Maigret iş başında…
Ama klasik tarzda, bildiğimiz dedektiflerden biri değil o.
Eski yöntemleri kullanan, ağzında piposu ve başında melon şapkasıyla gülünç yanları olan bir dedektif Maigret. Onun amacı suçlulardan ziyade, neden suç işlendiğini bulmak, yani insan doğasını ve insan doğasına ait içgüdülerin peşinde.
Maigret serisinin ilk kitabı Letonyalı Pietr’da Maigret’nin görevi Letonyalı bir dolandırıcı, trende işlenen bir cinayet ve kaybolan bir zenginin yer aldığı oldukça karmaşık bir olayı çözmektir. Fakat işler pek de düşündüğü gibi gitmez. Letonyalı dolandırıcının peşine düşen Maigret’yi bir sürpriz beklemektedir. Acaba piposu ağzından düşmeyen dedektifimiz doğru insanın mı peşinde?
Bir mucize, bir şölen gibidir Simenon’un kitaplarıyla yaşamak. Bitmesin istersiniz, bitince ne yapacağım diye düşünmeye başlarsınız.
-Mehmet Güreli-
Maigret ölümsüz dedektifler arasında Holmes ile aynı yerde.
-People-
Çok az yazar böylesi sağlam bir üslupla insan hayatının çıplaklığını aktarabilir.
-A. N. Wilson-
Gerçekten harika bir yazar… Okunmaya değer; anlaşılır, basit, yarattığı dünyayla uyumlu.
-Muriel Spark-
***
Görünürde 32 yaşında, 1.69 boyunda…
UPSK’dan Paris Emniyet Müdürlüğüne,
Xvzust Krakow vimontra m ghks triu psot uv Letonyalı Pietr Bremen us tyz btolem.
Birinci Emniyet Şubesinden Komiser Maigret kafasını kaldırdı; büronun ortasında duran ve büyük siyah bir boru ile tavana bağlı olan demirdöküm sobanın çıtırdamasının zayıfladığını hissetti. Telgrafı geri itip yavaşça ayağa kalktı ve kapağını açtığı sobanın içine üç kürek kömür attı.
Ondan sonra ayaktayken sırtını ateşe vermiş bir şekilde piposunu içip her ne kadar kısa olsalar da onu rahatsız eden yakalarını çekiştirdi.
Dördü gösteren saatine baktı. Ceketi kapının arkasındaki bir askılıkta asılıydı.
Masasına doğru yavaşça ilerledi ve alçak sesle telgrafı okuyup tercüme etti:
İNTERPOL Paris Emniyet Genel Müdürlüğüne:
Krakow Polisi, Letonyalı Pietr’in görüldüğünü ve Bremen’e gittiğini bildiriyor.
INTERPOL, Viyana’da konuşlanmış, Avrupa’daki suça karşı mücadeleyi yönetiyordu ve özellikle de bunun için farklı ulusal polis ekipleri arasındaki bağlantıyı sağlıyordu
Maigret ikinci telgrafı da çekip aldı ki bu da diğerleri gibi, dünyanın tüm polisleri arasında kullanılan uluslararası gizli pol-kod, yani Interpol’ün gizli kodlama şekliyle yazılmıştı.
Görür görmez tercümeye başladı:
Bremen Emniyet Müdürlüğü’nden Paris Emniyet Müdürlüğüne: Letonyalı Pietr Amsterdam-Brüksel yönünde görüldü. Üçüncü bir telgrafsa Hollanda Uluslar arası Suçla Mücadele birimi, yani GQG Hollanda polisinden geliyordu:
Lelonyalı Pietr, sabah 11 sıralarında, Etoile Du Nord Treni ‘nin 5 numaralı vagonundaki G 263 kompartımanında. Paris yönüne doğru hareket etti.
Sonuncusu da polkod şeklinde Brüksel’den gelmişti ve şöyle diyordu:
Leltnyalı Pietr’in Amsterdam’ın bildirdiği gibi, saat ikide Kuzey Yıldızı ile Brüksel’e geçiş yaptığını doğruluyoruz.
Maigret, masasının arkasındaki duvarda asılı olan kocaman bir haritanın karşısında dikildi. Rahat ve ağır davranıyordu, elleri ceplerinde ve piposu da ağzının kenarında asılı duruyordu.
Bakışları Krakow’dan Bremen Limanına, sonra da Amsterdam’a ve Brüksel’e gitti.
Bir kere daha saate baktı. Dördü yirmi geçiyordu. Kuzey Yıldızı, Saint Quentin ve Compiegne arasında saatte 110 km hız ile gidiyor olmalıydı.
Sınırda duracak yer yoktu, trenin yavaşlaması mümkün değildi.
Beş numaralı vagondaki G 263 kompartımanında Letonyalı Pietr şüphesiz okumak ve birbiri ardına geçen manzaraları seyretmekle meşguldü.
Maigret dolaba açılan bir kapıya doğru giderek emaye kaplı bir lavaboda ellerini yıkayıp gür saçlarının arasından tarağını geçirdi. Koyu kestane renkteki saçlarının şakaklara gelen kısmında birkaç beyaz tel gözüküyordu. Ardından hiçbir zaman düzgün bağlamayı beceremediği kravatını iyi kötü düzeltti.
Kasım ayıydı. Gece çöküyordu. Pencereden Sen Nehrinin bir kolu gözüne çarptı. Bir bateau-lauoir olan Saint-Michel Meydanı, birbiri ardına sıralanmış gaz lambalarının aydınlattığı mavi bir gölgeyle kaplanmıştı.
Bir çekmeceyi açıp Kopenhag Uluslararası Kimlik Tespit Bürosundan gelen belgeye göz gezdirdi.
Paris Emniyet Müdürlüğü
Letonyalı Pietr 32169 01512 0224 0255 02732 03116 03233 03243 03325 03415 03522 04115 04144 04147 05221. .. vb.
Bu sefer çevirirken zorlandığından yüksek sesle okudu, hatta dersini ezberlemeye çalışan bir okul çocuğu gibi o da defalarca yüksek sesle tekrar etti:
-Letonyalı Pietr’in eşkali: 32 yaşlarında, boyu 1.69, sırt dik, düz taban, büyük çıkıntı, burun kemiği belirgin değil, kulak kıvrımları normal, kulak memeleri büyük, kulak delikleri ve boyutu küçük, geniş kulak yapısı, ufak kırışıklıklar, formu dik, büyük ve ayrık çene özelliği, uzun ve bikonkav yüz, kaşlar açık sarı, alt- dudak çıkıntılı, kalınlığı büyük, çevresi sarı ve orta bölgesi yeşilimsi uzun boyun, saçları açık sarı.
Bu da komiser için bir fotoğraf kadar anlamlı olan Letonyalı Pietr’in sözlü portresiydi. Önemli özellikler resmi ilk oluşturanlardı: Ufak, cılız, genç, açık renk saç, seyrek ve sarı kaşları, yeşilimsi gözleri olan, uzun boyunlu bir adam.
Bundan başka Maigret kulaklar hakkında daha az detay biliyordu ki bu detaylar kalabalık içindeyken Letonyalı Pietr makyaj yapmış bile olsa, onu kesinlikle tespit etmesine yarayacaktı.
Ceketini alıp giydi ve üstüne de ağır siyah bir pardösü geçirip kafasına da melon şapkasını taktı.
Patlamak üzereymiş gibi gözüken sobaya son bir bakış attı.
Uzun koridorun ucundaki bekleme odası sayılan yerdeki Jean’e tembih etti:
-Ateşi harlamayı unutma, tamam mı?
Merdivenlerden inerken etrafını kuşatan rüzgâra şaşırarak piposunu yakmak için bir duvar köşesine sığınmak zorunda kaldı.
Devasa vitrinlerinden dolayı Kuzey Garı’nın peronları fırtınadan etkilenmiyordu. Camların çoğu tepelerden yere düşmüş ve oradan geçenlerin ayakları altında eziliyordu. Elektrikte sorun vardı. İnsanlar elbiselerine sarınmışlardı.
Bir gişenin önündeyse yolculara onları pek de teselli etmeyen bir bildiri okuyorlardı: Manş’ta Fırtına.
Maigret’nin yanında erkek çocuğu ile Folkestone a gidecek bir kadın vardı. Fakat çocuğun beti benzi atmıştı, gözleri de kıpkırmızıydı. Son ana kadar kadın ona talimatlar vermeye devam etti. Çocuk da sıkkın bir tavırla geminin güvertesinde bir an bile durmayacağına dair söz vermek zorunda kaldı.
Maigret, kalabalığın Kuzey Yıldızını beklediği peron on birde ayakta bekliyordu. Cook Acentesi dışında bütün büyük oteller, orada tanıtım için görevliler bulunduruyordu.
O kıpırdamıyordu. Diğerleri sinirlenmekteydi. Her yeri vizon kürkle sarılı, fakat yine de bacaklarında tenini gösteren şeffaf bir çorap olan bir kadın gidip geldikçe yeri topukları ile adeta dövüyordu.
O orada duruyordu; kocaman omuzları ile etkileyici, büyük bir gölge gibi görünüyordu. Onu ittiklerinde, bir duvar ne kadar savrulabilirse, o da o kadar savrulabilir gibi duruyordu.
Trenin sarı ışığı uzaktan kendini gösterdi. Sonra da gürültü başladı; hamalların bağırışları ve yolcuların çıkışa doğru giderken ki çalışkan ayak sesleri… Maigret’nin o adamı görene kadar gözünün önünden iki yüz kişi geçmişti, ama bu dalganın içindeki küçük adam büyük kareleri olan yeşil bir mont giyiyordu ki bu montun stiliyle kesiminde açıkça kuzey havası vardı.
Adam acele etmiyordu. Üç hamal onu takip ediyordu. Şanzelize’deki bir sarayda görevli bir kişi, onunla aşırı saygılı bir şekilde görüşüyordu.
32 yaşlarında, 1.69 boyunda… burun kemiği…
Maigret şaşırmadı. Kulağını görmüştü. Bu onun için yeterliydi.
Yeşilli adam çok yakınından geçti. Hamallardan biri bavullardan biri ile komisere çarptı.
Aynı anda bir tren çalışanı koşmaya başlayıp aceleyle peronun sonunda duran arkadaşına birkaç kelime söyleyerek geçişin kapatılmasını sağladı ve bölgeye geçiş engellendi. İtirazlar patlak verdi.
Montlu adam çoktan kapıya varmıştı.
Komiser ardı ardına çıkan küçük dumanlar eşliğinde piposunu içmeye devam ediyordu. Sırayı kontrol etmeye çalışan görevlinin yanına yaklaştı.
-Polis! Nedir bu?
-Bir suç… Yeni fark ettik…
‘Vagon beş mi?
-Sanırım…
Gar alışıldık günlerinden birini daha yaşıyordu. Sadece on bir numaralı peronda anormal bir vaziyet vardı. Çıkmayan elli yolcu kalmış ve gardan çıkacakları yol kapatılmıştı. Sabırsızlanıyorlardı.
-Yolu açın, dedi Maigret.
-Ama…
-Yolu açın!
Bu son insan dalgasının dışarı akmasını seyretti. Hoparlörden birinden, banliyö treninin kalktığı duyuruluyordu. Koşuşturanlar vardı. Kuzey Yıldızı’nın vagonlarından birinin önündeki küçük bir grup bir şey bekliyordu. Üzerinde şirket üniforması olan üç kişi vardı.
İlk gelen garın şefiydi; kibirli, ama endişeliydi. Sonra salona getirilen sedye, bir an önce gitmek isteyen ve kendilerini iyi hissetmeyen insanlar dikkatle salona getirilen sedyeyi izliyorlardı. Maigret ağır adımlarla trene binerken piposunu içmeye devam ediyordu. Vagon bir, vagon iki derken vagon beşe vardı.
Perde kapının önünde bir grup vardı. Sedye orada duruyordu. Gar şefi hep bir ağızdan konuşan üç adamı dinliyordu.
-Polis! Nerede o?
Dikkat çekici bir sakinlikle Maigret’e baktılar. Usulca heyecanlı grubun arasına daldı. Geri kalan kişiler zaten orada öylesine bulunuyor gibiydi.
-Lavaboda…
Maigret içeriye yöneldi ve sağındaki lavabonun kapısını açtı. Yerde büzülerek cenin gibi garip bir pozisyonda duran bir ceset vardı.
Perondaki tren şefi emirler veriyordu:
-Vagonu garaja çekin… Bekleyin! 62’ye… Ve komisere haber verin…
En başta adamı ensesi dışında görmedi. Ama üzerinde duran eğri kasketi kaydırınca sol kulağını gördü.
-Kulak delikleri ve boyutu belirgin, kulak yapısı geniş, diye homurdandı.
Muşambada birkaç damla kan vardı. Etrafına bakındı. Çalışanlar peronla basamakta duruyorlardı. Gar şefi devamlı konuşuyordu.
Sonra piposunu dişlerinin arasında daha da çok sıkıştırırken Maigret adamın kafasını çevirdi.
Eğer yeşil montlu yolcunun çıktığını görmemiş olsaydı, eğer onu Majestic’in bir tercümanı eşliğinde bir arabaya giderken görmemiş olsaydı, tereddüt edebilirdi.
Aynı işaretlerdi. Sivri bir burnun altında diş fırçası gibi kesilmiş aynı küçük sarı bıyık. Aynı parlak ve seyrek kaşlar. Aynı yeşilimsi ve gri gözbebekleri…
Kısacası Letonyalı Pietr!
Maigret bu daracık lavaboda kımıldayamıyordu, musluk kapatılmadığından dolayı su da akmaya devam ediyordu. Odanın kapısından dışarıya buhar sızıyordu.
Bacakları cesedin yanı başındaydı. Gövdesini doğrulttu; göğüs bölgesinde, gömleğiyle ceketinde yakın mesafeden ateş etmekten kaynaklanan yanık izlerini gördü.
Bunu, ateş edilen koyu kırmızı kanlı yerin mor olması gerekirken, orada büyük siyah bir lekenin bulunmasından anlamıştı
Bir detay komiserin dikkatini çekti. Tesadüfen cesedin ayaklarından biri gözüne çarptı. Kapı kapansın diye içeri tıkılan çarpık bedenin tümü gibi yamuk duruyordu.
Oysa ayakkabısı siyah, oldukça bayağı ve ucuzdu. Tamir edilmiş olduğu üzerindeki izlerden anlaşılıyordu. Topuğu bir ta-rafından eskimişti ve ayakkabının tabanının ortasında yıpranmadan dolayı oluşmuş yuvarlak bir delik vardı.
Garın özel komiseri havalı, kendinden emin bir şekilde gelip perondakilere sorular sordu:
-Bu ne böyle? Bir suç mu? Bir intihar mı? Savcı gelmeden hiçbir şeye dokunmayın, tamam mı? Dikkat edin! Sorumlu benim, ben!
Maigret’nin cesedin bacakları yüzünden o lavabodan çıkması çok zordu. Hızlı ve profesyonel bir şekilde cesedin ceplerini yokladı ve boş, hatta tamamen boş olduklarından emin oldu.
Yanan piposu, eğri şapkası ve kolunda bir kan lekesiyle vagondan indi.
-Bakın! Bu Maigret… Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
-Hiçbir şey! Haydi…
-Bir intihar, öyle değil mi?
-Madem öyle diyorsunuz… Savcıyı aradınız mı?
-Bana haber verilir verilmez….