Araştırma-Eleştiri-İncelemeHikaye - Öykü

Ivan Illich – Okulsuz Toplum (Oda)

Önsöz

Yeşil düşüncenin önde gelen esin kaynaklarından biri olan Ivan Illich, 1926 yılında Viyana’da doğdu. Babası Ivan Peter bir inşaat mühendisiydi. Bu nedenle, Ivan Illich rahat bir yaşam sürdü ve bütün Avrupa’yı dolaştı. I. Illich 1936’dan 1941’e dek Viyana’da Piarisleng gymnasium’da okudu fakat Nazilerin 1941’deki işgalinin ardından, babası Katolik olmasına karşın, annesinin soyağacında Yahudilik olması nedeniyle, Avusturya’dan sürüldüler. Roma Gregoryen Üniversitesinde doğa bilimleri, tarih, felsefe ve teoloji okuyan I. Illich, 1953 ’de Salzburg Üniversitesi’nde “tarihsel bilginin doğası üzerine bir araştırma” başlıklı teziyle tarih doktorasını verip, New York, Washington Heights’de 1956’ya kadar rahip olarak çalıştı. Topluluğunun çoğunu İrlandalı ve Porto Ricolular’ın oluşturduğu Illich’in araştırma ve incelemeleri “çağdaş toplum” üzerinedir.
Çağdaş toplum “daha fazla kurumsallaşma ve uzmanlaşma üreterek bireyleri kendi kararlarını verme ve kendi yaşamları üzerinde söz sahibi olma hakkından yoksun bırakıyor” diyen bir düşünür, tarihçi ve teolog olan I. Illich, politik hiçbir etiketle tanımlanmamıştır. Ancak ona köktenci bir düşünür denebilir. Fikirleri, toplumu ve değerleri çözümleme biçimi şaşırtıcı, kışkırtıcı, dolaysız ve çığır açıcıdır. Yazarın Türkçe’ye çevrilen kimi yapıtları şunlardır:
Şenlikli Toplum, Tıbbın Öcü, Gender, H20, Geçmişin Aynasında.

OKULU BİR DEVLET KURUMU OLMAKTAN NEDEN ÇIKARMALIYIZ?

Pek çok öğrenci, özellikle de yoksul öğrenciler, okulun kendilerine kattığı şeyin ne olduğunu sezinliyor. Bu yoksul öğrenciler, bulundukları zamansal dönemi ve gerçek yaşama değgin olanı birbirine karıştırmalarına neden olacak bir eğitim alıyorlar. Bu durum ilk kez belirsizleştiğinde ise, devreye giren mantık şu oluyor: İyi sonuç almanın tek yolu, onları bu sürece daha fazla katmak. Öğrencilerin «okullu» hale getirilmesinin nedeni öğrenim, ilerlemeci bir gelişmeyle eğitim, bitirme belgesi ve yeterlilik, ortaya akıcılıkla yeni bir şey koyma arasındaki karışıklık yaratma isteğidir. Öğrencinin düşlem gücü, değer yerine hizmetin geçerli kılınmasıyla «okullu» olur. Sağlıklı yaşam için tıbbî sağaltım, toplumsal hayatta gelişme kaydetmek için sosyal çalışma, huzurun sağlanması için polis örgütü, ulusal güvenlik için askeriye, üretkenliğin artırılması için iş rekabeti gerektiği doğrultusundaki çıkarsamaların sebep-sonuç bağıntıları yanlış öğretiliyor. Sağaltım, eğitim, konum, bağımsızlık ve yaratıcı emek söz konusu hizmetleri verdiğini savlayan kurumların edimlerine uygun tanımlar alıyor. Böylesi hizmetlerin ilerlemesi sağaltımevlerinin, okulların ve aynı sorunu olan diğer kurumların, bütçelerine ayrılacak kaynakların artırılmasına bağlı bir işleyişleri vardır.

