Rabb’in İçin Sabret
MERHABA. O kocaman yüreğine, kocaman bir MERHABA güzel insan.
Evet, çok uzun zaman oldu gerçekten ve bu zaman içinde, hep senin ellerinin içinde olmayı hayal ettim! Düşlerimde bu anı yaşadım. Parmaklarının arasında beni tuttuğunu gördüm çoğu zaman. Ve şimdi ellerinin arasındayım…
Geçmişte neler yaşadığını bilemem. Belki acıların vardı, mutsuzdun, ama beni ilgilendiren aldığın nefesi hissettiğin bu andır… Şu an senin yüreğini hissediyorum biliyor musun? Bunu sende hissedeceksin artık. Olmadığın bir yerde, görmediğin bir şeyi hissedeceksin sende! Şu anda ellerinin arasında bulunmamın tek sebebi de bu aslında…
İnsanların yüreklerine dokunabilmek, yüreklerine sevgi tohumu bırakmak ve dua almak, dünyanın bütün güzelliklerine sahip olmakla eşdeğerdir benim için.
Zorluklarla daima karşılaştık, belki devam da edeceğiz; fakat bu olumsuz duygu durumu ve ardından gelen zorluklar karşısında kendimi hep güçlü hissettim. Bu güç, her zaman benim içimdeydi aslında ve ben, içimde bulunan büyük bir gücün var olduğunu istediğim zaman fark edebiliyordum. Bu bana Allah’ın lütfuydu. Bu güç sadece bana değil, farkında olan tüm kullara olan bir armağandır Rabb’inden.
Çünkü bu yaşam bize verilmişti! Rabbim bize değer vermiş ve dünyaya halife olarak göndermişti. Bildiğim bir şey daha var ki o da; her zorluğun ardında kendisini kucaklamam için bekleyen bir hediyenin olmasıydı…
Bu düşünce sayesinde daima başıma gelebilecek problemlere değil yalnızca, yaşadığım sorunun arkasında gizlenmiş hediyeme odaklanmıştım.
Çünkü sevginin olduğu yerde mucizelerinde olduğuna her zaman inanmıştım.
Çok kısa süre sonra, bana uzanan hediyenin önüne dikilmiş bir çelik kapıyı andıran zorluğun kapıları, ardına kadar açılmış oluyordu.
Biliyor musun, bu hediye bana olduğu kadar sana da çok yakın! Peki, o büyük zorluğun arkasında gizlenmiş hediyenin ne olduğunu bilmek ister misin? O halde ellerine bir kez daha bak lütfen.
Çünkü o hediye şu an senin parmaklarının arasında duruyor! Her engelin arkasında bir ilham vardır. Bunu daima anımsa olur mu?
Evet, bu kitap senin için yazılmış ve bana verilmiş en büyük armağandır aslında. Farkında olmasan da, senin de yaşamış olduğun zorlukların arkasında saklanmış bir hediye vardı, işte hediyen inşAllah şimdi ellerinde güzel insan. Bu kitap; seni sevgi yoluna ulaştırmak adına bir kılavuzu temsil etmektedir.
Kitabımızı yazarken bir amacım vardı. Bu amaç, düşüncelerimdeki bilgilerin bir kâğıda dökülüp, daha sonra kitap evlerindeki rafları süslemesi değildi tabii ki. Benim için önemli olan tek şey; her zorluğa Rabbimiz için sabretmenin ilahi gücünü sizin de hissetmenizdi… Çünkü insanlar bildikleri sürece değil, bildiklerini yaşamlarında uyguladıkları sürece mutluluğu kucaklayıp, özgürlüğe erişebileceklerdir.
Allah Teala yüce kitabımız Kuran-ı Kerim Müddessir 7’de “Rabb’in için sabret” diyerek kullarına büyük bir müjdeyi bildiriyordu aslında.
Ve yine Bakara Suresi 155’te “Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz; sabredenleri müjdele” diyerek kullarına sabrın önemini anlatıyordu.
Şimdi seninle birlikte rahmet dolu bir yola çıkacağız inşAllah. Bu yolun adı Sevgi Yolu’dur.
Eğer “Sevgi Yolu” yolculuğuna hazırsan birlikte yola çıkabiliriz. Bu zamana kadar en değerli hâzineni yüreğinin karanlıklarına sakladın belki de, ama bırak artık kanatlansın yüreğin! Sadece sevgi çiçeklerinin kokusunu hisset bu yolda. Sadece görmek istediklerini görmeye çalış. Biliyorum ki sen, güzellikleri görmek adına buradasın…
UĞUR KOŞAR KİMDİR
TTS (Theatrical Therapy System) ve Nur Terapisi’nin kurucusu olan Düşünür, Psikolojik Danışman ve Yazar Uğur Koşar, Doğunun Zen öğretisi (farkındalık) ile Sufiliğin (kalp gözüyle bakışını) harmanlayarak kendine özgü üslubuyla insanların kendi öz varlıkları ile buluşmasına, böylece zihnin sesini susturarak kalıcı bir huzurla yaşamlarına devam etmesine yardımcı olmaktadır.
Uğur Koşar der ki:
Ben sizi yeni bir şeyle tanıştırmıyorum, sadece sizin unuttuğunuz kendi özünüz ile tekrar buluşmanıza vesile oluyorum.
Usta, “Yaşam matematik değil bir şiirdir ve içinde nefes aldığınız bu hayat, beyinlerin gelişmesinden öte yüreklerin ve ruhun olgunlaşması ile gelen bir kutlama olmalıdır” diyerek yaşamanın aslında bir sanat olduğunu anlatmaktadır.
Onun görüşüne göre: Mutsuz insan yoktur, mutlu olacağına inanmayan insanlar vardır ve insanları yorgun kılan yaşam değil, taşıdıkları maskeleridir.
UK, “Her soru önce kendi cevabını doğurur” sözleriyle insanların aradığı cevapların aslında kendi derinliklerinde mevcut olduğunu ifade eder.
O, yaşam yolculuğunda insanların kendilerini keşfetmeleri ve kendi derinliklerinde bulunan mevcut cevaplara ulaşmaları adına; onları sadece düşündürmeye, farkındalık kazanmalarına ve baktıklarından daha derine bakarak Allah’ın mucizelerini görmelerine-kucaklamalarına yardımcı olmaktadır.
Onun:
* Yaşamı geçmiş ile gelecek arasında açmış bir çiçektir onu, sadece şimdiki anın içinde koklayabilirsin.
* Kendi hayatını yaşamıyorsan yaşadığın hayat senin değildir!
* Dışarıda mucize arama mucize sensin.
* Önemli olan hayatın ne zaman son bulacağı değil, onu ne zaman hissederek yaşamaya başladığındır.
* Ben size mutlu olmayı değil, mutluluğa dönüşmeyi gösteriyorum.
* Allah kitaplarını insana göndermişken, O peygamberlerini insana göndermişken, cennetinin kapılarını insana açmışken ve O sana bu kadar çok değer veriyorken; sen nasıl olur da kendine değer vermezsin?
* Sadece yaşamın gerçekliğine uyum sağla, ruhun ağlamaya ihtiyacı varsa ağla, gülmeye ihtiyacı varsa gül, her deneyimi yaşa, kontrol etme. Şayet kontrol edersen bütün enerjini dışarıya akıtmış olacaksın. Sessiz ol ve yaşamın akışını izle, o akışta gelen her şey bir mucizedir gibi sözleri insanlara farkındalık kazandırmaya yöneliktir.
Uğur Koşar, insanlığın temel sorunlarından birini şu sözlerle ifade etmektedir:
“İnsanlar isyanda, hayat çoğu için yaşarken bitmiş durumda; çünkü hep başkalarının hayatını yaşamaktalar. Bu hayat onların değil, başka bedenlerde, başka ruhlarda hayat buluyorlar ve onlar gidince hayat da anlamını yitiriyor. İnsanlığın en büyük sorunu budur. Kendi hayatını yaşamıyorsan yaşadığın hayat senin değildir. Nasıl olabilir ki? O hayat başkasına bağlı ve o gittiğinde yahut ilgisini yitirdiğinde sen de eriyor, tükeniyorsun! Olanları izlediğinde şahit olacaksın ve o zaman varlığın farkındalıkla dolacaktır.”
UĞUR KOŞAR İLE “ZİHNİN ÖTESİNE GEÇİŞ-HİÇLİK” ÖZEL TERAPİSİ HAKKINDA
Uğur Koşar şöyle der:
Senin iç dünyan gerçek evindir, orası varlığın-merkezindir. Şayet içsel derinliğindeki evinin odaları karanlık ise, ikamet ettiğin evinin aydınlık olmasının hiçbir anlamı yoktur.
Dışarıda gördüğün gökyüzü aydınlık olabilir; fakat senin içindeki gökyüzü karanlık ise dışarıda olan bitenin hissiyatı sana bir şey katmayacaktır. Ve sen içsel odaların karanlık olduğu için ıstırap çekmektesindir. Kendini dibe vuruyor hissi tüm hücrelerine yayılmıştır ve bu duygular içinde bir psikanaliste gidersin.
O sadece senin içinde bulunduğun odayı aydınlatacaktır, fakat sen başka odaya geçmek istediğinde yine karanlıklarla baş başa kalırsın. Bir psikanalist senin sorununla ilgilenir ve onu yok etmek için uğraşır, fakat zihin öyle kurnazdır ki, sen bir sorunu aştığında o başka bir sorun yaratacaktır.
Neden bu kadar sorun olduğunu bilmek istiyorsun.
Çünkü onları yakalayan ve senin önüne seren zihindir, bu zihnin çok kurnazca olan oyunlarından biri, ona dikkat et. Zihin seni ele almış durumda, tüm kontroller zihnin elinde, şayet sen zihinle ve onun ürettiği düşüncelerle özdeşleşmezsen zihnin patronluğu artık bitmiş olacak. Ve bu zihnin işine gelmeyecek bir durumdur, o zaman zihin kime hükmedecek?
O sürekli sorunlara tutunarak senin boşluğu bulmana fırsat vermez, şayet sen bir kere o boşluğun yoluna erişirsen önünde hiçbir engel kalkamayacak. Artık zihin sana sınır koyamayacak, onun egemenliğinin sonu geldi. Zihin keşfedildiğinde bu onun sonu demektir, ortada zihnin işine gelmeyen bir durum vuku bulduğu için o seni oyalamaya devam etmek isteyecektir, anlıyor musun?
Bu çok kalabalık bir caddede hiçbir insana çarpmadan bir boşluk üzerinde yoluna devam etmek gibidir. Boşluk varsa yaşam yolunda su gibi akarsın, şayet zihinle özdeşleşirsen bütün insanlara çarpmak kaçınılmaz olacaktır.
Zihin sorun üreten bir fabrikadır. Senin evlilik sorunun vardır ve giderilir ve sen kendini beğenmemekle ilgili başka bir sorun yaratabilirsin yahut affedememekle ilgili bir sorun ortaya çıkabilir.
Zihin zehirli bir ağaçtır ve sorunlar-problemler o ağacın dallarındaki meyveleridir. Önce bunu anlamalısın.
Ben seni bağımlı bir hale getirmek istemiyorum, bana arada bir gelip “Başka bir sorunum var, şimdi ne yapacağım?” diyerek yıllarca bağımlı hale dönüşmeni benimsemiyorum. Ben senin kendi varlığından açan çiçekleri görmeni ve onları koklamandan yanayım. Sen ancak o zaman çiçeklerinin kokusunu tüm hücrelerinde dilediğin an hissedebilirsin.
