DiniFelsefe-Sosyoloji-Psikoloji

Radi Fiş – Bir Anadolu Hümanisti Mevlana

Göz kamaştırıcı bir şiir mirası bırakan bir ozan üzerinedir bu kitap. Ozanın dünyaca ünlü altı kitaplık Mesnevi adlı destanı, otuz bir binden fazla dizeyi içermektedir. İki bini aşkın gazelin toplandığı lirik şiirlerinden oluşan Divanı Kebir adlı kitabında ise yaklaşık kırk dört bin dize bulunmaktadır.

Ozanın felsefi ve lirik dörtlüklerinin –rubailerinin– dize sayısı ise dört bini aşkındır. Ama bütün bu dudak uçuklatıcı sayılara karşın, ozanın elinden çıktığı kuşkusuz olan dize sayısı yalnızca on sekizdir.

Geri kalan dizelerin tümü –yetmiş dokuz bin dize– “kâtip-el-esrâr” (sır kâtipleri) denen öğrencilerinin, onun ağzından kaleme aldıkları doğaçlama dizelerdir. Ve işte yedi yüzyıldır, bu doğaçlama dizeler, düşünsel derinlikleri, ateşlilikleri, inanılmaz müzikaliteleri ve şiirsel mükemmellikleriyle bu göz kamaştırıcı şiir dünyasının kapısını aralayanları derinden etkilemektedir.

Şiir yapıtlarının dışında, söyleşilerinin toplandığı Fihi ma-Fihi adlı bir düzyazı kitabıyla, çeşitli kişilere yazılmış yüz kırk mektubu da büyük ozandan bize kalan yazın mirası arasındadır. Bütün bu kitaplardan karşımıza çıkan, batının Yunan’ından doğunun İran ve Hint’ine dek muazzam bir coğrafyayı kapsayan çok renkli bir düşünce dünyasının yaratılarını diyalektik bir biçimde özümsemiş bir büyük Doğulu bilgedir.

Ozan ve düşünür Mevlâna, yaşamı boyunca, dinsel dogmaların boyunduruğuna karşı, insan ruhunun özgürlüğünü, Haçlı Seferleri ve fanatizmin şahlanış döneminde, dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin bütün insanların eşit olduğunu, insan denen varlığın yüceliğini savunmuştur.

Ozanın şiirlerinde ve eylemlerinde, resmi dinsel ideoloji tarafından korunan, kollanan ve kutsanan feodallerin zorbalığına karşı, kentlerin aşağı tabakalarından insanların duygu, düşünce ve protestolarının dile geldiğini görürüz. Ama bizim bu kitabımız, ozanın felsefesi üzerine bir monografi denemesi olmadığı gibi, onun şiirlerinin irdelenmesini amaçlayan bir edebiyat çalışması da değildir. Biz burada yalnızca bir biyografi yazmayı denedik.

İnsan hayatının şuncacık değerinin olmadığı bir dönemde, ozanımızın göreli olarak, esenlikli bir yaşamı olmuş. Ama onun düşünsel arayışlarının tarihi ve bıraktığı mirasın yazgısı acı bir trajizmle doludur. Sağlığında pek çok saldırıyı, kovuşturmayı göğüslemek zorunda kalan ozanın yapıtları, döneminin ilahiyat bilginlerince “din sapkınlığı” olarak nitelenmiştir. Ününün yaygınlığı ozanın maddi baskılara uğramasını engellemişse de, düşüncelerine baskı uygulanmasını engelleyememiştir.

Ortaçağ, felsefeden hukuk ve politikaya kadar ideolojinin bütün öğelerini teoloji içinde birleştiriyor, bunların hepsini teolojinin alt dallarına dönüştürüyordu. Halk yığınlarının duyguları yalnızca dinsel gıdalarla beslenmişti. Bu yüzden de kitlelere kendi çıkarlarını, dinsel giysiler altında göstermek zorunluluğu vardı.

Ozanın düşüncelerine giydirdiği dinsel giysileri alabildiğine sömüren gerici din adamları, onun en hümanist düşüncelerle dolu şiirlerini bile inanılmaz bir yobazlıkla yorumlamışlardır. “İnsan yüreğinin mucizeleri”nden başka mucizeye inanmayan ozana, ölümünden sonra yaşam öyküsü uydurma yarışı içine giren kimileri, onu “mucizeler gösteren bir din ulusu”, “kutsal kişi”, “ermiş”, “evliya” yapmışlardır.

Ömrü boyunca, canlı duygu ve düşüncelerini bukağılayan dinsel dogmatizmle, ayinlerle, biçimselliklerle savaşmıştı ozan. Ama ölümünden sonra onun kimi adet ve alışkanlıkları, dansları, giyim kuşam biçimi, hatta yazdığı şiirleri adeta, dinsel bir kutsallık verilerek, ayin havasına büründürülerek dogma haline getirilmiştir. Sekterlik ve onun doğal uzantısı olan hoşgörüsüzlükle, içeriksiz skolastisizm, ozanın en uzak durduğu, en fazla çekindiği şeylerdi.

Ama ölümünden sonra, öz oğlu, ozanın adını taşıyan ve bütün başka dinsel sektler gibi, duygu ve düşünceleri baskı altına alarak egemenlere, zalimlere sadakatla hizmet eden ve yüzyılımıza kadar yaşayan bir derviş tarikatı kurabilmiştir. Bütün bunların sonunda da, ozanın şiirindeki isyancı öz ve bizzat ozanın yaşamıyla verdiği örnek, yedi yüzyıl boyunca resmi din ideolojilerinin damgasını taşıyan yorumlarla gözlerden gizlenebilmiştir.

Biz burada, tarihsel olaylara, belgelere, bize kadar ulaşmış tanıklara dayanarak ozanın yaşam öyküsünü, ruhsal arayışlarını yeniden hatırlamaya ve hatırlatmaya çalışacağız. Bu konudaki en büyük dayanağımız, hiç kuşkusuz, ozanın bize bıraktığı büyük yazınsal mirastır.

Mektupları ve söyleşileri de içinde olmak üzere bu yazınsal miras, Türkiye ve İran’da ancak şu son on yıl içinde bütünüyle yayımlanmıştır. [1] Yine şu son on yıl içinde Türkiye’deki müze ve arşivlerde bulunan çok değerli el yazmalarından kimi bölümler yayınlanmıştır.

Bunların arasında ozanın babası Bahaeddin Veled’in, öğretmeni Burhaneddin Termezi’nin, dostu Şemseddin Tebrizi’nin söyleşileriyle, ozanın oğlu Sultan Veled’in kitapları da bulunmaktadır. Yaşam öyküsü kitapları, başvurulan kaynaklar içinde özel bir yer tutmaktadır. Bunlar arasında en başta geleni, kuşkusuz, Ahmed Eflâki’nin, büyük ozanın ölümünden elli yıl sonra yazdığı Menakıb-ül Ârifin’dir.

Pek çok dinsel söylence ve fantazya dışında bu kitapta, Mevlâna Celâleddin Rumi ve çevresindekilerin yaşam öykülerine de yer verilmiş, ayrıca dönemin yaşayış biçimine ilişkin paha biçilmez açıklamalar ve çözümlemeler yapılmıştır. Kitabımızdaki kişiler (ister tarihsel kişiler, isterse yalnızca ozanın yakın çevresinde yer alan kişiler olsun) tümüyle gerçektir, hepsi de dünyamızda yaşamıştır. Kitapta yer verilen olaylar da tümüyle gerçektir.

Kahramanların portrelerini çizerken, karakterlerini, duygularını aktarırken, olayların akışındaki kimi kopuklukları, boşlukları doldururken, eldeki küçük verilerden yararlanılmıştır. Bu iş yapılırken, ele aldığı sanat yapıtının yaratıldığı dönemi ve sanatçının biçimini çok iyi bilen bir restorasyon uzmanının, belli belirsiz bir çizgi ya da uçuk bir renk kalıntısından hareketle, çağdaş bilimin olanaklarından da yararlanarak, zamanla silinip dökülmüş ya da edep-namus bekçilerince kazınmış eski freskleri yeniden ortaya çıkarırken izlediği yol ve yöntemler izlenmiştir.

Yazar, kahramanının düşüncelerinin sonuçlarını vermekle yetinmemiş, bu düşüncelerin gelişimini de göstermeye çalışmıştır. Bunu yaparken, gerek ozanın kaleminden çıkma mektuplarda, gerek şiirlerde, gerekse iç monologlarda görüleceği gibi, ozanın “söz”üne sadık kalmaya çalışmıştır. Ya ozanın yapıtlarıyla ya da çağdaşlarının tanıklıklarıyla doğrulanmış şeylerdir yazılanların tümü.

Hiçbir şiir çevirisinin, orijinaline, bir halının tersinin ön yüzüne benzediğinden daha fazla benzemeyeceğinin bilincinde olan yazar, yüce ozanın şiirlerinden yaptığı çevirilerin, ozanın şiirsel mükemmeliyetini yansıtmaktan uzak olduğunu itiraf eder. Yazarın, şiir çevirilerinde ulaşmayı düşlediği hedef, yalnızca, anlamları olabildiğince tam yansıtabilmek olmuştur.

Büyük ozandan daha önce yapılmış çevirilerden yararlanıldığı durumlarda, çevirmenlerin adları metin içinde belirtilmiştir. Kitaptaki olaylar değişik ulusal bölgelerde geçtiği ve aynı ad, Türk, İran, Arap dillerinde kimi kez farklı biçimlerde söylenip yazıldığı için, yazar, adların yazımında, her ad kendi dilsel ortamında nasıl söyleniyorsa, o yazımı yeğlemiştir. Okur, özünde aynı kavramı yansıtan kimi adların farklı yazımlarıyla karşılaştığında bu gerçeği düşünmelidir.

Düşünce ve çalışma olarak yaklaşık yirmi yıllık zamanını almasına karşın yazar, yapıtının kusursuz olmadığının bilincindedir. Celâleddin Rumi’nin devasalığının yanında yazarın bilgi ve gücünün sınırlı olmasından kaynaklanan kaçınılmaz bir durumdur bu. Ama tüm bir doğubilimciler kuşağının ortaya koyduğu ürünler olmasaydı, yazarın bütün çabaları her şeye karşın sonuçsuz kalacaktı.

Sözünü ettiğimiz doğubilimciler arasında Türk bilgini Abdülbâki Gölpınarlı, Tahran Üniversitesi profesörlerinden Bediüzzaman Füruzanfar, Sovyet doğubilimci E. Bertels (özellikle de sufi edebiyatı üzerine yayını çok gecikmiş yapıtı) ve sayısız öğrencileri arasında bu kitabın yazarının da bulunduğu V. A. Gordlevski’nin adlarını öncelikle anmalıyım.

Yazar ayrıca kitabının el yazmalarını okumak zahmetine katlanan ve çeşitli uyarılarda bulunan İ. S. Braginski’ye, A. Bertels’e, Z. Osmanova’ya teşekkürü borç bilir.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Muhyiddin İbn Arabi – Nurlar Hazinesi

Editor

Cinselliğin Tarihi

Editor

Duyguların Psikolojisi

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası