CINDER’IN BİLEĞİNDEKİ VİDA PASLANMIŞ VE ARTI şeklindeki girintisi, biçimsiz bir oyuk hâlini almıştı. Elindeki tornavidayı zorla bu oyuğa yerleştirip vidayı gıcırtılar içinde yavaş yavaş döndürerek gevşetmeye çalışırken sarf ettiği çabayla parmakları ağrıyordu. Vidanın ucunu çelikten protez eliyle söküp alabilecek kadar dışarı çıkarmayı başardığında, çevresine sarılmış iplikler de tamamen temizlenmişti.
Tornavidayı masanın üstüne fırlatan Cinder, iki eliyle kavradığı ayağını çekiştirerek yuvasından çıkardı. Çıkan ufak bir kıvılcım parmaklarını yaladığında ellerini hızla geri kaçırdı. Ayağı, sarı ve kırmızı kabloların ucundan sarkar hâlde kalmıştı. Bir rahatlamayla iç geçirerek arkasına yaslandı. O kabloların ucundan bir serbestlik duygusu yayılıyor gibiydi -özgürdü.
Gereğinden küçük bu ayaktan nefret ettiği dört senenin ardından, onu tekrar yerine takmamaya yemin etti. Sadece, Iko’nun bir an önce bunun yerine takacağı yeni ayağıyla çıkagelmesini umuyordu. Cinder, Yeni Pekin in haftalık pazarında çalışan tam teşekküllü tek mekanik ustasıydı. Tezgâhının bir tabelası bile bulunmuyordu ama kablolardan sarkan ayağı ve etraftaki rafların üstünde duran bir sürü android parçası, yaptığı işin ne olduğunu yeterince iyi açıklıyordu.
Cinder’ın yeri, bir TV satıcısı ve bir ipek tüccarının tezgâhlarının tam arasındaki daracık ve karanlık bir alana sıkışmış hâldeydi. Komşusu olan bu satıcıların her ikisi de, sürekli Cinder’ın tezgâhından gelen metal ve yağ kokusundan şikâyet edip dururdu. Üstelik karşı taraftaki pastacı tezgâhından gelen bal kokuları, çoğunlukla kendi dükkânından yayılanlara çok daha baskın çıkardı.
Tezgâhının önünden sarkan lekeli bir örtü, Cinder’ı etraftan geçip giden insanların görüşünden ayırıyordu. Bir sürü tüccar, işportacı, çoluk çocuğun sayesinde, ufak meydanda müthiş bir gürültü hâkimdi; robot tezgâhtarlarla tartışan ve alışverişlerinde bu androidleri kendi istedikleri fiyata ikna etmeye çalışan adamların bağırışları, kimlik çipi tarayıcılarının vızıltılı sesleri ve hesaptan hesaba aktarılan paraların monoton fatura gürültüsü, tüm binaları kaplayan dev ekranlar sayesinde gökyüzünü inleten reklam yayınları, haber sunumları ve dedikodu sesleri…
Cinder’ın işitme düzeneği, bütün bu sesleri statik bir uğultu sesine indirgiyordu. Ama bugün, diğer tüm seslerin arasından, kısamadığı tek bir melodik ses öne çıkıyor gibiydi. Tezgâhının hemen dışında bir çocuk grubu durmuş, “Küller, küller, hepimiz savrulacağız!” diye şakıdıktan sonra kahkahalar eşliğinde kendilerini asfalta atarak oyun oynuyordu.
Cinder’ın dudaklarında bir gülücük dolaştı. Fakat bu gülücüğün sebebi, geçen on yılda popüler olan, veba ve ölüm hakkındaki bu ninni değildi. Hatta bu şarkı midesini bulandırıyordu. Ama kıkırdayan çocuklar kendilerini yere bırakıp etraftan geçenlerin yoluna ayak başı olduklarında, insanların onlara attıkları bakışları seyretmeyi seviyordu.
Yere serilmiş çocukların çevresinden geçmek zorunda kalan alışverişçiler homurdanıp duruyorlardı ve Cinder da çocukları bu yüzden seviyordu. “Sunto! Sunto!” Cinder’ın gülümsemesi soldu. Üstüne un bulaşmış önlüğüyle pastacı Chang Sacha’nın kalabalığın içinden belirmesini seyretti. “Sunto, buraya gel! Sana burada oynamamanı söyledim.
Ona bu kadar yakınken olmaz-” Sachan’ın gözleri Cinder’ınkilerle buluştu, dudakları ince bir çizgi hâlini aldı ve sonra oğlunu kolundan kavrayarak uzaklaştı. Çocuk ayaklarını sürüyerek geri dönmeye çalışırken, annesi de ona tezgâhın yakınından ayrılmamasını söyledi. Pastacı kadın uzaklaşırken, Cinder da yüzünü buruşturdu.
Diğer çocuklar ise kalabalığa karıştı ve kahkahalarını da beraberlerinde götürdüler. “Sanki kablolar bulaşıcıymış gibi,” diye mırıldandı Cinder, boş dükkânın içinde tek başına. Tüyleri diken diken eden bir gıcırtı sesiyle kolunu uzattı, kirli parmaklarıyla saçlarını tarayarak dağınık bir atkuyruğu yaptı ve sonra artık siyahlaşmış iş eldivenlerine uzandı.
Eldiveni önce, çelikten yapılmış eline geçirdi. Sağ avucu bu kalın eldiven içinde anında terlemeye başlamasına rağmen, sol elindeki çelik levhaları saklayan bu eldivenlerle kendini çok daha rahat hissediyordu.
Parmaklarını esnetti ve tornavidayı zorlamaktan dolayı ağrıyan başparmağını rahatlatmaya çalışırken, bir yandan da dışarıdaki meydana tekrar bir göz attı. Çevrede bir sürü beyaz renkli androidin dolandığını görebiliyordu ama hiçbiri Iko değildi. Cinder iç geçirerek masanın altındaki alet çantasına uzandı. Bir süre, iç içe geçmiş bir sürü tornavida ve alet edevatı karıştırdıktan sonra, en dibe gömülmüş kerpeteni dışarı çıkardı.
Ayağını bileğine bağlayan kabloları tek tek sökerken her birinden ufak kıvılcımlar saçılıyordu. Eldivenleri sayesinde kıvılcımları hissetmedi ama retinasındaki ufak ekran, yanıp sönen kırmızı bir yazıyla, ayağıyla bağlantısını kaybetmekte olduğunu belirterek onu bilgilendirdi. Son kabloyu da çekip kestiğinde, ayağı bileğinden kurtularak yere düştü.
Kendini aniden çok farklı hissetmişti. Sanki hayatında ilk defa… Hafiflemiş gibi hissediyordu kendini. Artık çıkardığı ayağa masada bir yer açtı, onu cıvata anahtarlarıyla bijonlar arasından yükselen bir mihrap gibi masaya yerleştirdi ve sonra tekrar ayak bileğine doğru eğilerek soketlerden sızan kiri eski bir bezle sildi. PAT. Cinder irkildi ve başını masanın altına çarptı.
Geriye doğru çekildi. Çattığı kaşlarının altından fırlattığı bakışları, ilk önce çalışma masasında yatan cansız androide sonra da onun arkasındaki genç adama yöneldi. Karşısındaki genç, şaşkınca bakan bakır rengi gözlere, kulaklarının arkasından sarkan siyah saçlara ve ülkedeki her kızın binlerce defa hayranlıkla düşlediği dudaklara sahipti.
Cinder’ın çatılan kaşları anında düzeldi. Kendi şaşkınlığı da kısa süren genç adam, özür dilemeye davrandı. “Üzgünüm,” dedi. “İçeride kimsenin olmadığını sanmıştım.” Cinder boş gözlerle bakmaya devam ederken adamın dediklerini zar zor idrak edebildi. Kalp atışları hızlanırken, retinasındaki tarayıcı da adamın zaten yıllardır dev ekranlardan izlediği için son derece aşina olduğu o hatlarını tarıyordu.
Genç adam, ekranlardaki hâlinden daha uzun görünüyordu ve üzerindeki kapüşonlu gri eşofman üstünün, genellikle kendini ekranlarda gösterdiği zamanlarda giydiği o kaliteli giysilerle alakası yoktu. Ama buna rağmen Cinder’ın tarayıcısının, adamın yüzünü ölçerek elde ettiği görüntüyü veri tabanına iletmesi sadece 2,6 saniye aldı. Bir saniye daha geçtikten sonra, yeşil harflerle Cinder’ın görüşünün alt kısmında beliren gelen yazılar, zaten çoktan fark ettiği bilgiyi ona sundu.