Dini

Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler

9789753550383

İnsanın, toplumsal hayatı gibi düşünce hayatının da karmaşıklaştığı bir dünyada “müslümanca düşünme”nin imkân ve yöntemi nedir? İslâm konusunda yeterli “malumat”a sahip olmak, “müslümanca düşünmek için yeter mi? İslâm özü ve bütünüyle kaynaştırılamayan bilginin, düşünme etkinliğini oryantalist bakış açısına mahkûm etmesi kaçınılmaz olmayacak mı? Edebiyat ve özellikle öykü alanındaki başarılı ürünleriyle de tanınan Rasim Özdenören, bu önemli sorunları kuşatıcı bir perspektifle gündeme getirmekte ve sahip olduğu zengin birikimini başarıyla işleyerek, tartışmaktadır.

Açıklama
Bu kitabın ilk baskısından (1985) bu yana on dört yıl geçmiş. Bu süre boyunca, kitapta gördüğüm bazı ifade zaaflarını düzeltme niyetini hep taşımış olmama rağmen, bu işe el atmak nasip olmamıştı. Nihayet bu baskıda, bu işi gerçekleştirme fırsatını bulduk. Kitabın temel metni elbette olduğu gibi bırakıldı, ama gereksiz gibi duran ifadeler silindi, kimi yerlerdeki zaaflar giderilmeye çalışıldı. Buna rağmen, gene de, olması gereken metne ulaştığımı söyleyemiyorum. Bu bakımdan, bu metnin, benim indimde sakat doğmuş çocuk mesabesinde bulunduğunu ifade etmek isterim: onlar sakat da olsalar ve bilhassa bu yüzden daha çok ihtimama ve şafkate layık görülürler. Bundan sonra bu kitaba atıfta bulunulursa işbu 9. baskının esas alınmasını ve Önceki baskıların yok sayılmasını rica ediyorum.

R.Ö.
Ocak 1999 Ankara

Panorama
BAZI GENELLEMELER
Halen beş milyara yakın insanın yaşadığı yeryüzünde, başka hiçbir ek faaliyete gerek duyulmaksızın mevcut nüfusun on mislini besleyebilecek seviyede bir üretim yapıldığı halde, milyonlarca insanın açlıkla pençeleştiği söylenirse ortada bir bozukluğun var olduğunu İleri sürmek için zeki olmak şart değildir.
Üreticilerin, fiyatları düşürmemek için piyasaya mal arzetmekten kaçınıp stoklama yolunu tercih ettikleri bir dünyada, bir kısım insanların çıplak gezdiğini görünce, bu işin içinde bir bozukluk olduğunu söylemek için ekonomi tahsil etmeye gerek de yok.
Kaliforniya’nın portakal bahçelerinde portakal toplamaya çıkmış yüzbinlerce tarım işçisinin günde üç portakal karşılığında bütün gün çalışmaya mecbur bırakıldıkları için karınlarını doyuramadıkları, fakat bahçe sahiplerinin fiyatları düşürmemek için  toplanan portakalları denize döktükleri bir dünyada, bir bozukluk olduğunu görebilmek için Kaliforniya’ya portakal toplamaya gitmiş olmamız da gerekmez.
Afrika’da, Hindistan’da, Güneydoğu Asya’da, Güney Amerika’da, açlıktan kemikleri çıkmış bebelerin resmini Çektirmek İçin yanşa giren ve bu yarışta binlerce lirayı bir kalemde sarfedebilen gazete ve dergilerin bulunduğu bir dünyada, en aç insanın fotoğrafını çeken foto muhabiri altın madalya ile taltif edilirken, fotoğrafı çekilen aç bebenin sırtından para kazanabilen becerikli gazeteciler tebriklere boğulurken, aç insanların kendi halleriyle başbaşa bırakılmasında bir bozukluk olsa gerek.
Yoksul çocukları esirgeyip korumak adına düzenlenen balolarda, göbekleri yeterince şişmiş adamların sabahlara kadar vur patlasın çal oynasın vakit geçirirlerken, bu çocukların okuma kitaplarım nasıl satın alabileceğinin hesabının yapıldığı bir dünyada bir bozukluk var demektir.
Aç kalma tehlikesiyle nüfus planlaması yapmak için teşkil edilen ekiplere binlerce liralık harcırahlar tahsis edilip bir o kadar hastane ve doktor masrafına kazanılırken, doğmamış çocukların rızıkları yüzünden uykuların kaçtığı dünyada bir bozukluk olsa gerek.
Doğmuş çocuğu beslemek için sarfedilecek paranın ana rahmindeki çocuğun doğmaması için sarfedildiği bir dünyada bir bozukluk, bir terslik var demektir.
Daha en az kırk milyar insanın rahatlıkla barınabileceğinin hesaplandığı bir dünyada, kırk katlı binaların yapılmasına rağmen İnsanların mesken sıkıntısından şikâyetçi olmaları Önlenemiyorsa, burada da akla aykırı bir düzenin işlediğinde şüpheye düşmemeli.
Okullarında çocuklarına cinsel eğitimin verildiği ülkelerde ve en çok bu ülkelerde, akla gelmez sapıklıkların yaygın biçimde yerleşmiş olması vakıası ile ırza tecavüz olaylarının, alkolizmin, klinik akıl ve ruh hastalıklarının yoğunlaştığının görüldüğü bir dünyada, bu işlerin düzenlenmesinde de bir bozukluğun olduğunu kabul etmek gerekecektir.
İletişim araçlarının geçmişin hiç bir döneminde görülmediği biçimde çoğaldığı ve günlük hayatımızı doğrudan etkilediği bir dünyada, insanların fertler olarak iletişimsizlikten bu kadar yakındığı bir tablo ile karşılaşılıyorsa, bu işte de bir bozukluğun olduğunu teslim etmek zorundayız demektir.
Kısaca söylersek, bugün problem alanı olarak önümüze getirilen konuların tümüne düzmece problemler diye bakılmalıdır, insanlar her neyi put olarak görmüşlerse o putlar karşılarına problem olarak çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, günümüz dünyasında asıl problemin, problem diye uğraşılan konular olmadığını, fakat asıl problemin kafa yapısından doğduğunu söylemek gerekecektir.

PRATİKTEKİ SONUÇLAR
Batının kafa yapısı ile Müslümanların kafa yapısı arasındaki farklar üzerine dikkatimizi yöneltirken, onların günlük hayatlarında yer eden pratiklere gözatmak karşımıza manidar tablolar çıkartacaktır.
Sözgelimi giyimkuşam modasına bakalım. Moda denilen vakıanın kökeninde tekstil sanayicilerinin parmağının olduğunu biliyoruz. Hatta diyelim ki, moda olgusu Batı iktisadiyatının kendi telakki tarzı içinde kaçınılmaz olarak ortaya çıktı. Şimdi bir takım “moda merkezleri” de bu “kaçınılmaz” durumdan yararlanmak isteyen bazı açık gözlere fırsat sağladı. Meselenin kökenindeki bu durumu bir kenara iterek günümüzdeki her türlü moda etkinliklerine bakarak değindiğimiz iki kafa yapısı arasındaki farkı gözlememiz imkân dahilindedir. Kâğıt üzerinde özgürlük edebiyatı yapan Batı insanının, sırf moda etkinlikleri çerçevesinde bile insanı metalaştırdığı görülebilir. Şimdi bir meslek olarak benimsetilmeye çalışılan mankenlik bu kafa yapısının uzantısıdır.
Böyle bir mesleği ortaya koyan zihniyetin İnsan haysiyeti konusundaki fikirlerini almak ilgi çekici olurdu. İslam, her hususta olduğu gibi giyim kuşamda da sadeliği değil de, gösterişi öngörmüş olsaydı bile, Müslümanlar arasında giyim kuşam teşhirciliği böyle bir noktaya ulaşmazdı. Getirilen ahlâk yapısı bunu önlerdi çünkü.
Batı insanının kafa yapısı keyif için (Batı usulü bilimsel platforma oturtarak konuşursak “araştırma” demeliyiz) bitkiler ve hayvanlar üzerinde yaptığı denemelerle gayri tabii mahluklar üretmeye başladı. Kokteyl yaratıklar diye adlandırılan bu hayvancıklar, iki ayrı hayvanın aynı bedende birleştirilmesiyle üretiliyor. Böylece yansı tavşan öteki yansı kedi olan hilkat garibesi türler elde ediliyor. Aynı şekilde, bazı çiftliklerde kimyasal maddeler katılarak gerçekleştirilen sun’i döllenmelerle benzeri olmayan hayvanlar elde ediliyor. Bu tür denemelerle kulaksız, burunsuz, anadan doğma tüysüz, görünüşleri hemcinslerinden çok farklı, bazılarının ön ayakları, bazılarının arka ayakları kısa ve her halükârda böyle yaratılmış olmaktan ıstırap çeken köpekler üretilmiş. Ne için? Sırf, bu köpeklere sahip olmak suretiyle başkalarından farklı görünmek isteyen, böylece meta haline getirilmiş olduğunu unutarak tatmin arayan insan için. ilgi çekmenin, başkalarından farklı görünmenin yolu böyle aranıyor. İmdi bir Müslümanın böylesi bir uygulamayı tecviz edebileceği akla gelir mi?
Batı insanının konfor arayışı da onun gündelik hayatının bazı zorunluluklarından kaynaklanmaktadır. Aslında görünen şaşaanın maskesi kaldırılırsa Batı insanının tam bir şaşkınlığı yaşadığı ve acınası bir durumda olduğu kolayca görülür. Bütün o elektronik zımbırtıların altında, bu insanın dramı yatmaktadır. Yalnızlaşan, yabancılaşan, meta haline dönüştürülen bu insanı “kendine yeter” hale getirme çabalarının ürünü olan bu elektronik buluşlar (videodan uzay araçlarına kadar tümü), bu inşam gitgide daha yalnız, daha yabancılaşmış bir ortama sokmaktan başka işe yaramıyor. Bir adı da delilik (alien) olan bu yabancılaşmayı günümüz Amerikan şairlerinden Ailen Ginsberg “Amerika” başlıklı şiirinin bir yerinde şöyle vurguluyor:
“En iyisi ulusal kaynaklarımı inceleyip onlara dönmek Ulusal kaynaklarım, biliyorum, iki parça esrar. Binlerce cinsiyet organı, saatte 1400 mil hızla giden bir özel basılmaz edebiyat ve yirmibeşbin tımarhane.”

BİREYCİLİK
Yabancılaşmanın bir başka yüzü ise bireyciliktir. Bireycilik (individualism) Batı’da hümanizma hareketiyle yavaş yavaş suyun yüzüne çıkmaya başladıysa da, bireyciliğin eksiksiz bir yaşama biçimi haline dönüşmesi ABE^nin kendine özgü tarihinde gerçekleşti. Yeni Dünya’ya gelen yüzbinlerce, milyonlarca maceraperestin hayat kavgası, herkesin başı derdine düştüğü bir hayat ortamı, bu sonucu doğal hale getirmişti.
ABD, halen her ne kadar Batı uygarlığı bütünü içinde ele alınıyor ise de, aslında, onda geleneksek Batı uygarlığından ayrılan dikkate değer unsurlar mevcuttur. En başta da, belki bireyciliğin bir yaşama tarzı haline dönüştürülmüş olması anılabilir.
Halen, uygarlık denilince Batı’yı aklına getirenler. Batı denilince de binbir çeşit teknolojik kolaylıkların insanın emrine amade tutulduğunu düşünenler ve bu kadar kolaylıklar arasında insanın rahat, müreffeh bir ömür sürdüğünü ve ömrünü tamamladığı zaman da rahat döşeğinde Ölebileceğim sananlar, bu uygarlığın Amerikalı şair tarafından ifade edilen korkunç yüzünü sanırım görmezlikten gelmek istemiyorsa, bilmiyorlar demektir.
Amerikan hayat tarzı bir bakıma öylesine kendine özgü ki, bu hayat tarzı bugün Batı uygarlığının beşiği olan Avrupa ülkelerini bile etkisi altına almıştır.
Bugünkü dünyada Batı’ya açıldığını söyleyen hemen her ülkede bilinçli ya da biliçsiz. Amerikan hayat tarzının izlerini, etkilerini görmek mümkündür. Amerikan hayat tarzının etkileri sadece ingiltere, Fransa, italya, Almanya gibi Avrupa ülkelerine bulaşmış değildir; ….

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Kur’an ve Sünnet Işığında 40 Soru 40 Cevap

Editor

Mahremin Göçü

Editor

Ferhan Ercan – Dinsel Şiddet

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası