Kral Kaybederse – Gülseren Budayıcıoğlu
Genç adam telefonu aceleyle kapatıp yüzünü buruşturarak kalktı masadan. Eliyle, “Allah kahretsin!” der gibi bir hareket yaptıktan sonra birlikte iskambil oynadıkları arkadaşlarının biraz hayret ama daha çok da kızgınlık dolu bakışlarım görmemek için başını arkaya doğru çevirip kükrer gibi bir sesle kulübün garsonuna seslendi.
— Hüseyin, pardösümü ver, çıkıyorum!
Arkadaşları ellerindeki kâğıtları ne yapacaklarını bilemeden öylece kalakaldılar. Kumar dediğin, böyle yanda bırakılıp kalkılmaz ki… Her şeyin bir adabı var. Adama, “Aldı da kaçtı,” derler sonra. Erkek dediğin karı sözüyle arkadaşlarını satar mı? Bir değil, iki değil, bu kaçıncı oluyor? Buna rağmen yine de kâğıt ona geliyor. Bir de “aşkta kazanan, kumarda kaybeder” derler. Hepsi yalan… Bu herif hem aşkta kazanıyor, hem de kumarda.
İçlerinden en iriyarı olanı kâğıtları masaya sertçe fırlattıktan sonra sandalyesini gıcırdatarak ayağa kalktı. Ceketini yakalarından tutup arkaya doğru attıktan sonra başım sağa sola çevirerek, içinden “la havle” çeker gibi şöyle bir dolaştı ortalıkta. Canı çok sıkılmıştı. O gidince hem kare bozuluyordu, hem de paraların çoğu onun Önünde olduğu için oyunun keyfi kalmıyordu. Bir-iki kere yüksek sesle genzini
temizledikten sonra Kenan’a doğru dönüp söylenmeye başladı.
— Bu kaçıncı birader! Bir daha seninle masaya oturursam ne olayım. Bu kadından kurtulamadın gitti. Kadın da kadın olsa ba-
ri! Sana kaç kere söyledik, vazgeç şundan diye. Böyle giderse başın iyice belaya girecek. Görmüyor musun, adeta esir aldı seni. Evdeki karından çekmedin bu sürtükten çektiğini. Hem böyle ilişkiler bu kadar uzatılmaz, bir yerde kesip atılır. Duyan da hayatında hiç kadın görmedin sanacak.
— Bırak Allah aşkına Semih, zaten canım sıkkın, bir de böyle ulu orta konuşup benim canımı iyice sıkma.
— Sıkması var mı birader, şuraya oturalı telefonun susmadı! Ne istiyor bu kadın, anlamadık ki… Madem bu kadar kıymetli, madem bu kadar korkuyorsun ondan, bizimle bir daha masaya oturma. Çocuk oyuncağı değil ki bu! Şurada oturduk, bir yandan kafa çekiyor, bir yandan küçük küçük oynuyoruz. Bizim de tadımızı kaçırıyorsun. Artık pek genç de sayılmayız. Hepimiz yedik bu haltları ama tadında bıraktık. Tezgâhından geçmeyen kadın kalmadı maşallah ama hâlâ bıkmadın, usanmadın bu işlerden.
Semih doğru söylüyordu. Yine rezil olmuştu arkadaşlarına. Bu akşam kulübe keşke hiç gelmeseydi. Ama işten çıkıp dosdoğru eve gidecek bir adam değildi o. Üstelik böyle düzenli bir hayata alışkın da değildi. Akşamüstü işten çıkınca yıllardır hep bu kulüpte toplanır, yer içer, kadından kızdan, arada bir memleket meselelerinden, işten güçten konuşur, sonra da masaya oturup küçük çaplı kumar oynarlardı. Eve gitmeleri gece yarısını bulur, arada bir içlerinden biri veya birkaçı hanımlarını atlatamadıkları için gelemezlerdi. Kenan kulübün müdavimlerindendi. Ne yapar eder iş çıkışı burada bir tek atmadan eve gitmezdi. Ama bu kadın son günlerde iyice azıtmıştı. Gerçi eve gidince ona krallar gibi bakıyor, bir dediğini iki etmiyor, tam bir geyşa gibi her türlü hizmetini yapıyordu ama son günlerde akşamları eve geç gelmesine ısrarla karşı çıkıyor, her seferinde onu erken getirmenin bir yolunu buluyordu. Bugün de, “Doğum günümü unuttun mu yoksa?“ deyince, Kenan’ın aceleyle masadan kalkmaktan başka bir çaresi kalmamıştı. Nasd da unutmuştu Fadi’nin doğum gününü?
Şu kadınlan hem çok seviyor, hem de bitmez tükenmez kaprislerine bir türlü tahammül edemiyordu. Yok doğum günü, yok
tanışma günü, yok yılbaşı, o da olmadı bayram derken törenler hiç bitmiyordu. Gerçi diğer erkekler gibi böyle şeylere o pek pabuç bırakmaz, çoğunda bir yolunu bulur vc atlatırdı ama bu sıralar aralarında bir türlü başa çıkamadığı bir gerginlik sürüp gidiyordu. Doğum gününde bari yanında olsa iyi olurdu.
— Tamam, tamam, ne deseniz haklısınız ama Fadi’nin bugün doğum günüymüş. Unuttum işte. Aslında buraya hiç gelmemeliydim bugün ama kafam karışık. İş güç derken unutmuşum birader.
Masada oturanlar bir yandan kıs kıs gülüyor, bir yandan da homurdanıyorlardı. Sen hem kendine metres tut, hem de kadının doğum gününü bile unut! Bu kadarı da nerede görülmüş?
— Yine de marifetli adamsın, dedi Sami, biz olsak hanımlar hemen kapının önüne koyarlardı. Büyü mü yapıyorsun bu kadınlara? Hele karını nasıl idare ettiğini anlamak mümkün değil. Bunca yıldır hiç mi bir şeyin farkına varmıyor bu kadın? Allah bilir geceleri de eve gitmiyorsundur.
— Bırakın Allah aşkına benimle uğraşmayı, siz işinize bakın. Alın, bu markalan da aranızda paylaşın. Para mara istemiyorum.
Kenan markaları masanın ortasına doğru ittikten sonra garsonun getirdiği şık, bej pardösüyü giyip siyah deri çantasını da eline aldıktan sonra hızla çıktı odadan. Kulübün büyükçe VtP odasında ağırlanıyorlardı. Her biri ya devlet dairesinde bürokrat ya da büyük işadamıydı. Yıllardır hiç ayrılmamışlardı, iyi çalışıyor, iyi kazanıyorlardı. Bu kadar çalıştıktan sonra biraz da keyif yapmak onların da hakkıydı. Hem artık pek genç de sayılmazlardı, kırklı yaşların sonuna gelmişlerdi. Çoluk çocuk büyümüş, her biri üniversite öğrencisi olmuştu. Hiçbirinin karısı çalışmıyordu. Gerçi onlar da üniversite mezunuydu ama hem kocaları iyi para kazanıyordu, hem de çoluk çocuk telaşı hep annelere kalmıştı. Bu devirde çok para kazanmak kolay değildi. Ya Kenan gibi dağ bayır gezecektin ya da gece yarılarına kadar devlete hizmet edecektin. Küçük memur, saati dolunca çıkar ama büyük bürokratlar için saat kavramı yoktur. Gün olur gece yarısına kadar toplantılar devam ederdi.
Bu kulüp onlar için bir sığınak haline gelmişti. Ayrı bir odada oturup kalktıkları için başka kimse onları görmüyor, böylece gazetelere haber olmaktan kurtuluyor, geç saatlere kadar gönüllerince yiyip içiyor, erkek erkeğe sohbet ediyor, sonra da kıran kırana yanık oynuyorlardı. Zamanında kimi bakanlık, kimi müsteşarlık, kimi de daire başkanlığı yapmıştı. Gerçi şu anda aralarında bakan olan yoktu ama hâlâ çok üst düzey mevkilerdeydiler. İçlerine asla yeni birini almazlar, onlara hizmet eden garsonların bile değişmesine izin vermezlerdi. Onlar da bu hizmetin bedelini fazlasıyla öder, her gün garsonlara yüklüce bahşişler bırakır, devlet dairesindeki işlerinde her birine yardımcı olurlardı.
Kenan da önceleri devlette çalışıyordu. Orada kalsa şimdiye kadar çoktan o da bir şeyler olurdu ama o hırslıydı, parayı seviyordu. Bir an önce para kazanmak istemiş ve yıllar önce ayrılmıştı devletten. İnşaat mühendisliği okumuş, hemen kendine bir şirket kurmuş, eski ilişkilerini de kullanarak devletten ufak ufak iş almaya başlamıştı. Zamanla şirket büyümüş, yanında çalışanların sayısı gün gün artmış ve sonunda koca bir inşaat firmasının sahibi olmuştu. Bugünlere gelmek hiç de kolay olmamış, Türkiye’nin çeşitli illerinde şantiyeler kurulmuş ve özellikle gençliğinde eve barka gelemez olmuş, bol bol seyahat etmesi gerekmişti. Onun bu seyahatlerden aslında bir şikâyeti yoktu. Zaten düzenli bir ev hayatını hiç sevmez, hep macera arar, özellikle kadınların başrol oynadığı maceralara bayılırdı.
Bu iş seyahatleri sayesinde kimseye hesap vermeden istediği gibi yaşayabiliyor, hayatından kadınlar hiç eksik olmuyordu. Bir kadınla ömrünü geçirecek biri değildi o, zaten kadınlar kendiliğinden düşüveriyorlardı kucağına. Haksız da sayılmazlardı hani. Onun kadar yakışıklı artist bile yoktu bu ülkede. Allah sanki yaratırken çok özel davranmıştı ona. Uzun boyu, atletik vücudu, yeşil gözleri, son derece düzgün burnu yetmezmiş gibi sesi bile çok etkileyiciydi. O da bunu bildiğinden kadınların dikkatini çekebilmek için hiçbir şeyden kaçınmazdı.
Çocukluğunda bile diğerlerinden farklı bir ışıltısı vardı. Yaşıt-
lanndan her zaman daha iriyan, daha gösterişli ve parlak bir çocuktu. Hele annesi ona adeta tapar, koca adam olduğunda bile onu, “Benim güzel oğlum, benim yakışıklı oğlum, bütün kadınlar kurban olsun sana,** diye severdi hep. Özel olmak, ayrıcalıklı olmak kaderinde vardı sanki. Madem o böylesine özel, herkesten farklı, daha doğrusu üstün biriydi, tabii ki çevresindeki insanlar da ona her zaman saygıyla, sevgiyle yaklaşacaktı.
Merdivenlerden sekerek inerken canı sıkkındı aslında. Böyle özel günleri oldum olası sevmezdi. Üstelik hediye filan da almamıştı. Şimdi hem bugünü unuttuğu için hem de bir hediye almadığı için bir sürü bahane bulması gerekecekti. Dışarı çıkmadan önce karısını arasa iyi olacaktı. Aceleyle bastı telefona. İki kere çaldıktan sonra açıldı telefon.
— Ne haber Handan, nasılsın?
— Merhaba Kenan, iyiyim. Sen nasılsın? Geldin mi?
— İyiyim, iyiyim. Geldim ama…
— Bu saatte aradığına göre, yine mi gelmeyeceksin eve?
— Sorma… Çok da yorgunum biliyorsun. Daha yoldan şimdi geldim. Arkadaşlara merhaba deyip çıkıyordum ki, Samsun’daki şantiyeden aradılar, önemli bir sorun çıkmış.
— Ne sorunu?
— Şimdi sana uzun uzun anlatamam. Bir kaza olmuş galiba. Bir an önce gitmem gerekiyor.
— Bari eve uğra, bir duş al, çamaşırlarını filan…
— Yok, yok… Bunlara vaktim yok. Ben seni sonra yine ararım. Sen keyfine bak. Beni merak etme.
— Ama böyle de olmuyor ki… Her neyse, tamam… Sonra görüşürüz.
Her seferinde evi arayıp bir bahane uydurmak zoruna gidiyordu. Pardösüsünün eteklerini savurarak, hızla çıktı kulüpten. Hep başı dik, omuzları geride, gözleri etrafi tarayarak, biraz da salınarak yürürdü. Şoförü İsmail her zamanki gibi kapıda bekliyordu onu. Hemen koşup elindeki çantayı kaptı ve saygıyla eğilerek lacivert Mercedes’in kapısını açtı. Kenan arabaya biner binmez ilk işi
İsmail’e bir çiçekçinin Önünde durmasını söylemek oldu: “Şöyle güzel bir buket çiçek yaptır, fiyakalı olsun.”
Bir yandan da aklı Handan’da kalmıştı, iyi kadındı Handan. Ona karşı hep saygılı olmuş, gözünün tekini hep kapatmış, birçok şeyi görmezden gelmişti. Zaten başka türlü bu ilişkinin yürümesi mümkün değildi ve artık o da biliyordu bunu.
Yıllar Önce bir kıskançlık krizi nedeniyle boşanmışlardı. Aslında kadın haklıydı. Bu sefer en yakın arkadaşıyla aldatmıştı onu ama bütün suç Kenan’da değildi ki, kadın kendiliğinden kucağına düşüvermiş, o da bu güzelliğe teslim olmuştu, hepsi bu! Kadın ona yanaşmasa, böyle bir şey olamazdı. Zaten o ara başka kadınlar vardı hayatında. Güzel olmasına güzeldi Özlem ama bütün güzellerin peşine düşmeye ömrü yetmezdi ki… O ara boş olsa, hadi neyse…
Özlem, Handan’ın yakın arkadaşı olması nedeniyle sık sık evlerine girip çıkıyor, Kenan akşamlan eve ne zaman gelse Özlem1 i evde buluyordu. Rakı masalannda şen kahkahalar atan, her yanından şehvet fışkıran bu kadını Kenan gibi bir adam nasıl reddedeceğini bilememiş, kısa süre sonra aynı yatağa girivermişlerdi, iyi bir mesleği vardı Özlem’in ve iyi para kazanıyordu. Üstelik güzeldi de. Bunca adam dururken kadın ısrarla Kenan’ın peşine düşmüş ve sonunda muradına ermiş, onu baştan çıkarmayı becermişti. Bekârdı, istese kendine kırk koca bulacak kadar da güzel ve çekiciydi ama o ısrarla başkalarını değil, Kenan’ı istiyordu. Bütün bunları bilmek Kenan’ın da gururunu okşuyor, böyle bir kadın tarafından bu kadar sevilmek ve önemsenmek hoşuna gidiyordu.
Hızlı bir aşk başlamıştı aralarında, ikisinin de gözü dünyayı görmüyordu. Zaten Handan1 a da bu yüzden yakalanmışlardı ya! Daha dikkatli dahilseler, belki de Handan’ın ruhu duymayacaktı. Gerçi bu ilişkinin gözlerden uzak yaşanmasını isteyen tek kişi kendisiydi. özlem’in hiç böyle bir derdi yoktu. Tanı tersine bu işin bir an önce su yüzüne çıkmasını istiyordu çünkü Kenan’a âşık olmuştu ve artık tek amacı onunla evlenmek ve bu birlikteliği sonsuza kadar sürdürmekti. Gerçi Handan onun çok yakın ar-
kadaşıydı, böyle bir şeyi kendine yakıştırmıyordu ama aşk başka türlü bir şeydi. Ayıp, günah dinlemiyordu. Hatta kendine bu yüzden kızamıyordu bile. Kenan’a öylesine tutulmuştu ki, dünya bir yana, Kenan bir yanaydı onun için.
Handan çok ağlamış, çok üzülmüştü o zamanlar. Aldatılmak kadar, en yakın arkadaşının ihaneti de çok ağır gelmişti ona. Kocası sonunda itiraf etmiş, olayları doğrulamış ama bir özür bile dile-memişti. Kenan onun hayattaki tek aşkıydı, onu unutamayacağını biliyordu ama gururunu daha fazla ayaklar altına alamazdı, öfke ve kırılmışlıkla bir celsede boşandı ama kısa süre sonra kocasının özlem’le evlendiğini duyunca, sanki dünya başına yıkıldı. O ara sık sık intihar etmeyi düşünüyordu çünkü Kenan’sız bir dünya çok boş geliyordu ona. Günler bir türlü geçmiyor, karanlık ve yalnız geçen uykusuz gecelerde boğulacak gibi oluyordu….