Dini

Mesnevi’den Hikayeler

mesneviden hikayeler 5ed405a9aeb90 En meşhur eseri Mesnevi’den titizlikle seçilen düşündürücü, yol gösterici, eğitici ve hikmet dolu bu hikayelerde Mevlana, bilge kimliğiyle insan ruhunun derinliklerine inerek tüm yönleriyle hayatı öğretiyor. Okuyacağınız bu hikayerle Mesnevi’nin sırlarını, inceliklerini ve hikmetlerini keşfederek yeni ufuklara yelken açacaksınız…

***

İçindekiler

Bir Mesel Bahçesi / 13
Üç Öğüt / 14
Tutku / 16
Ayıdan Dost Olunca / 18
Haddini Bilme Öyküsü / 20
‘Rüzgârın Varlığı Benim Yokluğum’ / 22
‘Sen Tene Âşıksın Ben Cana!’ / 24
‘Yüreğim Bağlı Değil’ / 25
Ölüm Arslanı / 26
İyilerle Paylaşma Öyküsü / 27
Ateşe Düşen Yanmaktan Kurtulamaz / 29
Bayezid’in Gözyaşları / 31
Aldanma Kuyusu / 32
Delinin Aklı / 35
Hastanın Duası / 37
Sevgilinin Yurdu / 39
Tedbiri Önceden Almak / 40
Papazın Durumu / 41
Eşeğin Sonu / 42
Hz. Ömer’in Adaleti / 43
Padişahın Öfkesi / 44
Kapıya Baş Koymak / 45
Sevgilinin Dikeni / 47
Kerpiç Öyküsü / 49
Tilki ile Eşek / 50
Tavusun Tüyleri / 53
Çocukluk Hali / 54
Akıllı Hırsız / 55
Kılavuz / 56
Debbağın Öyküsü / 57
Testideki Su / 58
Geceleri La Havle Yiyen Eşek Öyküsü / 61
Gönül Diri Olunca / 63
Tekkenin Kapısında / 65
Keçi ile Tilki / 66
Fırtınada Dilbilgisi / 67
Kurtla Kuzu / 69
Fil Öyküsü / 70
‘Uyku Zamanı Değil, Kalk Zengin Olduk!’ / 71
Süleyman Peygamberin Huzurunda / 74
Ormanda / 75
Dilek / 77
Yoksul Şair Öyküsü / 79
Kâtibin Kibri / 80
Gönül Gözü Açık Olanlar / 81
Hz. Salih’in Ağlayışı / 82
Cömert Şeyh Öyküsü / 83
Hz. Yusuf, Dostu ve Ayna Öyküsü / 85
Fil Yavrusu Yiyenler / 87
Avcının Hilesi / 88
Hz. Ömer ve Çalgıcı Öyküsü / 90
‘Ben Bir Aynayım!’ / 92
Vefasız Doğan Öyküsü / 93
Yansıyan / 94
Yangın Öyküsü / 95
Kıl mı Hilal mi? / 96
Hz. İsa ile Deli Öyküsü / 97
Yol Kesen Manevi Kuşlar / 98
Zahidin Gözü Öyküsü / 99
Öküz Sanılan Aslan Öyküsü / 100
Diken Öyküsü / 101
İki Köle Öyküsü / 102
Gözün Nuru / 103
Alınyazısı / 104
İman Kuvveti / 105
Hz. Musa ile Çoban Öyküsü / 106
Hırsız Çağırınca / 107
Baba Öğüdü Öyküsü / 108
Yoksul Eşek Öyküsü / 109
Cahil Adamın Hikâyesi / 110
Peygamberlik Taslayan Adamın Öyküsü / 111
Asıl Olan Ölüm / 112
İçi Boş Cevizler Öyküsü / 113
İkiyüzlüler Mescidi / 114
İblis’in Muradı / 115
Suyun Nasihati / 116
Ceylan Öyküsü / 117
Aynı Şeyin Peşinde / 118
Çöldeki Zahit Öyküsü / 119
Köpeğine Ağlayan Adam Öyküsü / 120
Dua Öyküsü / 121
Akıl ve Söz Gibi / 122
Sebe Halkı Öyküsü / 123
Boş Sofra Öyküsü / 125
Gül Kokusundan Bayılan Adam / 126
Karınca ve Kalem Öyküsü / 127
Gönlünden Su Fışkıran / 128
Firavun’un Rüyası / 129
Körün Aynası Kulaktır / 132
Tufan Öyküsü / 133
Yahya Peygamber Öyküsü / 134
Hırsızın Sonu / 135
Eli Kesik Şeyh Öyküsü / 136
Tembel Köpek Öyküsü / 138
Kör Olan Gözler / 139
Yedi Ağaç Öyküsü / 140
Bezin Sırrı / 142
Acele İş Öyküsü / 143
Delinin Bakışı / 144
Cennet Kokusu / 145
Ölümün Kapısı / 146
Düşmanların En Çetini / 147
Kibirli Köle Öyküsü / 148
Padişah mı İnci mi? / 150
Gülümseyiş / 152
Büyük Savaş / 153
Korkuyla Sevgili / 154
Sınama / 155
Mescid-i Aksa Öyküsü / 156
Belkıs’ın Tahtı / 157
Oduncu Öyküsü / 159
O Geceden Sonra / 160
Sütanne Öyküsü / 161
Keçiboynuzu Öyküsü / 162
Kaçan Balık Öyküsü / 163
Delil / 164
Çirkin Ses / 165
Üç Düş / 166
Maskara / 168
Hz. İsa ile Ahmak / 170
Müflis Adam / 172
Lokman’ın Sınavı / 175
İki Defa Körlük / 177
Muhtesip ile Sarhoş / 178
Arkadaşlık / 180
Bakkal ve Papağan / 182
İnatçı Çırak / 184
Azrail’den Kaçan Adam / 185
Allah’ı Zikreden Ağız Temizlenir / 187
Kalp Gözü / 188
Papağanın Selamı / 189
Ebu Cehil’in İnadı / 192
Et Nerede? / 193
Topraktaki Mücevher / 194
Arslan Payı / 195
Zalim Padişahla Fitneci Vezir / 197
Bahçıvan ve Kuru Ağaç / 202
Derinden Bir Ah / 203
Ayak İzi / 204
Kendi Ayıbını Göremeyince / 206
İhtiyarlıktan / 207
Bedevi ile Filozof / 209
Güzellik Bakan Gözdedir / 212
Şeyban-ı Raî ve Kerameti / 213
Aslan ile Tavşan / 214
İbrahim Ethem / 217
Şeyhin Kerameti / 218
Haddini Aşmanın Hikâyesi / 220
Padişahın Hayrı / 223
Gayb Yağmuru / 224
Define / 225
Hz. Süleyman ile Hüthüt / 228
Gemideki Derviş / 230
Orta Hal / 232
Ölümsüzlük Ağacını Arayan Padişah / 234
Kapıyı Çalan Dost / 236
Hz. Süleyman’ı Gören Genç / 237
Zahit ve Kerameti / 238
Harut ve Marut / 240
Yılan ile Ejderha / 241
Yoksul Şeyh’in Hikayesi / 243
Avcının Hilesi / 245
Sabır / 247
Rıza Makamı / 248
Ahmaklardan Kaçış / 250
Hür Kuşun Hikâyesi / 252
Sofi ve Eşeği / 253
Asıl Olan Candır, Ten Değil / 255
Filin İntikamı / 257
Denize Atılan Servet / 259
Asıl Murad / 260
Doymayan Nefs / 263
Allah’ın Gazabı / 264
Susuz Adam / 265
Hz. Muhammede Dil Uzatan Kâfir / 266
Hz. Bilal’in Ezanı / 267
Köylü ve Şehirli / 268
Doğan ve Kazlar / 271
Tellağın Tövbesi / 272
Anne ve Çocuk / 274
Şeyhin Köleleri / 275
Lokman ve Yalancı Köleler / 276
Can ve Ten / 277
Hz. Peygamber’in (sav) Nasihati / 278
Ev Arayan Adam / 280
Hasta Hatırı / 281
Gül Bahçesine Dönen Cehennem / 282
Bayezid-i Bestamî ve Pir / 283
Müridin Evi / 285
Kil Yiyen Adamın Hikâyesi / 286
Okçu ve Atlı / 287
Hz. Hud ve Mucizesi / 288
Hz. Peygamber’in Seccadesi / 289
Gönül / 290
Dert Sahibi / 291
Gerçek Aşk / 292
Kuyumcu / 293
Sudaki Ay / 294
Davulun Sesi / 295
Gülün Öğüdü / 296
Sineğin Kibri / 297
İçi Boş Dünya / 298
Vaizin Duası / 300
Zahidin Bakış Açısı / 301
Ateşten Kaçış / 302

“Aşk öncesizdir ve sonsuzca yaşayacaktır Onu arayanların sayısı da belirsiz olacaktır Yarın diriliş günü açıklanınca Aşık olmayanlar oradan geri çevrilecektir”
Mevlana’nın Rubaileri Çeviren: M. Nuri Gencosman

Bir Mesel Bahçesi

Mesnevi bir giz bahçesidir. Hazreti Mevlâna, aşk burcundadır. Aşk, varlığın özüdür, mayasıdır.

Allah, aşkın kaynağıdır, sonsuz isimlerinden biri de Vedut’tur. Tüm aşkların doğduğu, Sırların Sırrı’dır.

Mevlâna, bir Allah âşığı olarak, Şems’in tutuşturduğu ateşle yanmış ve Büyük Divan’ında aklı yaralayan sevda sözleri söylemiştir.

Dini, kendi çağının gerçekliğine seslenir biçimde yenilemiş bir irşad edici, şiiri küçümseyen bir altın şairdir Mevlâna.

Mesnevi bir geleneğin, insanın sonsuz macerasını meseller yoluyla anlatma geleneğinin özel adıdır aynı zamanda.

Büyük Bilge, bugüne de ışıklar düşüren hikmetli öyküler anlatır Mesnevi’de.

O zamanki adıyla Rum ülkesinin yüreğinde, Konya’da aşkla sema duran Mevlâna’nın bir hikmet bahçesi olan Mesnevi’sindeki ibret dolu öyküleri bu kitapta bir arada bulacaksınız.

Onların ruhunu rencide etmeyecek biçimde, size yeniden sunmaya çalıştık.

Öyküleri okurken Bilge’yle birlikte soluk kesici bir geziye çıkacaksınız.

Süheyl Seçkinoğlu

Üç Öğüt

Avcının biri tuzak kurarak bir serçe avlamıştı. Eline alır almaz serçe dile geldi ve:

‘Bugüne kadar…’ dedi. ‘Sığır ve koyunlar yedin. Yediklerini düşünsene. Doymadın mı da benim birkaç gramlık etime hevesleniyorsun? Onlar seni doyurmadıysa ben ne yapabilirim ki?! Bırak beni.’

Avcı şaşırdı. Hem serçenin dile gelmesine hem de şimdiye kadar yediklerine. Serçe, sürdürdü konuşmasını:

‘Şayet bırakırsan sana üç altın öğüt vereceğim. Bir lokma kuş etini mi tercih ediyorsun, ömrün boyunca yararını göreceğin üç öğüdü mü? İyi düşün!’

Avcı düşündü ve kararını verdi:

‘Kabul!’ dedi. ‘Seni bırakacağım. Neymiş bakalım bana vereceğin öğüt?’

Serçe:

‘Bir şartım var ama!’ dedi.

Avcı:

‘Bir de şart mı koşuyorsun bana?’ diye sordu.

Serçe:

‘Kabul edersen…’ deyince,

‘Peki’ dedi Avcı. ‘Şartın neymiş bakalım?’

‘Öğüdün birini…’ dedi Serçe. ‘Elindeyken vereceğim, İkincisini karşıki damın üzerinde, sonuncusunu ise ağaçta söyleyeceğim.’

Avcı bunu da kabul etti.

Serçe:

‘Birinci nasihatim…’ dedi. ‘Olmayacak şeyi söyleyenlere kim olursa olsun inanma!’

Avcı avucunu açtı, bıraktı onu. ‘Pırrr’ diye uçarak karşıdaki evin damına kondu.

‘Olmuş şeye üzülme!’ dedi. ‘Kaçırdığın fırsatların arkasından asla kederlenme. Yaşadığın anın kıymetini bil, pişmanlıkla zamanı geçirme.’ dedi ve ekledi, ‘Karnımda paha biçilmez bir inci tanesi vardı benim. Ama kaçırdın onu. Kısmetin değilmiş.’

‘Eyvah!’ diye sızlandı Avcı. ‘Ben ne yaptım, neden seni bıraktım?’

Serçe:

‘Az önce ne söyledim sana? Kaçırdığın şey için dövünmeyecek, pişmanlıkla vaktini geçirmeyeceksin. Ayrıca ilk öğüdüm neydi unuttun mu? Kim söylerse söylesin, olmayacak şeye inanma.’

Avcı’nın aklı başına gelmişti. Serçe kendisiyle alay ediyordu besbelli.

‘Bir de…’ dedi. ‘Şu üçüncü nasihatini görelim.’

Serçe ağaçtaydı artık:

‘Boş ver onu!’. ikisini tuttun mu ki üçüncüsünü bekliyorsun! Hadi bana eyvallah’ dedi.

Ve uçup yitti gözden.

Avcı şaşkınlık içinde bakakaldı arkasından.

Tutku

Vaktiyle bir ülkenin yönetimini üstlenmiş olan Hükümdar, yanında has adamları olduğu halde ava çıkmıştı. Seyisin seçtiği en çevik ve güzel ata binmiş, yanına burnu her türlü kokuya duyarlı av köpeklerini almış, av mevsiminde, ormanda av kolluyordu. Bir orman köyünden geçerken güzellikte cennet kızlarını aratmayan bir cariye gördü. Görünce gönlünü kaptırdı.

Adamlarına:

‘Kabul ederse derhal bedelini ödeyin bizimle gelsin.’ diye emretti.

Sordular, sahibinin de rızasıyla katıldı Hükümdar’ın heyetine. Av bitince saraya döndüler. Hükümdar, eş edindi ve tutkuyla bağlandı ona. insandı bu, hep aynı kararda durmuyordu. Kadın hastalandı, şiddetli bir ateşle yataklara düştü. Ülkede ne kadar ün yapmış doktor varsa çağrıldı. Hükümdar:

‘Benim sağlığım önemli değil, şimdi sizi canımın canı için çağırdım. O hasta. Her kim onun iyileşmesini sağlarsa, hazinemin kapıları ona sonuna kadar açılacaktır.’ dedi.

Hekimler aralarında bir heyet seçerek derhal işe koyuldular. Hastayı defalarca muayene ettiler. Doğru teşhis koyabilmek için çabaladılar. Hekimbaşı, merak içinde bekleyen Hükümdar’a:

‘Sultanım…’ dedi. ‘Siz kaygılanmayın, onu tedavi edeceğiz, elimizde çeşitli ilaçlar var.’

Tedaviye başladılar.

Aradan günler geçti. Cariye bir türlü iyileşmiyor, günden güne eriyip gidiyor, sararıp soluyordu. Hükümdar, doktorların çaresizliğini görünce, iki rekat namaz kılarak istiğfarda bulundu, ellerini açıp dua etmeye başladı. Bu haldeyken uyuyakaldı.

Düşünde ak saçlı bir ihtiyar:

‘Müjdeler olsun ey Hükümdar!’ diyordu. ‘Dileğin kabul edildi. Yarın sarayına bizden biri gelecek, onu hemen kabul et ve hastanı göster.’

Hükümdar sevinçle uyandı. Sabahı pencereden gözledi. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte bir pir çıkageldi. Hemen kapıları açtırdı, buyur etti adamı. Hal hatır sorup söyleştikten sonra kadının yanına götürdü. Adam, kadını muayene ettikten sonra:

‘Hekimleriniz onu mahvetmiş!’ dedi. ‘Şimdi herkes çıksın odadan, onunla yalnız kalmalıyım.’

Odayı boşalttılar.

Adam, kadının nabzını tuttu, kadına kim olduğunu, memleketini, hayatını, ailesini sordu. Bütün sırlarını öğrendi. Nabzını tutarken hangi adı söylediğinde fazla atıyorsa onun üzerinde durarak daha ayrıntılı sorular sordu. Kadın, Semerkant’tan ve Altın’dan söz edilince heyecanlanıyor, nabzı fırlıyordu.

Adam, Hükümdar’a giderek,

‘Senin cariye…’ dedi. ‘Semerkantlı bir kuyumcuya âşık. Buna gönül hastalığı denir. Sevgilisine kavuşmazsa kesin ölür, artık sen bilirsin.’

Hükümdar, gönül hastalığının önü alınmazsa ölümcül olduğunun farkındaydı. Derhal adamlarına emir verdi. Semerkant’taki kuyumcuyu bulup getirdiler. Onları evlendirdi.

Ayıdan Dost Olunca

Ormanda bir ayıya boğa yılanı musallat olmuştu. Beline sarılmış sıkıştırıyordu. Ayı can havliyle bağırıyor, yardım istiyor, çırpınıyordu. Bu sırada oradan geçmekte olan bir adam bağırtıyı duyarak geldi; kılıcını çekerek yılanı öldürdü. Ayı rahat bir soluk aldı. Ve kendisine iyilik yapan adamın peşini bırakmadı.

‘Hayatımı kurtardın, seninle dost olmak ve hizmetine girmek istiyorum.’ dedi.

Adam istemedi ama üstelemesi karşısında mecbur kaldı:

‘iyi o halde…’ dedi. ‘Gel!’

Ayı artık adamın evinin eşiğinden ayrılmıyordu. Konu komşusu uyardı adamı:

‘Ayıdan dost olmaz. Ahmak dosttansa akıllı düşmanın olsun. Başına bir bela geleceğinden endişe ediyoruz. Def et gitsin!’

Lâkin adam artık ayının bağlılığını görerek farklı düşünmeye başlamıştı. Bu yüzden, ‘Beni kıskanıyorlar. Onun gibi güçlü bir yardımcım olduğu için çekemiyorlar.’ diye düşündü ve uyarıları dikkate almadı.

Günlerden bir gün ormana odun kesmeye gitti. Tabi ayı da yanındaydı.

Adam hayli çalıştı, ağaç kesti, istifledi, yorulunca da soluklanmak üzere bir ağacın gölgesine uzandı. Ayı da yanına çöktü.

Biraz sonra bir sinek gelerek adamın yüzüne kondu. Ayı, efendisine iyilik olsun diyerek sineği kovdu. Sinek kaçtı fakat az sonra yine kondu. Yine kovdu ayı. Yine kondu. Derken ayı kızdı ve sineği öldürmekten başka çare olmadığını düşündü.

Koşarak gitti. iri, yassı bir taş kapıp geldi. Olanca gücüyle adamın yüzüne indirdi. Başından ağır yaralanan adam oracıkta öldü. Dostlarını dinlememenin cezasını hayatıyla ödedi.

Haddini Bilme Öyküsü

Fare, bir devenin yularına yapışmış, onunla birlikte gidiyordu. Gidiyordu ya, gurur ve kibri de kendisiyle birlikte gidiyordu.

Deve, ömrü boyunca bu kadar kibirli, kendini beğenmiş ve üstün gören biriyle karşılaşmamıştı. Fare, kendi kendine:

‘Ne büyük bir rehbermişim de haberim yokmuş. Deveyi yularından tutmuş götürüyorum.’ diyordu.

Az sonra bir ırmağa çıktı yolu devenin. Gürül gürül çağlayarak akıyordu. Deve duraksadı. Akıntı güçlüydü. Ama rahatlıkla geçebilirdi. Fareninse beti benzi atmıştı.

‘Eyvah!’ dedi. ‘Şimdi ne yapacağım?’

Deve, az önce gururundan yanına yaklaşılmayan fareye baktı: ‘Hayrola dostum!’ dedi. ‘Ne oldu?’

Fare kekeledi:

‘Yo, yok bişey!’

Deve:

‘Haydi!’ dedi. ‘Paçaları sıva da gir suya, kılavuz sen değil misin?’ Fare, zor durumdaydı:

‘Bu koca ırmağı nasıl geçerim?’ dedi. Sesi yumuşamış, yelkenleri indirmişti.

‘Su çok derin!’

Deve ağır ağır girdi suya. Birkaç adım attı. Su dizlerindeydi: ‘Korkmana gerek yok!’ dedi. ‘Bak, dizlerime geliyor!’

Fare yalvarır gibi:

‘Aziz üstad…’ dedi. ‘Senin dizine gelen su, benim başımı kaç metre geçer Allah bilir.’

Deve taşı gediğine koyarak:

‘Öyleyse…’ dedi. ‘Bir daha böbürlenme, haddini bil!’

Ve ekledi:

‘Haydi hörgücüme geç de gidelim.’

Rüzgârın Varlığı Benim Yokluğum

Bir gün sivrisinek, Hz. Süleyman’a gelerek, ‘Sen…’ dedi. ‘Adaletinle ünlenmiş, rüzgâra, ateşe ve suya hükmü geçen bir elçisin. Yardımını istiyorum. Senin adalet ve bağış denizinde benim de hissem var.’

Allah’ın elçisi:

‘Ne istiyorsun, derdin nedir?’ diye sordu.

Sivrisinek:

‘Sorma sultanım!’ dedi. ‘Ne tadımız kaldı ne tuzumuz, hayatımız zindana döndü!’

Hz. Süleyman:

‘Ne oldu, ne var?’ diye sordu.

Sivrisinek:

‘Rüzgâr…’ dedi. ‘Benim şikayetim rüzgârdan. Sürekli bizi taciz ediyor, zulmediyor. Nereye gitsek elinden kurtulamıyoruz. Huzurumuz kalmadı.’

Elçi:

‘Güzel de…’ dedi. ‘Rabbim bana, ‘iki tarafı da dinlemeden hüküm verme!’ buyruğunda bulundu. Hasmını da çağırıp dinleyelim, ona göre karar verelim.’

Ve rüzgâra seslendi:

‘Seher yeli! Gel de hakkındaki şikayete dair konuş.’

Rüzgâr emri duyunca gürleyerek esmeye başladı. Başlayınca da ortada ne sivrisinek kaldı ne başka bir şey. Hayvancağız bir yandan sürüklenerek uçuyor, bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu: ‘Ey Allah’ın sevgili elçisi! Rüzgârın varlığı benim yokluğumdur, ona nasıl karşı koyabilirim?’

‘Sen Tene Âşıksın Ben Cana!’

Leyla sevdasıyla sarhoş olan ve benliğinden geçerek sahralara düşen Mecnun’a bir gün bir haber ulaştı, ‘Bu sabah Leyla filan yere gidiyor, acele ederse yetişebilir.’

Cünun, yani delilik çölüne düşmüş olan Mecnun durur mu haberi alınca?!..

Hemen bir deve buldu ve binerek mahmuzladı. Leyla nerede Mecnun orada olmalıydı. Onun pervanesiydi çünkü, Leyla’nın ışığına koştu her zamanki gibi.

Devenin yeni doğmuş bir yavrusu vardı. Annesini geriden izliyor, yetişmekte güçlük çekiyordu.

Mecnun mahmuzladıkça hayvan hızlanıyor, yuları gevşetince de duraklıyor, yavaşlıyordu. Birinin aklı fikri ilerdeki Leyla’daydı, ötekinin gerideki yavrusunda…

Mecnun kendini yitirdiği zaman devenin adımları geri geri gidiyor, kendine geldiği zaman ilerliyordu.

Derken tuhaf bir şey oldu, Mecnun kendine gelmişti ama baktı, hâlâ aynı yerdeydi.

Deveye:

‘Yoldaş…’ dedi. ‘ikimiz de âşığız. Ben Leyla’ya, sen yavruna. Birbirimizin yolunu kesiyoruz. Bu yoldaşlığa sığmıyor. Çünkü sen tene âşıksın, ben cana. Ayrılmamız gerek.’

‘Yüreğim Bağlı Değil’

Din bilgininin yolu tımarhaneye düşmüştü, ‘Gidip bir gezeyim, delilerin halini göreyim!’ diyerek kapıyı çaldı.

Girince, elleri ayakları bağlı bir delinin sevinç içinde bağırıp çağırdığını, keyiften sarhoş olduğunu gördü.

Yanına giderek:

‘Yahu…’ dedi. ‘Elin ayağın bağlıyken bu neşe de nedir? Tutsaksın, görmüyor musun halini?’

Deli:

‘Elim ayağım bağlı benim!’ dedi. ‘Yüreğim bağlı değil. Gönlüm özgür olduktan sonra tutsak olmuşum, ne çıkar? İki âlem dediğin nedir? Bir deniz, adı da gönül. İşte o denizde hürüm ben!’

Ölüm Arslanı

Birisi ölmüştü. Tabutu el üstünde götürülüyordu. Allah aşkıyla kendinden geçmiş bir meczup, yaklaşarak:

‘Ölüm arslanının pençesinden kurtulamayan bu adam da kim?’ diye sordu.

‘Tanımıyor musun?’ dediler. ‘Ülkemizin en güçlü pehlivanıydı.’ Derviş:

‘Hımm!’ dedi. ‘Demek ülkenin en güçlü pehlivanıydı. Zavallı… Bir gün, ölüm arslanıyla da güreşeceğini düşünmüştür umarım.’

İyilerle Paylaşma Öyküsü

Dervişin biri gezerken ayaksız bir tilki gördü, hayrete düştü. ‘Nasıl yaşar bu hayvan, ne yer ne içer?’ diyerek, Allah’ın lütfuna hayran oldu.

Derken bir arslan çıkageldi, ağzında çakal taşıyordu. Görkemli ve korkunç hayvan avının bir kısmını yedi, doyunca kalanını bırakıp gitti. Tilki artığa doğru sürünerek yaklaştı ve afiyetle yiyip karnını doyurdu. Tilkinin yiyeceğinin ayağına geldiğini gören Derviş, kendi kendine:

‘Bir tilkinin rızkını ayağına gönderen Allah benimkini neden göndermesin?’ diyerek, çalışmasına gerek olmadığını, bir köşeye çekilip oturabileceğini düşündü. Ve ekledi:

‘Allah nasip etmezse, arslan bile gücüne güvenerek yiyecek bulamaz.’

Düşündüğü gibi yaptı.

‘Rızkım Allah’ın görünmeyen hazinesinden gelir, gayret etmem gerekmiyor!’ diyerek beklemeye başladı. Bekledi, bekledi… Ne gelen var ne giden…

Günler geçip gitti. Derviş zayıfladı, eridi, bir deri bir kemik kaldı. Güçsüz ve bitkin bir haldeyken bulunduğu mescidin mihrabından bir ses duydu:

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Sufi ve Şiir – Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası

Editor

Caner Taslaman – Ahlak, Felsefe ve Allah

Editor

Medinede Sosyal Hayat

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası