İÇİNDEKİLER
1- ÖNSÖZ.
2- VİSİLKA.
3- GÜL.
4- CESARET ANA
5- İNTEL’DEN FERGANA’YA.
6- TAFO
7- KARAGÖZLER
8- YİRMİ YIL SAKLANAN HAÇ.
9- TURUNÇ.
10- GÜLÜN SIRRI
VİSİLKA
Büyük savaş başladığında, babamı ve köyümüzden pek çok kişiyi cepheye götürdüler. Annem, dön çocukla bir başına kala kalmanın şaşkınlığı içinde, bir süre ağlayıp sızladıysa da zamanla kabullendi babamın yokluğunu. Biz daha çocuk sayılırdık: Ağabeyim Nazım on beş, ben on üç yaşındaydım. Küçük kardeşlerim: Mülazım on bir ve Rabia dokuzundaydı henüz.
Kırk üç yılı baharında bir gün. ağabeyimle tarladan döndüğümüzde, annemi evde ağlar bulduk Kendini yerlere alıyor, saçını başım yoluyor, üzerindeki elbisesini paramparça ediyordu hırsıyla İnsanda nasıl biracı kuvvet olduğunu, ben ilk defa onda görmüştüm d gün. Annenim «esine toplanan komşularımı/ unu durdurmaya çalışıyor: dön. beş kadın kotlarından ve gövdesinden kırıldığı halde o bir tutam kadını zaptedemiyorlardı.
O gün, babamın ölüm haberi gelmişti cepheden. Kasabanın karakol komutanı gelmiş ve babamın, Kic yakınlarında. Almanlar’a karşı savaşırken kahramanca şehit olduğunu bildirmişti anneme bir de ‘kahramanlık beratı’ bırakmışlardı, hahamın şahadeti anısına Sovyet için ölenlerin, geride kalanlarının, gururla taşıyacak lan bir paye bırakıyorlardı bize akıllarınca.
Ağabeyimle ben. kapımızdan girdiğimizde. annemin feryadıyla donup kalmışlık yerimizde Ne ağlayabiliyor ne konuşabiliyorduk birbirimizle. O anda. yüreğime mıh gibi bir şeylerin saplandığını duydum sancıyla karışık. Sanki bir bıçak, hınçla saplandı iki döşümün arasına ve göğsümden huyumana. beynime kadar uzandı dakikalar içinde acısı. Boğazıma yumruk büyüklüğünde bir urun tıkandığını, çırpman yüreğimin, bir kus kadar çaresi/ kaldığını hissediyordum içimde.
Ağabeyim, ahıra öküzleri bağlamaya gitti ilk şaşkınlığın ardından. Ben. koşarak evin içme gittim ve yatak odamızdaki divanın üstünde, ellerimi yüzüme kapatıp, boğazıma tıkanan h içkin klan salıverdim «onuna kadar Ağladıkça içimin rahatladığını, boğazıma tıkanan urun damla damla eridiğini hissettim.
Ne kadar ağladığımı bilmiyorum. Bir zaman sonra ağabeyim geldi ve beni yemek odasına götürdü. Lamba yakılmış, kardeşlerim davardan dönmüştü, Annemin üzeri, sanki onlarca köpek tarafından saatlerce parçalanmışçasına perişan görünüyordu. Saçları yolunmuş, fistanının yakalan yırtılmış, her yanı toz toprak içinde kalmıştı. Karsısında oturan Mülazım ve Rabia’nın yanına bizim de oturmamızı işaret etti ve hepimizin yüzlerine tek tek baktıktan sonra:
“Arlık babanız yok!” dedi.
“Bundan sonra kendi başımızın çaresine kendimiz bakacağız.”
Bazen bir ölümün, binlerce ölüm demek olduğunu, o gün, o seste anlamıştım ben. Ölen babam değil bizdik Kiev yakınlarında Annemin ağlamaktan şişen, moraran gözlerinden okunabiliyordu bu. Depremlerle sarsılmış, dağılmış bir dağ yılgınlığı içinde, duyulur duyulmaz bir sesle;
“Kardeşlerine bir şeyler hazırlayıver kızım.”dediğini duyar gibi oldum kalkarken.
O dağılmış vücut, o taşa tutulmuş bir meyve ağacı kadar çaresiz gövde, sanki bir hayalet, bir ruh gibi yerinden doğrulup, hâlâ içini savuran tutmalarla birlikte süzülüp gitti yatak odasına doğru
Babam askere alındıktan sonra onun görevini abim üstlenmişti evimizde. Onun ölümüyle, ağabeyim, bu görevini daha da benimsedi sonraki günlerde. Daha ağırbaşlı. daha sorumluluk sahihi bu kişi oldu gitgide. Artık arkadaşlarıyla oyuna kaçınıyor, anneme danışmadan hiç bir şey yapmıyordu kendi başına. Benimle ve kardeşlerimle daha çok ilgileniyor, babamın yüreğimizde bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışıyordu aklınca çift çubuk işlerinde bir yıldır çok şey Öğrenmişti annemden. Komşumuz Ömer Amca ona yardım ediyor: o da boş zamanlarında onun bazı işlerini görüyordu bağda bahçede.
Babamın ölümü-belki de evden uzakta olduğu için- bir düş gibi kaldı içimizde hepimizin. Sanki bir gece uykumuzda hepimiz aynı korkulu düşü görmüşlük ve uyandığımı/da her şey eskisi gibi olacaktı yeniden. Sanki o haber, korkulu bir düştü bizim için: hepimizin gördüğü korkulu bir düş. Onun için ölümün hakikatim hiçbir zaman yakıştıramadık ona. Belki de bu yüzden, onun yokluğuna çabuk alıştık.
…