Bu kitap İbn Arabî‘ye göre Tasavvuf anlayışı ile Lao-Tsu ve Çuang-Tsu’ya göre Taoizm anlayışına özgü bellibaşlı felsefî kavramların karşılaştırmalı incelemesini hedef alan bir çalışmanın birinci kısmıdır. GİRİŞ Bölümünde de ayrıntılarıyla açıklamış olduğum gibi, bu birinci kısım tümüyle İbn Arabî‘nin felsefesinin anahtar-kavramlarına hasredilmiştir.
İncelemenin ikinci kısmı ise, buna benzer şekilde, Tao Tö Çing ile Çuang-Tsu’nun Kitabı‘ndaki anahtar-kavramları inceleyecektir. Bundan önceki diğer bütün eserlerim gibi Keio Üniversitesi Kültür ve Dil İncelemeleri Enstitüsü tarafından yayınlanan bu kitap, varlığını bu Enstitü‘nün direktörü Prof. Nobuhiro Matsumoto’nun lûtfetmiş olduğu candan destek ve teşviklere borçludur.
Bundan dolayı bu ve bunu izleyecek olan kitabı, kendisine duyduğum minnet duygularımla, Prof. Nobuhiro Matsumoto’ya ithâf ediyorum. Kezâ Kanada’da McGill Üniversitesi İslâmî İncelemeler Enstitüsü direktörü Dr. Charles J. Adams’a da çok şey borçluyum.
Bu cildin tümü 1965-1966 ders yılında oradaki öğretim üyeliğim sırasında Enstitü‘nün sağladığı fevkalâde teşvik edici ve rahat ortamında yazılmış bulunmaktadır. Ayrıca, kitabın tüm müsveddelerini büyük bir dikkat ve kritik bir gözle okumuş ve isâbetli telkinlerde bulunmuş, hatâları düzeltmiş olan Dr. David Ede’ye de özellikle minnettârım. Tokyo, Japonya, Haziran 1966 Toşihiko İzutsu
Başlığının ve başlık-altının da belirtmekte olduğu gibi4 bu kitabın esas amacı, tümüyle, İbn Arabî‘nin temsil ettiği Tasavvufun dünyâ görüşü ile Lao-Tsu ve Çuang-Tsu’nun temsil ettikleri Taoizm’in dünyâ görüşü arasında yapısal bir karşılaştırma yapmaktır. Bu türden bir incelemenin bir takım tuzaklara mâruz bulunduğunu bilmiyor değilim.
Aralarında tarihî hiçbir bağ bulunmayan iki düşünce sistemi arasında sebep-sonuç ilişkisi yönünden yapılan bir karşılaştırma bilimsel kesinlikten uzak bir takım benzerlik ve ayrılıkların yüzeysel bir tesbitinden başka bir sonuç doğurmayabilir.
Böyle bir hatâya düşmemek için, bu iki dünyâ görüşü arasında herhangi bir karşılaştırmaya tevessül etmeden önce, bunların her birinin temel yapısının diğerinden bağımsız olarak ve olabildiğince titiz bir biçimde ortaya çıkarılmasına çalışılmıştır.
Bu husus göz önünde bulundurularak bu birinci kısım, tümüyle, İbn Arabî‘nin felsefî dünyâ görüşünün temelindeki bellibaşlı ontolojik kavramların ayıklanması ve incelenmesi gayretine tahsis edilmiştir. İkinci kısımda ise Lao-Tsu ve Çuang-Tsu’nun dünyâ görüşü ile ilgili, tümüyle aynı türden analitik (tahlîlî) bir inceleme yapılacaktır.
Böylelikle her iki kısım biri İbn Arabî‘nin diğeri ise kadîm Taoizm’in biribirlerinden bağımsız incelenmelerinden oluşacaktır. Üçüncü kısım ise, aralarındaki benzerlikler ve ayrılıklar göz önünde tutulmaksızın incelenmiş olan, bu iki dünyâ görüşünün ana-kavramlarını karşılaştırmak ve aralarında koordinasyonu sağlamak üzere girişilen bir incelemeyi kapsayacaktır.
Her ne olursa olsun eseri başından sonuna kadar yönlendiren maksat, karşılaştırmalı felsefe ve mistisizm alanında yeni bir görüş açısı getirmek arzusudur. Böyle bir mukayese için isâbetli bir başlangıç noktasını, her iki dünyâ görüşünün de biri Hakk diğeri ise İnsân-ı Kâ-mil5 (Olgun İnsân) olmak üzere iki istinad noktası üzerinde temellendirilmiş olması temin etmektedir.
Her bir sistem için, bu iki kutup arasında tümüyle bir “ontolojik düşünce sistemi” geliştirilmektedir. Bu ne Tasavvufa ve ne de Taoizm’e has bir tutumdur. Bir Dünyâ görüşünün iki ekseni olmaları itibâriyle Hakk ile İnsân-ı Kâmilin çeşitli sûretlerdeki karşıtlığı dünyâda çok farklı yerlerde ve târihlerde gelişmiş olan pekçok mistisizm türünün ortak bir temel motiftir.
Aynı geniş ortak motifi paylaşan ama hem köken hem de tarihî şartlar açısından biribirlerinden ayrıntılarında farklı olan bir takım sistemlerin mukayeseli bir biçimde incelenmesinin, dünyânın bugünkü durumunda âcilen ihtiyâcımız olan, ve Prof. Henri Corbin’in de isâbetli bir şekilde “tarih-ötesi bir diyalog” dediği, geniş tabanlı bir diyaloğun temelinin hazırlanması bakımından çok verimli olacağı anlaşılmaktadır.
İbn Arabî‘nin İslâm düşünce hayatında pekçok tartışma ve çekişmelere sebep olduğu olgusuna dikkati çeken ve bu durumun da bir yandan “Akl”a dayalı gerçek” demek olan Hakîkat ile öte yandan da “ Vahy “e dayalı gerçek” demek olan Şeriat denilen iki tür Gerçeği sînesinde birleştiren İslâm’ın kendine has bünyesinden ileri geldiğini ifâde eden
Dr. Osman Yahyâ şu ilgi çekici mütâlâada bulunmaktadır 4: “İbn Arabî örneği, ne kendi şahsiyetinin serbestçe gelişip açılabileceği Taoizm ya da Vedanta gibi saf bir metafizik gelenekte ve ne de, bütün cemaatinin kendisini kesin bir biçimde reddetmesi mukadder olması hasebiyle hâlinin münakaşa edilmesinin dahi mümkün olmadığı, katı şeriata sâhip bir gelenekte böylesine sivri bir tarzda tartışma odağı olabilirdi.
Ama, İslâm’ın gerçek istîdâdını onun şahsında meydana çıkarıp yaymak üzere kader İbn Arabî‘yi bu yolların kesiştikleri noktaya yerleştirmek istemiştir”5. Lao-Tsu’ya has Tao metafiziğinin, kendine has düşünce derinliği içinde, İbn Arabî‘nin Vücûd (Varlık) kavramıyla çarpıcı benzerlikler arzetmekte olduğunu reddetmek mümkün değildir.
Bu eserin ikinci kısmında Lao-Tsu ve Çuang-Tsu’nun, Tasavvuf’dan temelde farklı bir başka mânevî geleneğin doruk noktasını temsil etmekte olduklarını göstereceğimden bu husus daha da ilgi çekicidir. Yukarıda da dikkati çekmiş olduğum gibi kendimizi ucuz karşılaştırmalar yapmaktan korumamız gerekir ama, öyle inanıyorum ki, îtinâ ile yürütüldüğü takdirde bu türden bir karşılaştırmalı incelemenin en azından kültürler arası bir diyaloğun verimli bir biçimde tesis edilebilmesi hususunda bize ortak bir zemin temin edeceğini de kabûl etmeliyiz.
Yukarıda çizilmiş olan genel plâna uygun olarak bu kısım, yalnızca, İbn Arabî‘nin dünyâ görüşünün ontolojik temelini oluşturan anahtar-kavramların tahlîlî bir incelemesine tahsis edilmiştir. Söylemiş olduğum gibi bu dünyâ görüşü, ontolojik bir Nüzûl (İniş) ve Mi’râc (Yükseliş) sûretinde, biri Hakk diğeri İnsân-ı Kâmil olan iki istinad noktası etrafında dönmektedir. Bu âlemşümûl süreci tasvîr ederken İbn Arabî her safhada bir takım olağanüstü önemi olan kavramlar geliştirmektedir.
Bu eserin tahlîl etmeyi tasarladığı da işte bu kavramlardır. Bu inceleme, İbn Arabî‘nin mistik felsefesini “varlık” ve “mevcûdiyet” ile ilgili bir anahtar-kavramlar sistemi olarak ele almakta ve bu felsefenin çeşitli vechelerini metodik ve ontolojik bir biçimde tahlîl etmektedir.
Kabûl etmemiz gerekir ki ontoloji bu olağanüstü zâtın düşüncesinin yalnızca bir vechesidir. Bu düşünce sisteminin, hep birlikte göz önüne alındığında, orijinal ve derin bir dünyâ görüşünü ortaya koyan ve ontolojiden hiç de daha az önemli olmayan psikoloji, epistemoloji, sembolizm, v. s…gibi daha başka vecheleri de vardır.
Fakat Vücûd kavramı, göreceğimiz gibi, onun felsefî düşüncesinin gerçek temeli olup Vücûd teorisi de hiç kuşkusuz öylesine orijinaldir ve öylesine geniş kapsamlı bir tarihî öneme sâhiptir ki bunu tamâmen ayrı bir yerde incelemek gerekir.
İşin başında şu hususu önemle belirtmek isterim ki bu eser İbn Arabî‘nin bütün eserlerinin filolojik bir incelemesi değildir. Tersine bu inceleme, yalnızca, onun Fusûsü-l Hikem (ya da kısaca Füsûs) başlıklı eserine dayanmaktadır. Bu, aslında, sık sık şâheseri olarak nitelendirilen ve yüzyıllar boyunca çeşitli kimseler tarafından incelenmiş, hakkında tefsirler ya-zılmış6 olan bu meşhur eserinde İbn Arabî‘nin geliştirmiş olduğu bellibaşlı ontolojik kavramların bir tahlîlidir.
Bu bakımdan bu eser herhangi yeni bir şey takdîm etmek iddiasında değildir. Başlangıçtan beri amacım ayrıntılara inmek değildi. Amacım, daha çok, bu büyük düşünürün hayat veren soluğuna, canlandırıcı rûhuna ve onun insanı önüne katıp sürükleyen felseti gücünün gerçek kaynağına nüfûz etmek ve, onun geliştirdiği şekilde, ontolojik sisteminin tümünü adım adım derinliğine mütâlâa etmekti.
İbn Arabî gibi bir zâtın düşüncesini anlamak için bu düşüncenin tümüne hayat veren ve onu istilâ eden rûhu kavramak gereklidir; aksi hâlde her şey kaybolur gider. Sathî ve dışardan üretilen bütün mütâlâaların hedeften uzak sonuçlar doğuracağı muhakkaktır.
Entellektüel ve felsefî bir düzeyde dahi İbn Arabî‘nin düşüncesini içinden kavramağa ve onu kendi nefsinde gerçek bir sempati ile yeni baştan inşâ etmeğe çalışmak gerekir. Böyle bir amaç için ayrıntılara inmek, her ne kadar arzu edilirse de bu, ilk şart değildir.