Mayalar, Amerika kıtasının ilk ve en ileri uygarlığını kuran toplumdur. Çağdaşları olan birçok yerli topluluğun aksine Mayalar, yaklaşık 3500 yıl önce inanılması güç bir seviyede teknolojik ve bilimsel gelişim yaşamaya başlamışlardı. Matematik, mimari, astronomi, şehircilik ve benzeri bilimlerde Mısır, Çin ya da Arap dünyasından hiç de geride kalmayacak bir birikime sahiptiler.
Devasa kentleri, sarayları ve piramitleriyle, henüz klasik dünyanın varlığından haberdar bile olmadığı bu kıtada inanılmaz bir gelişim süreci yaşadılar. Çevrelerindeki birçok farklı kültürü etkileri ya da yönetimleri altına alarak Orta Amerika topraklarının tamamına hakim ve güçlü bir imparatorluk kurdular. Tarihte bilinen en doğru zaman ölçümlerini binlerce yıl öncesinden yapan, güneş sistemindeki tüm gezegenlerin yörüngelerini ve güneş çevresindeki hareketlerini net bilgilerle saptayan; farklı takımyıldızları dahi gözlemleyecek sistemler geliştiren bu uygarlık, artlarında anlaşılması ve inanılması zor bir bilgi yığını bıraktı. Bugün bile sahip olduğumuz teknoloji ve bilgi birikimi, Mayaların 3500 yıl öncesinde sahip olduklarının yanında kısır ve sınırlı görünmektedir.
Bilimsel gelişim ve yaşam kültürleri ne denli ileri olsa da bir gün bu uygarlık da bilinmeyen nedenlerle tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolup gitmiştir. Günümüzde Honduras, Guatemala, Meksika yoğunluklu olmak üzere, Orta Amerika devletlerinde ciddi bir Maya nüfusu yaşamına devam etmektedir. Dillerinin ve kültürlerinin kaybolmasına karşı ciddi çabalar mevcuttur. Bu çalışma, Mayaların efsanevi uygarlıklarını kuruşundan günümüze dek geçen tarihsel süreci ayrıntılı ve doğru bilgilerle okuyucuya sunmaktadır…
ÖNSÖZ
Bundan yaklaşık beş bin yıl önce Orta Amerika’da insanlar geçmiş uygarlıklardan getirdikleri bilgilerin derlenmesi ve yeni bilgilerle birleştirilmesiyle benzersiz bir medeniyetin temellerini attılar. Onlar da bugün tüm medeniyetlerin yaşadığı en büyük kaygılardan birini yaşıyorlardı: “Gelişmek”. Her geçen yüzyıl daha da ilerlediler. Sadece toplumsal anlamda bir farklılaşma ile kalmadılar, bilimsel açıdan da bizden neredeyse birkaç yüzyıl öncesinde bilim adamlarınca edinilmiş bilgilerin aynılarına ulaştılar. Sanat anlamında bir Rönesans geçirdiler. Mimari yapılarının nasıl bir yöntemle inşa edildiği bugün hala bir sır. Bu durum. Maya Medeniyeti açısından olağanüstü bir durumdur. Arkeologlar bugünün dünyasında yer alıp da o günün dünyasında yer alamayacağını umdukları şeylerle karşılaştıklarında hayrete düştüler. Hayretlerinin ardından yapılan açıklamalarda en çok duyduğumuz kelime “gizem” oldu. Çünkü Mayalar ve benzeri topluluklarla karşılaşmadan önce, ileri medeniyetin en uç noktasının o anda yaşanan son yüzyıl olduğu sanılıyordu. Oysa görüldü ki, insanlık, tarih boyunca zaman zaman bilgi birikimi açısından oldukça üst seviyelere ulaşmış, zaman zaman da gerilemeler yaşamıştı.
Mayalar günümüz toplumlarından bazılarından bile çok daha ileri bir medeniyet seviyesine sahiptiler. Mayalar, medeniyetlerine dair öyle açık deliller bırakmışlardır ki, bilim çevrelerinin tahminsel bir senaryo yazmalarına gerek kalmamıştır. İncelenen tüm arkeolojik deliller, Orta Amerika’da yüksek bir kültür yaşandığına işaret etmektedir. Mayaların en önemli özelliği, astronomi ve matematik alanındaki çalışmaları ve oldukça karmaşık yazı dilleriyle bilime öncülük etmiş olmalarıdır. Mayaların zaman, astronomi ve matematik alanlarındaki bilgileri, kendi dönemlerinin Batı dünyasının bilgisinden bin yıl ilerideydi. Örneğin Dünya’nın bir yıllık dönüşü hakkındaki hesaplan, bilgisayar icat edilmeden önce yapılan hesaplardan daha kesin ve hatasızdı. Matematikte sıfır kavramı, Avrupalı matematikçilerin keşfetmesinden bin yıl önce Mayalar tarafından kullanılıyordu. Matematikte kendi çağdaşlarından çok daha gelişmiş rakamlar ve işaretler kullanmışlardı.
Mayaların astronomi bilgisi, Venüs yörüngesinin her 6000 yılda bir gün geri alınmasının gerekli olduğunu tespit edecek kadar mükemmeldir. Böyle bir bilgi birikimini nasıl edindikleriyse, günümüzde halen astrofizikçiler ve arkeologlar tarafından tartışılmaktadır. Günümüzde böyle karmaşık hesaplar ancak bilgisayar teknolojisinin yardımıyla yapılabilmektedir. Bugünün bilim adamları uzay hakkında bilgilerini, her türlü tek nolojik ve elektronik cihazla donatılmış gözlem merkezlerinde ve ûslerde edinmekledirler. Mayalar ise bundan 2000 yıl önce günümüz teknolojisiyle ulaşılan bilgilerin çoğuna sahiptiler.
Tarih boyunca medeniyet kimi zaman ileri, kimi zaman geri gitmiş, kimi zaman da hem ileri hem geri medeniyetler aynı dönem içerisinde yaşayabil m işlerdir. Maya tarihinin akışını inceledigimizde karşımıza çıkan gerçek, bu topluluğun bireylerinin zekaya ve yaratıcılığa sahip olduklarıdır. Bıraktıkları eselerin manası da şudur; bu insanlar zekalarıyla ve yetenekleriyle, yaşadıkları her yüz yılda yeni keşifler yapmışlar, ihtiyaçlarını karşılamışlar ve kendi uygarlıklarım geliştirmişlerdir.
MAYALAR ORTA AMERİKA’YA NEREDEN GELDİLER?
İnsanlık kültürünün gelişimini aydınlatmaya yönelik en eski (yaklaşık 2500 yıl öncelerine ait) yazılı belgelerden biri Platon’un “Timaios” ve “Kritias” adlı eseridir. Bu eserinde yazar insanlığın tarihsel gelişimini aktarmaya çalışılırken, bu konudaki en eski belgenin Mısır’daki bir tapınakta bulunduğunu belirtir. Bu esere göre, insanlık hakkında en eski bilgi ve belgeler Mısır’daki tapınaklarda saklanmaktadır; çünkü dünyanın diğer yerlerinde sık sık sel felaketleri olması ve bu felaketlerden sadece yüksek yerlerde seyrek şekillerde yaşayan cahil ve okuyup yazması olmayan (toplumsallaşmamış) insanların kurtulup buna karşın toplumsal şekilde ovalarda yaşayanların topluca yok olması, yani bilgi sahibi insanların yok olması nedeniyle, geçmişten hiçbir şey daha sonraki nesillere aktarılmamıştır. Ancak Nil vadisinde böyle sel felaketleri olmadığı için, buradaki bilgili insanlar eski belgeler koruyabilmiş, bilgileri gelecek nesillere aktarabilmişlerdir. Bu eski belgeler arasında bir tanesinin 8 bin yıl önce Mısır’a gelerek orada uygarlığı başlatan bir kadın ilaha ait olduğu; bu kadın ilahın, ana yurdunun sular altında kalması nedeniyle oradan uzaklaşıp Mısır’daki toplumsallaşmayı başlattığı iddia edilmektedir. Platon (Eflatun)’un bu eserlerinde şu dikkat çekici sözler geçer: “Mu ülkesinde 10 halk vardı”.
Atlantis ve Mu
Doğu ve Batı uygarlıklarının ezoterik (içrek, yani dışa kapalı ve kendi içine dönük ya da apaçık olmayan) bilgilere göre iki ana kaynağı vardır. Bunlardan biri Atlantis diğeri de Mu Uygarlıgı’dır. Mu Uygarlığı’nı tanımamızı sağlayan ilk araştırmacı, İngiliz Albay James Churchward’dir. J. Churchvvard Mu ile ilgili ilk araştırmalarına Hindistan’da bulunduğu sırada başlamış ve elli yılı aşkın bir zaman içerisinde tüm dünyayı dolaşarak Mu ile ilgili pek çok belge elde etmiştir. Aslında pek çok kültürün mitolojisinde Pasifik Okyanusu’nda bir kıtanın yer aldığına, bu kıtanın üzerinde on binlerce yıl hüküm süren ileri bir uygarlığın yaşamış olduğuna ve bu uygarlığın yozlaşarak yok olduğuna dair bilgiler yer almaktaydı. Örneğin, Hintlilerin Ramayana Destanı’nda, Maya metinlerinde ve Mısır’ın Ölüler Kitabı’nda kısmen ya da açıkça Mu Uygarlığından söz edilmektedir. Fakat Mu Uygarlığı’nı mitolojik kimliğinden sıyırıp, konuyu bilimsel bir temele oturtan ilk kişi J. Churchward’dir.
Hindistan’da görevli bulunduğu sırada bir tapınağa konuk olan J. Churchward Batık Mu Uygarlığı hakkında ilk bilgileri ni bu tapınaktaki arşivlerden edinir. NagaMaya dili denilen, çeşitli şekillerden, sembollerden oluşan çok eski ve ölü bir dilde yazılmış olan bu tabletler, Mu kutsal metinlerinden kopya edilmiştir. NagaMaya dili Hindistan’daki arkaik Sanskritçe olarak bilinen en basit Hint dilinden daha eskidir. J.Churchward NagaMaya dilini iki yıllık bir çalışma sonunda öğrenir ve bu tabletlerde yazılanları çözer. Burada yazılanlara göre, bu yazılar 15.000 yıl önce yazılmış olup Hindistan’a Mu’nun bilim rahipleri dedikleri ‘Naakaller’ tarafından getirilmiş tabletlerdir. J.Churchvvard bundan sonra Güney Pasifik adalarına, Orta Asya’ya, Mısır’a, Sibirya’ya, Birmanya’ya, Avustralya’ya, Orta Amerika gibi daha birçok yerlere giderek Mu’nun varlığına ilişkin pek çok kanıt elde eder.
J. Churchv/ard’den başka Amerikalı bir jeologarkeolog olan William Niven da 19211923 yılları arasında yaptığı Meksika kazılan sırasında bulduğu 2600’ü aşkın tablette Mu Uygarlığının varlığına ilişkin geçerli kanıtlar elde etmiştir. Tabletleri inceleyen Carnegie Enstitüsü uzmanları bunların gerçek tabletler olduğunu ve şimdiye dek bilinen hiçbir uygarlığa ait olmadıklarını açıklamıştır. Niven’ın araştırmalarını duyan Churchvvard Meksika’ya gelerek bu tabletleri inceler ve bunların Hindistan’da gördüğü tabletlerdeki NagaMaya diline çok benzeyen bir dilde yazılmış olduğunu görür. Bu tabletler bugün Meksika Müzesi’nde bulunmaktadır ve 12.000 yıl önce yazıldığı düşünülmektedir.
Batık Mu Uygarlığı konusunda elde çok farklı kültürlere ait belgeler bulunmaktadır. Bu büyük kıtanın varlığını kanıtlayan belgelere genel olarak baktığımızda şunlara rastlarız: