hayalet gibi uçan bir baloncuk içinde oturmuş dünyaya ve üzerinde yaşayan insanlara yukarıdan bakan bir tür uzay çocuğu imgesi aracılığıyla betimlenir. Ama biz bedenlerinden kurtulmuş havada serbestçe uçuşan ruhlar değiliz. Zihnimizin kökleri ta evrimsel geçmişimizin derinliklerine uzanıyor. Aklımız içgüdüler, önyargılar, hem bencillik hem de sevecenlikle dolu arzu katmanlarıyla sarılıp sarmalanmıştır ve temelinde hayatta kalma ve üreme istekleri yatmaktadır.
Kubrick’in destansı eserine ilişkin bir yorum, siyah taşların zeki yaşam formlarının ortaya çıkışını hızlandırmak amacıyla uzaylılar tarafından bırakıldığı şeklindedir. Bu taşlar türümüzün evriminde yol işareti işlevi görmüşlerdir. Bir gün Afrika ovalarından birine bırakılan ilk taş, maymunları kaya ve kemikleri ellerine alıp silah gibi kullanmaya özendirir. İkinci taşın Ay toprağının altında bulunması bizi güneş sistemini keşte çıkmaya sevk eder. Bu, yavru kuşların yuvadan uçması gibi bizim Dünya’dan ayrılma sürecimizin başlangıcım simgeleyen olaydır. Üçüncü faşın keşfi bedeninden arınmış bir ruhun, “uzay çocuğunun” dogmasına yol açar. Geleceğimize ilişkin bu imge gülünç denecek kadar fantastik ve çok korkutucudur.
Fakat insan evriminin gerçek öyküsü de daha az fantastik değildir. Bu kitapta, modem insanın ortaya çıkışından gerçekten sorumlu olan bu yaratıkların yani Australopithecus, Horan hahilis ve Monıo erectııs’un bıraktığı mirası Afrika savanalanndaki kökenlerinden başlayarak incelemek istiyorum.
Düşünen insanların çoğu bugün evrim teorisini tamamen kabul etmektedir. Belki de yaratılıştılar dışında pek az kişi insanın kuyruksuz maymunların soyundan geldiği ve bu maymunların da ilaha ilkel memelilerden evrildiği fikrini reddetmektedir. Fakat bazı kişiler genel biçim ve yapımızın başka yaratıklardan türediği fikrine karşı çıkmazken, içlerinden pek azı bunun psikolojik sonuçları üstünde düşünmektedir. Homo sapıma sadece kuyruksuz maymunlar gibi bakmak, hareket etmek ve soluk almakla kalmaz, aynı zamanda onlar gibi düşünür. Geçmişimizi yansıtan başka birçok izle birlikte, sadece vücudumu? değil aklımız daTaş Çağı’ndan kalmadır. Binlerce yıl boyunca maruz kaldığımız baskılar bugünkü bize zihinsel ve duygusal bir miras bırakmıştır. Atalarımız olan türlerden bize miras kalan bu duygu ve tepkilerin bazıları modem çağda gereksizdir, ama eski varoluşlara ait bu izler yapımıza kalıcı şekilde işlemiştir.
Bu kitap aslında hepimizin merakını uyandıran içgüdüleri ele almaktadır. Örneğin, dehşetli bir havada 6000 metre yüksekteki bir buz yarığının içinde bacağı kırık aç susuz ve yalnız kalan dağcı Joe Simpson gibi bir adamın, acısını unutup uyuma itkisini yenerek yan bilinçli bir halde üç gün boyunca sürüne sürüne üs kampa geri dönmesini sağlayan şey nedir? Kendisine mutlu bir yuva kurmuş pek çok erkeğin metroda gördüğü ince uzun genç kadınlar hakkında hayaller kurmasının ya da geçici bir cinsel deneyim yaşamak uğruna eşinin, çocuklarının mutluluğunu ve kendi huzurunu tehlikeye atmasının sebebi nedir? Aşırı kilolu olmalarına, çok sigara içmelerine ve kesinlikle spor yapmamalarına rağmen (çoğu erkek) on binlerce insan neden tüm bir haftayı Arsenal’ın bir sonraki maçta Manchester Uniled’ı ya da Arizona Diamondbaeks’in Ne w York Yankees’i yenip yenemeyeceğini düşünerek geçirir? Bazı kişileri yeşil ışık yandığı zaman otomobili en hızlı şekilde kaldırmak için gaz pedalına sonuna dek basmaya iten şey nedir? Mösyö Le Pen ya da Herr Haider gibi faşistlerin bu denli çok sayıda insanın içgüdüsel ırkçı hislerine tercüman olmasına neden şaşırıyoruz? Nasıl oluyor da İnsanlar hiçbir faydası olmamasına rağmen özgeci ve anlayışlı davranışlar sergileyebiliyorlar? Her şeye gücü yeten bir varlık fikri akıl dışı olmasına karşın bu kadar çok sayıda insan nasıl oluyor da dinsel görüşlere sahip olabiliyor ve Tanrı’ya inanabiliyor?
Elinizdeki kitap şu insan içgüdülerini incelemektedir: Hayatta kalma, cinsellik, rekabet, saldırganlık. Özgecilik, bilgi arayışı ve belki de daha tanrısal olan bir şeye inanma gereksinimi. Başlangıçta bizi beslemiş olan savanadan hem zaman hem mekân bakımından çok uzaklaşmış olsak da, bazı yanıtları bulabilmek için ilk bakmamız gereken yer yine orasıdır.
Savana
Beş milyon yıl Önce hominid atalarımız şanslarını savanada denemek üzere, seyrekleşmeye başlayan ormanlardaki ağaçlardan yere indiler. Buz Çağı onları yeni bir çevreye uyum sağlamaya zorluyordu. Bu yeni çevre, bitki zengini ormanlardan daha az kaynak içeriyor ve yırtıcı hayvanlardan korunmak için daha az olanak sunuyordu. Burada 200.000 kuşak boyunca ağır ağır kötü bir doğal seçilim dramı yaşandı ve maymunadam şiddete, kargaşaya ve savana yaşamına daha iyi uyum sağlamış daha hızlı, daha güçlü, daha dayanıklı, daha zehirli hayvanlarla rekabet etti.
Savanadaki bu yaşama beyni bir şempanzeninkiyle aynı büyüklükte olan Austrnlopithccus olarak başladık. Bu beynin büyüklüğü sonraki üç milyon yıl içinde üç katına çıktı. Beynimiz ve içinde barınan aklımız bizim gizli silahımız ve hayatta kalma sorununa bulduğumuz çözüm oldu. Git gide karmaşıklaşan zihinsel bir mimari gelişmeye başladı. Beyin hücrelerinin sayısında daha önce eşi benzeri görülmemiş bir artış meydana geldi (bizim beynimizde bugün yüz milyar sinir hücresi bulunmaktadır) ve bunun yanı sıra akıl gittikçe karmaşıklaştı. Öğrenme, duygular ve mantıktaki olağanüstü sıçramaya paralel olarak yeni içgüdüler geliştirmeye devam…