DiğerRoman (Yerli)

Sessiz Kadınlar

sessiz kadinlar 5f393453e0b0a“Aslında benim kim olduğum hiç önemli değil. Sadece bu ülkenin bir vatandaşı olarak elimden geldiği, gücüm yettiği kadarıyla insana ve kadına hak ettiği değeri vermeyi kendimce misyon edindim. Karanlıktan çıkarıp aydınlığa kavuşturma isteği benimki… Hayatın iç huzurla başladığına inananlardanım. Huzur ve umut öylesine tesirli bir ilaç ki hastayı yatağından kaldırır…

Bu kadınların çığlığını duyun!.. Dinleyin onları, fark edin… Yalnızlık ve sahipsizlik insanı manevi anlamda dört duvar arasına hapseder.

En korunmasız ve zayıf kesimde kadınlar. Yaşadıkları her türlü şiddet yalnızca bedenlerine zarar vermiyor; hak arama arzusunu zayıflatıyor…

Ben her gün birazdan hikayelerini okuyacağınız gibi kadınlarla beraberim. Onlardan başka hikayem yok; olamaz da. Siz de duyun, siz de bilin istedim bu hikayeleri.

Sessizliklerine kulak verin. Onlara birlikte umut olalım…”

***

Merhaba,

Öncelikle teşekkür ederim; birincisi, ailelerinin ve hayatlarına giren kişilerin hiç dinlemediği, varlığını bile önemsemediği sessiz kadınları kulak ardı etmediğiniz, onların hikâyelerine ortak olduğunuz için.

Çünkü bu kadınları dinlediğimizde, benzer şeyler yaşayan, ama seslerini bile duyamadığımız kadınların da kendilerini anlatmalarını sağlayacağız. Belki çözüm bile olacağız yıllardır içlerinde biriktirdikleri zehri akıtmalarına vesile olarak.

İkincisi, ilk kitabım Kara Duvak‘la başlayan, her yıl binlerce kadına psikolog, avukat desteği veren, onların ellerinden tutan Umut Evleri’ne destek olduğunuz için teşekkür ederim.

Çünkü ilk kitabımdaki gibi, bu kitabm da tüm geliri çaresiz ve sessiz kadınlara, çocuk gelinlere, şiddet görenlere, çıkış yolu bulamayanlara uzanan bir el olsun diye Umut Evleri’ne bağışlanacak.

Sizin gibi duyarlı insanlar sayesinde, ne mutlu ki artık başka illerde de Umut Evleri açılacak. Bu evlerin masraflarını karşılayan kitabımı alarak bu sosyal sorumluluk projesine siz de destek oldunuz. Böylece hepimiz el ele verdik, onlara hep birlikte umut olduk, kendilerini daha güçlü hissetmelerini sağladık.

Eğer siz de yaşadıkları arasında hapsolmuş bir sessiz kadınsanız, Umut Evleri’ne başvurmaktan hiç çekinmeyin. Ve eğer siz, hikâyelerini okuduğunuz kadınlara ve daha hikâyesini anlatmaya fırsat bulamadığımız birçok kadına umut olmak, projeye katkı sağlamak istiyorsanız aşağıdaki internet sitesine girin, kitabın bandrol numarasını, adınızı soyadınızı yazın. İsterseniz duygularınızı iletin bize. Yalnız olmadıklarını, yalnız olmadığımızı hissettirin; giderek çoğalalım.

En son teşekkürüm, yanımda olduğunuz için.

Sevgilerle,
Esra Erol

www.esraerolsessizkadinlar.com

ÖNSÖZ

Sizlerin her gün gazetelerde okuduğu, hayatınıza uzak olan ve öğrenince inanmakta güçlük çektiğiniz hikâyeleri kitapta adı geçen isimlere bire bir dokunup hissederek dinlemek, yaşamak, acılarına ortak olmak ve o narin elleri tutmaktan öte hayatlara dokunmaktı yaptığım.

O acılı eller, yanaklarından süzülen yaşlan silerken geçmişleriyle yüzleştiler yeniden. Bir tokat gibi yüzümüze vurulan ve bir yumruk gibi içimize oturan gerçek hikâyeler… Yıllar boyu içlerinde biriken tüm acıları hapsoldukları ruhlarından özgürce haykırdılar; sessizliklerinin sesini duydum. Hangi dokunuş iyileştirir ki yaralarımızı? Mazi korkunç bir hortlak gibi peşimizdeyken… Okuyacağınız hikâyeleri unutmak maalesef benim için hiç kolay değil. Belki sizler kadına şiddet haberlerini okuduğunuzda acıya anlık ortak olup yaşamınıza devam edebilirsiniz… Peki ya o kadınlar? Yaşamak; ama nasıl? Unutmak; ama nasıl?

Bana hikâyelerini anlatırken bulunduğumuz yarı loş odada bize eşlik eden kocaman rulo beyaz peçeteler vardı sadece. Giyemedikleri gelinlikler kadar beyaz peçeteler ıslanıp durdu… Gözlerinden sicim gibi akıyordu yaşlar. Hepsinin sessizliği dost edinmiş, lal olmuş dillerinden benzer cümleler döküldü:

“Keşke dünyaya gelmeseydim.”
“Benim suçum ne?”
“Ben sadece mutlu, huzurlu bir ailem olsun istedim.”

Sahi, yok muydu mutlu olmaya hakları? Yok muydu çocukluklarını, genç kızlıklarını ve kadınlıklarını yaşamaya haklan? Yok muydu onların da hayalleri? Vardı elbette. Ama çocukluğunu yaşayamayan nice kadın, yaşlı adamlara eş, namus diye verilirken hayatları oyuncak olmuştu.

13 kadın tek bir beden gibi geldi… Hepsini tek bir bedende buluşturmuştum; kafamdaki resim aynı kadındı. Şehirleri, evleri, yoksullukları, çaresizlikleri aynıydı…

Hepsi hikâyesini bağıra bağıra anlatıyordu. Hafızala- nndan, ruhlarından çıksın, kurtulsun istiyorlardı. Hayat onlara binlerce ton, taşıyamadıkları acılar yüklemişti. Neredeyse hepsi kaderle yüzleşme anı düşüncesiyle dakikalar süren gözyaşları ve ayru sessizlikle ağlıyorlardı.

Çünkü onlar sevmeden, sevilmeden, şiddet görerek, tecavüze uğrayarak ömürlerini yaşamaya mahkûm edilmişti. Hikâyelerden öğrendiğim ve beni hep düşündüren ise insanların birkaç yüzü olduğuydu. Ve şu soru zihnimden hiç çıkmıyordu: “Babamızı, eşimizi gerçekten tanıyor muyuz?

Can simidi gibi tutunulan, acılarına ilaç olur diye koş- tuklan ikinci evlilikler ise onları daha da diplere batırmıştı… Masumiyetin ve çocukluğun nasıl kangrene dönüşüp kırılgan bir ruhtan zorla sökülüp alındığını dinlemek ruhumu ezdi. Sahte mutluluğu sürsün isteyenler, susup yok saymayı öğrenmişler miydi? “Mış” gibi yaşamak da yetmemişti kaderlerine. Hiç mi sevmediler? Sevdiler tabii ama tanımadıkları duygularla mecburiyetti onlarınki…

Şanslıyım. Satır aralarında ve kelimelerin sırtında tanıştığınız bu hayatların kahramanlarını ben yakından tanıdım. Sizler için de sıkı sıkı sarıldım onlara. Geçmişleriyle dağlanan ruhlarına şefkatle dokunmaya çabalayarak…

Okurken ince ince içiniz sızlasın, evlatlarınızı düşünün istedim. Bu kitabı alan sizler, eminim programı da izliyorsunuz. Gözleriniz değiyor, tanıyorsunuz onları. Ekrana çıkıp anlatamadıklarını burada, isimsiz ve bedensiz anlattılar.

“Umut” ne demektir? Ummaktan doğan, güven duygusu. İşte biz; insanımıza, annemize, kardeşimize, evladımıza güven aşılamalıyız. Umut etmeyi, umutlarla güçlenmeyi öğretmeliyiz.

Aslında benim kim olduğum hiç önemli değil. Sadece bu ülkenin bir vatandaşı olarak elimden geldiği, gücüm yettiği kadarıyla insana ve kadına hak ettiği değeri vermeyi kendimce misyon edindim. Karanlıktan çıkarıp aydınlığa kavuşturma isteği benimki… Hayatın iç huzurla başladığına inananlardanım. Huzur ve umut öylesine tesirli birer ilaç ki, hastayı yatağından kaldırır…

Bu kadınların çığlığını duyun, dinleyin onları, fark edin. Çünkü yalnızlık ve sahipsizlik insanı manevi anlamda dört duvar arasına hapseder.

En korunmasız ve zayıf kesimden kadınlar. Yaşadıkları her türlü şiddet yalnızca bedenlerine zarar vermiyor; hak arama arzusunu zayıflatıyor…

Beni hayat serüvenine davet eden kadınların iliklerine kadar sinen bu kahredici duygularım soludum tüm görüşmelerimde. Bakışlarını kaçırıp dolan gözlerinden akacak yaşı engelleme mücadelelerini izlemek onları bir kez daha utandırmama çabasına dönüştü benim için. Büyümüş, nasırlaşmış ellerde ve “Ben neler gördüm bu hayatta” bakışlarında, çocukluk yaralarıyla karşımdalardı. Ben her gün birazdan hikâyelerini okuyacağınız gibi kadınlarla beraberim. Onlardan başka hikâyem yok; olamaz da. Siz de duyun, siz de bilin istedim bu hikâyeleri. Sessizliklerine kulak verin. Onlara birlikte umut olalım…

İstanbul, 2013

-1-

Utanç… Beni acı bir hayat serüvenine davet eden bu sert mizaçlı kadının iliklerine kadar sinen bu kahredici duyguyu soludum tüm sohbet boyu. Ağlamaklı oluşunu görmezden gelmek zorunda kalışım beni utandırdı. Oysa küçücük yaşında okumak için yaşından büyük gayretler gösteren bu sert görünüşlü kadının yüreği hâlâ çocukluk yaralarıyla dolu. İlk baba bildiği adamın aslında bir yabancıdan bile daha uzak olduğunu hissetmesiyle bilenmiş körpe yaşamı. Adı gibi saten dokunuşları hiç duyumsamadan hayatın kızgın hararetinde kurumaya terk edilmiş. Bunaltıcı bulduğu gençlik yaşamından kurtuluşu evlilikte aramak ona ağır bedeller ödetmiş. Üstelik bu bedeli iki kere ödemek zorunda kalmak Gül’e hem hayatı hem de hayatını sorgulatmış.

Aşk coşkusuyla koştuğu ilk eşinin hala kızıyla yaşadığı yasak ilişki karabasan gibi çökmüş Gül’ün pembe rüyasına. Bu kâbusa kucağına aldığı kızma sarılarak katlanmış. Ama düştüğü karanlık boşluk ve duygusal açlık evli bir kadın olan Gül’e, evli bir başka erkekle ihanetin yasak meyvesini tattırmış… Aşk olduğuna ikna ederek… Duru özüyle çakışan bu birlikteliği bir leke gibi taşıyamayacağını anlamak onu aşk bildiği bu yanılgıdan koparmış. Ancak can simidi gibi tutunduğu, acılarına ilaç olur diye koştuğu ikinci evlilik ise onu diplere batırmış. Hep bir yabancı olarak kalmış ikinci eşi. Kendi ihanetine berdel, ikinci eşinin ihanetlerini sayıp susmuş nice zaman. İnsani hatalarının yükü altında ezilmeye daha fazla dayanamayıp uzun bir süre lanetlendiğine inanan Gül geçmişinden pişmanlık duyuyor. Ama yaşadıklarından ötürü değil pişmanlıkları… Ona yaşatılanlardan… Hem de hiç utanmadan…

“Hayatın Bana Bir Mutluluk Borcu Var”

Gül B. (40)
Beş yaşında kendi kendine okumayı söktü
18 yaşında evlendi
İki evliliğinde de aldatıldı
Bir çocuğu var

Karadeniz’in yalçın dağlarında yoksul bir köyde, altı çocuklu bir ailenin en küçük kızı olarak doğdu Gül. Ne araç geçerdi yollarından, ne de elektrik. 80’lerin ortasında tanışmışlardı elektrikle. Okul desen, o da yok. Hani Allah’ın unuttuğu yer derler ya, öyle bir yer… Elektrik geldikten sonra arada uğrayan asker araçlarından başka kimseler gelmiyor. O asker araçlarının gelmesi ise beş yaşındaki Gül için büyük mutluluk. Neden mi? Gül anlatıyor: “Arada gelen askerler bir şeyler yerdi, çöp olarak attıkları gazeteleri alır, okurdum ben de. Hiç okula gitmedim ama çocukken okumayı öğrenmişim. Hatta okula gitme yaşım geldiğinde de babam bunun için göndermemiş beni, zaten okumayı biliyorum diye gerek duymamış. Gerçekten de ağabeyimden, ablamdan daha iyi okurdum. Beş altı yaşlarınday- dım herhalde, belki daha bile küçüktüm. Kendimi bildim bileli okuyorum yani. Askerler geldiğinde o kadar mutlu olurdum ki. Arkalarından dolaşıp o ekmeklerini sardıkları gazetelerini alıp defalarca okurdum, çok seviyordum okumayı.”

“Babam Beni Sevmiyordu”

Gül’ün hikâyesi Karadeniz’in iklimi gibi sert mi sert. Önce yoksullukla, sonra sevgisizlikle sınayan bir hikâye bu… Yoksulluk hadi neyse de, sevgisizlik yormuş en çok Gül’ü. O çok sevdiği babası bir günden bir güne başını okşayıp, “kızım” diye baba yüreğine bastırmamış Gül’ün zayıf bedenini. “Halamlara gitmiştim bir keresinde. Halamın kızının saçlarını tarıyordu, okşuyordu babası. Ben çok imreniyordum onu görünce, benim babam niye böyle değil deyip ağlıyordum hep.” Gül yine de kızmamış ama babasına, “Belki de sevgisini göstermiyor” diye düşünmüş. Babası onu yedi yaşındayken şehirdeki nakışevine göndermiş. Orada nakış öğrensin, atölyede çalışsın, para kazansın diye… Gül 15-20 genç kızın kaldığı nakışevine giderken üstüne giyeceği doğru dürüst bir elbisesi bile yokmuş. Annesi kendi elbisesinin kollarını kesip ona pantolon yapmış, ayağındaki ucu yırtık çorapları vermiş; yokmuş çünkü ne kıyafetleri, ne de kıyafet alacak paraları…

“Delik Çoraplarımdan Çok Utandım”

Nakışevindeki ilk günü ise Gül’den dinliyoruz: “İlk gittiğim zaman oraya yeni gelen kızlara eğlence yapıyorlarmış. Müzik çalıp oynuyorlardı, beni de kaldırmaya çalıştılar ama ben kalkıp oynayamıyordum. Çoraplarımın o yırtık yerlerini büküp parmaklarımın arasına sıkıştırmıştım, kalkıp oynasam göreceklerdi yırtıkları. Çok utanıyordum. Diğer kızların güzel kıyafetleri vardı. Belki onların da çok iyi değildi durumları ama en kötü durumda olan bendim. O çok aşikârdı. Ben oynayayım diye ısrar etmeye devam edince onlar, ben de başladım ağlamaya. O zaman ısrar etmekten vazgeçtiler. Ama çocuğum ya işte, çıkardım çoraplarımı, katladım, attım arkaya bir yere, kalktım oynamaya başladım ben de.”

Gizli Gizli Okuyor

Nakışevinde biçki dikiş öğrenen Gül’ün her ne kadar kendinden büyük de olsalar arkadaşları olmuştu. Evin en küçüğü o idi. Hal böyle olunca zaman zaman ağır getir götür işleri de ona kalıyordu. Gül bu arada mutfağın çöpünde bulduğu gazete kâğıtlarını okumaya devam ediyordu. Evden sorumlu olan Y. Hanım biraz sert olsa da kızlara elinden geldiğince iş öğretmeye çalışıyordu. Gül, yaşından dolayı daha çabuk yoruluyor, zaman zaman iki dakika da olsa kestirebilmek için kendisini tuvalete kapatıyor, orada uyuyakalıyordu. Bir süre sonra bu yaşadığı hayattan kurtulmaya karar verdi Gül. Kaçacaktı. Köyüne, babasının evine gidecekti. Ne yoksulluk umurundaydı, ne de soğuk ev…

“Sabah vaktiydi kaçtığımda, tuvaletten çıktım gittim. Otobüs vaktiydi; işte o zaman ama benim kaçtığımı anlamış Y. Hanım. Otobüslere filan haber vermiş, sonra beni buldu. Geldiğini görünce ben de koşturdum, arabaya yetişmeye çalıştım ama kaçamadım, karşıma çıktı birden. Sonra eve gidince beni çok fena dövdü. Hayatımda hiç kimseden dayak yememiştim ama o kadın beni çok dövmüştü. Bir üç ay kadar daha kaldım orada, sonra bitti kurs, geri döndüm eve.”

İstanbul’da Yeni Hayat

Eve döndükten birkaç ay sonra uzun bir yolculuğa çıkacaktı Gül. Babası ona İstanbul’da iş bulduğunu, çok zengin bir ailenin yanında çalışacağını söylemişti. Gül önce istemedi, korktu ama karşı koyma gibi bir durum söz konusu olamazdı. Fakat korktuğu başına gelmedi. İstanbul’un çok zengin semtlerinden birinde “Onlar da benim annem babam gibi olmuşlardı” dedikleri, hatta arada “anne baba diye andığı yaşlıca bir çiftin evine gitmişti. Çift, Gül’ü çok sevmişti. Hatta Gül’ün okuma aşkını desteklemek için ona

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Marguerite Duras – Yaz Yağmuru

Editor

Hükümdar

Editor

Mehmet Ali Bulut – Fardipli Sinha

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası