Geçtiğimiz birkaç yıl içinde Arap coğrafyasındaki beklenmedik isyanlar büyük umutlar doğurdu. Neredeyse her “Arap baharı” ülkesinde bir karşı-devrimin gerçekleşmesi ise aynı büyüklükte hayal kırıklığına yol açtı.
Oysa 2011 yılının başındaki değişim umudu ne kadar sahici ise, bugün Tunus, Mısır, Suriye, Yemen ve Libya gibi ülkelerin tosladığı statüko setleri de o kadar sahicidir.
Tarih ırmağı suyun dinamizmi yanında onun sınırlarını çizen kayaların kasveti sayesinde de denize doğru akmaya bir yol bulur.
Bu çalışmada son birkaç yıla sığan isyanlar, devrimler, karşı devrimler, baharla kış arasında hızlı gelgitler yaşayan mevsim sapmaları bağlamında İslami hareketlerin iktidarla imtihanı bakımından en önemli iki örneği teşkil eden Tunus ve Mısır üzerine, 1980’lerin ortalarından beri, yani 30 yıldır sahayı dikkatle takip eden içeriden bir gözlemcinin notlarını bulacaksınız.
***
İÇİNDEKİLER
Sözbaşı …. 9
GİRİŞ …. 11
TUNUS DEVRİMİ …. 15
TARİHİ ARKA PLAN …. 15
Kadim Tarih …. 16
İslam Hâkimiyeti …. 17
Osmanlı Hâkimiyeti …. 18
Modern Dönem …. 20
Bağımsızlık …. 21
Burgiba Dönemi …. 23
Bin Ali Dönemi …. 25
TUNUS’TA İSLAMİ HAREKET …. 28
Nahda Hareketi …. 29
Gannuşi: Teorisyen ve Lider …. 30
14 OCAK HÜRRİYET VE ONUR DEVRİMİ …. 33
Ekonomik Mucize Efsanesi …. 34
Laiklik Masalı …. 35
Bedenlerin Devrimi …. 37
NAHDA’NIN İKTİDARLA İMTİHANI …. 38
23 Ekim 2011 Seçimleri …. 39
Marzuki ve Cumhuriyet İçin Kongre Partisi …. 40
Troyka’nın Üçüncü Ayağı: Tekettul …. 42
Seçimin Sürprizi: Arida listesi …. 43
Devrim Kendi Çocuklarını Yer Mi? …. 44
Nahda Hükümetleri ve Kriz Yönetimi …. 46
Yeni Tunus Anayasası …. 47
2014 Seçimleri …. 48
TUNUS TECRÜBESİNE BAKIŞ …. 50
MISIR DEVRİMİ …. 53
TARİHİ ARKA PLAN …. 53
Kadim Tarih …. 53
Kavalalı Hanedanı …. 55
Urabi İsyanı …. 56
1919 Ayaklanması ve Sa’d Paşa Za’lul …. 57
Hür Subaylar Darbesi ve Abdunnasır’ın Yükselen Yıldızı …. 58
Mısır’ın Statüko Safına Geçmesi: Camp David …. 59
Mübarek Dönemi …. 60
MISIR’DA İSLAMİ HAREKET …. 63
Müslüman Kardeşler (İhvan) …. 63
İslam Devrimcileri …. 69
Selefiler …. 71
25 OCAK DEVRİMİ …. 73
Devrimin Hikâyesi …. 74
Karadavi’nin Tahrir Hutbesi …. 76
Temizlik Cuması …. 78
Mübarek’ten Sonra …. 79
İHVAN’IN İKTİDARLA İMTİHANI …. 80
Halk ve Şûrâ Meclisi Seçimleri …. 84
Cumhurbaşkanlığı Seçimleri …. 88
Mursi Cumhurbaşkanı …. 89
Mursi’nin Vesayeti Yarma Girişimi …. 91
2012 Anayasası ve Referandum …. 93
Ordu’nun Ekonomik Ablukası …. 94
ASKERİ DARBE …. 95
Darbeye Giden Süreç ve “Temerrüd” …. 95
Darbe Günleri …. 98
Darbeye Karşı Direnişin Adı: R4BIA …. 102
Mübarek Serbest, İhvan Yasak …. 105
2014 Anayasası ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi …. 106
Yeni Mısır: Doğan Görünümlü Şahin …. 107
MISIR TECRÜBESİNE BAKIŞ …. 108
KAYNAKÇA …. 111
DİZİN …. 113
ÖZGEÇMİŞ …. 115
SÖZBAŞI
Geçtiğimiz birkaç yıl içinde Arap coğrafyasındaki beklenmedik isyanlar büyük umutlar doğurdu. Neredeyse her “Arap baharı” ülkesinde bir karşı-devrimin gerçekleşmesi ise aynı büyüklükte hayal kırıklığına, inkisâra yol açtı.
Oysa 2011 yılının başındaki değişim umudu ne kadar sahici idiyse, bugün Tunus, Mısır, Suriye, Yemen ve Libya gibi ülkelerin tosladığı statüko setleri de o kadar sahicidir.
Tarih ırmağı suyun dinamizmi yanında onun sınırlarını çizen kayaların kasveti sayesinde de denize doğru akmaya bir yol bulur.
Bu çalışmada son birkaç yıla sığan isyanlar, devrimler, karşı devrimler, baharla kış arasında hızlı gelgitler yaşayan mevsim sapmaları bağlamında İslami hareketlerin iktidarla imtihanı bakımından en önemli iki örneği teşkil eden Tunus ve Mısır üzerine, 1980’lerin ortalarından beri, yani 30 yıldır sahayı dikkatle takip eden içeriden bir gözlemcinin notlarını bulacaksınız.
Bu eserin gün yüzüne çıkmasında doğrudan katkısı bulunan iki kişiye Kemal Öztürk ve Seyhan Sevinç’e hassaten teşekkür ediyorum.
Devrimler sırasında hayatını kaybeden şehitlerin aziz hatırasına saygıyla…
30 Ocak 2015, Rotterdam
Fatih Okumuş
GİRİŞ
Yusuf, “Babacığım” dedi, “Düşümde on bir yıldız, güneş ve ay bana secde ediyordu.”
Dedi ki: “Yavrucuğum, düşünü kardeşlerine anlatmayasın, sonra sana bir iş ederler, çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.” (Yusuf, 4-5)
Afro-Arap dünyasında bir devir kapandı, yeni bir devir açıldı. Sömürge sonrası dönemin etkilerinden kurtulmaya, bu ara dönemin kayıtlarından sıyrılmaya başlayan Arap dünyası doğal mecrasına geri dönme yoluna girdi. Bölgede vatandaş-devlet ilişkilerinin, devletler arasındaki münasebetlerin yeniden tanımlandığı süreç devam ediyor. Değişimin tam olarak hangi olayla, nerede ve ne zaman başlamış olduğu artık tali bir mevzudur. Şimdi gazeteciler, akademisyenler, politikacılar, ekonomistler bu değişimin mahiyetini ve geleceğini bir yandan tartışırken bir yandan da şekillendiriyorlar.
Arap dünyasında sömürgecilik kimi yerlerde kanlı, kimi yerlerde barışçıl biçimde sona erince Mısır (1922), Irak (1932), Suudi Arabistan (1932), Lübnan (1941), Ürdün (1946) , Suriye (1946), Libya (1951), Fas (1956), Tunus (1956), Sudan (1956), Somali (1960), Moritanya (1960), Kuveyt (1961), Cezayir (1962), Yemen (1967), Umman (1970), Bahreyn (1971), Katar (1971), BAE (1971), Komor (1975), Cibuti (1977) bağımsız devletler olarak ortaya çıktı. 1
Bölgede halen devam eden en önemli ihtilaf konusu başta sınır ve egemenlik hakları ile mülteciler sorunu olmak üzere Filistin ve İsrail devletlerinin statüsü halen belirsiz. İsrail 1948’de kuruluşunu ilan etmiş olsa da henüz varlığı ve sınırları tartışmalı. 1988’de bağımsızlığını ilan eden Filistin ise 2012’de BM’de gözlemci devlet statüsü elde etti.
Farklı ülkelerin sömürge ve sömürge sonrası tecrübeleri, devlet-toplum ilişkileri farklı olduğu için süreç az veya daha çok sancılı işledi, işliyor. Ancak yeni bir toplumsal sözleşme ihtiyacı bölgedeki bütün ülkelerde kendini hissettiriyor.
Arap baharı ülkelerinde model olarak gündeme getirilen Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başarısının sırrının en temelde toplumu devlete eklemlemesi, aradaki buzları eritebilmesi, devlet-millet bütünlüğünü sağlayabilmesinde gizli olduğu öne sürülebilir. Türkiye tecrübesi bu yüzden Arap ülkelerinde sadece İslamcıları değil, sosyalistleri ve laikleri de, sadece Müslümanları değil gayrimüslimleri de heyecanlandırıyor.
Medya ve akademyada genellikle Tunus, Mısır, Libya, Suriye üzerine değerlendirmeler öne çıksa da değişim ve yeni bir toplumsal mutabakat zemini arayışı bu ülkelerle sınırlı değil. Medya, doğal olarak sıcak haberin peşinde koşuyor ve kriz bölgelerine daha çok odaklanıyor. Oysa mesela Fas’ta değişim yumuşak ve barışçıl oldu. Fas’ta da Türkiye’deki iktidar partisi ile aynı adı taşıyan bir parti iktidarda ve yeni anayasa halkın demokratik taleplerini büyük ölçüde karşılıyor.
Tunus Devrimi’nin birinci yıldönümünde Nahda Hareketi Partisi’nin verdiği resepsiyona katılmıştım. Benim de bulunduğum masaya gelen Faslı Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili, aslında her ülkeden bir temsilcinin yer aldığı masadaki herkesi Tunuslu zannederek şöyle bir espri yapmıştı: “Siz Tunus’ta önce devrim yaptınız, sonra seçime gittiniz, şimdi anayasa hazırlıyorsunuz. Biz Fas’ta aynı şeyi biraz tersinden yapıyoruz. Önce anayasa hazırladık, sonra seçime gittik, şimdi sırada devrim var.”
Bu satırların yazarına göre bölgede yaşanmakta olan değişimin temel dinamiği “bireyin uyanışı”dır. Tunus’tan Mısır’a, Bahreyn’den Yemen’e, Libya’dan Suriye’ye rejimleri değiştiren veya temelinden sarsan protestoların ortak özelliği din, etnisite, ideoloji gibi kimliklerin geride kalması, bireyin öne çıkmasıydı. Tunuslu bir öğretmenin tabiriyle “beyinlerin değil bedenlerin devrimi”ydi yaşanan. 2
Bölgede en az çeyrek asırdır İslami hareketler en güçlü iktidar alternatifi olarak görülüyor, ancak 1992’de Cezayir’de olduğu gibi İslami eğilimli siyasi partilerin iktidara gelmesi engelleniyordu. Hâkim rejimlerin baskısına koşut olarak Mısır İhvanı örneğinde olduğu gibi, İslami eğilim taşıyan siyasi oluşumlar da zaten iktidara ihtiyatla yaklaşıyor, mümkünse bu ateşten gömleği giymemeyi tercih ediyordu. İhvan’ın “Biz İslam’a göre yönetilmek istiyoruz, İslam’a göre yönetmek değil” sloganı bu olgunun en veciz ifadesi.
Onlarca yıl baskı altında muhalefet dili geliştiren İslami hareketler, halkların ayaklanıp eski rejimleri çöpe atması sonucu iktidara geldiklerinde bocaladılar. İktidar dili geliştirmekte zorlandılar. Nahda Genel Merkezi’ndeki sohbetimizde Gannuşi’nin de işaret ettiği gibi İslami hareketlerin literatürü ve kültürü muhalefet şartlarına göre oluşmuştu.
Mağrip ve Maşrık’da sömürge sonrası dönemde farklı siyasal yapılar içinde organize olan ülkelerde iktidara gelen kısmen sekülerleşmiş milliyetçi elitler kısa süre içinde otokratik rejimler kurdular. Siyasi tıkanıklık ekonomik hantallık, yolsuzluklar, rüşvet ve işsizlikle birleşince huzursuzluklar arttı. Sömürgeciliğe karşı mücadeleye aynı saflarda girmelerine rağmen, bağımsızlık savaşlarından sonra tasfiye edilerek saf dışı bırakılan veya sindirilen muhafazakâr kadroların fikri takipçileri, laik milliyetçilerin otokratik yönetimleri boyunca genellikle siyasal olmasa bile sosyal ve entelektüel bir muhalefet yürüttüler. Tarih onlara yeni bir fırsat verdiğinde iktidara gelmek üzere, on yıllar boyunca ordu-bürokrasi oligarşisinin teşkil ettiği siyasetinde otokratik, ekonomisinde dışa bağımlı rejimlerin en güçlü alternatifi olarak sahada var olmaya devam ettiler.
Yirmi birinci yüzyılın ikinci on yılının hemen başında Tunus’tan başlayarak yayılan “Arap uyanışı”, devrimi veya baharı bu kez İslami harekete bir fırsat verecekti. Asker-bürokrat eski elitler, dış etkenler (uluslararası sistem) ve hemen her yerde iktidarın en güçlü alternatifi sayılan İslami hareketlerin tutumu, geliştirdiği siyasi ve toplumsal dil yeni dönem üzerinde belirleyici oldu. Tunus ve Mısır’da ordunun tutumu, Libya’da dış müdahale, Suriye’de mezhep dinamikleri ve bölgesel güç oyunu kısa vadede bu ülkelerdeki siyasi süreci belirledi. Orta ve uzun vadenin ise bölgede bireyin uyanışını doğru okuyan, gençlerin ve kadınların katılımını daha çok sağlayan aktörler tarafından belirleneceğini söylemek kehanet olmasa gerek.
TUNUS DEVRİMİ
Kuzey Afrika’da, toprakları yaklaşık olarak orta çağ İfrikiya’sına tekabül eden Akdeniz ülkesi Tunus 1881’den itibaren Fransız himayesindeyken 1956’da bağımsızlığını kazandı. Bağımsızlık mücadelesinin öncüsü Habib Burgiba önce başbakan, bilahare cumhurbaşkanı seçilerek ülkeyi 1987 yılına dek yönetti. 25 Kasım 1987’de Tunus devlet başkanlığı koltuğuna oturan Zeynelabidin bin Ali, ülkedeki olaylar ve protestolar sonucunda 14 Ocak 2011’de 23 yıl yönettiği ülkeyi terk etti. Tunus’ta yaşananlar Arap dünyasında domino etkisine yol açarak halk ayaklanmaları ve gençlik hareketlerine ivme kazandırdı. Şimdi kameramızı önce tarihi arka plana çevirecek, yüzyıllar üzerinden hızla geçtikten sonra 14 Ocak 2011 devrimine ve onun getirdiği yeni duruma odaklanacağız.
TARİHİ ARKA PLAN
Kuzey Afrika’nın tarihini kabaca üç katmandan oluşan bir höyüğe benzetebiliriz. Kültür tarihi arkeolojisi yaptığımızda en derinde Berberilerle karşılaşırız. Berberiler önce ve en güçlü biçimde Kartacalılardan, sonra Romalılar’dan ve en az Hristiyanlıktan etkilenmiş olsa da ırk ve kültür olarak yaşamaya devam etti. 3
İkinci katmanda yedinci yüzyıldan itibaren İslam dininin yayılmasıyla birlikte Arap dil ve kültürü yaygınlaşmış olmasına rağmen Berberilik varlığını korumaya devam etti. On birinci yüzyıldan itibaren Arap-İslam kültürü etkisini artırarak Hristiyanlığı tamamen silerken, Berberiliği de arka plana itti.
Avrupalıların on dokuzuncu yüzyıldan itibaren bölgeyi sömürmesiyle karakterize olan üçüncü dönem halen olumsuz etkilerini hissettirmeye devam ediyor. Günümüzde Kuzey Afrika’da, Berberiler ile Arapların Avrupalılara karşı ortak bir mücadele yürütürken kendi aralarında da zaman zaman sürtüşmeler yaşadığı gözlenir. Bölgenin en eski sakinleri Berberiler, Arapların nispi egemenliğine karşı hassas davranırken, Berberiler ve Araplar Avrupalı nüfuzuna tamamen karşıdırlar.
Fransızlar Cezayir’i (1830-1962), Fas’ı (1912-1956), Tunus’u (1881-1956), İtalyanlar Libya’yı (1911-1951) sömürgeleştirerek doğrudan işgal altında tuttu. Kuzey Afrika’daki Fransız yayılmacılığı ile eşzamanlı olarak İngilizler 1882’den 1946’ya kadar Mısır’da asker bulundurdu. İngilizler ayrıca Filistin (1917-1948) ve Irak’ta, Fransızlar Suriye ve Lübnan’da manda yönetimleri kurdular.
Sömürge döneminde nüfuz alanları temel olarak 1878 Berlin Konferansı kararlarına göre paylaşıldı. Sömürge sonrası dönemi ise İngiliz ve Fransız delegelerin adına atfen Sykes-Picot olarak da bilinen 1916 Asya-Minor gizli anlaşması şekillendirdi.
Kadim Tarih
Romalılar Kartaca savaşları sırasında Tunus’un yerlilerine “Afer” veya “Afri” adını vermişti. “Afrilerin ülkesi” anlamına gelen Afrika adı önce sadece Tunus için kullanılırken, sonra Mısır’ın batısındaki kıyı ülkelerinin tamamı için kullanılmaya başlandı, nihayet tüm kıtaya teşmil edildi. 4 Berberistan’ın doğusu ve Tunus’un güneyi için Arap fatihler tarafından kullanılan İfrikiya adı ise Latin kökenli Afrika kelimesinin Arapça söylenişinden ibarettir.
Fenikeliler M.Ö. 814 yılında bugünkü Tunus şehri civarında kurdukları Kartaca kolonisiyle yüzyıllar boyunca bölgedeki ticareti ellerinde tuttularsa da ülkenin iç kesimlerine nüfuz edemediler. Yunanlılar M.Ö. VII. yüzyılda Kyrenika’da koloni kurduktan sonra sınır anlaşmazlıkları yüzünden Kartacalılarla sıkça savaştılar. Kartacalılar M.Ö. 300 dolaylarında üstünlüğü ele geçirmekle birlikte bu kez de Roma tehdidi ve saldırılarıyla karşı karşıya geldiler. Nihayet M.Ö. 146’daki III. Pön savaşında Kartacalıları kesin mağlubiyete uğratan Romalılar bölgede 19 yeni koloni tesis ederek Kuzey Afrika’yı en önemli eyaletlerden biri haline getirdiler.
Roma İmparatorluğu ikiye ayrıldığında (395) bugünkü Libya’nın tam ortasından geçen kuzey-güney doğrultusundaki sınırın doğusunda kalan topraklar Doğu Roma’ya, batısında kalan yerler Batı Roma’ya bağlandı. Tunus dâhil Batı Roma’ya ait Kuzey Afrika toprakları V. yüzyılda İspanya’dan gelen Vandalların istilasına uğradı, VI. yüzyılda ise Bizans İmparatorluğu’nun denetimine girdi.
İslam Hâkimiyeti
VII. yüzyılın ikinci yarısında Ukbe bin Nafi komutasındaki Müslüman Arapların bölgeye gelişiyle birlikte Berberiler İslam’a girmeye başladı. Muaviye bin Ebu Süfyan Mısır’dan ayrı Kuzey Afrika vilayeti tesis ederek Ukbe’yi vali tayin etti. Ukbe’nin hicri 50 (670) yılında Tunus’ta inşa ettirdiği Kayravan kenti bütün Kuzey Afrika’nın fethi için bir hareket üssü oldu. Ukbe atını Atlas Okyanusu’na sürerek: “Allah’ım, şahit ol! Bütün gücümü sarf ettim. Eğer karşıma bu derya çıkmasaydı, senin dışında kimseye kulluk edilmeyinceye dek diyar diyar dolaşarak kâfirlerle savaşmaya devam ederdim” dediğinde hicretin üzerinden henüz yarım asırdan biraz fazla zaman geçmişti.
VIII. yüzyılın başlarında Emevi Halifesi Velid bin Abdulmelik döneminde (705-715) Musa bin Nusayr Kuzey Afrika valiliğine getirildi ve ona bağlı kumandan Tarık bin Ziyad Tanca’ya kadar ulaştı. Bu seferler esnasında Kartaca’nın 698 yılında Müslüman Arap ordularınca fethedilmesiyle bugünkü Tunus toprakları Emevi Devleti’ne katılmış oldu. Emevi yöneticilerin ayrımcı politikaları Berberiler başta olmak üzere Kuzey Afrika’nın yerli halklarını doğrudan siyasi katılımı ve eşitliği savunun bir tür İslam cumhuriyetçileri olarak nitelendirilebilecek Harici yorumları benimsemeye itti. 5 Berberilerin Arap aristokrasisine karşı ilk ayaklanması hicretin 123. yılında (740) Tanca’da patlak verdi.
Hilafetin Abbasiler’e geçmesinden sonra (750) Kuzey Afrika’da merkezi idarenin zayıflaması üzerine bağımsız devletler kurulmaya başlandı. Tunus’ta 800-909 arasında hâkimiyet kuran Ağlebiler, bilahare Kavalalı ailesinin Osmanlı’ya bağlılığına benzer şekilde, Abbasi halifesine bağlı sayılsa da uygulamada bağımsız davranıyorlardı. Fatımiler’in (909-1171) Kuzey Afrika’yı birleştirme teşebbüsü ise uzun soluklu olmayacaktı. Sırasıyla Murabıtlar (1056-1147), Muvahhidler (1130-1269) Kuzey Afrika üzerinde hâkimiyet kurdu. Muvahhidler’in yerini Fas’ta Meriniler (1195-1470), Cezayir’de Abdulvadiler (1235-1550), Tunus’ta ise Hafsiler (1228-1574) alacaktı.
Kuzey Afrika’da merkezi bir otoriteye boyun eğmeyen, korsanlıktan elde ettikleri ganimetler ve ticaretle zenginleşen irili ufaklı beylikler Avrupalı kralların iştihasını kabartıyordu. İspanyollar 1492’de Gırnata’nın düşmesiyle sonuçlanan haçlı akınlarını Akdeniz’in karşı kıyılarına doğru uzatmakta kararlıydılar.
Osmanlı Hâkimiyeti
Yarımada’da henüz bitirdikleri Reconquista (geri alma) savaşlarına Kuzey Afrika’da da devam eden İspanyollar ve Portekizliler 1505’ten itibaren üst üste elde ettikleri askeri başarılarla kıyı şeridini kontrolleri altına aldılar.
Tunus’ta Hafsi hanedanının zayıflayarak İspanyol egemenliğine boyun eğdiği bu dönemde Türk denizcileri Hızır (Barbaros) ve İshak kardeşler 1516’da İspanya Kralı Ferdinand’ın ölümüyle ortaya çıkan iktidar boşluğunu fırsat bilerek Cezayir’i İspanyollardan geri alarak yeniden İslam hâkimiyetine soktular.
Ünlü Kuzey Afrika tarihçisi İbn Ebi’d-Dıyaf’ın verdiği isimle “Hayru’d-din ve’d-Dünya”, usta bir korsan olmaktan öte teşkilatçı bir kişiliğe sahip yetenekli bir idareciydi. Bu kritik dönemde sezgisi Hayreddin’e, gücünün zirvesinde bulunan ve Orta Akdeniz’de de varlık göstermeye başlayan Osmanlı Devleti’nin himayesine girmesi gerektiğini fısıldıyordu. Hayreddin İstanbul’a gitme niyetini açtığında ulema ve ayan ilk anda “memleketi İspanyollara karşı savunmasız bırakarak ayrılmasının doğru olmayacağını” söylediler. Hayreddin ise kendi yaklaşımını şöyle savundu:
“Benim görüşüm, İslam kuvvetine elimizi uzatmamızdır. O da Sultan Selim Han’dır. Bu şehrin korunmasında ona dayanmalıyız. Bu ise ancak ona bey’at etmek, itaatına girmek, minberlerde ona dua etmek ve himayesinden istifade etmek için onun adına sikke basmakla olur.”
Bu görüşe razı oldular, minberlerde Sultan’a dua ettiler ve bu durumu Sultan Hazretlerine yazdılar. Cezayir’de Sultan adına basılmış sikkelerden gönderdiler. Hayreddin de değerli hediyeler götürdü. 6 Barbaros’un Osmanlı hizmetine kabul edilmesi sayesinde 7 Cezayir (1520), Tunus (1534) ve Trablusgarp (1551) Osmanlı hâkimiyetine girdi.
Tunus’taki son Hafsi hükümdarının 1574’te İstanbul’a getirtilerek katledilmesiyle Tunus üzerinde devam eden İspanyol-Osmanlı çekişmesi nihai olarak Osmanlı’nın kesin zaferiyle sonuçlanmış oldu. Bölgenin Osmanlı paktına katılması bizzat Osmanlı Devleti’nin bir girişimi veya planı sonucu değil, Avrupalı saldırganlara karşı bağımsızlığını korumak isteyen halkın ve eşrafın kararı sonucu gerçekleşti. 8
Tunus bu tarihten itibaren 1881’deki Fransız müdahalesine değin 347 yıl bir Osmanlı eyaleti olarak kaldı. Tunus birkaç yıl doğrudan yönetildikten sonra “dayı” unvanı verilen yerel yöneticiler aracılığıyla, XVII. yüzyıldan itibaren babadan oğula geçen bir sistemle “beylerbeyi” ve daha sonra “bey”ler tarafından yönetildi. XVIII. yüzyıldan itibaren deniz ticaretinin büyük ölçüde Atlas Okyanusu’na kayması, kötü yönetimle birleşince ekonomik ve siyasi yapı hızla bozulmaya başladı. Bütçe açıklarını kapatabilmek için yeni vergilerin konulması 1864’te beye karşı halk ayaklanmasına yol açtı. Ülke Avrupalı devletlerin genişleme emellerine müsait hale gelmişti.
– – – –
1* Bu liste hazırlanırken Arap Birliği’ne üye devletler esas alındı.
2* Zeghal, Malika, “Competing Ways of Life: Islamism, Secularism, and Public Order in Tunisian Transition,” Constellations 20, no. 2 (2013).
3* François Burgat, L’islamisme Au Maghreb : La Voix Du Sud (Tunisie, Algérie, Libye, Maroc), Les Afriques (Paris: Karthala, 1988).
4* R. Brunschvig, “Tunus,” İslam Ansiklopedisi, İslam Alemi Tarih, Coğrafya, Etnografya ve Bibliyografya Lügati (İstanbul, Milli Eğitim Basımevi: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1988).
5* Ferhat Deniz, Cezayir Nereye? Geliyorum Diyen İslam Devrimi (İstanbul: Denge Yayınları, 1992), 14.
6* Ahmed Ibn Ebi’d-Dıyaf, İthafu Ehli’z-Zeman Bi Ahbari Muluki Tunis ve Ahdi’l-Eman, vol. I (Tunus, 1963), 10.
7* Barbaros Hayreddin Reis Kanuni tarafından paşa rütbesiyle taltif edilerek kendisine Kaptan-ı Derya payesi verilmiştir.
8* Muhammed Hayr Faris, Tarihu’l-Cezair El-Hadis (Beyrut: Mektebetu Daru’ş-Şark, 1969), 23.