Türk adı, efsanede, Nuh Aleyhisselâm’ın oğlu Yafes’e kadar gider; ama tarih, şimdi anlatılanlarla başlatır. Her halükârda eski tarihin birçok safhası tam olarak arınamaz efsaneden. Bunları tamamen gerçek yerine ikâmeye çalışmak imkânsız, aynı şekilde reddetmek de manasızdır.
Biz, zuhurlarından itibaren Gök-Türkleri anlatmaya başlayıp, imha oluşlarına kadar gideceğiz. Gerekli görüldüğü hallerde bir süs eşyası gibi, efsaneyi de kullanabileceğiz. “Türk Tarihi” denince akla gelen meselelerden biri kurulan devletlerin çokluğudur. Dolayısıyla çok Türk devletinin yıkıldığı da hatırlanır. İki hususta da mahir olan bir soyumuz var.
Bu bütün dünyanın malûmudur. Tarihin hiçbir dönemi Türklerin devletsiz yaşadığına şahitlik edemez. Her zaman için bir veya birkaç Türk devleti var olmuştur. Başka bazı kavimlerde hâkimiyet altına alınmış, hatta bu kavimlerin topraklarında kurulan Türk hükümdarlıkları daha fazladır. Yıkılan her Türk devletinin sırtında bir başka Türk’ün tekme izi vardır.
Gök-Türklerin ortaya çıkışlarına sebep olan da, bir Türk devleti tarafından bir başka Türk devletinin yıkılması hâdisesidir. Sayısız Boylar Türklerin çabuk devlet kurabilmeleri teşkilatçılıktaki maharetlerine bağlanır; bölünmelere ise bir isim bulunamamış, belki de aranmamıştır. Herhalde, diğer kavimlere bakarak, bu hususta bir şeyler söylenebilir.
Çin ’in Şimal Komşuları kitabının yazarına göre 5-9’uncu asırda Türklere bağlı boyların sayısı 85’tir. Tabgaçları ayrı kategoride değerlendirmiş, ama biz onların Türk olduğunu biliyoruz, öyleyse onları da ilave edelim. Tam 119 boy. İkisinin toplamı 204. 1 Bunlar Çin’in kuzeyindeki boyları kapsamaktadır. Ve biz karamsarlığa düşmeyelim, çünkü diğerleri de bundan farklı değil. Japonlar, Koreliler , Moğollar vs.
Onlar da paramparça demek ki o devrin icabı bu imiş. 1 Çin’in Şimal Komşuları, 152-160.s Bizim tespitlerimiz öncekilerin kitaplarından çıkarılanlardır. Parçalar hâlinde yaşayan boylardan bazılarının başka milletlerin arasını boyladığı vakidir, ama ekseriyet zaman içinde birleşerek büyük Türk devletlerini kurmuşlar.
Mevzuumuz Gök-Türklerde bir boy iken devlet olanlardandır. Eskiden devletlerin doğuşuna efsane bulaştırmamak noksanlık sayılıyor olacak ki, Gök-Türklerin tarih sahnesinde arz-ı endam edişleri de böyle acayipliklerin arasında anlatılagelmiştir.
Fakat biz önce, ciddi sözlere kulak vereceğiz. Kimlerdir, nasıl ortaya çıktılar? Genel kanaate göre “Gök-Türkler Hunların bir kolu, Hunların bakiyesidir.” 2 Bu türden söylenenler çoktur ve doğrusu budur. Siyenpilerden oldukları ileri sürülürken de gerçekte aynı şey anlatılmaktadır, zira kök Hunlara dayanıyor. 2 Türk Kavimleri Tarihi, 133,s Baş tarafta Türkler birbirinin devletini yıkıyor, demiştik; hep öyle oluyor ve daha da olacak, biz de acı çekerek seyredeceğiz.
Türk Tabgaçlar Kuzey Çin’de kurdukları devletlerini koca bir imparatorluk yapmışlar, ama Türklükleri küçülmüş, hatta bitmiş, tamamen –devlet olarak– Çinlileşmiş idiler. Hunlardan bir grubun kurduğu Kuzey Liang Devleti kuvvetli rüzgârlara dayanacak kadar kök salamamıştı; zayıftı, narindi; Tabgaçlar kasırga gibi esip, onların kökünü söktü.
Hosi’deki bu küçük Hun devleti –Kuzey Liang– 439’da ortadan kaldırıldı.3 3 İslâm Ans., 12/2.c Sonradan aldıkları şekillere bakmadan, asıllarını göz önüne alarak anlattığımız için Tabgaçları Türklerden bir kavim diye devletleriyle beraber kitabımıza aldık. Çinlileştiler, fakat onlar Türk idi. Gök-Türklerin menşeine gitmek için buralarda dolaşıyoruz.
Açina ve Beş yüz Ailesi Açina kelimesi kurt anlamındadır. Türkçede kurt için, bâri, buri veya kaşgir/kasgir kelimeleri kullanılır. (…) A ön-takısı Çincede saygı ifadesi için kullanılır. Bu noktadan hareketle Açina kelimesi asil kurt demektir. (…) Ancak kurt kelimesinin Türklerde çok şey ifade ettiği kesin.
Çinli yazarlar muhtemelen Türk hanlarının bizzat görünüşlerini nazar-ı itibara alarak, onları tavsif ederken “Türk Hakanı” ile “kurt” kelimesini eş-anlamlı olarak kullanmışlardır. Nitekim Siyenpi asıllı prensesin, kocası Sha-po-lio (Şapolyo) Handan bahsederken “tam bir kurt karakterli insan” ibaresini kullandığı; Çinlilerin Türklere saldıracakları zaman “yapılması gereken şey, göçmenleri kovmak ve kurtlara saldırmaktır” dedikleri bilinmektedir.
Bundan başka altın kurt başı Türk tuğlarını süslemiş ve nihayet Türklerin doğuşuyla ilgili iki efsanede dişi primajenitar (iki ata) kurt en fazla yeri işgal etmiştir.”4 4 Eski Türkler, 36-37.s Şimdi bir efsaneye uzanacağız: “Gök-Türkler eski Hunların soylarından gelirler ve onların bir koludurlar. Kendileri ise Açina adlı bir aileden türemişlerdir. (Sonradan çoğalarak) ayrı oymaklar halinde yaşamaya başladılar.” Daha sonra Lin adını taşıyan bir memleket (halkı) tarafından mağlup edildiler; soyca öldürüldüler.
(Tamamen öldürülen Gök-Türkler içinde), yalnızca on yaşında bir çocuk kalmıştı. Askerler, çocuğun çok küçük olduğunu görünce, onu öldürmemişlerdi. Yalnızca çocuğun ayaklarını kesmişler ve bir bataklık içindeki otlar arasına bırakarak gitmişlerdi.
Bu sırada, çocuğun yanında bir dişi kurt peyda oldu ve et vererek onu besledi. Bu şekilde büyüyen çocuk kurtla karı koca hayatı yaşamaya başladı. Kurt bu yolla çocuktan gebe kaldı. Lin memleketinin kralı, bu çocuğun hâlâ yaşamakta olduğunu duydu ve öldürülmesi için askerlerini gönderdi. Askerler, kurdu çocuğun yanında gördüler ve kurdu öldürmek istediler.
Fakat kurt hemen kaçtı ve Turfan memleketinin kuzeyindeki dağa gitti. Bu dağda derin bir mağara vardı. Mağaranın içinde de büyük bir ova bulunuyordu. Ova baştanbaşa ot ve çayırlarla kaplı idi. Çevresi birkaç yüz milden fazla değildi. Dört yanı çok dik dağlarla çevrili idi. Kurt, kaçarak bu mağaranın içine girdi ve orada on çocuk doğurdu. Zamanla bu çocuklar büyüdüler ve dışarıdan kızlar getirerek evlendiler.
Kızlar gebe kaldı ve bunların her birinden de bir soy türedi. (İşte Gök-Türk devletinin kurucularının geldikleri) Açina ailesi de (bu on-boy’dan) biridir. Onların oğulları ve torunları çoğaldılar ve yavaş yavaş yüz aile haline geldiler. Birkaç nesil geçtikten sonra, hep birlikte mağaradan çıktılar. Ju-julara (yani Juan-juan devletine) tâbi oldular.
Altay (Chin-shan) eteklerinde yerleştiler. Bundan sonra da Juan-juan devletinin demircileri oldular…” � Aynı efsanenin çok az farkla, başka varyantları da var. Her millette değişik şekilleri bulunan efsaneleri olduğu gibi kabullenip, hiç olmazsa, bunların meydana getirildiği zamanlardaki insanların kültür ve inanç yapılarını öğrenmiş oluyoruz.
Türkler ve Moğollarda bu hususta, benzerlikten öte aynîlik oluşu, aynı efsaneyi iki tarafın da kendine mal edişi düşündürücüdür. Biz meşhur olan birçok destanı, Ergenekon v.s. burada şimdilik anmıyoruz. Gerçeğe dönmek için 439 senesine doğru yol alacağız. “Kuzey Çin’in fethi sırasında To-pa (Tabgaç )lar tarafından mağlup edilen kabileler arasında Açina’nın beş yüz ailesi de vardı.
Bu beş yüz aile V. yüzyılda Hunlar ve Sipenpiler tarafından Çinlilerden fethedilen Shen-si’nin batı taraflarında yaşayan değişik boyların karışımından ortaya çıkmıştı. Açina, Ho-hsi’yi hâkimiyet altında tutan Hun Prensi Mu-kan’ın emrine girmişti. 439’da Tabgaçlar Hunları yenip Ho-hsi’yi Wei İmparatorluğu sınırlarına ilhak edince, Prens Açina beş yüz çadırlık tebaasıyla Altay Dağları’nın güney eteklerine kadar saçılmış olan Juan-juanlara sığınmış ve onlara demir döküp vermeğe başlamıştı.”5 5 Eski Türkler, 35.s Nadas Dönemi “Kaynaklarda, Gök-Türklerin kesin olarak zuhur etmeleri 542 yılındadır.” 6
Önceki zamanları tam 103 senedir, bu yıllarda neler yaptılar? Tam değilse de kısmî bilgiler temin edilebilmektedir. Ordos ’tan Tabgaç bozgunu ile 439’da Altay Dağları eteklerine mecburi göç ettilerdi. Nasıl olduğunu anlayamasak ta, bu beş yüz aile “442 yılında Turfan bölgesinde hâkimiyet tesis etmişler, fakat 460’da Juan-juanların himayesine girmekten kurtulamamışlardır.”7 6 Gök Türkler, 1.c. 15.s 7 Gök Türk Tarihi, 9.s.
Mümkün olduğunca, karmaşık mevzulardan kaçınıyor; berrak kafaları bulandırıp, öğrenmeyi zorlaştırmamak istiyoruz. Lâkin zaruretler dikilince karşımıza tepeleyip de geçmek olmuyor. Şimdi, Açina ailesinin himayelerine sığındıkları Juan-juanlara Cücenler adı da verilir ve bunların Moğol soylu oldukları kabul edilir. Moğol-Türk benzerliği, birçok hususta o kadar ileri ki, sanki bir elma ikiye bölünmüş, iki ayrı ad almış gibi! Tabii mevzuumuz bu değil, sadece Juan-juanların Moğollardan bir boy olduğunu hatırlatmış oluyoruz.
Bir de, niçin bir yere bağlandılar, kendi göbeklerini kendileri kesemiyor mu? Demeye lüzum yok. Güçlünün yanında zayıf, emirsiz göbek de tırnak da kesemez. Orman kanununun yürürlükte olduğu bir zamanda, bu tür durumların vicdanlara ağır geldiği de söylenemez. Moğollarla Türkler arasında göze çarpan benzerlikler fazladır da, medenileşme çizgileri birbirini pek tutmuyor.
Vahşet, Moğollara yakışıyor dense yalan olmaz, Türkler medeniyete daha yatkın. Ve Juan juanlar kalabalıktılar, isimlerinin manası da hoş değil. Galiba Çinliler bunları aşağılamak kastıyla, böyle anıyorlarmış. Biz de ara sıra bu ismi bırakıp, Cüceni kullanacağız. Şimdi, kısaca Cücenleri tanıyalım. “Cücenler Mançurya sınırından Turfan’a ve hatta Balkaş’ın en doğu ucuna kadar ve Orhun’dan Büyük Çin Seddi’ne kadar Moğolistan’a hâkimdiler.
Ak-Hunlar , şimdiki Semireçye, Rus Türkistan’ı Soğdiyan, Doğu İran ve Kâbil, Yukarı Yulduz’dan (Karaşahrın kuzeyi), Merv’e, Balkaş ve Aral’dan Afganistan’ın kalbi ve Pencab’a kadar imparatorluklarını yaymışlardı.” (Bu sınırlar 540 yılına doğru). Türk adı Gök-Türklerde kullanılmış ve yayılmıştır.
İlk devirlere ait imkânlarla karıştırmadan, daha sonra, en azından Gök-Türklerin kuvvetlendiği zamanlara denk düşen Türk’ün ne demek olduğuna bakıyoruz: “Tu-Kiyu” Çinlilerin Gök-Türklere verdiği ad. “Pelliot” Çince Tu-Kiyu denen isim, tam anlamı ile kuvvetli demek olan “Türk” kelimesinin Moğolca çoğul eki ilâve edilerek elde edilen “Türküt”ten gelmedir” demektedir.” �
Açina’nın beş yüz hanesi deniyor olsa da, bu kadar nüfus hiçbir yerde bir devlet’e kafa tutamaz; kafa tutacak seviyeye gelmesi de asırlar alır. Geldikleri yer, tamamen insandan hâli değildi, yanlarında-yörelerinde perakende yaşayan gruplar vardı ve onları da içlerine aldılar, sanıyoruz.
Maharetleri demircilik üzerineydi. Kılıç yapıp, savaşçı Juan-juanlara satıyorlar, ayrıca Çin ile kurulan ticarî münasebeti devam ettiriyorlar. Gelecek olan ne varsa, gelecek günlerde gizliydi. Şu biliniyordu ki, kader çok değişken; çabucak, atlının yaya, yaya’nın atlı olabildiği sık görülmekteydi. Şimdilik Açinaları ilgilendiren kavimler, devletler Tabgaçlar , Hunlar, Siyenpiler, Tibetliler ve tabiî esas olarak ta Cücenler idi. Hunlar çeşitli adlar altında birbirini yiyorlar. Diğerleri de kuvvetli rüzgârla yerlere kadar eğilen, sonra doğrulan dallar gibi bir aşağı bir yukarıda görünüyorlar.
İstikrar, bölgenin yabancısıydı. Yeni doğacak olan devletin tohumları patlayacak zamanı yaklaştırıyor. Tam kestiremediğimiz, ama devamlı arttığını bildiğimiz nüfuslarıyla yol alıyorlar geleceğe. Çin ile ticaret yürüyor, Juan-juanlarla demiri kılıç yapma, para kazanma faaliyeti sürüyor.
Onların himayesinden bahsedilse de, bağımlılık söz konusu değil, ilişkileri “daha ziyade federatif mahiyette idi.” � Yukarıda söylediğimiz gibi, Açina ailesinin geldiği yerler hoş değildi. “Göçmenlerin yerli halkla kaynaşmaları, diyor Gumilev, öyle mükemmel olmuştur ki, bir yüzyıl sonra, 546’da kendilerini tereddütsüz eski Türkler veya Türküt diye tesmiye ettiğimiz millet olarak takdim edebilmişlerdir.