1979 İslam Devrimi’yle birlikte, Amerika güdümündeki monarşik şahlık rejiminin alaşağı edilmesi, uluslar arası siyaset arenasında, dönemin iki hakim süper gücünü aşağılanmış bir pozisyona düşürdü. En önemlisi, Ayetullah Humeyni’nin iktidara yürüyüşü ve İslam Devleti-İslami Rejim olgusu, diğer Müslüman halklar nazarında oluşturacağı örneklik açısından baskıcı kukla yöneticilerin içine büyük korku salmıştır. Amerika’nın ve Batılı müttefiklerinin desteğiyle bu yerli yöneticiler, İran İslam Devrimi aleyhine, karşı devrim çalışmalarına girişmişlerdir.
İran’da Devrim ve Karşı Devrim adlı bu önemli tarihi yapıtında Asaf Hüseyin, bizi İran’a ilişkin bildik klişelerin dışına çıkartarak, İran’da yaşanan devrimi ve karşı devrimi sömürgecilik ve emperyalizm terimi çerçevesinde alternatif bir tarih anlatısı sunuyor. Önemli olayların, kültürel eğilimlerin, kişilerin ve siyasi gelişmelerin benzersiz bir analizini yapıyor. Kitap’ta, İran’ın son iki yüzyıllık siyasi-sosyal-dini tarihi masaya yatırılıyor.
Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’ne ve bu proje kapsamındaki emperyal emellere hizmet etmelerinin hedeflendiği savaş çığırtkanlarının, onların yerel muhbirlerinin ve emperyal strateji uzmanlarının ağızlarının sonuna dek açıldığı bir zamanda İran’da Devrim ve Karşı Devrim’i okumanın kaçınılmaz olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Ve yine İran’ın siyasî hayatı ve dünya sistemine etkileri konusunda, eksiksiz bir kavramsal anlayışın geliştirilmesi noktasında, bu önemli eser, merkezî görüşler, karşılaştırmalı siyasî perspektifler sunmaktadır.
Sunuş
İslam Devrimi’nin Otuzuncu Yılında İran’da Devrim ve Karşı Devrim
İran kelimesi coğrafi bir kavramı işaret etmesine rağmen tam anlamı ile coğrafi mekan olarak karşılığını ulamaz. İran insanların zihninde farklı çağrışımlara yol acarı simgesel bir terimdir. İslam, petrol, modernleşine İslam ilişkileri. Amerikan karşıtlığı, Ayetullahlar gibi tanımlamalar kavramın klişeleşmiş öncülleridir. Simgesel sosyolojide birbiriyle karıştırılan iki kavram vardır. Bunlar ışaıeı’ ve simgedir. İşaret, toplum içinde kullanılmakla beraber anlamı nötr olan bir soyutlaştırmadır. Simge ise beraberinde bir çok karışık ve uzantılı çağrışımlın düşünmemizi sağlar. Dış dünyayı algılamamızda simgelerin rolü oldukça falladır. Genel olarak toplumsal ve toplumlar arası iletişim simgeler aracılığı ile sağlanır. Simgeler toplumsal hayal im uda üç açıdan önemlidir: Birincisi, öğrenme süreci bir yerde simgeye bağlanır, ikincisi, simgeler birden çok kimsenin paylaştığı bir toplum haritası’ oluşturur, üçüncüsü simgeler toplumsal eyleme iten bazı çağrışımların taşıyı asıdır. Öğrenme sürecimizde etkili olan bu durum baiı önyargılarımızın oluşumunu sağlar ve bu önyargılar toplumun diğer üyeleriyle paylaştığımız genel yargılara döner. Bu tespitleri hareketle İran’ kavramsal olarak simgeler yumağıdır diyebiliriz. Toplumlar, tarihsel, kültürel ve ekonomik yapılanmalarına göre onlarda yarattığı en yakın çağrışımı göz önüne alarak oluşturacakları ilişkileri bu düzlemde kurgular. Balı olarak adlandırdığımız ülkeler de İran’la kurdukları ilişkilerde yukarıda belirtmiş olduğumuz simgesel anlatımdan yararlanmışlardır. Denilebilir ki bugün İran’ batının kendi ötekisi olarak kodlanmışım Batılı gazeteciler taralından, İran olayını tanımlamak için yeni bir jargon (özel dil) icat edildi ve rastgele kullanıldı. İslami diriliş’, ‘fundamentalizm’, kimliğin öne çıkışı’, ve ‘canlanış’ gibi kalıplara bolca rastlanmaklaydı. Tüm bu kalıpların ortak varsayımı ise, evvelce ölmüş bir şeyin hayata yeniden dönüşünü içermesiydi İslam’ın anlaşılmasında külli bir cehalet sergilenmekteydi. Çünkü 1979’da İran’da gerçekleşen Devrim pek çok açıdan “ilk’leri olan bir Devrim’dir Kuşkusuz en baskın özelliği İslami karakteridir. Asaf Hüseyin devrimin bu yönünün Batılı paradigmayı ıcmelden sarstığını bir yazısında şöyle vurgular: “İslam Cumhuriyeti’nin onaya çıkışı Batılı akademik teorisyenler arasında bir kala karışıklığına yol açtı. O zamana dek, sosyal ve siyasal bilimciler kendi alan araştırmalarından türettikleri bir ilke üzerinde görüş birliği içindeydiler: ‘Modernizasyon’ ilkesi. Modernizasyon teorisi, hangi toplumda olursa olsun, tüm geleneksel güçlerin doğası gereği, geri ve geriye dönük olduğunu, bunların ‘ekonomik’ ve sosyal’ kalkınma olarak tanımlanan ilericine yolunda engeller oluşturduğunu ileri sürmekteydi. Eğer azgelişmiş ülkeler modernleşme yolunda sürekli ileriye doğru adımlar atarsa geleneksel güçler ve engeller asılabilirdi. Realitede bu teorinin tezahür biçimi, bir devletin ‘ekonomik’ kalkınmasının Batılı kapitalist ekonomilere entegre olması ve ‘siyasal’ kalkınmasının da Batılı siyasal sistemlerin ırındel alınması seklinde gerçekleşiyordu Modernizasyon teorisine göre en önemli engeli, özellikle Müslüman ülkelerde, dinin geleneksel gücü teşkil ediyordu Iran İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşu bu noktada modernizasyon teorisinin temellerini sarstı, çünkü geleneksel bir güç devlet kurulmuştu. Şu halde bu devlet ileriye mi, yoksa geriye mi dönüktü? Eğer ileriye dönük ise, hangi yöne doğru idi? Ayrıca bu ayaklanmanın nedeni bizatihi hızlı modernleşmenin kendisi mi idi? Diğer Müslüman ülkelerde de benzer devrimlerin tekrarlanması söz konusu muydu?”
Gerçekleştiği dönem, “iki kutuplu dünya’nın hûkûm sürdüğü bir dönemdir. ABD ve Sovyetler Birliği’nin küresel düzlemde çekiştiği, en küçüğünden en büyüğüne, her problemde zıt tutumlar sergilediği yıllar, İslami hareketin yavaş yavaş yükselişe geçtiği yıllardır Sovyetlerin, 1978’de. KGB isi askeri bir darbeyle, “dünya halklarına ” 1Mayıs armağanı” diye sunduğu, “Afganistan Devrimi”, İslami hareketin yükselişinde itici bir rol oynar. Ülke içi dinamiklerden gelişmemiş, bu dışarıdan dayanılmış gayri meşru devrimin ömrü fazla uzun olmaz. Ardından, “devrimi korumak” adına, sıra Sovyet işgaline gelir. İran’da süreç farklı gelişir. Sah Rıza Pehlevi’nin damgasını vurduğu, Franco İspanya’sı karlar namlı monarşi ABD yanlısı olduğu için, gelişen İslami hareket doğal olarak anti Amerikan özelliklidir. ABD İranda “shaytane boiorg” (büyük şeytan) olmaktan kurtulamaz. Nisan 1979’da yapılan referandumla İslam Cumhuriyeti ilan edilir.
ABD’nin şer eksenine dahil ettiği, nükleer silah geliştirme suçlamasıyla savaş tehditleri savurduğu İran, ABD yanlısı şah rejiminin yıkıldığı 1979’dan beri ilk kez dünyanın gündemini böylesine işgal ediyor, İran hakkında ne biliyoruz? Bernard Lewis gibi Şarkiyatçıların ve onların Azer Nefisi ya da Kenneth Pollack gibi takipçilerinin çarpıtmaları, Fukuyama ve Huntington gibi yeni muhafazakâr araştırmacıların saptırmaları karsısında nasıl bir duruş belirlemeliyiz? Şu bir gerçektir ki, ABD’nin karalama çabasına, savaş çığırtkanlığına, ülkemizdeki medyayı da saran propagandasına karşın, komşumuz İran’ı bugün gerçekten tanımak zorundayız.
İran’da Devrim ve Karşı Devrim Asaf Hüseyin’in hakikate su karıştırmayan, Ortadoğu odaklı kitaplarından biri olmasının yanında Türkçe’ye çevrilen ilk kitabıdır. Dünyaca ünlü araştırmacı ve akademisyen Asar Hüseyin İran üzerine incelemesinde bizi İran’a ilişkin bildik klişelerin dışına çıkartarak, İran’da yaşanan devrimi ve karsı devrimi sömürgecilik ve emperyalizm terimi çerçevesinde alternatif bir Tarih anlatısı seklinde sunuyor. Önemli olayların, kültürel eğilimlerin, kişilerin ve siyasi gelişmelerin benzersiz bir analizini yapan Hüseyin, İran Irak savaşını da içine alan karşı devrim çabalarını gözler önüne seriyor. Yazan için bu kitabı yazmanın, bir müdafaa eylemi olduğunu unutmamak gerekir. “Devrim” ve “İslami” sözcüklerini, siyasal ve dinsel kategoriler arasındaki ilişkiyi bu kategorilerden birine indirgemeksizin, bir arada tutabilen bir bakış açısıdır bu. İran Devrimi’ni irdeleyen, analiz eden pek çok kitap olmasına karşın İran’da Devrim ve Karşı Devrim kita…