4 OCAK. SAAT: 19.32 OKYANUS STANDART SAATİ METİAS’IN ÖLÜMÜNDEN OTUZ BEŞ GÜN SONRA. DAY YANI MDA FIRLAYARAK UYANDI.YÜZÜ TER İÇİNDEYDİ. YANAKLARI gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Hırıltılı bir şekilde soluyordu.
Ona doğru eğilip yüzüne düşen bir tutam ıslak saçı yüzünden çektim. Omzumdaki yara kabuk bağlamıştı ama bu hareket yeniden sızlamasına sebep oldu. Day doğruldu, bitkin bir şekilde gözlerini ovuşturdu ve sanki bir şey arıyormuş gibi sağa sola yalpalanan vagonumuzda göz gezdirdi. Önce karanlık bir köşede duran kasalara, sonra da yerde sıralanmış çuvallara ve aramızda duran yiyecek ve suyun bulunduğu torbaya baktı.
Bir dakika içinde kendine geldi. Vegas’a giden bir trene atladığımızı hatırladı. Birkaç saniye sonra katı duruşunu bırakıp arkasındaki duvara yaslandı. Yavaşça eline dokundum, “iyi misin?” Bunu sürekli sorar olmuştum.
Day omuz silkti. “Evet,” diye mırıldandı. “Kâbus.” Batalla Binası’ndan kaçıp Los Angeles’ı terk edeli sadece dokuz gün olmuştu. O zamandan beri Day gözünü her kapadığında kâbus görüyordu. Kaçtıktan sonra terk edilmiş bir tren garında birkaç saat dinlenme imkânı bulduğumuzda Day çığlıklar içinde uykusundan uyanmıştı.
Askerler ya da sokak polisleri onu duymadığı için şanslıydık. Bundan sonra Day uykuya dalınca saçlarını okşayıp yanaklarını,alnını ve göz kapaklarını öpmeye başladım. Yine gözyaşları içinde uyanıyor, gözleri delicesine kaybeĴiği şeyleri arıyordu. En azından bunu sessizce yapıyordu… Bazen Day böyle sessizken akıl sağlığını acaba koruyabiliyor mu diye merak ediyordum. Bu düşünce beni korkutuyordu.
Onu kaybetmeyi göze alamazdım. Kendime hep bunun mantıklı sebepleri olduğunu söylüyordum; bu noktada tek başımıza hayaĴa kalma şansımız düşüktü ve onun becerileri benimkileri tamamlıyordu. Ayrıca… artık koruyacak kimsem kalmamıştı. Ben de gözyaşlarından nasibimi almıştım, sadece onun uyumasını bekliyordum, o kadar.
Dün gece Ollie için ağlamıştım. Cumhuriyet, ailemi öldürmüşken köpeğim için ağlamak aptal gibi hisseĴirmişti ama elimde değildi. Onu eve Metias getirmişti; dev patileri, sarkık kulakları ve sıcacık gözleriyle dünyanın en tatlı, en sakar yaratığı olan beyaz bir yumaktı. O benim oğlumdu ve ben de onu geride bırakmıştım. Day e, “Ne görüyordun?” diye fısıldadım.
“Önemli bir şey değil.” Day duruşunu değiştirdi, sonra da yaralı bacağını yanlışlıkla yere sürtünce irkildi. Acıdan vücudu gerildi, gömleğinin altında kollarının ne kadar kaslı olduğunu görebiliyordum, sokakların kazandırdığı yağsız kas kütleleriydi. Yavaşça nefesini bıraktı. Beni o arka sokağın duvarına itişi, ilk öpücüğündeki açlık. Dudaklarına odaklanmayı bırakıp utanç içinde bu anıyı zihnimden uzaklaştırdım. Vagonun kapısına doğru başını salladı.
“Şu anda neredeyiz? Yaklaşmış olmalıyız, değil mi?” Ayağa kalktım, dikkatimin dağılmasına şükrederek duvardan destek aldım ve vagonun küçük penceresinden baktım. Manzara pek değişmemişti; bitmek tükenmek bilmez apartmanlar ve fabrikalar dizisi, bacalar ve birbirinin üzerinden geçen ekspres yollar, hepsi akşam üzeri yağan yağmurda mavi ve gri-mor tonlarda birbirine karışmıştı. Hâlâ gecekondu mahallelerinden geçiyorduk.
Los Angeles’taki gecekondu mahallelerinin neredeyse aynısıydılar. Uzakta, göz hizamın ortasından bir baraj uzanıyordu. Bir J umboTron’un geçmesini bekleyip ekranın köşesindeki küçük harfleri seçebilmek için gözlerimi kıstım. “Boulder City, Nevada,” dedim.
“Çok yaklaştık. Büyük ihtimalle tren burada biraz duracak ama sonrasında Vegas’a otuz dakikadan az bir sürede varmış oluruz.” Day başını salladı. One eğilip yiyecek torbamızı açtı ve yiyecek bir şeyler aradı. “Güzel. Ne kadar erken gidersek, Vatanseverleri o kadar erken buluruz.” Mesafeli görünüyordu. Day bazen gördüğü kâbusları bana anlatırdı. ..Denemesinde başarısız olduğunu,Tess’i sokaklarda kaybeĴiğini veya veba devriyelerinden kaçtığını görüyordu.
Cumhuriyet’in en çok aranan suçlusu olmakla ilgili kâbuslar. Diğer zamanlardaysa bu şekilde davranıp kâbuslarını anlatmadığında da ailesini gördüğünü biliyordum… annesinin ya da J ohn’un öldüğünü. Belki de bana onları anlatmaması daha iyiydi. Kendi aklımdan çıkmayan rüyalarım bana yetiyordu ve onunkileri de bilmek istediğimi sanmıyordum.
Day yiyecek torbasından bir parça bayatlamış hamur kızartması çıkartırken, “Vatanseverleri bulmakta gerçekten kararlısın, değil mi?” dedim. Bu onun Vegas’a gelmekteki ısrarını ilk kez sorgulayışım değildi ve konuya yaklaşırken dikkatli davranıyordum. Day’in en son düşünmesini istediğim şey Tess’i önemsemediğim veya Cumhuriyet’in o kötü şöhretli isyancı grubuyla buluşmaktan korktuğumdu. “Tess onlara kendi isteğiyle katıldı.
Onu geri almaya çalışarak tehlikeye atıyor muyduk acaba?” Day hemen cevap vermedi. Hamur kızartmasını ikiye bölüp bir parçasını bana uzaĴı. “Biraz yesene? Bir süredir hiçbir şey yemiyorsun.” Kibarca elimi kaldırdım. “Teşekkür ederim,” diye karşılık verdim. “Hamur kızartması sevmem.” O anda keşke ağzımdan çıkanları geri içine tıkabilsem diye düşündüm.
Day gözlerini indirip diğer yarısını torbaya geri koydu, sonra da kendininkini yemeye koyuldu. Ne kadar aptalca bir şey demiştim. Hamur kızartması sevmem. Onun düşüncelerini neredeyse okuyabiliyordum. Zavallı küçük, zengin kız ve sosyetik tavırları. Yiyecek beğenmeme lüksü var. Kendimi sessizce cezalandırdım ve aklıma bir daha ki sefere daha dikkatli olmak için not düştüm. Birkaç lokma sonra Day sonunda cevap verdi.
“Tess’in iyi olduğundan emin olmadan onu arkada bırakmayacağım.” Tabii ki böyle bir şey yapmayacaktı. Day önemsediği hiç kimseyi, özellikle de sokaklarda birlikte büyüdüğü kimsesiz kızı arkada bırakmazdı. Vatanseverlerle buluşmanın potansiyel faydalarını da anlıyordum; sonuçta bu asiler gerçekten de Day’in Los Angeles’tan kaçmasına yardım etmişlerdi.
Geniş çaplı ve organize bir gruptu. Belki de Cumhuriyet’in Day’in kardeşi Eden’a ne yaptığıyla ilgili bir bilgiye sahiplerdi. Day’in bacağında kötüleşmekte olan yarayı bile iyileştirebilirlerdi. Komutan J ameson’ın bacağına ateş edip onu tutukladığı o korkunç sabahtan beri, bacağındaki yara bir düzeliyor bir kötüleşiyordu. Şimdiyse sol bacağı kırık, kanayan bir et parçasından ibaretti. Tıbbi yardıma ihtiyacı vardı. Yine de bir sorunumuz daha vardı.