Elinizdeki kitapta bulunan makalelerde, kurumsallaşan değerlerin toplumsal karşıtlıklara ve ruhsal yıkıma neden olduğunu göstereceğim. Değindiğim unsurlar, küresel yozlaşma ve modern dönemlere özgü mutsuzluk dönemlerindeki üç boyutlu yapıyı oluşturuyor. Maddî niteliği bulunmayan gereksinimler metalaştığında; sağlık, eğitim, bireysel devinim becerisi, zenginleşme ya da ruhsal sağaltımın sözünün edildiği hizmetler veya «uygulamalarım sonuçları biçiminde tanımlandığında, küresel yozlaşmanın nasıl hızlandığını ortaya koyacağım, çünkü gelecekle ilgili şu anda yapılan araştırmaların çoğunun, bu değerlerin iyiden iyiye kurumsallaşmalarına destek olmaları ve bunun tam tersinin gerçekleşmesini sağlayacak koşulları ortaya koymamız gerektiği inancındayım. Araştırmalarımızı, kişisel, yaratıcı ve bağımsız ilişkilere ve aslında teknokratlarca denetlenemeyecek değerlerin ortaya çıkmasını sağlayacak kurumları var edecek bir teknoloji kullanımına yönlendirmek ve günümüzün gelecekçilik eğilimlerini belirleyecek bir doğrultuya yönlendirmek zorundayız.

Örnek olarak okulu seçtim, çünkü bireyin doğasını, dünyaya bakışını, ve dili biçimlendiren çağcıl kurumların sorunlarının neler olduğunu belirtmek istiyorum. Tüzel devletin bürokratik diğer kurumlarını somutlayan tüketici-aile, siyasî parti, ordu, kilise ve medyaya yalnızca dolaylı biçimde değineceğim. Okulun gizli öğretim izlencesine ilişkin çözümlemelerim yardımıyla aile hayatı, politika, güvenlik, inanç sistemi ve iletişimin toplumun okuldan arındırılmasından yarar sağlaması bir yana, kamu eğitiminin de söz konusu oluşumdan kârlı çıkacağını göstereceğim.

Çözümlemelerimin ilk adımını okuldan arındırılmış bir toplumun ne demek olduğunu açıklamak oluşturuyor. Bu bentlerde, gelecek bölümlerde işleyeceğim bu yöntemle ilgili beş özel yapının yardımıyla yazacaklarım daha rahat anlaşılacaktır.

Yalnızca eğilim değil, sosyal gerçekliğin kendisi de okullulaştırılmıştır. Bu durumun gideri, aynı sömürgede yaşayan varsıl ya da yoksul için yaklaşık olarak aynıdır. ABD’deki kentlerden yirmisinde, varoşlarda ve varsılların yaşadığı yönlerde öğrenci başına yıllık harcama birbirine yakın tutarlardadır ve bu tutar genellikle yoksulların zararınadır. Yoksullar ve varsıllar, eşbiçimde, hayatlarını yönlendirip, dünya görüşlerini oluşturan ve kendileri için yasalı ve yasa dışını tanımlayan okullara, sağaltımevlerine bağımlıdırlar. Her iki katmanın bireyleri de kendilerini sağaltmayı sorumsuzluk, eğitmeyi olanaksız bulmakla ve yetke tarafından yasal yaptırım korkutması bulunmadıkça herhangi bir örgütlenmeyi saldırgan ya da yıkıcı buluyor. Söz konusu iki grup için kurumsal uygulamaya duyulan güven, ondan bağımsız bir biçimde eylemde bulunmayı kuşkulu kılıyor. Bireyin kendine ve topluma duyduğu resmî dayanakları olan güvenin gelişmişliği, Brezilya’nın kuzeydoğusunda yerleşmiş halka oranla Westchester’da daha örneklik bir özellik gösteriyor. Her yerde yalnızca okulu değil, bütün halinde toplumu da okuldan arındırmak gerekiyor.

Toplumun düşlem gücünde neyin değerli ya da uygulanabilir olduğuna karar veren refah toplumlarının yazçizcileri uzmanlaşmış, siyasî ve ekonomik tekeller olma savındadırlar. Çağdaş yoksulluğun köklerinde, adı geçen bu tekeller vardır. Karşılığı kurumsal olan sıradan her gereksinim, yeni yoksullar yetiştirip, yoksulluğa yeni bir tanım buluyor. Meksika’da bundan on yıl önce, kişinin kendi evinde doğup ölmesi, ya da bir arkadaşının yanına gömülmek istemesi alışıldık bir davranıştı. Kilise, kişinin yalnızca ruhsal gereksinimlerini sağlardı. Günümüzdeyse hayatın evde başlayıp bitimlenmesi yoksulluğun ya da özel bir ayrıcalığın kanıtıdır. Hayatın sona ermesi doktorların, cenaze teşrifatçılarının kurumsal yönetimi altındadır.

Temel gereksinimler toplumca bilimsel yöntemlerle üretilmiş meta adına isteklere dönüştürüldüğü için, yoksulluk artık teknokratların gönüllerince ad verecekleri düzeylere göre belirleniyor. Bir sözcük olarak yoksulluk böylece kimi yönlerden, reklamı yapılan malın istenen satış düzeyine yükselememesi durumunda kullanılıyor. Meksika’da üç yıllık eğitim almayanlar yoksul sınıfına yerleştirilirken, New-York’ta bu süre on iki yıla çıkmakta ve yoksullar sınıfına dahil olmaktadır.

Toplumun en korunması gereken sınıfını sürekli yoksullar oluşturmuşlardır. Kurumsal korunmaya karşı güçlenen güven; yoksullara yardım edilmesinin önüne geçen, onlara ruhsal yetmezlik, kendi hayatlarını sürdürememek gibi akla ters suçlamalar yönelmesine neden oluyor. Andlar’ın doruklarında yaşayan köylüler, arazi sahipleri ve alsatçılarca sömürülüyor. Lima’ya yerleşmelerinin ardından, siyasetin patronlarına bağımlılanmış, eğitim almadıkları için de yetersiz damgasını yemişlerdir. Çağdaş yoksulluk, bireyde yer tutan gizilgücün kaybıyla birlikte, koşulları değiştirmeye yetecek gücün azlığıyla belirlenmiştir. Yoksulluğun çağdaşlaşması bütün dünyayı ilgilendirmesi gereken bir olgudur ve nedeni de modern azgelişmişliğin kökenlerindedir. Bu durum kuşkusuz, yoksul ya da varsıl ülkelerde farklı biçimler alıyor.

Özellikle ABD kentlerindeki çağdaş yoksulluk en ağır biçimiyle göze çarpıyor. Yoksulluğun bu düzeye çıktığı başka bir dünya ülkesinde bunca yüksek bir gider olmamış; yoksulluğun kökünün kazınması için harcanan paralar dünyanın başka hiçbir yerinde bunca bağımlılık, öfke, hayal kırıklığı ve daha fazla talep yaratmamıştır ve dünyanın başka hiçbir yerinde, yoksulluğun sadece para harcanarak gerçekleştirilen bir uygulamada esas alınması ve kurumsal devrimlere gereksinim duyulması bunca açıkça belirmemiştir.

Günümüz ABD kentlerinde yaşayan siyahlar ve göçmenler, iki kuşak önce hiç akla gelmeyecek ve Üçüncü Dünyalıların çoğunluğunca garipsenecek uğraşman bir onay koparmaya can atıyorlar. Sözgelimi, on yedisine varıncaya kadar okulu asan çocuklarının yine okula alınması için, işini savsaklayan bir belge memurunun veya sağaltımevindeki günlüğü, dünya yüzündeki pek çok insanın üç aylık geliri olan altmış dolarlık bir yatağın kendilerine ayrılması için bir doktordan medet ummaktalar; ne var ki, bu tutum, yoksulları böylesi davranışlara iyice alıştırmakta; işlerini, kendi deneyimleri ve mensubu oldukları toplumdaki olanaklar çerçevesinde düzenlemelerini uygulanamazlaştırıyor.

ABD kentlerindeki yoksulların konumu, dünyamızdaki bütün yoksulları korkutan koşullarla benzeşiyor. Değinilen kurumların uğraşman hiyerarşisi, hizmet sunum biçimlerinin ahlaklı olduğuna halkı inandırmalarının ardından, ülkedeki yoksullar, parayla dönen refah kurumlarının içkinIeştirdiği yıkıcılığı değiştiremeyeceklerini bulguladılar. Amerika Birleşik Devletleri’nin varoş yoksulları, kendi deneyimlerinden yola çıkıp, okuldan arındırılmış bir toplumun yapılandırılmasının yanlışlarını açıklayabilirler.

Anayasa Mahkemesinde yargıç olan William O. Douglas, «Bir kurumu oluşturmanın tek yolu onu akçalandırmaktır» der. Bunun tersi de doğrudur. Sağlık, eğitim ve refahı tehdit eden bu kurumlardan ekonomik yardımı çekerek, neden oldukları yoksullaşmanın önüne geçilebilir.
Değinilen durumu örneklersek, 1965-1968 yılları arasında, sayıları altı milyonu bulan çocukları yaşadıkları koşulların etkilerinden kurtarmak amacıyla ABD okullarına üç milyar dolar harcanmıştır. Bu uygulama, eğitim alanında bugüne değin uygulanan en yüksek maliyetli programdır, ancak olumsuz koşullarda yaşayan çocukların öğrenimlerinde bir gelişme görülmemiştir. Anılan çocuklar, orta gelir grubunda yer alan arkadaşlarıyla karşılaştırıldığında, düzeylerinin bu grubun da gerisine düştüğü ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra, bu programın uygulanma aşamasında uğraşmalar bu sayıya ek olarak» yoksulluk sonucu iyi bir eğitim almaktan yoksun kalan on milyon çocuk daha bulunduğunu saptamışlardır. Aynı kişilerin ellerinde, alınacak federal yardımın artırılması için daha fazla neden bulunuyor.

