Bu çalışma, kadın bedeninin “neye hizmet etmesi” ve “nasıl sergilenmesi” gerektiği meselesinin, modernleşme niyetiyle kimi girişimlerde bulunan Osmanlı’da, hangi araçlar ve kararlarla çözülmeye çalışıldığını tartışıyor. Gülhan Erkaya Balsoy; bu tartışmayı, arşiv belgelerinin yanı sıra Osmanlı’da kadın doğumun kurucu “babası” Besim Ömer’in eserleri, 20. yüzyıl başında çoksatar olan ve kadınlara yönelik nasihatler içeren yayınlar ve kimi popüler edebî metinler üzerinden sürdürüyor.
Osmanlı’nın nüfusu kontrol etmeye çalışan kadın odaklı politikaları, bir yandan kadın bedenini denetim altına alıp siyasetin sahasına çekerken bir yandan da kadını ve kadın sorunlarını görünür kılıp üzerinde konuşulur hale getirmiştir. Devlet erki, Osmanlı nüfusunun artmasını -ama Müslümanlar lehine artmasını- isterken makbul kadını ve kadınlığı da tarif ediyordu.Makbul kadın vakti gelince hemen evlenmeli, çok çocuk doğurmalı, asla kürtaj yaptırmamalı ve kendisini doktorlara emanet etmelidir. Bu tarif, yaşadığımız dönemin siyasal diline ve amaçlarına ne kadar da denk düşüyor.
Günümüzde sürdürülen kürtaj tartışmalarının ve kadına/kadınlığa “had” bildiren sert erkek üslubunun kuruluşunu araştıran Kahraman Doktor İhtiyar Acuzeye Karşı, “cinsellik, doğum, hamilelik, düşük gibi deneyimlerin sadece biyolojik bedenle ilişkili olmadığını, son derece politik konular olduğunu bir kere daha hatırlatıyor.”
GÜLHAN ERKARA BALSOY, 1995 yılında Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu. Editörlük, sivil toplum kuruluşlarında proje yö- neticiliği, çevirmenlik gibi işlerin ardından 2002 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Bilim, Teknoloji, Toplum programında yüksek lisans yaptı. 2003 yılında Binghamton Üniversitesi’nde tarih alanında doktora eğitimine başladı. 2010-2011 akademik yılını “Europe in the Middle East – The Middle East in Europe” (EUME) programının doktora sonrası araştırma bursuyla Berlin’de geçirdi ve hâlâ üzerinde uğraştığı Osmanlı’da yalnız, yoksul, kimsesiz kadınların deneyimlerini sorguladığı kitap üzerinde çalış- maya başladı. Geç Osmanlı tarihi ve kadın ve toplumsal cinsiyet tarihi üzerine araştırma yapıyor. Önemsediği bazı çalışmaları arasında yeni do- ğan bebeklerin anneleri tarafından öldürülmesini incelediği “Infanticide in Nineteenth Century Ottoman Society,” Middle Eastern Studies, 50/6 (2014): 976-991 ve Cibalikapı tütün fabrikasındaki kadın işçilerin emek deneyimlerini tartıştığı “Osmanlı Emek Tarihinin Toplumsal Cinsiyet Açı- sından Okunması: Erken Yirminci Yüzyılda Cibali Tütün Fabrikası,” Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Emek Tarihi içinde, Touraj Atabaki and Gavin Brockett, (editörler) (Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012) sayılabilir. Şu anda öğretim üyeliği yapıyor. Hüseyin’in annesi.
Teşekkür
Bu kitap 2009’da doktora tezi olarak hazırlayıp sunduğum, 2013’te elden geçirerek ve genişleterek düzenlediğim ve İngilizce olarak basılan kitabın Türkçeleştirilmiş halidir. Bu uzun süreçte pek çok kişiden pek çok farklı şekilde destek aldım. Ancak bu çalışmanın oluşumundaki katkısı için ilk olarak 2011 Şubat’ında yitirdiğimiz danışmanım Prof. Dr. Donald Quataert’e bir kere daha minnettarlığımı dile getirmeliyim. Öğrencilerinden beklentilerini asla dü- şürmeden onlara tanıdığı özgürlük alanının, onların kendisini geçebilmesinden duyduğu mutluluğun, sürekli yeni sorulara, yeni perspektiflere açık oluşunun, gözettiği akademik etik standartlardan asla taviz vermemesinin kıymetini her geçen gün tekrar tekrar anlı- yorum. Kendisinin öğrencisi olmak büyük bir ayrıcalıktı. Binghamton Üniversitesi’ndeki eğitimim boyunca Rifa’at Ali Abou-El-Haj’ dan sürekli sorgulayıcı olmayı, hiçbir tarih tahayyülünün bugünden bağımsız düşünülemeyeceğini öğrendim. Jean Quataert ise hem verdiği dersler hem de bu çalışmanın ilk oluşum sürecindeki yol göstericiliğiyle kadın ve toplumsal cinsiyet tarihçiliği açısından ufkumu genişleten kişi oldu. Kendilerine bir kere daha teşekkür etmek istiyorum.
Bu çalışmanın araştırma süreci büyük ölçüde Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nin vermiş olduğu araştırma bursu sayesinde mümkün olmuştur. 2009’da doktora tezi olarak savunduğum metnin İngilizce olarak kitaplaştırılması süreci için de “Europe in the Middle East, The Middle East in Europe” programının doktora sonrası araştırma bursuna teşekkür borçluyum.
Bu çalışmada pek çok meslektaşım ve arkadaşımdan çok çe- şitli biçimlerde destek aldım. Burada hepsine bir kere daha teşekkür ediyorum. Ancak geçtiğimiz sekiz yıl boyunca hem bu çalışmanın oluşum sürecindeki hem de akademik hayattaki tüm zorlukları benimle birebir paylaşan aileme teşekkür etmek istiyorum. Yaz aylarında üzerimdeki en önemli sorumluluklardan biri olan annelik yükünü büyük ölçüde üstlenen ve çalışmama olanak sağlayan anne ve babama sadece bu yardımları için değil hayatım boyunca verdikleri destek için ne kadar teşekkür etsem azdır. Bu kitabı onlara ithaf ediyorum. Ali ve Hüseyin ise bu uzun zaman diliminin her aşamasında yanımdaydı. Araştırma ve yazma sürecinin bütün zorluklarını da güzelliklerini de benimle birebir yaşadılar. Her ikisine de büyük teşekkür borçluyum, iyi ki varlar.
İçindekiler
GİRİŞ……………………………………………………………………………15
BESİM ÖMER, EBELİK VE DOĞUM TARİHİ YAZIMI………37
Kahraman Doktor “İhtiyar Acuze”ye Karşı:
Besim Ömer ve Eserleri ………………………………………………41
“Melek Doktor”: Besim Ömer, Doğum ve
Ebelik Üzerine Tarihçiliği…………………………………………….51
EBELİĞİN DÖNÜŞÜMÜ ……………………………………………….63
Tulumbacı Kızı Namlı Ebe ve Edremitli Emine’nin
Ölen Üç Nefer Evladı ………………………………………………..63
Ebelik Mektebi ve Ebeliğin Düzenlenmesi……………………..77
Nefise Hanım ……………………………………………………………91
Madam Annik ve Doğumun Tıbbileşmesi ……………………..99
ISKAT-I CENİN: SİYASİ İKTİDAR VE KADIN BEDENİ ….113
Politik Bir Alan Olarak Kadın Cinselliği ……………………….122
Bir Kamu Sağlığı Meselesi Olarak Iskat-ı Cenin …………….133
Kürtaj ve Kadın Doğası……………………………………………..144
Hangi Nüfus? ………………………………………………………….154
HAMİLELİK, RAHİM VE TIP ……………………………………….161
Hamilelik Elkitapları ve Doğurgan Beden…………………….168
Gebenin Terbiyesi, Yeni Doğanın Terbiyesi …………………..184
Kimler Doğurmalı, Kimler Doğurmamalı?……………………191
KISIRLIK…………………………………………………………………….198
Tıbbi Bir Sorun Olarak Kısırlık …………………………………..202
Ahlaki Bir Problem Olarak Kısırlık ……………………………..207
İdeal Aile Önünde Bir Engel Olarak Kısırlık …………………211
Kısırlık Ve Nüfus Mühendisliği …………………………………..217
SONUÇ………………………………………………………………………221
DİZİN…………………………………………………………………………249
Giriş
Bu kitap kaçınılmaz olarak uzun bir sürecin ürünü oldu ve dolayısıyla yazılma serüveni sırasında hem konusunun hem de tarihçiliğin gördüğü ilgi açısından bir dizi değişime tanıklık etti. Doktora tezi araştırmamdan yazmaya başlamama; tezimi kitaplaştırıp İngilizce olarak yayımlamam ve Türk- çe yeniden yazma maceram boyunca geçen sekiz yıllık süre içinde, Türkiye’nin son on yılında, öncelikle tarih bilimine gösterilen ilgi ve iltifat önemli ölçüde arttı. Popüler tarih dergilerinin, resmî tarihi eleştiren yarı akademik yayınların sayı- sında görülen artış, tarihsel dizilerin hem sayılarının hem izleyicilerinin çoğalması, televizyonlardaki tartışma programları- nın bir kısmının bu konuya ayrılması tarihin gördüğü ilginin önemli göstergeleri ve dolayısıyla üzerinde düşünülmeye değer gelişmeler.
Öte yandan bu süre içinde sadece tarihe değil ele aldı- ğım konuya gösterilen ilgi de büyük bir değişim geçirdi. Konumu biraz da el yordamıyla seçip araştırmaya başladığım 2006’da doğum politikaları henüz bugünkü şiddetiyle tartı- şılmaya başlanmamıştı. En az üç çocuk tavsiyesine biraz daha zaman vardı. Kürtaja ilişkin fiili yasaklama daha görünürde değildi. Hamile kadınların kamusal alanlarda nasıl davranmaları gerektiğine ilişkin tartışmalar feminist duyarlılığa sahip olanlar dışında pek de kimsenin dikkatini çekmiyordu. Ancak araştırmaya başladığım 2006 ve araştırmamın sonuçlarını doktora tezi olarak sunduğum 2009 yazı arasında bir şeyler değişmeye başlamıştı. Araştırmama başlarken ele aldı- ğım konu, genellikle ilginç, sıra dışı, farklı gibi aslında ciddiyet ve önemi pek de çağrıştırmayan tabirlerle niteleniyordu. 2000’lerin ilk on yılı bittiğindeyse artık ele aldığım konu sadece “ilginç” değildi, nüfusa ilişkin kaygıların kadın bedeni ve doğurganlığı üzerinden ifade edilmesi artık gündelik olarak da son derece sıklıkla gündeme gelen, tartışılan, eleştirilen meselelerdi ve merak edip konumu soran pek çok insanın konu üzerinde mutlaka bir fikri oluyordu.
Doktora tezime, “Bu çalışmada on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında izlenen doğum ve nüfus politikalarını inceleyeceğim. Bu dönemde yaşanan büyük demografik dönü- şümler, Osmanlı devlet adamlarının nüfusun geleceği konusundaki kaygılarını tetiklemiş, bu da kadın bedeninin tıbbi, yasal ve ideolojik bir gözetim altına alınmasıyla sonuçlanmıştı. Bu kitapta kadın bedenini ve doğurganlığını denetim altına almaya yönelik politikaların kurucu unsurlarından olduğunu iddia ettiğim dört meseleyi; ebelik, doğum, kürtaj ve hamileliği inceleyeceğim. Bu konuları incelemek suretiyle genellikle son derece mahrem olduğu ve özel alana girdiği düşünülen cinsellik ve doğuma ilişkin deneyimlerin aslında özel ve mahrem değil son derece politik konular olduğunu göstermeye çalışacağım,” diyerek başlamıştım. Uzun uzun mahrem olanın politik olduğunu, hamilelik, doğum, kürtaj gibi deneyimlerin sadece biyolojik ya da bedene ilişkin deneyimler olmadığını, son derece politik konular olduğunu, politikanın kurulduğu ve hayatlarımızı asıl şekillendirdiği alanın da bu mahrem alanlar olduğunu anlatmaya çalışmış- tım. Günümüzde artık pek de yenilikçi olduğu söylenemeyecek bu gözlem, bir tarafta Foucault’dan günümüze ulaşan bir çizginin, bir tarafta da feminizm ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının kimi zaman çatışarak kimi zaman birbirlerinden beslenerek anlattığı fikirlere dayanıyor. Ancak son üç- dört yıldır Türkiye’de gündemi iyi kötü takip eden birinin bu bakış açısına ulaşması için ne Foucault’yu ne feminist sosyal bilimcileri okuması gerekiyor. Hamileliğin, doğumun, kürtajın elbette ki politik olduğu neredeyse herkes için çok açık. Kürtaj hakkını savunan da, yasaklanması gerektiğine inanan da, hamile kadınların dışarıda dolaşmasını utanç verici bulan da, buna sokaklara dökülerek cevap verenler de, sanıyorum hamileliğin sadece hamilelik olmadığı, kadınlara biçilen rolle, o toplumda ideal görülen kadınlık ve erkeklik modelleriyle, hatta o toplumun kendisine çizdiği gelecekle gayet ilişkili olduğu konusuna hemfikirdir.
Burada, özel olanın politik olduğunu on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı toplumu örneği üzerinden, doğum ve do- ğurganlığın tıbbi, biyolojik ya da nüfusun sayısal büyüklüğü- ne ilişkin kaygılar olmayıp asıl olarak toplumun nasıl yönetileceğiyle derinden ilişkili alanlar olduğunu göstermeye çalışacağım. Gerçekten de politik iktidar kimi zaman doğumu teşvik ederek, kimi zaman doğurganlığın azalmasını savunarak, kimi zaman kürtajı kolaylaştırarak, kimi zaman yasaklayarak yani birbirlerine taban tabana zıt adımlar atarak kadın bedeni ve dolayısıyla nüfus üzerindeki egemenliğini kurar. Bu kitapta da belli bir yönetim anlayışının bize en mahrem gelen deneyimler üzerinden nasıl icra edildiğini, en “mahrem” olan deneyimlerimizin bazen en politik alana dair olabildiğini tartışacağım.
Bu çalışmada nüfusun sayısal boyutunu incelemeyi bilinçli olarak tercih etmedim; ancak on dokuzuncu yüzyıl sü- resince yaşanan nüfus kaybı ve demografik değişimler, hiç şüphesiz, bu araştırmanın arka planını oluşturmaktadır. Ba- ğımsızlık mücadeleleri ve savaşlarla gelen toprak kayıpları, göç hareketleri, tıptaki bazı gelişmelerle yıkıcılığı biraz olsun azalmış olsa da salgın hastalıklar önemli demografik değişimlere yol açmıştır. Doğuma ilişkin politikaların önemli bir boyutu nüfusun azalmasından kaynaklanmıştır. Ancak doğum politikalarını, nüfusun sayısal büyüklüğüne ilişkin endişelere indirgeyerek ele almak konuyu daraltacaktır. Nüfus politikaları nüfusun ne kadar büyük olacağından çok “nasıl” bir nüfus olacağı ve daha da önemlisi bu nüfusun “nasıl yönetileceği”yle ilgilidir. Yüksek sesle ifade edilen, çok çocuk doğurmayı teşvik etmek, doğum sırasındaki ölümleri azaltmak gibi hedefler nüfusun sayısal büyüklüğüyle ilgili kaygıları dile getiriyor gibi görünmektedir. Oysa dikkatimizi bu bağırgan sözlerden daha alçak sesle ifade edilen, kimi zaman dile bile getirilmeden satır aralarında ima edilenlere çevirdiğimizde tartışmanın aslında hangi sınıfsal, etnik ya da dinî grubun nüfusunun artmasının teşvik edileceği, kimlerin nüfusunun artmasının o kadar da iyi olmadığı, ideal demografik bileşimin nasıl olması gerektiği soruları üzerinden yürütüldüğünü görürüz.
Kitapta, Osmanlı doğum politikalarının üç ana damar üzerinden formüle edildiğini öne sürüyorum: doğumun tıbbileştirilmesi ve ebeliğin profesyonelleşmesi; kürtajın yasaklanması ve üçüncü olarak hamileliğin tıbbileştirilip kadın bedeninin disipline edilmesi. Osmanlı tıp ve devlet adamları doğum sırasında gerçekleşen ölüm oranlarını azaltmak üzere öncelikle doğuma ilişkin tıbbi koşulları geliştirmeyi amaçlamıştır. Bu da doğumun o döneme kadar esas kahramanı olan ebelerin işlevlerinin yeniden tanımlanması ve ebelerin denetlenmesi sonucunu doğurmuştur. Kadın ebelerin yanı sıra önce Avrupa ülkelerinde, özellikle de Fransa’da, sonra da Osmanlı tıp okullarında eğitim almış erkek kadın doğum uzmanlarının sayısı artmaya başlamıştır. Bebeğin rahim içinde çevrilmesini sağlamak üzere geliştirilen forseps gibi o dö- neme özgü tıbbi teknolojilerin kullanılmaya başlanması, viladethanelerin (doğumevi) ortaya çıkmasıyla doğumun evden kopup hastanelerde yapılmaya başlanması, ebe ve doktorların işlevleri, görevleri, hak ve sorumluluklarının yeniden tanımlanması, bu iki grup arasındaki sınırların yasa ve yönetmeliklerle belirlenmesi hem ebelik mesleğini hem de doğum deneyimini dönüştüren önemli gelişmelerdir.
Osmanlı nüfus politikalarının ikinci ayağını kürtajı yasaklamaya yönelik adımlar oluşturur. Osmanlı devlet adamları bir yandan doğum standartlarını yükseltmeye çalışırken bir yandan da kürtajı yasaklamaya yönelik düzenlemeler yaptı. Bu düzenlemeler kürtajı yasadışılaştırmanın yanında çok çocuklu ailelere maddi destek vermek gibi birtakım sosyal politikaları da kapsıyordu. Osmanlı aydınlarına göre kürtaj, Müslüman kadınların en yaygın kullandığı doğum kontrol yöntemi ve dolayısıyla düşük doğum oranlarının da baş müsebbibiydi. Yarım yüzyılı aşan bir süre boyunca ideolojik, söylemsel, hukuki ve gündelik zeminde kürtaj karşıtı bir kampanya yürütüldü. Kürtajı yasaklamaya yönelik bu politikaları incelemek nüfus politikalarının hem toplumsal cinsiyet hem de etnik boyutuna yönelik pek çok soru sormamızı mümkün kılar. Kürtaj karşıtı çabalar ve nüfusu artırmaya yönelik politikalar kimi zaman kadınlardan işbirliği talep edip kimi zaman onları nüfusun azalmasının esas sorumlusu olarak suçlasa da her zaman ideal/edepli kadınlıkla ideal olmayan/ahlaksız kadınlık arasındaki karşıtlıktan beslendi. Çocuk doğurmak neredeyse insani, vicdani, milli bir görev gibi tanımlanırken, kürtaj yapmak çoğu zaman cinayet işlemekle bir tutuldu.
Ele aldığım yarım yüzyıldan biraz daha uzun olan bu dö- nemde, hamilelik ve hamilelik sırasındaki bakım, tıp doktorlarının ilgisini çeken başka bir mevzuya dönüştü. Doktorlara göre sağlıklı bir hamilelik güvenli bir doğum, sağlıklı bir nesil ve sağlıklı bir toplumun önkoşuluydu. Bu dönemde ilk defa hamilelik sırasında bakıma ilişkin nasihat kitapları yazılmaya ve basılmaya başlandı. Doktorlara göre bu önemli deneyim uzmanların kontrolü altında yaşanmalıydı. Doğum ve hamileliğe ilişkin nasihat yazınına göre kadın bedeni asıl olarak doğum için yaratılmıştır. Ancak bu amacın en iyi şekilde ger- çekleştirilmesi, yani hem çok çocuk doğurabilmesi hem de bu çocukların bedenen ve ahlaken sağlam olabilmesi için her şeyden önce annenin beden ve maneviyatının sağlam olması gerekiyordu. Hamilelik sırasındaki bakım kitapları da bu doğ- rultuda bakımdan çok bedeni ve ahlaki terbiyeyi anlatan son derece normatif kitaplar şeklinde hazırlanmıştı.
Ancak hamilelik tıbbileştirilirken hamile kalamama durumu, yani kısırlık da göz ardı edilmedi. Buraya kadar saydı- ğım üç başlıktan daha geç ele alınsa ve daha az vurgulansa da Osmanlı doğum politikalarının bir başka ayağı da kısırlığa ilişkin tartışmalarla şekillendi. Dönemin doktorları, kısırlığı, nüfusun artmasını engelleyen başka bir faktör olarak görürken tıbbi gelişmelerin; ama daha çok da kısırlığı giderici ve doğurganlığı tetikleyici beslenme ve yaşam tarzı değişiklikleri yardımıyla kısırlığın tedavi edilebileceğine inanıyorlardı.
….