‘Yeni Sinema’dan sonra, gelecek / yazılacak sinema konulu eleştiri kitapları olduğunu biliyordum: 5- 6 yıldır. Ancak, adının ne olacağını bilemiyordum: 5-6 yıldır. Yani bunlar, önceden koyutlanmış süreçlerdi ve varlıkları vardı. Sonra, ‘Lie to Me’ yazıldı. Ad konuldu, varlığın adı. Kuşkusuz bu, ‘post-n-modern’ kültür konusunda olduğu gibi olacak:
Bu ‘post-1-sinema’, daha epeyi ‘post-n-sinema’ olacak. Ölene kadar ve ben öldükten sonra da. Yazarlık yaşamımda ilk kez, gelecekbilim dahil, herhangi bir konuda, ben öldükten sonra bile izleğimin izleneceğini bildiğim ilk konu bu oldu. Neden? Sinema popüler ve kalabalık uğraşılan bir sanat dalı. Fotoğraf kadar değil. Ayrım, eyleyeninden çok, izleyeninde.
Sinemanın izleyeni çok fazla ve bu onu daha çok ‘kültürel tarih’ izleğini çiziyor kılıyor. (20. Yüzyıl’ın başında, o zamanlar ‘modern resim’ denilen ama şu anda klasik kadar ve belki ondan daha az / eksik-klasik olan sanat dalı da, bu izleği benzer biçimde çizmişti.
Bu daha az klasiklik, resim sanatının öncülükte 100 yıllık aşırı gerilemesini imler.) Hala: Öncü olmayan sanat dalı ve eseri, sanat dalı ve eseri değildir. Şu süprüntü yığınlarını üretenlerin kendi süper-egolarını tatmin için uydurdukları biçimde, alt-alan ve alt-eserdir. (Aralık 2011)
Önsöz 2 ‘Meta-Sinema’ ve ‘Yeni Sinema’ yazıldı. Şimdi de ‘Post-Sinema’ yazıldı. Sıra aslında, ‘TransSinema’, ‘Yeni Sinema’, ‘Post-Sinema’ biçiminde olmalıymış. 1995-2010 arasında sinema, bu açıdan bakınca 4 evre görmüş oluyor. 1995’te sadece ‘the Sinema’ vardı.
Sinema konusundaki ilk 6 cilt, ‘Kuram, Edim ve Praksis Üçlemesi’ni katınca, sinema konusunda yazılmış kitaplar arasında, sinema tarihinde özgün bir yer kazanmış oluyor. İlk 3’ü Brecht zamanında ve tarafından yazılmak istenmiş. Ondan önce de Eisenstein vardı ama o zamanki filmler, eleştiri metinlerine malzeme sağlayacak denli, yeterince nitelikli yüce ve nitelikli bayağı değildi.
Örneğin animeler, Gospel’lerin caza yürüyen yolda adımlar olması gibi, bayağı / sinema altalanını çizgifilm yolunda yürüyen adımlar oldu. 1930 ve 1980: 50 yıllık bir gecikme sözkonusu. Bu durum benim de başıma gelebilir. Post-N-modern siyasal durumu görecek denli uzun yaşadım ama ‘Post-N-Sinema’yı görecek denli uzun yaşayamayabilirim ama ‘post-n-sinema’yı gördüm, imledim, ayıkladım, eleştirdim ve yazdım. (Ocak 2012)
Yanki Komünizmi: ‘Maymunlar Cehhennemi: Başlangıç’ ABD’lilerden bırakın komünisti, solcu bile çıkamayacağını düşünürüm. Bunun en büyük kanıtı, Asimov’un psiko-tarihi (artı faşist CIA benzeri kurumlar için çalışmışlığı) ve kavramı yürüttüğü eski komünist, yeni sosyal demokrat Flechtheim’ın, kavram ve içerik olarak gelecekbilimi icadı ikilisidir.
‘Mülksüzler’in yazarı Ursula K. Le Guin, ikircikli bir anarşist taocu olduğunu düşünür ama artı onun matriyarkal faşist olduğunu düşünürüm. Yani, genelde herkesten kuşkulanırım. Paranoya sayılabilir pekala, ayırdındayım. Ancak fiili kanıtım şu:
Amerikan Komünist Partisi üyesi, polisiye roman yazarı Dashiel Hammett’in, McCarthy yargılamalarına giden yolda maruz kaldığı zulüm ve (açık etmediği ama ima ettiği) başkalarına ettiği zulüm var. Düşünün ki adamlar Şarlo’yu komünist diye yargıladı ve o direndi.
Hammett teslim olanlar safında yer aldı. Şarlo ise gidenler. Gelelim, bizim kuşağın çocukluk dizisi ‘Maymunlar Cehennemi’ne: Özgün durumunda bile, gayet sol savlar içerse de, bu yeni Holywood çekimi düpedüz devrimci olmuş. Düşünebiliyor musunuz? Sol yumruğu havada bir maymun devrim yapıyor, gerçekten yapıyor. Cinstaşlarını alıp yeni bir dünya kuruyor.
Bu film o sansürü nasıl geçti? Filmde ima olarak var olan, insan-şempanze birleşimi canlı nasıl gözden kaçtı? Bu yasak bir şey. İlk dizide faşist olarak imlenen goril, bu filmde nasıl bir ‘devrime yardımcı öğe’ ve bir saf değiştiren oldu? Araya parça olarak giren, Tim Burton ürünü ve ancak onun epeyi filmlerini seyredenlerin anlayacağı bir imayla biten sonlu bir film daha vardı:
Başkan maymundur, yani zencidir ve bu hiç anlaşılmaz. Şimdi ABD başkanı bir zenci. O film çekildiği zaman, biri bunu önesürse, kimse inanmazdı. Boş atıp dolu tutsa da, Burton bunu öngördü. Bu filmde konuşan tek maymun, zenci seslendirme ile konuşturulmuş. İlk dizide de goriller hem Naziler’i, hem zencileri çağrıştırmak için kullanılmıştı.
Bu arada gerçekte tek zenci kuyruksuz maymun türünün goril olması da, başka bir konu. Konuşan maymunun söylediği tek sözcük şuydu: ‘Hayır’. Yetiyor da, artıyor bile. Zaten gerisi, devrimin ayrıntıları. Yine Burton’un espri anlayışına bağlı olan, başaşağı asılı, eşcinsel orangutan ‘hommage’ı bu filmde, bir sirkte çalışmış, işaret dili bilen ve Sezar ile iletişim kuran ilk maymun olan bir orangutan olarak mevcut ama onun söylediği şudur: ‘Maymunlar aptaldır.’
Yani: Proleterya aptaldır, cahildir, hakirdir, zalimdir, korkaktır, devrim onsuz yapılabilir ama başlangıçta devrime dahil edilmesi gerekir. Sezar da öyle yapar zaten. E işte, Yankiler bile devrim yapabiliyor ama ancak bu kadarını.
Hayal etmek de bir şeydir tabii ki. 1848’de de Marx devrimi hayal etmişti ve ona kimse inanmamıştı. Hoş, adamımız devrimin canına okudu ama olsun. Onun enternasyonelden dehelediği anarşistler, hala şen ve esen olarak, Ursula K. Le Guin nezdinde de olsa mevcut ve hala devrim yolundalar. Şunu unutmayın: Anarşist aşı olmadan, komünist devrim olmaz.
Dozunu da bileceksin tabii. Alaşımlarda bir çok element, eser miktarda mevcuttur ama çelik de öyle ortaya çıkar. Maymunun sahibi ve onu zeki yapan bilimci böylesi bir anarşist burjuva: Maymunu bırakıyor ve maymun özgürlüğe gidiyor. Ya, ben bu filmi çok sevmişim, canım çekti, bir daha seyredeyim. (17 Ağustos 2011)