Tarih

Muhayyelât-ı Aziz Efendi

ESER HAKKINDA

Türk edebiyatında modem anlamda roman ve hikâyenin Tanzimat yıllarına rastladığı bilinmektedir. Giritli Ali Aziz Efendi’nin 18. Yüzyılın sonlarında yazdığı (1797) Muhayyelât adlı eser ise, geleneksel hikâye ile modern anlatma tarzı arasında bir yere sahiptir.
Eserin yazarı Giritli Aziz Efendi’nin hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Edip, şair, mutasavvıf ve elçilik görevlerinde bulunmuş bir devlet adamı olduğu, Avrupa’lı bilginlerle tanışıp çeşitli ilmi konularda onlarla tartıştığı gibi hususlar eserinin başında verilen bilgiler arasındadır.
Yazarın, Muhayyelât’tan başka Varidat isimli tasavvufı bir eseri, Türkçe ve Farsça şiirleri bulunmaktadır. Muhayyelâtın önsözünde bahsedilen Avrupalı bilginlerin sorularına cevap olarak yazdığı risale ise henüz bulunamamıştır.
İlâhi Sırlara Ait Hayaller şeklinde günümüz Türkçesine aktarabileceğimiz Giritli Ali Aziz Efendi’nin Muhayyelâı-ı Ledünn-i İlâhi’si, matbaanın verdiği imkânla devrinde çok okunmus, Tanzimat yazarlarını birçok bakımdan etkilemiş bir eserdir(*1). Bunlardan Muallim Naci’nin, Naci ismini Muhayyelât’teki Naci Billah hikâyesinden aldığı, Ahmed Midhat Efendi’nin bir kahramanına bol bol Muhayyelât okuttuğu; Şapur ile Huma hikâyesinde, Şapur’un bir büyü sonucu Hüma’yı benzerinden ayırdedebilmek için vücudunun gizli yerinde ben araması ile İntibah’taki Dilâşub’un gizli yerinde ben olması gibi benzerlikler bulunduğu düşünülmektedir.(*2) Bazı kısımlarda yer alan mahalli konuşma şekilleri, özellikle Receb Beşe kıssasındaki komşu kadınların dedikodularına ayrılmış kısımlar, Şinasi’nin Şair Evlenmesi’ndeki Habbe Kadın ve Ziba Dudu’yu hatırlatır.(*3)
Eserin, yazıldığı devir itibarıyla batı edebiyatına ait modern hikâye ve romanla henüz tanışılamamışken, teknik ve anlatım yönünden yeni izler taşıması, yazarın birkaç yabancı dile vakıf oluşu ve yurt dışı görevleriyle ilgili olmalıdır. Ayrıca eserin malzemesini oluşturan hikâye ve konuların büyük ölçüde Binbir Gece ve Binbir Gündüz hikâyelerinden alındığı, bundan başka Lâmi’nin İbretnüması gibi eserlerden de faydalandığı belirtilmektedir. Muhayyelât’la ilgili olarak hazırlanan bir yüksek lisans çalışmasında, Aziz Efendi’nin Yunanca dahil olmak üzere çeşitli kaynak ve eserlerlerden yararlandığı ifade edilir.(*4) Sözkonusu çalışmada, Aziz Efendi’nin ilgili konuları, şahıs ve hikâye isimlerini malzeme olarak aldığı, bunları yerli ve tasavvufı formlara kavuşturarak orijinal bir terkip oluşturtuğu, hatta teknik olarak devrine göre oldukça ileri yenilikler yaptığı da tespit edilir.
Eski hikâye anlatma geleneği ile modern hikâye arasındaki temel fark, aslında zihniyet ve dünya görüşünden kaynaklanır. Eseri tanıtmaya başlamadan önce Tanpınar’ın ilgili tespitine dikkat çekmenin, Türk edebiyatında modern hikâyenin hangi aşamalardan geçtiği konusunda yararlı olacağı kanaatindeyiz.
Tanpınar, eski edebiyatımıza hakim olan kaderci ve mistik düşüncenin, fani hayat anlayışının çoğu zaman insanı geri plâna attığını; bizde eksik olanın trajedi ve trajik his olduğunu belirttikten sonra bu eksikliğin bizi realite terbiyesinden yoksun bıraktığını ifade eder.
Tanpınar’ın, Muhayyelât’ta yer alan malzemeyle ilgili aşağıdaki tespitleri, eski ile yeni arasındaki temel farkı izah yönünden dikkat çekicidir.
Madem ki Binbir Gece’den bahsettik, Müslüman hikâyesinde harikulâdenin oynadığı rolden de bahsedelim ve en realist sayılabilecek hikâyede bile bu harikulâdenin, insanın talihiyle karşı karşıya gelmesine nasıl mani olduğunu belirtelim. Filhakika, hangi kaynaktan gelirse gelsin, Müslüman hikâyesinde çok defa bu harikulâde tesadüfler, periler ve cinler vardır. İşte bu yüzden şark hikâyesi folklor sınırı içinde kalmıştır. Ve bu harikulâdenin kendisi de az çok dinin himâyesi altında idi. Hiç olmazsa müphem şekilde ona bürünürdü. Bu münasebetle “Ebu Ali Sina hikâyesi”ni hatırlatalım. Büyüyü, simya adıyla o kadar kolayca mübahın çerçevesi içine almasaydı, bu hikâye bizim eski kültürümüzün Faust hikâyesi olabilirdi.
Eseri benzerlerinden ayıran en mühim özellik, vakaların çeşitli ülkelerde geçmiş olmasına, kahramanların değişik milletlerden seçilmesine rağmen bir yerli havası taşımasıdır. Farklı mekânlarda da olsa XVIII. Asır Osmanlı ve özellikle İstanbul hayatının ahlâk, örf, âdet, kıyafet, hatta hitap biçimlerinin yansıtıldığı görülür.(*5)
Muhayyelât’ta özellikle tasvirlerdeki ağır, süslü nesre rağmen, Receb Beşe hikâyesinde kıskanç ve hileci komşu kadınların konuşmaları gibi yer yer kuvvetli bir realizm görülür. İlgili kısımlarda devrin İstanbul’una ait mahalli konuşma şekilleri canlandırılır.
Eser konu ve malzemesinde yer alan cinler, periler, sihir, büyü, tayy-ı zaman, tayy-ı mekân unsurlarıyla âdeta bir masal havası taşırsa da, yukarıda sözü edilen yerli mekânları, mahallî unsurları; ayrıca teknik olarak birbirinden bağımsız birçok hikâyenin ustaca ilişki kurularak eserde bütünlük sağlaması yönleriyle masaldan çok romana yaklaşır.
Onu masallardan ya da Binbir Gece hikâyelerinden ayıran, hatta romana yaklaştıran önemli bir özelliği de, aile, mirasyedilik, dürüstlük, vefa duygusu ve bağlılık, hatta politika ve devlet işleri gibi devre ait değer ve motifleri mesaj kaygısıyla, kıssadan hisse endişesiyle işlemesidir denilebilir.
Aziz Efendi, eserinde tasavvufî duyuş tarzını yansıtarak, insan-ı kâmil olma yolunda kahramanlarına bir çeşit seyr-i sülûk yaptırır; eserin başında ve sonunda maksadının, okuyucuyu hem eğlendirmek, hem de sözkonusu temaları işleyerek eğitmek olduğunu ifade eder.
Muhayyelât-ı Aziz Efendi adlı eser, iç içe girmiş ve birbiriyle bağlantılı üç hayâlden oluşur. Bu bölümler Hayâl-i Evvel, Hayâl-i Sâni ve Hayâl-i Sâlis adlarını taşır. Her hayâl, birbiriyle ilişkili birkaç kıssadan ibarettir.
Birinci Hayâl’de, kadınların bîvefa oluşları dolayısıyla evlenmek istemeyen Kamercan adındaki şehzadenin karşısına periler vasıtasıyla Çin şahının güzel kızı çıkarılır. Ayrılıklar, kavuşmalar arasında sınanan sevgililer iyilik ve dürüstlüklerinin mükâfatını görerek evlenir mutluluk içinde yaşarlar. Bundan sonraki kıssalar, Kamercan’ın oğulları Şehzade Asil ve Şehzade Nesil etrafında gelişir.
Bu çerçevede yer alan Kıssa-i Şehzade Asil, Kıssa-i Abdüssamed Padişah-ı Serendib, Kıssa-i Şehzade Nesil Birader-i Şehriyâr Asil ve Kıssa-i Fîruz Şah adlı kıssalarda iyilik, iffet ve namus, ahde bağlılık gibi temalar ağırlık kazanır. Nefis mücadelesi ve zorluklar karşısında söz konusu değerlere bağlılık, sonunda iyiliği ve mutluluğu getirecektir.
İkinci Hayâl’de, Ebu Ali Sina’nın Cevad’ı manevi evlat olarak alıp ilim ve marifet yolunda yetiştirmesi anlatılır. Üstadının marifetiyle kendini başka bir âlemde bulan Cevad’ın, zenginlik, makam, mevki, ölüm tehdidi gibi zorlukları aşarak sırrı ifşa etmemesi esas tema olarak işlenir. Tarikat mensuplarının seyr-i sülûk ve insan-ı kâmil olma yolunda en çok önem verdikleri husus sırrı ifşa etmemek, nefsine hakim olmaktır.
Bunu takip eden Kıssa-i Ebu Ali adlı hikâyede de sır saklama, sırrı ifşa etmeme gibi tasavvufi faziletler işlenir. İkinci Hayâl’in birinci kısmında da kadınların bîvefa oluşları işlenmiştir; fakat bu defa erkeklerin vefasız oluşları yüzünden evlenmek istemeyen hükümdar kızı karşı düşünceyi temsil eder. Ferahnaz’ı evliliğe ikna etmek için dadısı Lebabe, İklil’i ikna için de Cevad, ibret verici hikâyeler anlatırlar. Bu hikâyelerde cömertlik, dürüstlük, vefa, iffet ve namus duygusu, dine ve ehl-i beyte bağlılık, Allah’ın ilim ve kudret sıfatıyla tecelli ettiği tarikat şeyhlerine itaat gibi motif ve temalar işlenmiştir.
İkinci Hayâl’in sonunda Cevad’ın hayâl havuzuna girerek fena mertebesine ulaştığı görülür. Cevad gibi, kıssalardaki kahramanlar da nefislerine hakim olup zorlukları yenmede iyiliklerinin mükâfatlarını görürler.
Üçüncü Hayâl ise tamamen tasavvufi bir görünüm arzeder. Şeyh İzzettin adındaki güneş gibi insanlığı aydınlatan büyük şeyhin kılavuzluğuyla Mısır hükümdarı Naci Billah, önce mecazi aşkı tanır, daha sonra hakiki aşka ulaşır. Bu arada yaşadığı zorluk ve engellerin, şeyhinin bir kerameti ve hayalden ibaret olduğu anlaşılır. Bir hükümdarın yaşadığı bu seyr-i sülûkten hemen sonra gençliğinde yoksul bir genç olan vezir Kıvamüddin’in, daha sonra da halktan biri olarak zaruret içinde yaşayan hamal Receb Beşe’nin benzer kıssaları nakledilir.
Kadın, evlilik, aile gibi kavramlar, önceki iki hayâlde olduğu gibi bu bölümde de yerini alır. Natıka’nın kötü huylu, şeytan ruhlu annesi ile melek yaratılışlı babası daima çatışma içindedirler. Denilebilir ki eser bu yönüyle âdeta ferdi ve toplumu kâmil mertebeye ulaştırmak, olması gerekeni göstermek için kurulmuştur. Muhayyelâtı oluşturan üç hayâl için de sonuç aynıdır: Kişiler, yukarıda sözü edilen faziletlerin mükâfatını görürler.
Burada, Tanpınar’ın yukarıda zikrettiği insana bakış açısı ve kaderci anlayışın belirginleştiğine dikkati çekmek yerinde olur. Eserde yer alan kişilerin, sözkonusu zorlukları aşarken kendi irade ve çabaları yanında, hatta ondan daha fazla, manevi gücü olan unsurlardan yardım aldıkları görülmektedir. Bu husus, eski edebiyat ve anlatma geleneğimizin, daha doğrusu insana bakış açımızın tabii bir yansıması olarak düşünülmelidir.
Muhayyelât’ta yer alan cinler, periler, ifritler; kuvvet ve kudret sahibi şeyhler, simya ve tılsım gücüne sahip kişiler; tayy-ı zaman, tayy-ı mekân gibi unsurlar, geleneksel edebiyat, masal ve folklor unsurları olduğu kadar, sözü edilen ferdi ve toplumsal değerlerin işlenmesine hizmet eden vasıta unsurlar olarak da düşünülmelidir.
Aziz Efendi’nin Muhayyelât’ındaki çağdaş roman özelliklerinden en önemlisi, çeşitli kaynaklardan seçtiği malzemeyle sağlam bir itibari âlem kurulmasıdır.
Eserin yeni ve orijinal oluşu yazar tarafından da dile getirilir. Aziz Efendi, Muhayyelât’ın giriş kısmında, İbrani ve Süryani dillerinde bir kitap bulduğunu; Hulâsatü’l-Hayâl adlı bu kitapta insanlara faydalı olacak, onları uyaracak hikmet ve öğütler bulunduğunu anlattıktan sonra; bunlardan bir kısmını ayıklayıp seçerek sade dille kaleme aldığını ifade ediyor. Muhayyelât’ı oluşturan bölümlere hayâl adı verilmesi; kıssalarda yaşanan garip vak’aların sonunda birer hayal olduklarının ifade edilmesi; yazarın anlatıcı olarak okuyucuya hayal ve gerçeklik duygularını bir arada yaşatması ondaki hikmet unsurunun yanında yazarın itibari bir sistem kurma çabasını göstermektedir. Yazarın bu çabası, öncekileri tekrardan ibaret olan eski anlatım tarzından ayrıldığı bir başka özelliği olarak düşünülmelidir.(*6)
Yazar, aynı önsözde, yazdıklarının yeni şeyler olmadığını, fakat kendisinin, eski malzeme ile yeni terkipler, yeni nakışlar yaptığını da belirtme gereğini duyuyor. Bu durum, eski edebiyat geleneğimizdeki aynı konunun bir çok yazar ve şair tarafından tekrar tekrar işlenmesinden farklı bir görünüm arzetmektedir. Yine bu kısımda yazar, Binbir Gece Masallarından ve Lâmi’nin İbretnümâ’sından da bahsederek kullandığı malzemenin kaynaklarını saklamadığını belli ediyor.
Tanzimat yazarları tarafından çok okunmuş olmasına rağmen, fazla hayâl unsuru bulunduğu gerekçesiyle küçümsenmiştir. Bu durum, onun Tanzimat roman ve hikâyesi için zemin oluşturan önemli eserlerden olmasını engellememiştir; aksine Muhayyelât, devri ve sonrası için bile etkili olmuş bir eserdir(*7).
Muhayyelât-ı Aziz Efendi, Tanzimat roman ve hikâyesine zemin hazırlayan eserler arasında önemli bir yere sahiptir ve bu dikkatle okunmalıdır.

Hüseyin Alacatlı

***

Eserin yayına hazırlanmasında Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Seyfettin Özege Bağışlarından T 813.218 (K. 9776) numaralı nüsha esas alınmıştır. Yukarıda iç kapağı görülen 1305 tarihli başka bir baskısı da dikkate alınmıştır. (H.A)

***

MUHAYYELÂT-I LEDÜNN-İ İLÂHÎ-Yİ

GİRİDÎ ALİ AZİZ EFENDİ

1211

Efendi-i mûmâ-ileyh, tarih-i mezbûrede işbu kitabın telifine muvaffak olmuş ve ol vakit sefaret memuriyetiyle Prusya tarafına gidip bin on üç tarihinde orada rıhlet buyurmuştur. Ulûm-ı tasavvuf ve hikemiyede mahir ve her fende esvile-i gâmıza ve ecvibe-i müskite-i vâzıha iradına kâdir olduğundan Avrupa hükemasmdan müşârün bi’l-benâm olan bazı kesânın, devr-i felekiyât ve üstükusât-ı anâsır ve tabîiyyât-ı sâireye dair vâki evvelâ suallerine irad eylediği cevab-ı hekimânesini mahsus risâle-gûne tertib ve tahrir etmiş olmakla onun mütâlaasından merhum mûmâ-ileyhin derece-i malûmâtı ma’lûm-ı erbâb-ı ilm olur ve tasavvuftan Vâridât nam te ‘lifi ve sâir müellefâtı vardır; lâkin vârisleri kadrini bilmeyerek telef ve zâyi etmişlerse de bazısı merhum mûmâ-ileyhin bazı ahbâbı eline geçerek tahrir ve neşreylemişler diye işbu kitabın zuhurunda muharrir mestûrdur kuddise sırruhu.

………………………………………………

*1) Ahmed Hamdi Tanpınar: 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul 1982,  s. 26
*2) Ahmet Kabaklı: Muhayyelât-ı Aziz Efendi (önsöz); sadeleştiren: Ahmet Kabaklı, Kültür Bakanlığı 1000 Temel Eser/152, Ankara 1990.
*3) Prof.Dr. M.Oıhan Okay: Yeni Türk Edebiyatı Ders Notları Tanzimat Edebiyatı, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınlan, Erzurum 1990, s.51
*4) Zeynep Uysal-Elkâtip: Olağanüstü Masaldan Çağdaş Anlatıya Muhayyelât-ı Aziz Efendi; Sözden Yazıya, İstanbul Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, İstanbul 1994, s.47
*5) Prof.Dr. M.Orhan Okay: Yeni Türk Edebiyatı Ders Notları Tanzimat Edebiyatı, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları, Erzunım 1990, s.48
*6) Konu ile ilgili olarak bakınız: Zeynep Uysal-Elkâtip: a.g.e.
*7) Eserin devrindeki ve günümüzdeki etkileri için bakınız:    Ahmet Kabaklı: Muhayyelât-ı Aziz Efendi (önsöz); sadeleştiren: Ahmet Kabaklı, Kültür Bakanlığı 1000 Temel Eser/152, Ankara 1990.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Carmen Thomas – Çişteki Mucize

Editor

Osmanlı’nın Son Savaşı – Turan Hayalinden Sevr’e

Editor

Falih Rıfkı Atay – Çankaya

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası