Zamansızlıktan zamanın doğduğu, maddesizlikten maddenin ortaya çıktığı, boyutsuzluktan boyutların varlığa geçtiği, kuvvetsizlikten kuvvetlerin vücuda ulaştığı, şekilsizlikten şekillerin oluştuğu, renksizlikten renklerin, sessizlikten seslerin meydana geldiği, aklın alamayacağı, zihnin kavrayamayacağı bir olay!
Müthiş bir mucize! Var olmanın, varlığa geçmenin; uyanışın, haykırışın, çığlığın; benliğin, beraberliğin ve bütünlüğün göz kamaştıran ihtişamı!
Küçücük bir tohumâ gizlenmiş koskoca bir kâinat!
Olumların, oluşumların, olayların, özetle her şeyin, her nesnenin saklandığı miniçik bir kutudaki hazine!
Hazine kapağının açılmasıyla Yüce Yaratıcı’nın tüm “isim, sıfat ve fiillerinin” zuhura çıktığı evren sahnesinde, karanlıklar içinde titreşen, bükülen, eğrilen varlıkların hayâl perdesindeki buğulu görüntülerinin uzaya yansımış gölgeleri… Ve gölgelerin zamana yaslanmış kaderlerinin şaşmaz doğruluğu…
Biz neden buradayız?
Sahi, niye buradayız?
***
Önsöz / 7
Sayıların Raksı / 11
1. Neden Hiçbir Şey Yok da Bir Şey Var? / 13
2. Yaratılışın Gizli Hakikati / 49
3. Hepimiz Aynı Yaştayız / 93
4. Zamanın Başladığı An / 121
5. Biz Niye Buradayız? / 149
6. Her Şey Her Şeyin İçinde / 181
7. Olanlar Öyle Olmak Zorunda Oldukları İçin Öyledir / 203 8. Kozmostan Kuantuma / 243
9. Kozmik Denge / 273
10. Can Bağışlayanlar Âlemi / 311
11. Güneş Nereye Gidiyor / 337
12. Rastlantı mı Zorunluluk mu? / 363
13. Kim Bu İnsan? / 385
14. Okunacak Kitap / 405
ÖNSÖZ
Ol Dedi Oldu’nun 1. ve 2. ciltlerinden sonra, bu kez evren dokusunun canlılık için “olmazsa olmaz” kabul edilen duyarlı fiziksel sâbitler ve yasalarla nasıl dantel misali ahenkle örüldüğü gerçeğini bu çalışmamızda ele almak istedik.
Son zamanlarda ileri ülkelerin uzman fizikçi, astrofizikçi ve kozmolojistlerinin; içinde bulunduğumuz koskoca kozmosun fiziksel kanunlarla nasıl bu kadar mükemmel tasarlandığını, bu kadar maharetle kurulduğunu ve yaşamın bir toz zerresi gibi kalan gezegenimiz üzerinde sadece yerel şartlarla açıklanmasının yeterli olmadığını, aksine canlılığın daha geniş yelpazede, evren boyutlarında ince ayarlanmış ve seçilmiş yasalarla ele alınması gereği konusunda ortak bir görüşe sahip olduklarını anlıyoruz.
Big Bang’den bu yana 14 milyar yıl geçti. Bu değerin zaman birimindeki karşılığı 1017 saniyedir. Yani bir saniyenin milyon kere milyon kere yüz bin katı! Yaratılıştan itibaren geçen 14 milyar yıllık süreyi sıkıştırıp, bir yıllık zaman sürecine indirgeyebilseydik; içinde bulunduğumuz şu andan 1 saniye önce, Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul surlarına doğru atını sürüyor olacaktı. 3 saniye önce de Rahmet Peygamberi, Mekke’den Medine’ye doğru kavurucu güneş altında yol almaktaydı.
İnsanlık tarihi, evren tarihine göre çok yenidir. Canlılık için bu kadar uzun süre beklenmesinin nedenini, uyumlu kozmik şartların tam olarak oluşması için gerekli unsurlara bağlamak gerekir. Evrenin yeteri kadar genişlemesi, genişleme hızının hassas değerini kazanması, uzaydaki sıcaklık değerinin -270 dereceyi bulması, yıldızların en uygun enerjiyle parlaması vb. fiziksel şartların eksiksiz yerine gelmesi lâzımdı. Çünkü aksi halde biz burada olmazdık!
Aslına bakılacak olursa, tüm evreni iki temel grupta toplamak mümkündür. Biri “makro kozmos” dediğimiz en geniş ölçekteki yıldızları, gezegenleri ve yıldız toplulukları demek olan galaksileri içine alan büyük, çok çok büyük bir âlem!
“Mikro kozmos” dediğimiz, evreni en küçük boyutlarda incelemeye çalışan ikinci grupta ise çevremizdeki tüm madde ve maddeyi oluşturan moleküller, sonra atomlar, çekirdek etrafındaki elektronlar, çekirdek içindeki protonlar, nötronlar ve daha yüzlerce türdeki atom altı parçacıklar yer alır.
Birincisini incelemek için Einstein’ın genel görelilik (relativite) kuramını, ikincisinde ise kuantum fiziğini kullanmak zorundayız.
Konunun can damarı ya da sık kullanılan deyimle omurgası da burada düğümleniyor. Evren hep böyle değildi ki! Evren maddesi, zamanımızdan 13.7 milyar yıl önce Big Bang sırasında atom altı parçacık kadar minicik bir boyuttaydı.
O halde, sonsuz büyükle sonsuz küçüğün iç içe geçtiği, bir ve beraber olduğu, bütünleşip kenetlendiği boyutsuz bir noktada zaman, madde ve enerjinin yoğunlaşıp sıkıştığı bir “başlangıç”ı tanımlamamız gerekiyor.
Bilim insanları, evrenin ilk maddesini incecik bir kum tanesinden bile çok daha küçük, minicik, belli belirsiz bir “nokta” gibi kabul ediyorlar. Sıcaklık 1032 derece, zaman 10-43 saniye, boyut -eğer doğru terimse- 10-32 cm. Fizikçilerin işi burada zor görünüyor, zira kuantum mekaniği ile görelilik kuramını nasıl bağdaştıracaklar?
Üstelik bu “noktaya” artık bir kez daha geri dönmek de mümkün değil!
Acaba?
Evrenin genişlemesinin bir anda durup, evren maddesinin kendi içine kapanacağı da, ihtimal dışı kabul edilmiyor!
Kapalı evren modeline göre, genişleme durunca bütün galaksiler birbirine yaklaşmaya başlayacaklar. Kütle çekim kuvveti nedeniyle birbirlerine yaklaşma hızları giderek artacak ve nihayetinde kenetlenecekler. Böylesine bir kozmik kütle, bir kara delik gibi çevresinde ne varsa hepsini elektrik süpürgesinin hortumu gibi kendine çekecek. Birbirine yaklaşan her şey sanki tek bir galaksi gibi bütünleşecek. Sonra sımsıkı bağlanmış bir düğüme benzer tek bir yıldız olacak. Daha sonra karanlık bir gezegen, sert bir elma, bir fasulye ve nihayet bir kum tanesine dönüşecek koskocaman evrenimiz!
Peki, sonra?
Bu kum tanesi de moleküllere ayrılacak, ardından atomlara, atom altı parçacıklara, elektrona, protona, nötrona ve son bir çöküşle artık ortada ne bir büyüklük, ne bir madde, ne bir zaman, ne uzay, ne mekân, ne de enerji kalacak!
Evren yok olacak, yokluğa gidecek!
Siz isterseniz buna “kıyamet” de diyebilirsiniz.
Belki yaratılışın sırrı da burada zaten! Kozmik tasarım nihayete erecek!
Başlangıçla sonun birleştiği, bütünleştiği; sonun mu başlangıç ya da başlangıcın mı son olduğunun artık hiç anlaşılmadığı; kavramaların birbirine karıştığı; akıl, fikir ve mantık yürütmenin imkânsız olduğu bu yaratılış sırrında yaşam nerede?
Yaşamı nerede bulacağız?
Tabii ki dünyamızda! Biricik, mavi gezegenimizde; havası, suyu, toprağı, rengârenk çiçekleri, binlerce çeşit böcekleri, şırıl şırıl akan dereleri, derin okyanusları, sessiz gölleri, sarp dağları, sakin ovaları ve yemyeşil ormanları ile yerküremizde. Burası bizim dünyamız! Doğup büyüdüğümüz, yetiştiğimiz, kaynakları ile hem beslendiğimiz hem de onları arsızca tükettiğimiz tek yuvamız!
Başka nereye gidebiliriz ki?
Ama dünyadaki yaşam şartlarına, yıldızların ufaklıklarına, güneşin ışıldamalarına dudak bükerek bakmak yerine; bu ucu bucağı olmayan kâinatta kendi yerimizi hiç sorgulamayacak mıyız? Kozmostaki muhteşem tasarımı, düzeni, mükemmel ahengi, doğa kuvvetlerinin şahane uyumunu, fiziksel sâbitlerin ritmik raksını, evrenimizin hassas dengesini, kozmosun ince ayarlarını gösteren denklemleri hiç soruşturmayacak mıyız?
Niçin burada olduğumuzu hiç düşünmeyecek miyiz?
Bu kadar incelikle tasarlanmış ve düzenlenmiş; her şeyin her şeyle ilgili, ilişkili, etkili, tepkili ve dengeli olduğu bir sistemde, hayat ve canlılık kavramının derinliğine inip, orada neler olup bittiğini anlamaya çalışmayacak mıyız?
Okunacak tek kitabın Kur’ân olduğunu söylerler. Hiç kuşkusuz doğrudur!
Okunacak başka bir kitap varsa, bu kitap neden kâinat kitabı olmasın?
Belki de okunacak tek kitap İNSANDIR!
Niye olmasın?
Taşkın TUNA Ankara, Haziran 2012
SAYILARIN RAKSI
1.000.000.000.000 |
= |
ıo12 |
= |
trilyon |
1.000.000. 000 |
= |
ıo9 |
= |
milyar |
1.000.000.000 |
= |
ıo6 |
= |
milyon |
1.000 |
= |
ıo3 |
= |
bin |
100 |
= |
ıo2 |
= |
yüz |
10 |
= |
ıo1 |
= |
on |
1 |
= |
10 |
= |
bir |
1/10 |
= |
10-1 |
= |
onda bir |
1/00 |
= |
ıo-2 |
= |
yüzde bir |
1/1000 |
= |
ıo-3 |
= |
binde bir |
1/1.000.000 |
= |
ıo--6 |
= |
milyonda bir |
1/1.000.000.000 |
= |
10-9 |
= |
milyarda bir |
1/1.000.000.000.000 |
= |
ıo-12 |
= |
trilyonda bir |
1. NEDEN HİÇBİR ŞEY YOK DA BİR ŞEY VAR?
“Doğada bir şeylerin yokluğundan çok
var olması için sebepler vardır.”
Leibniz (1646-1716)
Bu soruyu hemen herkes soruyor. Ama en fazla soranlar fizikçiler. İleri ülkelerde yayımlanan çok sayıda fizik ve özellikle de kozmoloji kitaplarında bu soruya sık sık rastlarsınız. Bilim insanları soruyor: “Niye bir şey var da hiçbir şey yok?” (Why there is something rather than nothing?)
Bu soruyu sormasına soruyorlar ama onlar da tam olarak cevabını bilmedikleri için çaresizlik içinde bocalıyorlar. Çaresizliklerinin nedeni de “başlangıç şartları” olarak kabul ettikleri Big Bang!
“Her şeyin bir başlangıcı vardır” derler ya! İşte öyle bir şey!
Başlangıçta, ama başlangıcın da başlangıcında; ta en başında hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey!
Bu hiçliği anlamak ne kadar da zordur! Bilim insanları kafalarını yumruklaya yumruklaya “başlangıç şartları”nı keşfetmeye çalışıyorlar ama nafile, “Big Bang’den önce ne vardı” sorusuna bir türlü cevap bulamıyorlar.
Zaten aradıkları cevabı bulamayacaklarını onlar da pekâlâ biliyorlar, yaptıkları “zihin jimnastiği” gibi bir şey! Çünkü eğer Big Bang’den önce şu ya da bu vardı şeklinde bir sonuca varırlarsa, o şeyin zaten bu evrenin içinde olması gerekirdi!
“Başlangıçtan önce hiçbir şey yoktu” demek ne anlama geliyor? Anlamı şu: Bir defa madde yoktu, enerji yoktu, boyut yoktu, zaman da yoktu. Ne ses, ne ışık, ne atom ve ne de atom altı parçacıklar… İkincisi, zaman boyutunun olmayışı işi daha da güçleştiriyor. Zamansızlık kavramını günlük konuşmalarda kullandığımız içi boş ve derinliksiz kelimelerle anlayabilmek hiç de kolay değildir.
Zamansız, maddesiz ve boyutsuz bir durumu “boşluk” olarak tanımlayabilir miyiz? Bence hayır! Çünkü boşluk, var olana nispetle değer kazanan bir kavramdır. “Benim bir kalemim yok” dediğiniz zaman, zaten mevcut olan kalemlerden birinin size ait olmadığını söylüyorsunuzdur. “Başlangıçtan önce boşluk da yoktu” cevabından sonra, “Acaba hiçlik mi vardı?” sorusu akla gelebilir. Peki hiç’lik nedir?
Hiç! Adı üstünde. Hiçlik!
Evrenin başlangıcı, ya da artık gerçek anlamda ismini koymak lâzım gelirse, “Evrenin Yaratılışı” demek olan ve literatürlerde “Creation of the Universe” olarak belirtilen mucize; içinde yaşadığımız evrenin madde, enerji, boyut, kütle ve zaman kavramlarının açığa çıkmasının basit ve sade bir ifadesidir. Bu iki kelimelik isim, aynı zamanda olağanüstü bir olayın habercisidir ve gerçek anlamda bir büyük mucizedir.
Ama ne mucize!
Big Bang’in Türkçemizdeki karşılığı “Büyük Patlama” olarak veriliyor. Bu deyim aslında biraz kafaları karıştırmıyor değil. Zannediliyor ki, başlangıçta çok büyük, muazzam bir gaz kütlesi varmış, bu gaz sıkışmış sıkışmış ve kendi içine sığamayarak aniden patlamış ve tüm uzaya dağılmış. İşte Büyük Patlama dedikleri buymuş!
Bu tasvir baştanbaşa yanlıştır! Eğer başlangıçta bir gaz kütlesi var idiyse, o gazı oraya kim koydu? Eğer gaz yok da öylesine bir patlama var idiyse, o patlayıcı oraya nereden geldi? Patlayan neydi, top mu, tüfek mi, mayın mı, bomba mı, ne?
Big Bang deyimini ilk kez İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde Astronomi Profesörü olan Fred Hoyle, BBC’de bir program sırasında kullanmış. Bu deyim o günden bu güne, her ülkede benimsenmiş. Sözcüklerden ziyade kavramın önemli olduğunu hatırda tutarak, biz yine “Big Bang” diyelim ama bunu bir uzmanın kendi adına keşfettiği bir tâbir olarak değerlendirelim ve sıradan bir “patlama” ile hiçbir alâkasının bulunmadığını da bilelim.
Sözcükler biraz da süngere benzer. Aynı sözcüğü yerli yersiz defalarca kullanırsak, zamanla çevresindeki kelimeleri de emen içi boş, anlamı da hoş olan bir kavram üretmiş oluruz. “Büyük Patlama” işte böyle bir “sünger” haline dönüştü.
Kozmoloji, evren bilimi demektir. Zaten “kozmos” aslında düzen demektir, âhenk demektir, mükemmellik, matematiksel bir estetik ve kapsayıcı bir bütünlük demektir. Kozmosun aksi ise “kaos”tur; yani kargaşa, karmaşa, tesadüf, şans, tombala.
Siz hiç hesapsız kitapsız, ölçüsüz ölçeksiz plânsız ve tasarımsız bir ev yapıldığını gördünüz mü? Değil bir bina, bir tavuk kümesi bile yapamazsınız. Bahçenizdeki belli bir alana bir kümes inşa etmek için bile ne kadar keresteye, tel örgüye, çiviye ihtiyacınız olduğunu hesaplamak zorunda değil misiniz?
Kümes ne kelime! Ucu bucağı belli olmayan, milyarlarca ve milyarlarca güneşin, gezegenin ve galaksinin yer aldığı evrende görünen-görünmeyen tüm varlıkların birbirleriyle olan ilişkisini tespit etmeden onun tasarımını anlayamasınız.
Kozmoloji uzmanları evreni biraz daha yakından tanıyabilmek için bazı teknik “modeller” kurarlar. Bu modeller, terzilerin provalarda kullandığı modellerden farklıdır. Doğa olaylarını kavrayabilmek ve sistemin nasıl çalıştığını, düzenin nasıl oturduğunu saptamak için modeller kurulur. Çeşitli gözlemlere dayalı güvenilir