29 DİLDE, 40’TAN FAZLA ÜLKEDE BASILAN ULUSLARARASI BİR BESTSELLER
Kanada’dan Japonya’ya, Brezilya’dan Endonezya’ya yüzbinlerce okurun gönlünde taht kuran KAYIP GÜL genç Türk romancı Serdar Özkan’ın ilk romanı.
Tüm zamanların en çok okunan ve sevilen kitaplarından St. Exupéry’nin Küçük Prens’i, Richard Bach’ın Martı’sı ve Paulo Coelho’nun Simyacı’sına denk tutulan Kayıp Gül, bugüne kadar 29 dile çevrildi, birçok ülkede haftalarca bestseller listelerinde yeraldı.
Kayıp Gül’ün kahramanı Diana’nın peşine takılan okur, başta Türk kültürüne olmak üzere, Yunan mitolojisinden Yunus Emre’ye; William Blake’ten Sokrates’e; doğu mistisizminden Küçük Prens’e; Meryem Ana’dan Nasrettin Hoca’ya; modern yaşantıdan metafiziğe; gerçek dünyadan güllerin ve düşlerin dünyasına gizemli bir yolculuğa çıkıyor.
“Çağdas bir fabl, derin ve bilgece – St. Exupéry’nin başyapıtı Küçük Prens’in tadında.” DPA – ALMANYA
“Muhteşem bir öykü. Bu romanın yaptığı muhteşem. Denilebilir ki, bu romanın bizi birleştirmeye gücü var.” TVA Televizyonu – KANADA
“Türklerin Küçük Prens’i tüm dünyayı büyülüyor.” Helsinki Sanomat – FİNLANDİYA
“Gerçek mutluluğu aramak üzerine ilham verici harikulade bir öykü.” Magazin 2000plus – ALMANYA
“Büyük bir global başarı. Simyacı, Küçük Prens ve Martı’yı sevenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap.” Air Beletrina – SLOVENYA
“Kayıp Gül Doğu ile Batı arasında bir köprü.” Vijesti – SIRBİSTAN ve KARADAĞ
“Kayıp Gül hayatımda okuduğum en güzel öykülerden biri. Kitabı bitirdiğiniz zaman, kendinizi bir hediye almış gibi hissediyorsunuz. Ben öyle hissettim.” Christine Michaud, TVA Televizyonu – KANADA
“Çok başarılı, masalsı bir roman.” Prof. Talât Sait Halman – Bilkent Üni. Edebiyat Fakültesi Dekanı
“Serdar Özkan genç ve yetenekli bir romancı, onun adını önümüzdeki yıllarda sık sık duyacağınıza sizi temin edebilirim.” İskender Pala – Kasım 2003
Ey Gül, sen hastasın:
Uluyan fırtınada,
Geceleyin uçan
Gözle görülmez kurt,
Senin kızıl sevinç yatağını buldu;
Ve onun karanlık gizli aşkı
Senin yaşamını yok ediyor.
William Blake
Bir bahçeye girmek gerek
Hoş teferrüç kılmak gerek
Bir taze gül kokmak gerek
Ol gül hergiz solmaz ola
Yunus Emre
Öndeyiş
Efes! İkilikler şehri. Aynı anda hem Artemis’e, hem de Meryem Ana’ya ev sahipliği yapan şehir. İçinde hem egoyu, hem de ruhu barındıran, kibrin ve tevazuun, esaretin ve özgürlüğün iç içe geçtiği şehir. Efes! Zıtların birbirine dolandığı, insan gibi bir şehir.
Bir ekim aksamında, işte o şehrin, Efes’in yakınındaki Meles suyu kıyısında oturuyorlardı. Güneş kızıla boyadığı Bülbül Dağının ardına saklanmak üzereydi. Göklerin dilini konuşanlar, yaklaşan yağmuru müjdelemişlerdi her ikisine de.
“Saint John halka Meryem Ana’dan bahsediyor,” dedi genç kız. “Ağlayan, homurdanan, küfreden kalabalığı sen de duyuyor musun? Binlerce insan, yeni gelen dinin, tapındıkları tanrıçayı yasaklamasına isyan ediyor; ayaklarım yere vurarak tempo tutuyor, hep bir ağızdan bağırıyorlar: ‘Meryem de kim? Biz Artemis’e tapanlarız!”’
”’Artemis?” diye sordu genç adam. “Şu tanrıça? Hani Romalıların Diana dedikleri”’
“Boş ver onu,” dedi genç kız. “Halkın önce şekillendirip, sonra da taptığı bir hayal o sadece.”
“Onun hakkında çok şey biliyor gibisin?”
“Onu kendimi bildiğim gibi bilirim.”
“Madem öyle, biraz ondan bahsedemez misin?”
“Uzun hikâye.”
“Dinleyebilirim.”
“Pekâlâ,” dedi genç kız. “Dinle o halde… Artemis. Nam-ı diğer Diana. Okçu tanrıça. Okunu ‘ansızın gelen tatlı bir ölüm’ sunmak için kullanırmış. Özgür ruhlu ama tutsak, bağımlı fakat yine de kibirli. Sancılarla kıvranan annesi Leto, bir zeytin ağacına yaslanarak doğurmuş onu ve…” Biran durdu, derin bir nefes aldıktan sonra ekledi:
“Ve ikizini…”