Deneme

Jean-Paul Sartre – Edebiyat Nedir

YAZMAK NEDİR?
Hayır, biz müziği, heykeli ve resmi ‘de bağlanmak’ istemiyoruz ya da en azından aynı biçimde
bağlamak istemiyoruz. Hem sonra neden isteyecekmişiz? Geçmiş yüzyıllarda bir yazar, uğraşıyla
ilgili bir görüş ile sürdüğünde, bunu hemencecik öteki sanatlara da uygulaması isteniyor muydu
ki? Ama, sanki aslında tıpkı bütün yüklemlerinin eşdeğerli olarak yansıttığı Spinoza düşünbilimindeki töz gibi, bu dillerin birinde ya da ötekinde aynı rahatlıkla dile gelebilecek tek bir sanat varmışçasına bugün müzik ya da yazın argosuyla ‘resimden söz etmek’ ve ressam argosuyla da ‘yazından söz etmek’ incelik sayılıyor. Her sanatçı eğiliminin başlangıcında, ancak çok sonraları durum ve koşulların, eğitimin ve dünyayla yüz yüze gelmenin belirleyeceği ayrımsız bir seçme var kuşkusuz. Gene hiç kuşkusuz, aynı çağın sanatları birbirlerini etkiler ve hepsi aynı etkenlerce koşullanmıştır. Ama bir yazın kuramının saçmalığını, bunun müziğe uygulanamayacağını söyleyerek gösterenler, önce bütün sanatların birbirine koşut olduğunu kanıtlamalıdırlar. Oysa yok böyle bir koşutluk. Gerek bizde, gerek bütün dünyada  değişen yalnızca biçim değil, aynı zamanda özdür; ve renkler ile sesler üzerinde çalışmak başkadır, derdini sözcüklerle dile getirmek başka. Notalar, renkler, biçimler birer im değildir; bizi kendi dışlarındaki hiçbir şeye götürmezler. Onları salt kendilerine indirgemek de olanaksızdır elbette; ve örneğin bir ses, düşünü soyutlamadan başka bir şey
değildir: Meıieau-Ponty’nin Phénoménologie de laperception’da (Algılamanın Görüngübilimi) pek
güzel gösterdiği gibi, içinde imlem (signification) bulunmayacak kadar yalınlaşmış nitelik ya da
duyum yoktur. Tersine, içlerindeki küçük karanlık anlam, hafif neşe, çekingen hüzün hep oradadır ya da bir sıcaklık dalgası gibi çevrelerinde titreşmektedir; renk ya da ses’tir bu anlam. Elma yeşilini, o buruk neşesinden ayrı düşünebilecek kimse var mıdır? Ve aslında ‘elma-y e şilinin neşesi’ deyimi bile gerekenden fazlasını söylemek değil midir? Bir yeşil vardır, bir de kırmızı, hepsi bu; bunlar birer nesnedir, her biri kendi başına vardır. Ama şurası da bir gerçek ki, genel bir anlaşmayla, onlara birer im değeri yükleyebiliriz. Nitekim çiçeklerin dilinden söz ederiz. Ama, eğer bir uzlaşma sonucu, beyaz güller bana ‘bağlılığı’ anlatıyorsa, bu, artık onlara bir gül olarak bakmayışımdan ileri gelmektedir: Bakışım, gülleri geçip gitmekte, onların ötesindeki şu soyut etkiye yönelmektedir; unutuyorum gülleri, onların o köpük köpük açılışlarının, insanın içini burkan tatlı kokularının farkına varmıyorum; hatta onları algılamıyorum bile. Diyeceğim, burada bir sanatçı gibi davranıyorum. Sanatçı için renk, demet, çorba kâsesine çarpan kaşığın tınlaması en yüksek dereceye ulaşmış birer şey’dir; sanatçı ses ya da biçim niteliğine takılır kalır. Hep bu niteliğe döner ve
onunla sarhoş olur; önündeki beze işte bu nesnerengi aktaracaktır ve üzerinde yapacağı biricik
değişiklik onu imgesel nesne biçimine sokmak olacaktır. Demek ki o, renkleri ve sesleri bir dil2
gibi görmekten uzak mı uzaktır. Sanatsal yaratışın öğeleri için geçerli olan, bu öğelerin bir araya
gelişi için de geçerlidir: Ressam Önündeki beze birtakım imler çizmek istemez, bir şey yaratmak
ister; ve eğer kırmızı, san ve yeşili bir araya getiriyorsa, bu renklerin bir araya gelişinde, tanımlanabilecek bir imlem, açıkça bir nesneye götürüş bulunması için ortada hiçbir neden yoktur. Hiç
kuşkusuz bu bir araya gelişte de bir ruh vardır ve ressamın eflatunu değil de sarıyı seçmesi için,
gizli de olsa birtakım dürtüler bulunduğuna göre, böyle yaratılmış nesnelerin en derin eğilimleri
yansıttığını ileri sürebiliriz. Ancak bu nesneler, sözlerdeki ya da yüzdeki bir anlatım gibi sanatçının kızgınlık, bunalım ya da sevincini dile getirmez: Bunların izlerini taşır ve bu duygulanımlar, kendi başlarına ele alındıkları zaman, zaten anlama benzer bir şey taşıyan bu renklere döküldükleri için bulanıklaşır, karanlıklaşır; artık hiç kimse onları bütünüyle yakalayamaz. Tintoretto, 2 Hiç değilse, genel anlamda, Klee’nin büyüklüğü ve yanılgısı, hem bir im, hem de bir nesne oLacak bir resim yapma çabasında yatmaktadır.
* ‘Yaratmak’ diyorum, “Öykünmek’ değil, ki bu da, benim sözümden hiçbir şey anlamamışa benzeyen ve gölgelere kılıç sallayan M. Charles Estienne’in bütün o tumturaklı sözlerini sıfıra indirmektedir.
Golgotha’nın üstündeki göğün bu sarı sarı yırtılışını, bunalımı anlatmak ya da doğurmak üzere
seçmemiştir; bu hem bunalım, hem de sarı çıöic’tür. Bir bunalım göğü ya da bunalan bir gök
değildir; nesneleşmiş bir bunalımdır bu, göğün sarı sarı parçalanışına dönüşmüş ve aynı zamanda, nesnelerin öz nitelikleri, geçirimsizlikleri, yayılışları, kör süreklilikleriyle, dışardalıklarıyla ve
öteki nesnelerle aralarındaki sayısız ilişkilerle dolup taşmış, yoğrulmuş bir bunalımdır; yani bu bunalım hiçbir yerde okunmaz artık, gökle toprak arasında hep yarı yolda kalmış, onların, yapıları
yüzünden dile getiremediği şeyi dile getirmek üzere girişilmiş engin ve boş çabadır. Ve aynı biçimde, bir ezginin imlemi (anlattığı şey) -eğer burada hâlâ imlemden söz açılabilirse- eşdeğerli
olarak birçok biçimde verilebilecek düşünlerin tersine, ezginin kendisi dışında hiçbir şey değildir. Ezginin neşeli ya da hüzünlü olduğunu söyleyin isterseniz; o her zaman kendisi için söyleyebileceğiniz şeylerin ötesinde ya da berisinde kalacaktır. Sanatçı daha zengin, daha çeşitli tutkular taşıdığı için değil, belki de yaratılan temaya kaynaklık etmiş olan bu tutkular, nota biçimini alırken, bir özdeğişimine ve bir bozulmaya uğradıkları için böyledir. Bir acı çığlığı, kendisini doğuran acının belirtisidir. Ama acılı bir şarkı hem acının
kendisidir, hem de acıdan başka bir şey. Ya da varoluşçu sözlükten yararlanmak isterseniz, bu acı
var olmaz artık, vardır. İyi ama diyeceksiniz, ya ressam bir ev resmi çizerse? Ama yapıyor zaten,
yani düşsel bir ev yaratıyor bez üzerinde, yoksa bir ev imi değil. Ve bu şekilde ortaya çıkan ev, ger­
çek evlerin bütün çift anlamlılığını kendinde taşır. Yazar kılavuzluk edebilir size ve eğer bir gecekonduyu anlatıyorsa, bu gecekonduyu toplumsal  adaletsizliklerin simgesi yapıp öfkenizi kışkırtabilir. Ressam dilsizdir: Size bir gecekondu sunar, hepsi bu; orada dilediğinizi görmek elinizdedir.
Şu tavan arası hiçbir zaman yoksulluğun simgesi olamaz; bunun için bir im olması gerekirdi, oysa o
bir nesnedir. Kötü ressam bir örnek arar, bir Arap, bir Çocuk, bir Kadın resmi çizer; iyi ressam ise ne
Arabm, ne de işçinin gerçekte ya da bez üzerinde var olmadığını bilir; o bize bir işçi gelişigüzel bir
işçi sunar. Peki bir işçi üzerinde ne düşünülebilir? Çelişik bir şey. Bütün düşünceler, bütün duygular
oradadır, derin bir ayrımsızlık içinde beze yapıştırılmıştır; seçim size düşmektedir. İyi yürekli bazı
sanatçılar kimi zaman bizi duygulandırmak istemişler; kar altında iş bekleyen uzun işçi kuyrukları, bir deri bir kemik kalmış işsiz yüzleri, savaş alanları çizmişlerdir. Bu sanatçılar bizi, Fils prodigue (Tutumsuz Çocuk) adlı tablosuyla Greuze’ün yaptığından çok etkilemez. Ya Le Massacre de Guernicd’nın (Guernica Kırımı), bu
başyapıtın İspanyol davasına tek bir kişi kazandırabildiğine inanıyor musunuz acaba? Bununla
birlikte, bu tabloda hiçbir zaman bütünüyle anlayamayacağımız ve anlatabilmek için sayısız sözcük gerektiren bir şey dile getirilmiştir. Picasso’- nun çözülmez bir anlamla dolu, iki büklüm olmuş
zayıflıklarından ve tulumlarının solgun renkli baklava biçimli yamalarından ayrı düşünülemeyecek uzun boylu, çift-anlamlı ve ölümsüz Soytarıları bir coşkudur, etleşmiş ve etin, tıpkı bir kuEdebiyat Nedir? 17/2
rutma kâğıdının mürekkebi içişi gibi içtiği, tanınmaz olmuş, yitik, kendi kendine yabancı, uzayın
dört bir köşesine çekiştirilmiş, ama gene de varolan bir coşkudur. İyilikseverliğin ya da öfkenin
başka ürünler verebileceğinden hiç kuşkum yok, ama onlar da bu tablo üzerinde eriyip gidecekler,
burada adlarım yitireceklerdir, içinde yalnızca karanlık bir ruhun kaynaştığı nesneler kalacaktır
ortada. İnsan imlemlerin resmini yapmaz, imlemleri dökmez notalara; bu koşullar altında, kim
çıkıp da ressam ya da müzikçiden bağlanmasını istemeye cesaret edebilir acaba?

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Tahsin Yücel – Yüz ve Söz

Editor

Montesquieu – Kanunların Ruhu Üzerine

Editor

Semih Gümüş – Yazar Olabilir Miyim? – Yaratıcı Yazarlık Dersleri

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası