Kitap “İlber Ortaylı ile Tarihin Sınırlarına Yolculuk-Mustafa Armağan” adıyla da yayımlanmıştır.
“Resmi tarih dediğimiz de, alternatif tarih dediğimiz de, övgümüz de, sövgümüz de, ilkelliklerimiz de birbirinden farksız.”
“Tarih çim sahası değil ki, istediğin yerleri tespit edip, kazık çakıp çitle çeviresin. “Ben bu kadarını seviyorum, gerisini yakalım” veyahut “Bana ne?” diyemezsiniz. Bu mümkün değil.”
Türkiye’de insanların bir kısmı ‘Biz Osmanlı değiliz’ derken, diğerleri ‘Osmanlı biziz’ diyor. Bu tip bir ayrım sakattır ve mümkün değildir.
İLBER ORTAYLI
Tarihimiz, bize doğru mu öğretiliyor? Tarih kitapları belirli bir ideolojinin propagandasını yapmak amacıyla, bazı gerçekleri görmezden mi geliyor? Tarihi doğru öğrenmek bize ne kazandırır? Gerçekten Cumhuriyetle Osmanlı birbirlerine çok uzak devletler midir? Osmanlı’yı reddedersek ne kazanırız, ne kaybederiz? 19. yüzyıl Osmanlı’nın neden “en uzun yüzyılı”? Osmanlı bugün devam ediyor mu? Türkiye-AB ilişkileri…21. yüzyılda onurlu bir devlet ve millet olarak yaşayabilmemizin şartları nelerdir?
İlber Ortaylı’dan tarihi, tarihimizi doğru anlamaya dair sorulara cevaplar bu kitapta..
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ /
EFSANELER VE SLOGANLAR ARASINDA BİR TARİH / RÖPORTAJ: MUSTAFA ARMAĞAN
OSMANLI’NIN KABUK DEĞİŞTİRME DÖNEMİ / II RÖPORTAJ: MUSTAFA ARMAĞAN
ASLINDA HEPİMİZ TANZİMATÇIYIZ/ RÖPORTAJ: NAKİ ÖZKAN
OSMANLI MİRASINI REDDETMENİN TEMELİNDE TARİH BİLMEZLİK YATIYOR / RÖPORTAJ: CEVHER İLHAN
ROMA VE OSMANLI
RÖPORTAJ: İSA KOCAKAPLAN
KİMLİK SINIRINI TARİHÇİ BELİRLER/ 60 RÖPORTAJ: SEMA ULUDAĞ
İLBER ORTAYLI:GEZGİN VE BİLGİN/64 RÖPORTAJ: HAKAN KAYNAR
AVRUPA BİRLİSİ VE TüRKİYE/ RÖPORTAJ: MUSTAFA ÇALIK
TARİHTEN KAÇMAYIZ / RÖPORTAJ: MEHMET GÜNDEM
NEREDE HATA YAPTIK? / RÖPORTAJ: ZAFER YILMAZ
BU BİR RÖPORTAJ OLABİLİR Mi? / RÖPORTAJ: EKREM S. ARAM
CUMHURİYETİ NUMARALANDIRMAK, ESKİ TEPEDEN İNMECİ ALIŞKANLIKLARA DAYALI YENİ SÖYLEM TARZIDIR/
OSMANLI İMPARATORLUĞU TARİHTE ÜÇÜNCÜ ROMA’DIR. BİR DÖRDÜNCÜSÜ DE YOKTUR /
OSMANLI BİZDE YAŞIYOR…/ RÖPORTAJ: İSMAİL İLMİ KIDEYŞ
OSMANLI TARİHİ. BİR DÜNYA TARİHİDİR/
BORCU VEREN ŞARTI KOYAR /
RÖPORTAJ: REFİK TUZCUOĞLU
ALFABEYİ ÖĞRENMEYEN ROMAN YAZAMAZ /RÖPORTAJ: NURİYE AKMAN
RÖPORTAJ KAYNAK LİSTESİ/
ÖNSÖZ
Tarihin Sınırlarına Yolculuk adlı kitabımız daha önce Ufuk Yayınlan’nda yayınlamıştı. Osmanlı’nın 700. yılı kutlamaları vesilesiyle çeşitli dergi ve gazetelerde yaptığım röportajlar bir araya getirilmişti. Kısa zamanda yeni baskı taleplerinin gelmesi, eserin okur tarafından arandığını görmek, yazar için sevindirici, asıl önemlisi toplumumuzun tarihe, Osmanlı’ya olan ilgisini göstermesi açısından umut vericidir. Bu nedenle yeni basım talebi Timaş Yayınları’ndan gelince olumlu karşıladım.
Umut ederim, kitap beklenen ihtiyacı karşılayacak ve okurda tarihe dair yeni izler bırakacaktır.
İlber Ortaylı Nisan 2007
EFSANELER VE SLOGANLAR ARASINDA BİR TARİH…
RÖPORTAJ: MUSTAFA ARMAĞAN
Osmanlı tarihi konusunda Türkiye’de farklı bakışlar sözkonusu. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de insanların bir kısmı ‘Biz Osmanlı değiliz’ derken, diğerleri ‘Osmanlı biziz’ diyor. Bu tip bir ayrım sakattır ve mümkün değildir. Ben Avusturya’da ‘Haçlılar ve Habsburglar başka, ben başkayım’ diyen görmedim. Cumhuriyetçiler, Monarşiye karşı olanlar, sosyalist olanlar orada da var ama böyle bir görüş yok. Bu saçma bir ayrımdır.
Osmanlı’da kurumlar var. Bakıldığında bunların belirli bir şekilde devamlılığının olduğu görülür. Bu devamlılık araştırıldığında, zaten Osmanlı tarihine teknik olarak bakış meselesi halledilmiş olacaktır. Bir süreklilik çizgisi üzerine oturuyoruz.
Diğer önemli bir nokta da şu: Ecnebi Osmanlı tarihçisi, tarihe yabancı gözüyle bakar. Bu doğrudur. Peki bugünün Türk’ü hangi gözle bakıyor? Bugünün Türk’ünün tarihten bir kopukluğu var. Bu, kültürle alâkalı bir şey. O dili bilmiyor, kelime hazinesi zayıflamış; o dönemin şiirini bilmiyor, Biz dedemizle konuşmaktan aciziz. Bu, inkılap, kabuk değiştirme, uygarlık değiştirme değil; bu bir medeniyetsizlik.
Peki bunun kökeni nerede yatıyor?
Deniliyor ki: ‘Atatürk inkılapları yapıldı, Osmanlı’yı reddettik. Harf inkılâbını yaptık, ondan böyle oldu.’ Bunda hakikat payı olsa da yeterli bir izah tarzı değildir. Bir toplumun bu gibi zecrî tedbirlerle ki bu gibi zecrî tedbirler 50 yıldır ortadan kalkmıştır 50 yıldır ağlaması, sızlaması bir tezaddır. Bizim cevaplamamız gereken sual şu: ‘Neden bu kadar meraksızız?’
Niye bu kadar çabuk pes ettik peki?
Pes etmiş değiliz, ilgisizi:. Sormuyoruz. O kadar okumuşyazmış adam neden Osmanlıcayı öğrenmiyor? Çince değil ki bu. Osmanlı Türkiyesi’nde okumayazma bilen 20 milyon nüfus içinde 1 milyon kişi idi. Bugün 70 milyonun yarım milyonu bile Osmanlıca bilmiyor. Bunun sebebi ne? ImamHatipliler de Osmanlıca bilmiyor. Bir meraksızlık var. İnsanlar maziye ilgisiz. Maziye ilgisiz insan olur mu? Hayvandan en büyük farkımız maziye ilgi diyeceksiniz. Doğru, maziye bu anlamda merakımız var. Bu çok kolay tatmin edilen bir merak. Mesela “Osmanlı Devleti vardı, padişahlar çok iyiydi, çok kötüydü, çok âdil bîr memleketti veya çok rezil bir memleketti…” Meşrebine göre, anasının babasının mezhebine göre, siyasî görüşüne göre çocuğun ağzına birkaç slogan yapıştırılıyor ve bunlar bütün hayatı boyunca ona yetiyor. Çocuk yüksek mühendis olabilir, profesör olabilir, tabip, hukukçu olabilir ama, bu lâfları tekrarlamaktan hiç sıkılmıyor. Onu garipseyen de yok. Bu toplumdaki tarihe merak, bir Afrika kabilesindeki insanmkinden daha fazla değil. Bir şeyin künhüne inmek, soru sormak, somut delil aramak gibi bir merakımız yok. Bu, çok az insana mahsus bir özellik Türkiye’de.
Bu hep böyle miydi acaba?
Korkarım hiraz metafizik izah olma yolunda ama, çok Türklere özgü bir yapı bu. Ben bunu Sovyetler Birliği’nde gördüm. Bütün yasaklamalara rağmen, Rus her zaman bir delik açmasını bilmiş. Şimdi de sür’atle açmak yolunda. Doğu Avrupa ülkeleri çok daha çabuk araştırıyor tabuları, yasakları. Hatta birtakım entelektüel gruplar partileri zorluyor. Orta Asya Cumhuriyetleri’nde böyle bir şey yok. Efsaneyle idare edip gidiyorlar, Kazan’da, Tataristan’da yazılan tarih kitapları var. Alternatif tarih olarak yazılmış. Bir facia; iptidailik kokuyor baştan aşağıya. Demek ki burada bir yapısal durum var. Metafiziğe kaçmaktan korkuyoruz. Bazı ekoller bunun doğrudan doğruya dinin yapısından kaynaklandığını ileri sürüyorlar. Ucuz bir İzah. Bir gerçek var, ama niçin olduğu tam olarak bilinmiyor. Araştırılması gerekir. Kısacası, somut kavramlara, bilgilere ihtiyaç duyan bir merak olmadığı için, bizde de Osmanlı tarihine nasıl bakmamız gerektiğine bir cevap verilemiyor. Verilen cevapların hepsi de birbirinden iptidai.
Yani övgüyle sovgü arasında sıkışıp kalıyoruz…
Resmi tarih dediğimiz de, alternatif tarih dediğimiz de, övgümüz de, sövgümüz de, ilkelliklerimiz de birbirinden farksız. Hiçbiri somut bilgiye, malzemeye dayanmıyor. Ve böyle bir ihtiyaç hissedilmiyor. Bu son derece enteresan. Ben Hyde Park’ın köşesinde birçok insanı bir kova veya bira kasası üzerine çıkıp konuşurken gördüm. Konuşanların hiçbiri İngiliz toplumunda seçkin bir yere sahip değillerdir. Ama çoğunda temellendirilmiş, somut bilgiye dayanan tarih konuşmaları görmüşümdür. Hatta bizdeki bit sürü aydın bile o düzeyde değildir. Bu çok hassas bir nokta.
Türkiye’de okumuş zümre efsanelerle ya da hazır sloganlarla, fazla karıştırmadan birtakım şeyleri yayınlıyor. Bazısı çok iptidai bir biçimde ifade ediyor. Bu nasıl değişir? Nasıl olur da bu millet daha somuta iner? Somut deliller arayan, ona göre kavramlaştırılan bfr geçmiş merakına nasıl kavuşabilir? Bana göre bunun çözümü öncelikle iyi bir mantıktan geçet, sonra felsefeye gider. Filoloji de halledilmelidir. Bunu yapamadık. Bu memlekette Hümanist lise diye önerilen şey, Atatürk Lisesi’nde, Ankara Kız Lisesi’nde bir Latince sınıfı açmak olmuştur; FenEdebiyat kolu yanında. Oralarda okuyanlar Yunanca değil, sadece Latince öğrenmişlerdir. Bütün bunlar ayakları yere basmayan projelerdir. Böyle bir yerden çıkan adam ne olacak? Tarihçi olacak, dilci olacak, hukukçu olacak… Hangi memlekette? Türkiye’de. Ama bizim mazimizin bir de Arabî, Farisî yönü vardır. Bu dallarda yetiştirdiğin adama bunları öğretmezsen öğrendikleri havada kalır.
Bu kopukluk nereden kaynaklanıyor?
‘Kopukluk’ da ayrı bir slogan. Bir zamanlar, biz Batılı olacağız denilmiş. Batıyı da kendi çizdiği bir modelle tanıtmışlar: Bazı önerilerim var benim. Diyanet Şurası’nda, tmamHatipler için “3+3 ölü ve yabancı yaşayan diller teorisi”ne dayanan bir öneri getirdim. Bu tip önerilere İnsanlar ‘evet’ diyor, ama unutuyorlar. Pragmatist tipler, uzun vadeli, meyvasını kendisinin toplayamayacağı projelere fazla itibar etmiyor. Bu çok iptidai bir görüştür. ‘Reform’dan, üç senede meyvesini toplayacağı projeleri anlıyor. Müteahhit veya köylü zihniyetidir bu. Küçümsemek İçin söylemiyorum. Köylü, haliyle, tabiatla mücadele halindedir ve karnını doyurmak zorundadır. 50 sene sonra meyve verecek ağaçla değil, 3 senelikle uğraşır. Bizde de böyle bir hava var. 20 senede netice verecek bir okulla uğraşmazlar. Hiç kimse; ne bakan, ne bürokrat.
Böyle şeylere ‘evet’ dese de yapmaz. “Okulları birleştirdim” deniliyor, “8 sene yapalım”. O arada bir uyanıklık yaparak İmamHatipleri halledecekler. Bazı yerlere hoş görünecekler. İmamHatip’i de kaldırmış gibi görünecekler, kaldırmayacaklar, liseden itibaren koyacaklar. ‘Biz ImamHatiplerin sayısını azaltalım da doğrudürüst şu işi halledelim’ diyemiyorlar. Onun derdi, 10 senelik, 20 senelik bir süreç İçerisinde gerçekten Katolik Roma’nın, eski Rusya’nın Ruhban Akademısi’nin yetiştirdiği tarzda teologlar, filologlar yetiştirmek değil. Onlar bu ruhani seminerlerde Hıristiyanlıktan çok, oryantalist…….