2. Argo tayfası en önemli kararların verildiği kavşaklardan birinde. Önlerinde iki seçenek var: Ya Athena Parthenos heykelini alıp eve dönecek ve iki kampın savaşını engellemeye çalışacaklar, ya da Tartarus’ta tutsak kalan Percy ve Annabeth’i kurtarmak ve Ölümün Kapıları’nı kapamak için Hades’in Evi’ne gidecekler. Hangi yolu seçerlerse seçsinler, acele etmeleri gerek.
Kana susamış Gaia, güç kazanacağı tarihi 1 Ağustos olarak belirlemiş durumda. Percy ve Annabeth ise perişan halde. Her köşesinde bir tehlikeyle yüzleştikleri, karanlık ve zehir dolu Tartarus’ta hayatta kalmayı nasıl başaracaklar? Aç, susuz ve acı içindeler. Ölümün Kapıları’nı bulmalarının imkânı yok. Bulsalar bile Gaia’nın en güçlü yaratıkları, kapıların önünde nöbet tutuyor.
Kehanetin yedi melezinin tek bir seçeneği var: imkânsızı başarmak! Tüm sevdikleri için bu riski göze almak zorundalar.
Ancak aşk, bazen en riskli seçenek…
Rick Riordan, çok satan Olimpos Kahramanları serisinin sondan bir önceki kitabı Hades’in Evi’nde bir kez daha tüyler ürpertici ve soluksuz bir macera sunuyor. Melezlerin her birinin kendini bulduğu bu kitapta onlara bir kez daha bağlanacak, mücadelelerine ortak olacaksınız.
***
HAZEL
Üçüncü saldırı sırasında Hazel neredeyse bir kayayı yiyecekti. Sisin İçine doğru bakıyor, aptal bir dağ sırasının üzerinden geçmek neden bu kadar zor olabilir kl diye düşünüyordu. Soma geminin alarmı ötmeye başladı.
“İskele alabanda!” diye haykırdı Nlco, uçan geminin pruva direğinden.
Kaptan köşkündeki Leo dümeni hızla kırdı. 2. Argo sola kıvrıldı, hava kürekleri bulutları bıçak gibi kesti.
Hazel tırabzanlardan aşağı bakma gafletinde bulundu. Karanlık, küremsi bir cisim ona doğra hızla savruldu. Ay neden bize doğra geliyor? diye düşündü. Sonra acı bir çığlıkla güverteye düştü. Devasa kaya, başının o kadar yakınından geçmişti ki saçlarını savurmuştu.
ÇATIRT!
Prova direği yıkıldı; yelkenler, serenler ve Nlco güverteye çarptı. Az çok bir pikap büyüklüğündeki kaya, sanki başka bir yerde önemli bir işi varmış gibi sisin İçine doğru yuvarlandı gitti.
“Nico!” Leo gemide dengeyi tekrar sağlarken Hazel, Nico’nun yanına koştu.
“Bir şeyim yok,” dedi Nico bacaklarının üzerine yığılmış yelken bezlerini toparlarken.
Hazel kalkmasına yardım etti ve birlikte pruvaya doğru sendeleyerek ilerlediler. Hazel ufka bu sefer daha dikkatle baktı. Bulutlar, aldarındaki dağın tepesini açığa çıkaracak şekilde kısmen dağılmıştı. Dağın tepesiyse yosunlu yeşil vadilerin ucunda yükselen sipsivri siyah bir taştan İbaretti. Tam zirvede dağ tanrılarından biri duruyordu -numina montanum lardan bir) demişti Jason. Ya da Antik Yunancada, ourae. Adına ne derseniz deyin, bunlar iyi nlyedi değillerdi.
Diğer karşılaştıkları gibi bunun da üzerinde basit bir beyaz tunik vardı ve cildi bazalt gibi pütürlü ve koyu renkteydi. Yaklaşık altı metre boyunda ve aşırı kaslıydı; uçuşan beyaz bir sakala, karmakarışık saçlara ve gözlerinde deli bir bakışa sahipti. Aklını yitirmiş bir bedeviye benziyordu. Hazel’ın anlamadığı bir şeyler böğürdü ve uzaktan başka bir numina ona cevap verdi, sesleri vadilerde yankılanıyordu.
“Aptal kaya tanrıları!” diye bağırdı Leo kaptan köşkünden. “Bu direği üçüncü değiştirişim! Ağaçtan mı topluyoruz bunları be?”
Nico kaşlarını çanı. “Direkler ağaçlardan yapılıyor.”
“Konu o değili” Leo kontrollerden biri olan derme çatma tamir edilmiş bir Nintendo Wii kumandasını kaptı ve dairesel bir hareketle çevirdi. İlahi bronzdan bir top yükseldi. Hazel, top ateşlenmeden hemen önce kulaklarını kapama firsatı buldu. Top patladı ve arkasında yeşil alevden bir kuyruk bırakan onlarca metal gülle gökyüzüne fırladı. Havada güllelerin üzerinde helikopterlerin pervane kanatlarına benzer kanatlar çıktı ve sisin içinde döne döne kayboldular.
Kısa bir süre sonra dağlardan bir dizi patlama sesi, peşinden de dağ tanrılarının öfkeli haykırışları yükseldi.
“Ha!” diye bağırdı Leo.
Son iki karşılaşmalarından sonra Hazel ne yazık ki Leo’nun bu yeni silahının numinaları sadece kızdırdığım tahmin ediyordu.
Sancak tarafından bir başka kaya uçtu,
“Çıkar bizi buradan!” diye bağırdı Nico.
Leo numinalar hakkında ağza alınmayacak şeyler söyledikten sonra dümeni kırdı. Motorlar çalıştı. Geminin büyülü donanımı gerildi ve gemi orsa haline geçti. 2. Argo hızlandı ve son İki gündür yaptığı gibi tekrar kuzeybatıya yöneldi.
Dağlardan uzaklaşan a kadar Hazel huzur bulamadı. Sis dağıldı. Altlarında sabah güneşinin ışığı, İtalyan kırsal kesimini aydınlatıyordu -yemyeşil tepeler ve Kuzey Kaliforniya’dan çok da farklı idi olmayan altın rengi tarlalar. Hazel Jüpiter Kampı’na doğru gittiklerini hayal edebilirdi.
Bu düşünce içine oturdu. Jüpiter Kampı, Nico onu yeraltından çıkardığından beri son dokuz ay boyunca onun evi olmuştu. Ama şimdi orayı, doğduğu yer olan New Orleans’tan ve elbette 1942’de öldüğü Alaska’dan daha çok özlüyordu.
Beşinci Kohort barakasındaki ranzasını özlüyordu. Yemek salonundaki akşam yemeklerini, rüzgar ruhlarının tabakları taşımasını, savaş oyunları üzerine şakalaşan lejyonerleri özlüyordu. Frank’le el ele Yeni Roma’nın sokaklarında yürümek istiyordu. Bir kez olsun, tatlı, ona göz kulak olan bir sevgilisi olan sıradan bir kız olmak İstiyordu.
Hepsinden çok da kendini güvende hissetmek istiyordu. Her daim korkmaktan ve endişe duymaktan bıkmıştı anık.
Nico direk kıymıklarını kollarından temizlemek ve Leo da geminin konsolundaki düğmelere bir bir basmakla meşgulken, Hazel kıç güvertesinde bekledi.
Rezalet diz boyu,” dedi Leo. “Diğerlerini uyandırayım mı?”
Hazel evet diyecek oldu ama diğerleri gece vardiyasını almışlardı ve şimdi dinlenmeyi hak ediyorlardı. Gemiyi savunmaktan bitap düşmüşlerdi. Sanki saat başı bir başka Romalı canavar, 2. Argonun çok lezzetli bir atıştırmalık olduğunu düşünüyordu.
Hazel birkaç hafta öncesine kadar birinin bir numina saldırısı sırasında uyuyabileceğini düşünmezdi ama arkadaşları şimdi kamaralarında horul horul uyuyordu. Hazel da ne zaman uyuma firsatı bulsa komaya girmiş bir hasta gibi baygın yatıyordu.
“Dinlenmeleri gerek,” dedi. “Biz kendimiz başka bir yol bulalım.”
“Hah.” Leo monitöre bakıp suratını astı. Paramparça olmuş gömleği ve yağ lekeleriyle dolu kot pantolonunun içinde az evvel bir lokomotifle güreşmiş gibi görünüyordu.
Arkadaşları Percy ve Annabeth, Tartarus’a düştüğünden beri Leo neredeyse dur durak bilmeden çalışmıştı. Her zamankinden çok daha öfkeli ve kararlıydı.
Hazel onun için endişeleniyordu. Ancak bir yanı da bu değişimden memnundu. Leo ne zaman gülümsese ya da bir espri yapsa, Hazel’in 1942’deki sevgilisi, Leo’nun büyük büyük babası Sammy’ye fazla benziyordu.
Ah, hayatı neden bu kadar karmaşık olmak zorundaydı ki?
“Başka yol,” diye mırıldandı Leo. “Başka yol var mı?”
Monitöründe bir İtalya haritası parlıyordu. Apenin Dağları, çizme şeklinde ülke boyunca ortada İlerliyordu. 2. Argo yu gösteren yeşil bir nokta, sıradağların kuzey kısmında, Roma’nın birkaç yüz kilometre kuze yinde yanıp sönüyordu. Romlarının basit olması gerekti. Yunanistan’da Epirus denen yere gidip Hades’in Evi (ya da Romalıların dediği gibi Pluto’nun Evi ya da Hazel’ın dediği gibi Dünyanın En Korkunç Namevcut Babasının Evi) adlı eski bir tapınağı bulmaları gerekiyordu.
Eplrus’a ulaşmak İçin (ek yapmaları gereken, dümdüz doğuya gitmekti, Apeninlerin üzerinden ve Adriyatik Denizi’ni geçerek Ama öyle olmamıştı. İtalya’nın omurgasını oluşturan bu sıradağları ne zaman aşmaya çalışsalar dağ tanrılarının saldırısına uğramışlardı.
Son İki gündür güvenil bir geçle buluruz diye kuzeye doğru yönelmişlerdi ama hiç şanstan yoktu. Numina montanurriu, Gala’mn, Hazel’m en az sevdiği tanrıçanın çocuklarıydı. Bu da onları epey kararlı düşmanlar yapmaya yetiyordu. 2. Argo, saldırdarı savuşturmaya yetecek kadar hızlı uçamıyordu ve tüm kalkanlarını kaldırsa da paramparça olmadan sıradağları aşamazdı.
“Hepsi bizim yüzümüzden,” dedi Hazel. “Nico ve benim. Numinalar bizi hissedebiliyorlar.”
Kardeşine şöyle bir baktı. Onu gigantlardan kurtardıklarından beri Nico gücünü yeniden kazanmıştı ama hâlâ acınası bir halde zayıftı. Siyah tişörtü ve kot pantolonu iskelet gibi bedenine bol geliyordu. Uzun, koyu renk saçları, çökmüş gözlerini çevreliyordu. Buğday teni hasta gibi yeşilimsi beyaza dönmüştü, adeta ağaç dalı rengindeydi.
İnsan yaşı olarak daha on dört sayılmazdı, Hazel’dan sadece bir yaş büyüktü ama hikaye bundan ibaret değildi. Hazel gibi Nico dl Angelo da başka bir çağdan gelen bir melezdi. Bir eski dönemler havası vardı çocukta -modern dünyaya alt olmadığını bilmenin verdiği bir melankoli.
Hazel onu yeni tanımıştı ama onu anlıyor, hatta hüznünü paylaşıyordu. Hades çocukları (ya da Plüton, her neyse) nadiren mudu bir hayat sürerlerdi. Ve Niconun ona bir gece önce anlattıklarına bakılırsa, en büyük zorlukla Hades’in Evine vardıklarında karşılaşacaklardı. Nico bu zorluktan kimseye bahsetmemesi İçin Hazel’a yemin ettirmişti.
Nico, Stygla demiri kılıcının kabzasını kavradı. “Toprak ruhları Yeraltı çocuklarını sevmezler. Doğru. Kelimenin tam anlamıyla onların kanına dokunuruz. Ama bence numinalar gemiyi de hissedebiliyorlar. Athena Parthenos’u taşıyoruz. Büyülü bir deniz feneri gibi bir şey bu da.” Geminin yükünün çoğunu oluşturan devasa heykeli düşününce Hazel ürperdi. Roma’daki mağaradan o heykeli çıkarmak İçin çok şey feda etmişlerdi ama şimdi onunla ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Şu ana dek işe yaradığı tek şey kendine daha çok canavar çekmek olmuştu.
Leo parmağını İtalya haritası üzerinde gezdirdi. “O halde dağları aşmaktan vazgeçiyoruz. Ancak sorun şu ki dağ sıtası epey uzun, hem güneye hem kuzeye doğru.”
“Denizden gidebiliriz,” diye önerdi Hazel. “İtalya’nın güney ucundan yelken açabiliriz.”
“Çok uzun bir yol o,” dedi Nico. “Hem malum…” Sesi çatladı. “Deniz uzmanı Percy de yok.”
Percy’nin adı bir gök gürültüsü gibi havada asılı kaldı.
Poseidon oğlu Percy Jackson… Hazel’ın en çok hayran olduğu melez. Alaska macerasında Hazel’ın hayatını sayısız kez kurtarmışa ama Roma’da Hazel’ın yardımına ihtiyacı olduğunda Hazel ona yardım edememişti. Çaresizce Annabeth ile birlikte o çukura düşmelerini seyretmişti.
Hazel derin bir nefes aldı. Percy ve Annabeth hâlâ hayattaydı. Yüreğinin derinliklerinde bunu biliyordu. Hades’in Evi’ne vardıklarında onları kurtarabilirdi ama önce Nico’nun sözünü ettiği o zorluğu aşmaları gerekiyordu.
“Kuzeyden İlerlesek?” diye sordu. “Dağ sırasının arasında bir boşluk olması gerek’
Leo, konsola yerleştirdiği bronz Arşimet küresiyle oynadı, en yeni tehlikeli oyuncağı. Hazel o şeye ne zaman baksa dili damağı kuruyordu. Leo’nun yanlış bir kombinasyon girip hepsini birden güverteden aşağı atacağından ya da gemiyi ateşe verip 2. Argoyu devasa bir tost makinesine çevireceğinden korkuyordu.
Neyse ki şansları yaver gitti. Küreden bir kamera lensi çıktı ve Apenin Dağlarının üç boyudu bir görüntüsünü konsolun üzerine yansıttı.
“Bilemedim.” Leo hologramı İnceledi. “Kuzey tarafında sağlam bir geçit göremiyorum. Ama yine de gerisin geri güneye dönmekten daha iyi bir fikir. Roma’yla hiç işim olmaz artık.”
Kimsenin itirazı olmadı. Roma pek İyi bir deneyim olmamıştı.
“Ne yaparsak yapalım,” dedi Nlco, “acele etmemiz gerek. Annabeth ve Percy’nin Tartarus’ta olduğu her gün…”
Lafını bitirmesine gerek yoktu. Percy ve Annabeth’in Ölümün Kapıları’nın Tartarus ayağını bulana kadar hayatta kalmalarını ummaktan başka çareleri yoktu. Sonra 2. Argo, Hades’in Evi’ne varacaktı ve bir ihtimal kapıları ölümlüler tarafından açmayı başararak arkadaşlarını kurtaracaklar, ardından kapıları kilitleyip Galanın askerlerinin ölümlü dünyada tekrar tekrar canlanmalarının önüne geçmiş olacaklardı.
Tabii ya… Bu planda bir aksilik olamazdı zaten.
Nlco altlarında uzanan İtalyan kırlarına bakarak suratını astı. “Belki diğerlerini gerçekten uyandırmamız gerek artık. Bu karar hepimizi bağlar.” “Hayır,” dedi Hazel. “Biz bir çözüm buluruz.”
Bundan neden bu kadar emin olduğunu bilmiyordu ama Roma’dan ayrıldıklarından beri ekip uyumu kaybolmuştu. Bir takım halinde çalış mayı öğrenmişlerdi. Sonra kim… en önemli iki kişi Tartmışa düşmüştü. Percy ekibin belkemiğiydi. Atlantik boyunca Akdeniz’e doğru yol alırken onlara güven vermişti. Annabeth İse hedefe giden yolda fiden liderlik etmişti. Tek başına Athena Parthenos’u kurtarmıştı. Yedisinin arasında en zeki olandı, tüm soruların cevaplarım bilen kişiydi.
Her sorun çıkağında Hazel ekibi uyandırsaydı, tekrar tartışmaya başlayacaklar, umutlarını her seferinde biraz daha kaybedeceklerdi.
Percy ve Annabeth’in onunla gurur duymalarını sağlamalıydı. İnisiyatifi ele almalıydı. Bu yolda tek rolünün Nico’nun onu uyardığı şey, Hades’in Evl’nde onları bekleyen o engeli ortadan kaldırmak olduğuna İnanmak İstemiyordu. Bu düşünceyi bir kenara artı.
“Yaratıa düşünceye İhtiyacımız var,” dedi. “O dağlan aşacak başka bir yol ya da numinalardan gizlenmenin bir yolu.”
Nico iç çekti. “Tek başıma olsaydım gölge yolculuğu yapabilirdim. Ama tüm gemiyle yapılacak şey değil bu. Ve dürüst olmam gerekirse kendimi bile bir yere transport edecek gücüm yok anık.”
“Belki bir tür kamuflaj yapabilirim,” dedi Leo. “Bulutların arasına saklanmamızı sağlayacak sis perdesi gibi bir şey.” Sesi pek hevesli gelmiyordu.
Hazel aldarında uzanan tarlalara bakıp onların altındakileri düşündü: babasının, Yeraltı Lordunun hükümranlığı. Plüton ile bir kez karşılaşmıştı ve o zaman bile kim olduğunu anlayamamıştı. Ondan yardım falan beklememişti hiçbir zaman -ne hayattayken, ne Yeraltı’nda bir hayaletken, ne de Nico onu yeniden hayata döndürdükten sonra.
Babasının hizmetkârı Thanatos, ölümün tanrısı. Plüton’un onu yok sayarak Hazel’a İyilik ediyor olabileceğini söylemişti. Ne de olsa Hazel’ın şu anda hayana olmaması gerekiyordu. Eğer Plüton onun farkına…