Ben senin zehirli ağacını keşfetmenden yanayım. Onun köküne bir kez ulaştığın zaman artık o bir daha zehirli meyveler üretmeyecektir.
Bir uzman seni kendine bağımlı hale getirmek ister, o senden para kazanmalıdır, bu onun işidir, yoksa nasıl geçi mini sağlayacak? Ve o senin bulunduğun odayı aydınlatacaktır. O senin zehirli ağacında bulunan dallardan meyveleri toplatacaktır. Fakat ağaç başka bir daldan yine zehirli bir meyve (sorun) verecektir, problem üretecektir.
İşini gerçekten severek yapan çok az uzman var, hatta benim yazılarımı ve kitaplarımı öneren birçok psikolog olduğunu öğrendim. İnsanlar bana gelerek “Sizin yazılarınızı ve hayata bakışınızı incelemem için beni şu uzman-psikolog yahut psikiyatr gönderdi” diyorlar.
Ben sadece ruh ticaretini benimsemiyorum, ben insanları gerçekten dinlemekten ve onları anlamaktan yanayım ve onların kendi içlerinde göremedikleri cevabı ortaya çıkartmayı benimsiyorum. Benim kimseye verecek bir cevabım yok, cevap soru ile birlikte doğar; fakat sorunlu bir zihnin içinde cevabı göremezsin, o yüzden seni zihnin ötesine çıkartıyorum. Sen zihnin ötesine geçtiğinde aradığın bütün cevaplar gözlerinin önüne serilecektir.
Ben sorunlarla hiç ilgilenmiyorum, ben senin zihninle ilgileniyorum. Senin mutlu olmandan değil, mutluluğun kendisi olmandan yanayım. Sen mutluluk olduğun zaman önüne çamur da çıksa onun içinde açan nilüfer çiçeklerini görmeye başlayacaksın. O zaman baktığın her şey mutluluğa dönüşecek.
Ben senin yaşamdan sadece bir parça değil, yaşamın kendisi olmanı istiyorum.
Şayet sen yaşamın kendisi olursan tüm sahiplenmeleri bıraktın demektir ve tüm sahiplenmeleri bıraktığın anda her şey senindir!
Toplumu izliyorum. Toplum senin özgür kalmanı istemez, kendi başına akmanı istemez, toplum uyum ister ve onla rın uyumdan kastı seni kendilerine benzetmektir. Sen bir balıksındır ve senin özgürlüğün denizlerdir, denizde özgürce akabilirsin, deniz senin yaşam alanındır ve sen karaya çıkarılmaya koşullandırılırsan boğulmaya başlarsın, daralırsın ve artık senin sonun gelir.
Ve bazıları bir şahindir, o gökyüzünde özgürdür, onun doğasında uçmak vardır onu denizde yüzmeye koşullandırılan şahin artık eski şahin olmayacaktır, onu kaybedersin, onun tüm güzelliğini yok edersin.
Ben senin kendi orijinalliğini bulmandan yanayım.
Unutma zihnin ötesinde olan her yer senin sevgi ve mutluluk alanındır.
SEVGİ YOLUNA YOLCULUK… OLUMSUZLUKLAR
Her ne olduysa o gün olmuştu!
Belki de bu, yılların birikimi sonucu oluşan bir duygu patlamasıydı…
Zehra, bir zamanlar polis olan çok sevdiği babasını henüz çok küçük yaşlarda kaybetmişti. Aradan yıllar geçmişti, onun için bu duruma alışmak çok zor olsa da, yaşam yolunda babasından yoksun nefes almaya alıştırıyordu kendisini. Tabii bunu nereye kadar başarabileceğini hep düşünerek…
Küçük şirin evlerinde annesi ve yaşlı ninesi ile yaşıyordu Zehra. Henüz hayatının baharındaydı. Fakat çoğu zaman yaşamın kendisine acımasızca davrandığını düşünüyor ve böylece o güzel ruhunu, müthiş bir öfkeyle birlikte kızgınlık duygusu kaplıyordu.
En kötüsü de, bütün zorlukların sanki kendisini bulduğuna inanmaya başlamasıydı. Bazen isyankâr bile olabiliyordu… Yaşamında eksikliğini hissettiği hep birisi olacaktı ne de olsa… Bu inanç, yaşamının her anını olumsuzca etkiliyordu Zehra’nın. Çoğu zamanını mutlu olamamasının sebeplerini düşünerek geçirmeye başlamıştı artık.
Babasının ölümünden sonra, yaşamındaki eksikliği doldurması için kendisine arkadaş edindiği ve zamanla kendisini çok sevdiği bir de erkek arkadaşı vardı Zehra’nın.
Yine güneşli bir hafta sonuydu o gün. Zehra’yı her zamanki gibi annesi uyandırmıştı pembe duvarlı, küçük şirin odasının eşiğinden seslenerek. Zehra uyanıp yatağından kalktığında, güneş ışıklarının perdenin arasından sızıp, yüreğine doğru aktığını ve o an içini bir sıcaklığın doldurduğunu hissetmişti. İnsanın ruhunu tazeleyen bu ışıkla güne başlamak, Zehra’nın yüreğini ısıtmakla kalmayıp, ruhuna harika duygular da katmıştı o an.
Zehra, hu sıcak duygulan hissettikten kısa bir süre sonra elini yüzünü yıkamak için banyoya gidip sonrasında yemek odasına geçtiğinde, annesinin kahvaltıyı hazırlamış olduğunu gördü. Kahvaltıda çok fazla bir şey yiyemiyordu. Bir bardak açık çay, ince bir dilim kızarmış ekmek ve biraz da beyazpeynir yeterli oluyordu onun için.
Yedikleri de zaten boğazına düğümlenmeye başlıyordu…
Kısa bir süre sonra, “Afiyet olsun size’’ diyerek kahvaltı masasından kalktığında, sehpanın üzerinde duran gazetelere ilişmişti gözü.
Önce eğilip gazeteleri aldı eline. Bir tanesini koltuk altına koyup, diğerine ayaküstü bir göz attı ve daha sonra odasına doğru ilerledi. Yatağına kurulup merakla günlük haberleri okumaya başladı. Zehra, gazete okumayı çok seviyordu, ama o gün gazetedeki haberleri okudukça içini çekti “Of!” diye.
Sonra birden, “Bu ne böyle, hep aynı haberler! Yine insanlar birbirlerini dolandırmışlar, yine öldürülen insanlar, yine yanan evde mahsur kalan çocuklar, kaçırılan öğrenciler. Yine terör, yine vahşet haberleri!” diyerek söylenmeye başladı. “Yeter artık yeter!” diye haykırırken, odasının içinde çalkalanan ses, kulakları çınlatacak kadar yankılıydı adeta.
Birkaç dakika sonra diğer gazeteyi de aldı eline; fakat o gazetede de farklı bir haber yoktu. Gazetedeki olumsuz haberler ruhunu üşütmüştü Zehra’nın. Sabah kalktığında yüreğinde hissettiği güneşin vermiş olduğu aydınlığın etkisi bir anda gitmiş, yerini karanlık duygular kaplamıştı artık. O an öfkeyle birlikte elindeki gazeteleri buruşturup hızlıca yere fırlattı.
Daha sonra uzandığı yatağından doğrularak tekrar oturma odasına geçti. Televizyon izlemenin biraz kafasını dağıtabileceğini düşünüyordu çoğu insan gibi…
Oturma odasına geldiğinde, kendisini her zaman rahat hissettiği, televizyonun tam karşısında duran geniş, bordo sarı çizgilerle döşenmiş kadifemsi koltuğa oturup sırtını yasladı. Televizyonun kumandasını eline aldı ve televizyona doğru uzatıp bir tuşa bastı.
O an bir gevşeme olmuştu Zehra’nın bedeninde. Yüzünden fazlasıyla belli oluyordu bu rahatlık. Bir dakika içinde neredeyse bütün kanalları dolaşmıştı Zehra. Fakat televizyondaki sabah haberleri ve boş laflarla dolu programlar, içini karartmaktan başka bir duygu vermemişti ona.
“Yine olumsuz haberler, nereye baksam hep kötü şeylerle karşılaşıyorum. Nedir bütün bu olanlar? Neden hiçbir şeyden zevk alamıyorum artık? Neden gazete haberleri ve daha önce izlediğim televizyon programlan, keyif yerine mutsuzluk hissi vermeye başladı bana?” diyerek kızgınlığını haykırıyordu bir kez daha yüreğine.
Zehra, bir anda öfkelenerek oturduğu koltuktan doğruldu ve odasına gitti. Dışarıda erkek arkadaşı ile buluşup biraz sohbet etmenin kendisini mutlu edeceğini düşünüyordu. Bunun üzerine arkadaşını arayarak daha önce gittikleri kafede buluşmak istediğini söyledi.
“Bu çok iyi olur, benim de sana söylemek istediğim bir şey var aslında” diyordu karşıdaki ses.
Zehra’nın içini büyük bir heyecan kaplamıştı o an. “Acaba bana ne söyleyecek?” diye düşünmeye başlamıştı bile telefonu kapatırken… Vakit kaybetmeden eşyalarının çokluğundan artık küçük bulduğu iki kapılı gardırobunu açtı ve hafta sonu için giyebileceği bir kıyafet aradı kendisine, ama karar veremiyordu ne giyeceğine…
Daha doğrusu içi içine sığmıyordu heyecandan. Sonunda kendisine rahat bir kıyafet seçip giyindi. Arkadaşını bekletmemek için hızlı hareket etmeye çalışıyordu ve öğleye doğru randevulaştıkları kafede buluştular.
Kısa bir sohbetin ardından heyecanlı bir şekilde, “Hadi artık…” dedi Zehra. “Bana söylemek istediğin nedir?”
“Bunu söylemek bana zor geliyor, ama yine de söylemek zorundayım” diyerek cevap verdi arkadaşı çekingen bir şekilde.
Zehra, “Neyi söylemek zorundasın, neden söz ediyorsun anlayamıyorum!” dediğinde ses tonundan ne kadar da endişeli olduğu anlaşılıyordu.
Arkadaşı suskundu hâlâ ve kısa bir sessizliğin ardından, “Buraya kadarmış…” diyerek oturduğu koltuktan ayağa kalktı bir anda ve hiçbir açıklama yapmadan Zehra’nın yanından ayrıldı.
Öylece donakalmıştı Zehra bulunduğu masada. Olanlara anlam veremiyordu.
Çaresizlik içinde yumruklarını sıkıp dudaklarını ısırıyor, bir yandan da, “Kâbus gibi bir gün! ” diye düşünüyordu. O sırada telefonu çalmaya başladı. Arayanlar kız arkadaşlarıydı. Önce telefonu açmamayı düşünse de, daha sonra bu durumu arkadaşları ile paylaşmanın kendisini rahatlatabileceği kararına varıp
telefonu cevaplayarak arkadaşlarını bulunduğu ortama çağırdı.
Yaşadıklarını arkadaşlarına anlatırken, arkadaşları da yaşadıkları sıkıntıları Zehra ile paylaşıyordu. Ama ortada çözüm için gerekli hiçbir konuşma yoktu! Zehra, bu sohbetin ardından yeniden gerilmeye başlamıştı. “Hep aynı konuşmalar. İnsanlar birbirlerini çekiştiriyor. Ayşe sevgilisinden ayrılmış, Demet babası ile tartışmış, Melike derslerden şikâyet edip içimi karartıyor” diyerek bu olumsuz ortamdan da uzaklaştı.
Yalnız başına çevrede dolaşmanın, kendisine iyi geleceğini düşünerek küçük adımlarla çevrede gezinmeye başladı. Birkaç dakika sonra, o güzel güneşli havanın yerini, bulutlu, kapalı bir havaya terk ettiğini gördüğünde, “Ne kadar da şanssız bir insanım ben. Bu güzel havada dolaşmayı bile çok gördü bana kaderim!” diye isyan ederek, az ileride bulunan otobüs durağına doğru hızlı adımlarla ilerledi.
Yağmur bir anda atıştırmaya başlamıştı. Ufak yağmur damlacıkları Zehra’nın saçlarını nemlendirirken o, otobüs durağına bir an önce yetişebilmek için koşturmaya başlamıştı bile.
Otobüs durağına geldiğinde müthiş bir kalabalığı da fark etti Zehra. Yapılacak bir şey yoktu, eve gitmesi gerekiyordu ve bunun için de otobüsü kullanacaktı. Yaklaşık yarım saat bekledikten sonra, az ileride kendisini evine götürecek olan yeşil renkli, tepesinde 26 yazan otobüsün geldiğini gördü.
O müthiş kalabalığın içerisinden kendisini otobüse attığında, bu defa otobüsün içinde tıkış tıkış olmuş insanları fark etti. Artık daha çok inanmaya başlamıştı bütün zorluklan kendisine çektiğine…
Bunu kötü şansına bağlayarak, “Zaten şanslı bir insan oh saydım, otobüs boş gelirdi’’ diyerek mırıldandı hafifçe. Hoş, otobüs o gün her günkünden çok daha kalabalıktı! O kadar kalabalığa şoför bile “Arkaya doğru ilerleyin lütfen” diye seslenmekten yorulmuştu artık.
Zehra, bir yandan kaderine isyan ederken, bir yandan da otobüsün içinde ayakta kalabilmek için dengesini sağlamaya çalışıyordu.
Yaklaşık bir saat süren yolculuğun ardından ancak evine ulaşabilmişti… Eve girer girmez üzerine rahat bir şeyler aldı. Saatine baktığında çok sevdiği dizilerin başlamak üzere olduğunu fark etti. Çok geçmeden televizyon karşısındaki yerini aldı, diziler de başlamıştı zaten…
Ama birkaç dakika sonra Zehra, yine sıkılmaya başladığını fark etti. Dizideki insanlar sürekli, “Üzgünüm, mutsuzum, kahretsin, yapamam, başaramam…” gibi olumsuz kelimeler kullanıp, birbirlerini vurup, aldatıp, tehdit edici sözler sarf ediyorlardı. Bu durum, artık Zehra’nın yüreğinde büyük sıkıntılar oluşturmaya başlamıştı.
Aslında uzun bir zaman diliminin sonucu oluşan, Zehra’nın, farkında olmadan çevresinden edindiği ve zamanla içselleştirdiği duyguların patlamasıydı bu duygu durumu. Zehra biraz düşündü.
Gerçekten de her şeyin kendisini mutsuz ettiğine iyice inanmaya başlamıştı artık. Nereye baksa, nereye gitse, hep iç sıkıcı olumsuzluklarla karşılaşıyordu…
Babasının ölümünden sonra sevgiyi erkek arkadaşında aramış; fakat saatler önce onu da yüreğinden zor da olsa çıkarmak zorunda kalmıştı. Kendisini çok çaresiz hissediyordu ve mutlu olabileceğine dair hiçbir inancı kalmamıştı, ta ki bahçeye çıkıp, toprağın üzerinde koşturan karıncaları görünceye kadar…
FARKINDALIK
Yüzlerce karınca hiç durmadan hareket ediyor ve aynı iz üzerinde gidip geliyorlardı. Karıncalar ağızlarında taşıdıkları boylarından büyük yemleri yuvalarına taşırken, Zehra da oturup onları izlemeye başlamıştı. Sonra dikkatini çok küçük bir karınca çekti.
Ağzındaki çekirdek kabuğunu tutamayacak kadar küçücük bir karıncaydı bu…
İki adımda bir ağzındaki kabuğu düşürüp, daha sonra tekrar yakalıyor ve sürükleye sürükleye yuvasına taşımaya çalışıyordu. Karıncanın önünde yaklaşık on metrelik bir yol vardı ve sonunda yuvasına ulaşmıştı. Zehra, bu minik karıncanın hiçbir şekilde hedefinden vazgeçmediğini görünce çok şaşırmıştı.
O an gözleri bir boşluğa dalmıştı Zehra’nın.
Sadece düşünüyordu… Bir ara ağzından “Asla vazgeçmedi! Asla vazgeçmedi!’’ sözlerinin çıktığını fark etti.
Az önce gördüğü olay, Zehra’nın içindeki kıvılcımı bir anda ateşlemiş olmalı ki, “Yaşamımı değiştirmek için ne yapmalıyım?” diye sordu heyecanla kendine ve ardından tekrar düşünmeye başladı.
Zehra’nın tüm yaşamını değiştirmek adına, yüreğinin derinliğinden gelen kilit bir soruydu bu aslında. Daha sonra, “Tek başıma bu sorunlarımın üstesinden gelebilir miyim?” diye sorguladı kendisini.
Her şey bir anda değişmeyecekti tabii, ama Zehra niyet ettikten sonra zamanla tüm istediklerine kavuşabilirdi. Bu soru, adeta mucizevi bir değnek gibi ruhuna dokunmuştu Zehra’nın. “Yaşamımı değiştirmek için ne yapmalıyım?” diye tekrar sorguladı kendisini. Biraz düşündü ve bir anda aklına, çok sevdiği Meryem ninesi geldi.
Meryem nine yüz yaşının üzerindeydi. Bu yaşına rağmen hâlâ pozitif enerjisini kaybetmemiş ve kendisini her zaman mutlu hisseden bir insandı. Zehra’nın zihni ilk başlarda “Ninen sana bu konuda yardımcı olur mu?” diye kaygılansa da, o yüreğinin sesini dinledi ve yaşadıklarını ninesine anlatmaya karar verdi. Aslında, ninesinin bu yaşta böyle enerji dolu olmasını hep merak etmiş, “Bunun bir sırrı olmalı” diye düşünmüştü çoğu zaman…
Evet, kararlıydı Zehra. Bu durumu ninesi ile paylaşacaktı. Kendisini anlayacak tek insanın ninesi olduğuna emindi artık. O an saatine baktığında çok geç olduğunu fark etti. Ninesi ile konuşmak için sabahı beklemek zorundaydı. Bu düşüncelerle bahçeden odasına doğru yöneldi ve yatağına yattığında bir an önce sabah olmasını dileyerek gözlerini kapattı…
Ertesi sabah gözlerini yeni bir güne açar açmaz soluğu Meryem ninenin yanında aldı.
Kapıdan girdiğinde ninesini, çok sevdiği sallanan koltuğuna oturmuş, kitap okurken gördü. Heyecanlı bir ses tonuyla, “Nineciğim, sizden bir konuda bilgi almak istiyorum. Bana ancak sizin yardım edebileceğinizi düşündüm” dedi.
Meryem nine, Zehra’yı böyle telaş içinde görünce şaşırmıştı açıkçası, ama bir yandan da mutlu olmuştu. Çünkü paylaşmanın kendisini huzura götüren bir yol olduğunu çok iyi biliyordu yaşlı nine. Bildiği bir şey daha vardı ki o da, yaşam yolunda varoluş sebebinin insanlığa yardım etmek olduğuydu.
Bu hisler içinde, “Ninen senin o güzel yüreğine dokunmak için her zaman yanında. Kendini ne zaman hazır hissedersen, ben burada paylaşmak için seni bekliyor olacağım güzel kızım” diyerek cevapladı torununu.