Harcanan paradaki çoğalmaya karşın, yoksulların eğitim düzeyinin yükselmemesinin nedenlerini üçe ayırmak olası:
1- Üç milyar dolar, altı milyon çocuğun edimi için yetersizdir.
2- Para, doğru biçimde harcanmamıştır. Farklı öğretim izlencesine, yönetimde iyileştirmeye, yoksul öğrencilere yapılan yardım tutarında artışa ve araştırmaların çoğalmasına gidilmelidir.
3- Eğitimin dezavantajları okul eğitimiyle etkisizleştirilemez, çünkü asıl sorun bir kurum olan okulun kendisindedir.

Para okul bütçesine uygun harcandığı sürece, ilk madde doğru ve geçerli oluşunu sürdürecektir. Para, sahiden dezavantajlı pek çok çocuğun bulunduğu okullara harcandı ama yoksul çocuklara harcanmadı. Yoksul çocuklara harcanmak üzere ayrılan bu para, parayı kendi bütçeleri için federal yönetimin ekonomik desteği olarak alıp okullarına giden öğrencilerin yarısı için harcandı. Andığımız maddî olanak eğitim için olduğunca, çocukların bakımı, toplumsal rollerin aşılması ve yeni seçimler için ayrıldı. Bütün bunlar kaçınılmaz biçimde; varolan ortam, eğitim izlencesi, öğretmenler, yönetim ve aynı okulların bütçelerindeki diğer bileşenlerde içerildi.

Söz konusu bu yardım, okula yoksullarla gittikleri için «sorunlu»laşan varsıl çocuklarını hoşnut etmek, onların giderlerini karşılamak için kullanıldı daha çok. Sonuç olarak, yoksul bir çocuğun eğitiminde dezavantajları giderecek biçimde kullanılmasına karar verilen her bir doların çok küçük bir bölümü okul bütçesi yoluyla öğrenciye ayrılabildi.

Paranın isabetsizce kullanılmış olması mümkün, ansak en keskin isabetsizlik bile okul sistemini anılan duruma yetiştiremez. Okullar, ayrıcalıklıların bu konudaki baskılama yapıları gereği direnirler, bu gerçekleşmediğinde bir dezavantaj durumu belirebilir. Özel eğitim izlencesi, ayrı sınıflar veya uzatılmış ders saatleri daha fazla gider ve daha derin farklılaşmalar getirebilir.

Vergilerini ödeyenler, üç milyar doların, Pentagon için harcanıyormuşçasına Sağlık, Eğitim ve Toplumsal Refai İzlencelerine ayrılmasını kanıksamış haldeler. Halihazırdaki yönetim, eğitimcilerin muhalefetine karşı koyabileceğine inanabilir. İzlencede herhangi bir kesinti olursa orta sınıf Amerikalı için bir kayıptan söz edilemez, ancak yardımın denetlenmesine ilişkin isteklerini kendi çocukları için dile getirseler bile, yoksullar yitirecekleri bir şeyler olduğunu biliyorlar. Kimileri, bütçede kısıntıya gitmenin ve kârı çoğaltmanın akılcı çözümünün, Milton Friedman ve diğerlerince önerilecek öğrenim yardımı sistemine bağlı olacağı beklentisindedir. Yurttaşın okullaşmada üzerine düşeni yapmasını sağlayarak, yardımlar akılcı ve yararlı bir biçimde değerlendirilebilir. Bu, kredi işlemlerinin eğitim izlencesine uygun sınırlandırılmasına ve eşit uygulamaya olanak verecektir, ama yine de, toplumsal isteklerde bir eşitliğin sağlandığından söz edilemeyecektir.

Açık açık ortaya koyalım: Bir çocuk, eşnitelikte eğitim alma hakkıyla, varsıl bir yaşıtının konumuna çok az ulaşabilir. Aynı okula akran olarak başlasalar bile, yoksul çocuklar, orta sınıf aile çocukları için elbette mümkün olan eğitim olanaklarının çoğundan uzaktırlar. Onların üstünlükleri evdeki sohbetlerden, kitaplardan ve çocuğun hoşlanacağı tatil gezilerinden, okula, okul dışı etkinliklere değin uzanıyor. Yoksul öğrenciler, gelişim ve eğitim ereğiyle okula bağımlı kaldıkları sürece, diğerlerinden geri kalacaktır. Yoksulların gereksinimi, savlanan eşitsizlikleri gidermek için belge almaya değil, öğrenme eylemlerini hayata geçirmelerini sağlayacak yardımlara gereksinimi vardır.

Anılan durum hem varsıl uluslar hem de yoksul uluslar için geçerlidir, ne var ki, bu, daha fazla kişiyi, daha somut ama daha önemsiz biçimide etkiliyor. Latin Amerika’da çocukların yarıdan fazlası beşinci sınıfa geçmeden okulu bırakıyor, ancak bunun sonuçları Amerika’daki kadar olumsuz değildir.
Bugün kalımlı ve daha az yoksun edici klasik yoksulluğun kurbanı olan birkaç ülke vardır. Latin Amerika’daki pek çok ülke ekonomik ilerlemeye, rekabet esaslı tüketime ve bunun yanı sıra, çağdaş yoksulluğa uzanan bir süreci yaşıyor. Adı geçen ülke halkları, varsıl olma düşleri kura kura yoksul bir yaşam sürdürmeyi öğrendiler. Bu ülkelerin yasaları altı ile on yıllık eğitimi zorunlu sayıyor. Bunca uzun bir eğitim dönemi, azınlıkla sınırlı kalmasına karşın, yalnızca Arjantin’de değil, Meksika ve Brezilya’da da sıradan yurttaşlar Kuzey Amerika tekbiçiminin aynısı olan bir eğitim istiyor. Adını andığımız ülkelerde nüfusun çoğunluğu artık okul bağımlısıdır. Özelliksiz bir eğitimden daha özellikli bir okullulaşmaya doğru bir yönelim görülüyor. Okul konusundaki tutuculukları, okul kurumunun onları iki kat daha fazla sömürmesine neden oluyor. Bununla birlikte, halkın, birkaç kişinin eğitim görmesi için bulunduğu yardımda artışa ve pek çok kimsece gerçekleştirilen sosyal-denetimin kabul edilmesinde bir yoğunlaşma görülüyor.

Bir çatışkı biçimiyle, okullulaşmanın mutlaka gerekli olduğuna dair inanç, çok kısıtlı sayıda kimsenin okullardan yararlanabildiği ve gelecekte de bu sayının değişmeyeceği ülkelerde egemendir. Latin Amerika’da eğitim için aileler ve çocuklar tarafından bugün bile çok farklı yöntemlere başvuruluyor ve ulusal gelirden eğitime ayrılan yüzde, varsıl ülkelere oranla belki de daha fazladır, ancak yapılan yatırımın toplamı, dört yıllık zorunlu eğitim için bile kısıtlıdır. 1980 yılında, ülkedeki üniversiteleri kapatacağını, yaşamın tümünü bir eğitim sürecine dönüştüreceğini söyleyen Castro da okuldan arındırılmaya yönelik bir eğilimdeymiş gibi görünüyordu. Ama yine de, orta ve yüksek okullarda, Latin Amerika’nın öbür ülkeleri gibi, Küba da okul yaşı olarak saptanan dönemi, sorgulanamaz bir erek ve yalnızca geçici para sorunları sonucu oluşabilecek kesintilerle gecikebilecek bir aşama olarak görüp tutum geliştiriyor.

ABD’de somutlanan ama Latin Amerika’da sadece sözü edilen uygulamanın benzer aldatıcılıktaki uçları birbirini bütünlüyor. Kuzeyin yoksulları, güneyin yoksullarında silinmez etkiler bırakan on iki yıllık eğitimden yoksundurlar; ne kuzey de ne de güneyde zorunlu eğitimden eşit pay alınıyor ve ancak her iki somutta da «okullulaşmanın» varlığı, yoksulların kendi eğitimlerini denetlemesini engelliyor. Bütün dünyada bir kurum olarak okul, eğitim karşıtı etkiler barındırır; eğitimde okul uzman bir kurum olarak adlandırılıyor. Okuldan kaynaklanan başarısızlıklar, eğitimin genellikle alabildiğine pahalı, karışık, özel bir uğraş alanı olduğuna kanıt olarak gösteriliyor.
Okul, eğitim için ayrılan parayı, insan kaynağını ve iyi niyeti kendisi adına sahiplenir. Bununla birlikte

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Narayana – Hitopadeşa

Editor

Jorge Luis Borges – İngiliz Edebiyatına Giriş

Editor

Richard Feynman – Fizik Yasaları Üzerine

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası