Roman (Yerli)

Susacak Var

Bir aşk, bir adamın bakışlarında nasıl sizin olabilir? Siz ki, küçük bir kız çocuğusunuz, o aşkı almaya cesareti nereden bulursunuz? Diyelim ki, cesaretsizliğinizin nazıyla, siz ellerinizi açmadan adam aşkı avuçlarınıza bıraktı içinden gözleriyle birlikte. Siz nasıl taşıyabilirsiniz adama olduğu karar aşka da çocuk kalırken?

Ve bir yazar aşk yazmışsa sayfalara, kelimeleri daha mı anlaşılır okunur? Siz henüz adım atmadığınız halde görünen ufkunun çetrefilliğinde, yolları daha mı hızlı yürünür, gidilir? Ayrılıkla başlayan bir şarkının nakarata geldikçe vuslata ters ilerleyen sözlerinde, müziği daha mı kavuşulacakmış gibi dinlenir?…

1. BÖLÜM

Uyandığım uykunun mahmurluğundan kurtulup da, odamdaki eşyaları fark etmeye başlamamla birlikte, yüzüme bir mutluluk dalgası yayıldı. Kalbimin atisi, kendini yerinden fırlatabilecek kadar hızlıydı. Böylesi bir heyecanı unutalı ne kadar olmuştu ki? En son duyduğum mutluluk anımı hatırlamıyordum bile… Yaşım çok büyük değildi ama yine de arkamda unutulan bir şeylerimin olması bana tuhaf geliyordu.

Adımlarımdaki küçük kız olma isteği, odamdan çıkıp banyoya giderken daha da büyüyordu Küçük bir ki; gibi hoplaya zıplaya yürümek, şarkı söylemek… Ama yine de sessizliğim benimleydi şu an… Sevincime rağmen. Elimi yüzümü yıkayıp aynaya baktım dikkatlice. Saçlarım istediğim boydaydı ve güzeldim; aksimin aynadaki yansımasında 21 yıllık yüzüm bazen, gördüğüm en güzel yüz gibi gelirdi bana. Ve bugün, o çok aralıklı yaşanan bazen’lerin yüzüme yerleştiği gündü. Güzeldim. Gülümseyerek “Hadi Kayra! İşte beklediğin gün” diye fısıldadım. Sabahın serinliğiıi bir avuç suyla tekrar sürerek yüzüme, geceden hazırladığım kıyafetlerimi giymek için ve koruyarak sessizliğimi odama döndüm. Zira uyandırmamam gereken biri vardı yan odada.

Gecenin flüoresan aydınlığında bana güzel görünen kıyafetlerim sabahın gün yüzüne kadar kılık değiştirmişti sanki. Beğendiğimi bulamadım seçimimde. Dolabımın karşısına geçip, boş boş bakmaya başladım. Ne giymeliydim? Yüzümde gördüğüm güzellik bedenimi es geçmişti. Yeşil suntadan, gençliğin zevkine uygun yapılmış dolabın önündeki uzun bekleyişimin sonunda, böyle za manlarımın forma kıyafetini çıkardım ve onları giydim. Mavi kot pantolon, mavi tişört ve soğuğa yakalanırsam giyebileceğim lacivert hırka… Mevsim şimdi, karışık bir sonbahardı, akşama doğru kışlı bir hâl alabilirdi. Hazırlık aşamamın içinde şairimden dizeler mırıldanıyordum, “Bu aşkın adresi dursun sende / kelepçeli kuşlar yuva kurmadan gözlerimize / belki geri döneriz / ve geri veririz birbirimize / yitirilmiş ne varsa…”

Bazı geceler kitabının sayfalan arasında kendimi kaybederken, okuduklarımın bana yazıldığını düşünürdüm. Tam olarak beni anlatmıyordu ama bazı şeyler o kadar ben’di ki… özellikle de bu dizeler bana yazılmıştı işle… Ona, bu sahiplenmeyi anlatsam, tepkisi sevimlice mi olurdu?

Kitaplığımın başköşesinde de olsa, yazarının eli değmediği için yarı öksüz duran kitapları koydum çantama öncelikle ve özenle. Fotoğraf makinesini ön göze sıkıştırdım. Anı dondurmak, ilerde hatırlamayı kolaylaştırırdı. Masanın kenarında düşmemek için yardım bekleyen defterimin acizkâr bakışına acıdım. Benim asıl yol arkadaşım oydu. Ortalık mekânların arkalarında bir yerlerde aklıma gelenleri karaladığım, okuduğum kitaplardan notlar aldığım kara kaplı, kalın defterim…

Evden çıkarken sessizliğimin boşunalığını gösteren ses, şaşkınca seslendi bana. “Çıkıyor musun kızım?” Annem, Fatoş! Çoktan uyanmış, hafta sonu kahvaltımızı hazırlamış, teşrifimi bekliyordu. Nedenini sormamasına rağmen “evetin sonuna yerleştirdim “acelemin ne olduğunu. Bir oftan ibaretti söylenmesi. Sonrası olmazdı hiçbir zaman.

Öğle üzeri gerçekleşecek bir imza için erken çıkmıştım evden. Vaktimi İmgenin yanında geçirebilirdim ya da heyecanımı azaltabilirdim onun sözleriyle. Yollar bomboştu ve şehri ikiye bölen nehir kıyısındaki öğrenci mekânları sessizdi. Bana bu şehri daha ayrı sevdiren bir manzaraydı. Kalabalığın cümbüşünden gizli kapaklar altında kalan ayrıntıları, güzellikleri böyle zamanlarda fark ediyordum. Başım önde yürüyordum bu eski şehrin tenha sokaklarında. Kafamın içinde biriken binlerce düşünce ve yüreğimde nereye saklayacağımı bilmediğim bir heyecan…

İmge Yurt öğlenci hanesinin kapısını çaldığımda, hemen açılmamasından anladım ki, hali uykusundaydı. Ve onu uyandırmamın cezası bir on azardı. Önce araladığı, somasında beni gördüğü kapıyı açık bıraktı ve söylenerek odasına döndü.

Çocuğum sen deli misin.1 Ne bu saatle…

çıkarırken, o çokları yatağına donmuştu ama söylenmeye de devam ediyordu. Hoşuna gitmediği bir şey yaptığım zaman bana hep “çocuğum” diye hitap ederdi. Peşinden odasına girip yatağının kenarına oturdum.

Kalk İmge! İmza geldiğinde gideceğim, sen de gel! Yorganın altından gelen boğuk bir sesle:

Kayra gece geç uyudum. Selime de sık görüşmeyelim, dedim. Seninle akşam çıktığımı duyarsa her şey daha da kötü olur!

yalnızca sevildiği bir ilişkiyi tercih etmiş, şimdi de kurtulmak için çabalıyordu ama aklı hâlâ tek taraflı olarak sevdiği ilişkideydi…

İyi iyi… Ben de tek giderim.

Şansımı zorluyordum, sinirli bir İmge’ye karşı.

Aslında Kuzeyle gidecektim ama nerelerde olduğunu bilmiyordum.

Bir yanı: gelmedi. Kalkıp gitmemi hem istiyordu hem de istemiyordu. Kısa bir sessizlikten sonra esneyerek doğruldu yatağından. Sarı saçları darmadağın, iri yeşil gözleri şiş. yüzü solgundu Geç uyumaktan ziyade, hiç uyumamış gibiydi. Ayağa kalkıp odadan çıktığında ben, karşımdaki aynadaki bana bakıyordum. Arkamda görünen oda dağınıktı. Masanın Üzerinde Fotoğraf albümü… Uykusuzluğun nedeni fotoğraf karesinde dondurulmuş sahnelerdi. Ev arkadaşı yoktu bir suredir. Aşikâr ki, evdeki yalnızlığım geçmişin, geçmeyen fotoğraflarıyla geçer hâle getirmeye çalışmıştı. Soru sormamak gerekirdi. Bilirdim imgeyi. Soruşuz

Yatağın kenarına oturdu. Sustu. Yüzümdeki mutluluğu bozmak istemiyordu. Sessizliğine bir şey demedim, diyemedim. Derin bir nefes alarak, aşağılayan bakışlarla giydiklerimi süzdü. Sesindeki bina sahip çıkma isteği ve küçük bir çocuğu korumak adına, azarlama çınlamasıyla söylendi:

Giyecek başka bir şey bulamadın mı? Bari benimkilerden birini al, Çok kötü görünüyorsun!

Biliyorum ama ne yapayım? Ne giyeceğimi şaşırdım. Her zamanki gibi kararsızlığımın kıyafetlerini giydim.

Sözüne başlayacak çıkışı bulamamıştı. Onu uyandırmış olma suçumu affettirmenin tek yolu vardı; o da kahvaltı hazırlamak!

Düşündüm de, ben en iyisi sana güzel bir kahvaltı hazırlayayım! Ne dersin?

Bu fikrimin ne kadar tehlikeli olduğunun farkına anında vararak:

Sağ ol Kayra! Dün akşam mutfağı temizledim. Bu temizlikle bir hafta idare etmek istiyorum! En iyisi sen otur, ben hazırlayayım.

Odadan çıktığında onun yatağına iyice yerleşmiştim bile. Günün heyecanını yaşıyordum ama güne dair hiçbir şey düşünemiyordum. Abanıyordum. Maharet kelimelerdeydi! Belki de sevdiğim yazar, yazdığı gibi değildi! Tanıştığımda hayal kırıklığına uğrayabilirdim. Aslında gitmemeliydim ve o hep, sayfalan arasında düşlediğim gibi kalmalıydı. İç konuşmalarım, yapacağımın tersi yönündeydi ve ben iç sesimi dinlememeliydim… Zira mutfaktan İmge sesleniyordu. Kendine gelmemişti halâ. Seslenişi saçmalama karışımıydı.

Kayra, sen şimdi adama âşık olup gel irmişsin!

Çok komik İmge! İşim gücüm yok da adama aşık olacağım. Ben Mehmet’ten zor kurtuldum. Yok canım almayayım!

Hayır, âşık olman sorun değil de, sevdalı hâlin çekilmez olu

Demek âşık hâlimle sizi rahatsız ediyordum ha! Bunu Öğrendiğim iyi oldu. Âşık olduğumda ruhunuz bile duymayacak canım!

Söylediklerinde haklıydı. Mehmet’e âşık olan bendim ama kahrımı o çekmişti. İmge, odanın kapısında gelip durmuş, alaya bakışlarıyla bana gülümsüyordu.

Bence asıl sorun, adamın sana âşık olma ihtimali. Gerçi bu görünüşünle nasıl olacaksa?

İmge…

İsmini uzatarak söyledim. O da anladı ne demek islediğimi. Başımın altındaki yaşlığı ona doğru Fidanım. Mutfağa kaçmayı başarmıştı. Arkadaşımın içine bir şeyler doğuyordu sanki. Olurdu bazen. Ve doğru da çıkardı… Yok yok! Her şey olurdu da bu imkânsızdı! Akın Polat bana âşık olacak! Ya sonra, ben de başbakan olacak mıydım?

Uykusunu tam olarak alamamış ve her ne kadar belli etmemeye çalışsa da sinirli bir İmgeden beklenmeyecek özende hazırlanmış bir kahvaltı masasında konuşmaya başladık. Günün gereksiz konuları vardı gündemimizde. Okul. dersler, hocalar… Ben hiçbir şey yiyemiyordum. İmge’yi dinliyordum. Gündelik mevzulardan esas konuya girebildiğinde tüm dikkatim onun üzerindeydi. Dün geceden bu sabaha bir eser mahiyetinde uyanmasının nedeni, eskitemediği yaralarının depreşmesiydi. Fotoğraflara sığınmış, daha beler kanamıştı. Ağlamış ve lanet etmişti.

Kayra, ben kendimi hâlâ onun gölgesinde hissediyorum. Selim’in sorunu yok. İçimi yenemeyince, ona çatıyorum.

İsyan ediyor gibiydi. Gölgesini dahi göremediği adamın gölgesindeydi! Bir aşka, zaman’ı katil seçemeyince, başka bir aşkın öldürücülüğünden medet umuyordu. Aşklar, ayrılığa dönüşünce intihar bir eğilimin içinde seyrederlerdi. Bakıştaki bir çift gözü öldürebilecek kadar bakamazdı başka bir çift göz ve bir aşk, başkasına gerek kalmadan, deniz kırlangıçlarının güneşe kavuşma sevdasıyla sular ardına gitmeleri gibi ölüme vururdu kendini ve bir kedi kılığında saklardı cesedini. Yani, kendi katline meçhul bir fail olurdu.

Kayra ben kimi aldatıyorum? Sorusunun cevabını biliyordu ama kabullenmek istemiyordu.

Kimi seviyorsan onu aldatıyorsun!

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Cydonia

Editor

Billur Köşk Hikâyeleri

Editor

Yüksek Topuklar

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası