Felsefe-Sosyoloji-Psikoloji

Varoluşun Sırrı – Son Adem

MADDE, yaşadığımız sınırsız evrendir ve sonsuz alemleri içerir; ne içi, ne de dışı vardır; kendi ka-nunlarına göre yaşar. Bunlar da, bizim “fizik kanun-ları” dediğimiz kanunlardır; doğrudur.
Ebedî yaşayacağımız yer olan MADDE ÖTESİ de, sonsuz sınırsızdır; sayısız evrenlerin iç içe olduğu, hiçbir insan aklının kavrayamayacağı yaşamlar mevcuttur. Madde ötesinin de kendine has kanun-ları vardır….

İnsanın hür kalması için, kâinatı tanıması gerekir; onun için de akıla ihtiyacı vardır. İnsan, doğduğu andan, akıla ulaşana kadar karanlıkta yaşar.

Nasıl ki Güneş doğunca hayat başlar, aydınlık olur; batınca uyku başlar;işte, akıla ulaşamamış insan da karanlıkta uykudadır. İnsan ne zaman kendini bilir, o zaman uyanmış ve akıla kavuşmuş olur.

***

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ     …….. 8
GİRİŞ     …….. 9

EVRENDEKİ KOORDİNATLARIMIZ
-KÖMBE-  …….. 17
Üçlü Sistem  …….. 19
Varlığın Temel Yasaları  …….. 21
Kâinat Düzeni  …….. 30

GÜNEŞ YUTAN ATEŞ GİRDABI
-SAMANYOLU-  …….. 43
Galaksilerin Ham Maddesi  …….. 45
Samanyolu  …….. 46
Güneş Sistemleri  …….. 49
Güneş Sistemimiz  …….. 53

YEŞİL GALAKSİNİN MAVİ İNCİSİ
-DÜNYA-  …….. 69
Atmosfer I: Hava Küre’nin Oluşumu  …….. 71
Yer Kabuğu: Su Küre ve Taş Küre’nin Oluşumu  …….. 74

KOKUŞMUŞ BALÇIK
-BEŞER-  …….. 89
Cinler I  …….. 91
Bitkiler  …….. 93
Atomlar I  …….. 96
Canlılık  …….. 104
Cinler II   …….. 115
Ruh I  …….. 122
Bedenlerin Şekli   …….. 131
İsa I  …….. 145

BİR DAMLA SU
-İNSAN-  …….. 173
Ana Merkez  …….. 175
İlk Adem I  …….. 182
Ruh II  …….. 189
İlk Adem II  …….. 199
Temel Program I  …….. 204
Bilinç  …….. 210
Uzaylılar  …….. 211
İlk Adem III  …….. 216
Atomlar II:  …….. 242
Ahir zaman I  …….. 265

ALLAH’IN RUHU
-ADEM-  …….. 273
Düşünce Gücü  …….. 275
Ahir Zaman II:  …….. 277
BİR.lik I  …….. 280
Kıyamet   …….. 296
Ahir Zaman III  …….. 311
İsa II  …….. 317
Cinler III  …….. 334
İnsan Sağlığı  …….. 344
Bedene Hükmetmek I   …….. 355
Ahir Zaman IV   …….. 368
BİR.lik II  …….. 375

KAİNATI KUŞATAN ÖLÜMSÜZLÜK
-CAN-  …….. 381
Madde Ötesi I  …….. 383
İsa III  …….. 387
Ahir Zaman V  …….. 391
BİR.lik III  …….. 433
Madde Ötesi II  …….. 442
Allah’ı Bilmek  …….. 447
Madde Ötesi III  …….. 465
Tabiatta İletişim  …….. 471
Ahir Zaman VI  …….. 479
Madde Ötesi IV  …….. 487
Hac İbadeti  …….. 492
Ahir Zaman VII  …….. 503

MUTLAK FAİL
-AKIL-  …….. 507
Nebiler  …….. 509
Bedene Hükmetmek II  …….. 511
Atmosfer II  …….. 527

SALİHLERİN DUASI
-GÜÇ-  …….. 535
BİR.lik IV  …….. 537
İlk Adem IV  …….. 549
Temel Program II  …….. 552
İsa IV  …….. 555
Mucizeler I  …….. 572
Dört Melek  …….. 574
Allah’ın Gücü  …….. 578
Mucizeler II  …….. 586
BİR.lik V  …….. 589

ÖNSÖZ

01.06.1954 tarihinde Malatya’da doğan Cafer Gezgez Abdullah, Battal Gazi’nin torunlarındandır. Soyu iki koldan Hz. İbrahim’e kadar uzanır.

Allah aşkı, peygamber sevgisiyle yoğrulmuş orta halli bir ailenin yedi çocuğundan biri olan Cafer G. Abdullah, ilkokulu Malatya’da bitirdikten sonra İstanbul’a göçmüş ve yaşamını orada sürdürmüştür.

25 yaşında, önce Doğu Almanya’ya gidip bir süre orada yaşayan Cafer G. Abdullah, daha sonra da henüz iki Almanya birleşmemişken Batı Almanya’ya geçip en son olarak Hannover şehrine yerleşmiş ve Almanya’da işçi ve işveren olarak çeşitli işlerde çalışmıştır.

39 yaşından itibaren geçirdiği dokuz yıllık riyazet döneminden sonra, İslam ahlakına uygun mütevazi bir yaşam tarzı içinde, Allah’ın kendisine açmış olduğu ilimleri tüm dünya insanlığı ile paylaşmak üzere küçük bahçesinde yazıya dökmeye başlamıştır.

Eminiz ki, Cafer G. Abdullah’ın 2002 yılında kaleme alıp tamamladığı “SON ADEM -Varoluşun Sırrı-” adlı bu kitabı; karanlığın örttüğü gerçeklere, henüz ulaşılamamış bilgilerle ışık tutarak, başta bilim insanları olmak üzere, tüm insanlık için eşsiz bir rehber olacaktır. Din ile bilimin ayrılmaz bir bütün olduğunu, din ve bilim dünyasındaki yanılgıları bertaraf ederek ortaya koyan “Son Adem”, özellikle son bir asırdan beri dünyayı kasıp kavuran musibetlerin temeline inerek yaklaşan tehlikelere karşı tüm insanlığı BİR.liğe davet ediyor.

Coşkun Başpınar

GİRİŞ

Sevgili insanlar,

Yerlerin ve göklerin ve bunların üzerindeki canlıların yaradılışı ile ilgili ilimler ne cinlere ve şeytanlara ne de onlara uyan imansız insanlara verilmiştir. Güneşin karadeliğe dönüşmesiyle dünyanın sonunun (kıyametin) geleceğini ifade eden “bilim insanları” gibi, materyalist görüşe sahip olanların, büyük patlama ve evrim teorisi saplantılarından kurtulamamalarının nedeni budur. İmansız hiçbir insan, yaradılış sırrını asla bilemez!

“Ben onları ne göklerin ve yerin yaradılışına, ne de kendilerinin yaradılışına şahit kıldım. Ve hiçbir zaman saptıranları yardımcı tutmuş değilim.”1

Elhamdülillah; Cenab-ı Hak bana, iman etmişlerden olduğum için yaradılış sırrını açıp bu kitapta sizlerle paylaşmayı nasip etmiştir.

Cafer G. Abdullah

Hak Tealâ kalemini verdi;
Bir kağıt istedim,
“O sendedir” dedi.
Aldım yazdım Cafer’i…

.

Öyle bir söz söyle ki,
Sözlerin sultanı ol!..

Öyle bir göz iste ki,
Halikin göreni ol!..

Adem olmak istersen,
Bu aşkın yananı ol!..

Eğer Hak’kı dilersen,
Dertlerin dermanı ol!..

Bismillah cümlesidir illallah…

.

İster içki iç, ister sigara;
İster kumar oyna, ister zampara;
Hayatta bir sefer atla gel bana;
Cafer’i görmeden girme mezara.

İster zengin ol, ister fukara;
İster sultan ol, ister biçare;
Bekletme beni, uğra bir ara;
Cafer’i görmeden girme mezara.

İster imanlı ol, ister imansız;
İster Hristiyan, Musevî, ister gümansız;
Dünya bir hayaldir, gidersin ansız;
Cafer’i görmeyen kalır mekânsız…

*

1.
EVRENDEKİ KOORDİNATLARIMIZ
-KÖMBE-

“Tesadüf” diyen bilim adamı kendini aşamaz;
Her şey bir sistem üzere;
Hiçbir şey gayesiz oluşmaz…

EVRENDEKİ KOORDİNATLARIMIZ-KÖMBE
Üçlü Sistem
Üçlü Sistem
————————————————————

“Ben insanı kendi suretim üzere yarattım.”2
“Beni gören gerçekten Hak’kı görmüştür.”3
“Ademe kendi ruhumdan üfledim.”4

Bu ayetlerle hangi mânâya işaret ediliyor; insan ne için yaratılmış; “kâinat” ne demek; “her şey” dediğimizin aslı nedir?..

Kâinat yaşadığımız evren zannedilmiş. Halbuki KÂİNAT;

MADDE ÜSTÜ,

MADDE,

MADDE ÖTESİ’nin birliği olan üçlü bir sistemdir.

MADDE ÜSTÜ, bizim geldiğimiz yer olan “Bütünsel Akıl”dır; sonsuzluk, sınırsızlık içerir; bilinmezliktir. Madde üstünde fizik kanunları yoktur. Madde ile hem iç içedir, hem de ondan ayrıdır. İnsan için asıl “sır” olan, madde üstüdür. Buraya, dünyadan gelip geçen çok az insan ulaşmış; onlar dahi kapasiteleri kadarını bilmişlerdir. Burasının “A” ile “Z” arasındaki harflerle anlatılması imkânsızdır; çünkü burada harfler sonsuzlaşır.

EVRENDEKİ KOORDİNATLARIMIZ-KÖMBE
Üçlü Sistem
Kainat Kavramı
————————————————————

MADDE, yaşadığımız sınırsız evrendir ve sonsuz alemleri içerir; ne içi, ne de dışı vardır; kendi kanunlarına göre yaşar. Bunlar da, bizim “fizik kanunları” dediğimiz kanunlardır; doğrudur.

Ebedî yaşayacağımız yer olan MADDE ÖTESİ de, sonsuz, sınırsızdır; sayısız evrenlerin iç içe olduğu, hiçbir insan aklının kavrayamayacağı yaşamlar mevcuttur. Madde ötesinin de kendine has kanunları vardır.

İşte; “Kâinat” denen bu üçlü sistemde, “madde üstü”, “madde” ve “madde ötesi” bir bütündür, ayrı değildir. Örneğin, bir bardağın üçte birini; sıcaklığı doksan derece olan suyla doldurup, üzerine çok yavaşça yine üçte bir oranında, altmış derecedeki çay demini ilave ettikten sonra, kalanına da on derece sıcaklığında su katılırsa, görülür ki; üst üste üç katman, sonra aynı ısıya gelseler dahi, bardak sarsılmadığı müddetçe birbirine karışmaz.

Yaşadığımız dünyada da üçlü bir sistem hakimdir: İnsan, Hayvan, Nebat… İnsan ya ayaktadır, ya oturuyordur, ya da yatıyordur. İnsanın başı diktir, hayvanın başı yatıktır, ağacın başı ise yerdedir. Bir somunu bir cıvataya takmaya kalktığımızda, ya küçük, ya tam, ya da büyük gelir; var mı dördüncü ihtimal?

HAVA-TOPRAK-SU üçlü bir bütündür; GÜNEŞ bu üçlüden ayrıdır, dördüncüdür ve yaşam için gereklidir.

İNSAN-HAYVAN-NEBAT üçlüsü dünyaya aittir; ADEM bu üçlüden ayrıdır, dördüncüdür ve kâinatın özüdür, AKIL’dır.

İnsanın hür kalması için, kâinatı tanıması gerekir; onun için de Akıl’a ihtiyacı vardır. İnsan, doğduğu andan, akıla ulaşana kadar karanlıkta yaşar. Nasıl ki Güneş doğunca hayat başlar, aydınlık olur; batınca uyku başlar; işte, akıla ulaşamamış insan da karanlıkta uykudadır. İnsan ne zaman kendini bilir, o zaman uyanmış ve akıla kavuşmuş olur.

Varlığın Temel Yasaları Varlığın aslı; CAN, AKIL, GÜÇ’tür.

GÜÇ olmadan CAN hareket etmez. Meselâ; su, güç yoksa kıpırdamaz, olduğu yerde kalır. Suyun canlılığı, onu hareket ettiren güce bağlıdır. Aynı şekilde, toprak ve havanın canlılıkları da, onların hareketliliğini sağlayan güce bağlıdır.

Peki AKIL?.. Akıl; gücün hem yansımasıdır, hem de aynısıdır. Çünkü; bütün canlılara şekil veren, hem akıl, hem de candır. Demek ki, bu üçü birdir ve BİR.liği meydana getirir. İşte; çokluk sandığımız her şey bir bütündür, TEK.tir.

“A” harfi, varlığa ve birliğe işaret eder. “0 (SIFIR)” rakamı sonsuzluğa ve yokluğa işaret eder. “H” harfi de çokluğa işaret eder ki, izafîdir.

Bütün harfler A’dan çoğalmıştır. İşte; biz A harfinden Z harfine kadar olan harfler sıralaması içinde hapis kaldığımız için, varlığın aslını

EVRENDEKİ KOORDİNATLARIMIZ-KÖMBE
Varlığın Temel Yasaları
Varlığın Temel Yasaları
————————————————————

göremiyoruz. Bizim kişisel aklımız, bu harflerin birleşip meydana getirdiği kelime topluluğudur. Kim ne kadar çok kelime biliyorsa, ona o kadar “akıllı” deriz. İşte bu, bütünsel aklın zahirdeki yansımasıdır, gölgesidir.

“Her şey çift yaratılmış” deniliyor. Aslında, her şey iki ZITtan meydana gelir. Zıt da zıtlardan meydana gelir. Her şey zıttı ile bilinir. Şayet bir nesnenin, bir olayın (her ne olursa olsun) zıttı yoksa, o nesne anlaşılamaz.

İKİ ZIT OLMADAN
EVRENDE HİÇBİR ŞEY MEYDANA GELMEZ.

Burada YARADILIŞ SIRRI yatmaktadır. Çünkü; yaradılış sırrı, iki zıttın birleşip üçüncü mânâyı ortaya koymasıdır. Şayet bu sırrı anlarsak, aslımızı tanır ve görünmeyen güce ulaşırız. Bulunduğumuz güneş sisteminin hapsinden çıkar, çevremizdeki diğer adem toplulukları ile iletişim kurar, evreni tanımaya başlarız. Nereden geldik; neden buradayız; nereye gideceğiz?.. Bu ilimleri öğrenir, ona göre yolumuzu çizeriz.

Bugün bilginler, “Evrende şu kadar milyar galâksi var” diyorlar. Onların gördükleri o kadar… Örneğin; evinden hiç çıkmamış bir insan, dünyayı penceresinden gördüğü kadar sanır. Veya Everest Tepesi’nin zirvesine çıktık, dürbünle baktık; sınırlı bir mesafeyi görürüz, gerisi sislidir. Orada, “Dünya gördüğümüz kadardır” diyebilir miyiz?..

İşte; bizi yanıltan, madde gözdür. Evrene teleskoplarla da baksak, bakan göz madde. Bizim madde beynimiz, madde gözümüze tabi… Değerlendirdiklerimiz, madde gözümüzün gördüklerine göre değişir. Bu da bizi kısıtlı ve kısır bir anlayış içine hapseder. Gördüklerimiz bizi aldatıyor; bunu fark etmek zorundayız. Halbuki; maddeye bağlı görüşümüzün, bizim için AKILa ulaşma yolunda bir engel değil, bir vesile olması gerekir.

Peki gerçek mânâda “gören” kim? Göz mü?.. Gören beyin, göz bir alettir. Aslında, “beynimiz” dediğimiz et parçası da bir alet. Göz ve beyin madde; dolayısıyla görünen de madde. Çünkü; madde, sadece maddeyi görür.

Peki, “ben” veya “biz” dediğimiz zaman neyi kastediyoruz? Madde bedeni mi?.. Sen gerçekten bu madde beden misin? Hayır! Senin aslın, beyin üstü bir varlıktır. Sen kendini tanımıyorsun, o yüzden kendini etkemik beden sanıyorsun. Beyni açıp baktık, et parçası; vücut, et parçası. Koku alıyoruz, konuşuyoruz, duyuyoruz. Et parçası nasıl olur da bunları yapabilir? Ayrıca düşünüyoruz. Et parçası hiç düşünür mü? Pek tabi düşünmez; düşünen biziz. Peki biz kimiz?..

Milyarlarca güneş sistemini barındıran bir galâkside yaşıyoruz. Sınırsız bir ilim hazinesi içerisinde yüzüyoruz; bunun farkında mıyız? İlk ademden günümüze kadar geçen zamanda geldiğimiz yer neresi? “Teknoloji” dediğimiz icatlarımız bizi tatmin etti mi? Gayet tabi teknolojik ilerlemeler de gerekli; ancak, zaman lehimize değil, aleyhimize çalışıyor; bunun farkında mıyız?

Bugün, maddenin temel taşlarının atomlar olduğu biliniyor ve maddenin aslına ulaşmak için atomlar ve diğer parçacıklar araştırılıyor. Peki bunları mükemmel şekilde düzenleyen ve hareket ettiren güç?.. İşte burada bilim, tek yönlü hareket ettiği için5 duvara çarptı; çünkü, o güç madde gözle görülmez. İşte; bu duvarı aşmak için insanlığa bir rehber gerek.

Ne için var olduğumuzu göz ardı etmişiz. Hâlâ çocukluğumuzu yaşıyoruz. Çocukken küçük oyuncaklarla oynuyorduk; büyüdük, büyük aletlerle oynuyoruz. Oynadığımız aletler de bedenimiz gibi taş-toprak!..

Maddenin Temel Hareketliliği: Dönme, Kıvırma, Sarma Kendimizi tanımıyoruz; bu da bizi dünyadaki asıl gayemizden alıkoyuyor. Kendimizi et-kemik madde beden zannediyoruz. Madde beynimizi aşamadığımız için, evren ve kâinat ilminden mahrum kalmışız. Örneğin, yaşadığımız dünya üzerinde çevremize bakınca çeşitli renkler görüyoruz; ama bu renklerin nasıl meydana geldiğini bilmiyoruz.

Renklerin Meydana Gelmesi Madde gözümüz bu renklere göre programlanmış. Halbuki madde renksizdir, Güneş renksizdir, galâksi merkezi renksizdir. Renk; temelde, galâksi merkezlerinden yayılan maddelerin, galâksi merkezlerini çevreleyen perdelerden süzülmeleri sırasında meydana gelir. Aslında her

EVRENDEKİ KOORDİNATLARIMIZ-KÖMBE
Varlığın Temel Yasaları
Renklerin Meydana Gelmesi
————————————————————

galâksinin bir temel rengi vardır. Bu temel renk; galâksi merkezlerinden yayılan elementlerin, galâksi merkezlerini çevreleyen son perdelerden geçtikten sonra aldıkları, benim “SEFTENNİ” adını verdiğim halin rengidir.

Daha ayrıntılı anlatacak olursak…

Örneğin; Samanyolu’nda, merkezin etrafını sarmalayan üç perde var. Galâksi merkezinden çıkan elementler, bu perdelerden geçerken terbiyelenir. Şöyle ki…

Merkezde, merkezin dışından içe doğru ilerleyen elementlerle, içinden dışa doğru ilerleyen elementlerin en son çarpışmalarından oluşan daha başka elementler, belli bir ısıyla merkezin dışına çıkar. Galâksi merkezinden çıkan bu elementler, merkezi çevreleyen birinci, ikinci ve üçüncü perdelerde süzülürler. Süzülerek ve renk değiştirerek üçüncü perdeye kadar gelen bu elementler, en dış perdeden (üçüncü perdeden) geçerlerken başka hale dönüşüp son kez renk değiştirirler. İşte; galaksi merkezinin üçüncü perdesinden, belli bir ısının meydana getirdiği hızla yayılan, galâksimizin temel rengidir.

Seftenni, her galâkside farklıdır; yâni izafidir ve bizim galâksimizde yeşildir. Aslında ben bunları basite indirgeyerek anlatıyorum; çünkü, bu kitaptaki gayemiz seftenni gibi ayrıntıları değil, “YARADILIŞ SIRRI”nı anlatmaktır. Ama daha önce bazı şeyleri, ayrıntılara takılmadan kabaca anlayıp tamamen daralmış beyinlerimizi genişletmemiz gerekiyor.

Seftenninin, merkezin etrafındaki üçüncü perdeden, galâksi sınırlarına kadar yayılışı çok hızlıdır.

EVRENDE EN BÜYÜK HIZ,
SEFTENNİ HIZI; YÂNİ RENK HIZIDIR.

Galâksimizde yıldızlar arasındaki tek renk, bizim seftennimizin rengi olan yeşildir. Biz bu rengi, içinde olduğumuz için göremiyoruz. Eğer galâksimize dışarıdan bakabilseydiniz, galâksimizin yeşil olduğunu görebilirdiniz; diğer galâksilerin renklerini görebildiğimiz gibi.

Bizim galâksimizden yayılan seftenni (yâni yeşil renk), dünya atmosferinden geçtikten sonra okyanuslara çarpar; suyun halinden dolayı maviye döner. Daha doğrusu, çarpmadan dolayı hız kırıldığı için mavi rengi alır. Okyanusların yeryüzünde geniş yer kaplamasından dolayı, okyanuslardan yansıyan mavi renk, gökyüzünün mavi görünmesine sebep olur. Yâni; gökyüzü, mavi rengini okyanusların şavkından alır.

Toprağa gelince… Toprağın oluşumu sırasında çeşitli haller meydana geldi. Tek olan temel renk, hem doğrudan, hem de okyanuslardan gökyüzüne, gökyüzünden de çeşitli hallerdeki toprağa çarparak farklılaşır. Böylece tek olan renk çoğalır. Her nesne, kendi haline göre ayrı renkte gözükür. Bu arada; atmosferden giren seftenni, yeryüzüne çarptıktan sonra hâl değiştirir, tekrar atmosfere yönelir. Ancak atmosferden çıkamaz; çünkü, hızı kırılmış ve tek olan renk çoğalmıştır. Yasalar gereği, atmosfer onları tekrar yeryüzüne yöneltir.

Atmosferin, yeryüzünden yansıyan renkleri atmosfer dışına bırakmayışının bir diğer nedenine gelince… Eğer o renkler atmosfer dışına çıkmış olsaydı, diğer güneş sistemlerine ulaşır ve oralarda renk kaosunun oluşmasına neden olurlardı… Bizim galâksimizin yeşil seftennisinin dahi, bizim galâksiden dışarı sızması mümkün değildir. Galâksimizin seftennisi, galâksimizi kuşatan perdelerle galâksimizin içine hapsedilir ve böylece diğer galâksilerde renk kaosu oluşmaz.

Bulut, Yağmur , Kar ve Hortumun Oluşumları Hiçbir nesne kendi kendine hareket etmez; mutlaka ikinci bir gücün müdahale etmesi gerekir. Örneğin; Güneş, okyanuslardaki suları ısısı ile etkileyerek başka bir hale çevirir. Bu, buharın görünmeyen bir halidir. Atmosfer ile yer arasında üç önemli tabaka vardır. Okyanuslardan kalkan su, buhar halinde birinci tabakaya yükselir, buraya çarpar, birikir, sıkışır; yâni yoğunlaşır ve dönüş yapar; “bulut” olarak açığa çıkar.

Bizim “rüzgar” dediğimiz havanın gezişinde, Güneş’teki patlamaların çok önemli rolü vardır. Güneş’teki patlamaların etkisi ekvator bölgesine dikey vurduğu için, ekvator bölgesindeki havayı hem güneye, hem de kuzeye doğru harekete geçirir; kaydırır. Meselâ; şimdi kuzey yarım kürede kış, güneyde yaz… Kuzey yarım kürede, güneyden havanın sevk ettiği bulutlar, kuzeye doğru yolculuk yaparlar. Güneyden gelen hava sıcaktır. Kuzeye doğru ilerleyen sıcak hava kuzey kutbuna ulaşır, soğur ve aynı istikamette ama bu sefer, kuzey kutbundan güneye doğru ilerlemeye devam eder. Sonra, kuzeye doğru yola çıkmış ve henüz kuzey kutbuna

EVRENDEKİ KOORDİNATLARIMIZ-KÖMBE-
Varlığın Temel Yasaları
Bulut, Yağmur, Kar ve Hortumun Oluşumları
————————————————————

ulaşamamış sıcak hava kütlesiyle karşılaşır. Eğer güneyden gelen sıcak hava kütlesi, kuzeyden gelenin aksine, bulut yüklü ise, bu durumda, kuzeyden gelen bulutsuz olduğu için daha süratlidir. Bu da daha süratli (yâni daha güçlü) olan soğuk havanın, sıcak havayı kıvırmasına neden olur. Bu kıvırma hali, belli bir süre sonra ısıyı dengeler. Böylece, kış ise “kar” oluşur; ilkbahar ise “yağmur” oluşur vs. Aslında, ısı dengelendikten sonra ilk oluşan sudur; fakat eğer hava çok soğuksa, kıvırmayla oluşan su havada donar ve yeryüzüne “dolu” şeklinde iner. Hava daha da soğuksa, bu ilk oluşan sudan, yeryüzüne inene kadar kar oluşur. İlkbahar veya yaz aylarında, kuzeyden gelen soğuk hava dalgasının önüne kattığı bulutlarla, güneyden gelen başka bir bulut yüklü soğuk hava dalgasının karşılaşması; ısıları ve hızları aynı ise çarpışma şeklinde olur. Bu çarpışma sonucunda ısılar ve hızlar (yâni güçler) dengeli olduğu için kıvırma olmaz ve bundan dolayı çok büyük bir gürültü ve elektrik, yâni “şimşek” meydana gelir.

Bir de, güneyden ve kuzeyden gelen hava dalgaları bulut yüklü değilse, ki şöyle…

Asya ve Amerika büyük kara parçalarıdır. Yüksek dağlar hava kütlelerini etkiler, bir nevi mıknatıs gibi iterler. Pek nadiren bu hava kütleleri Atlas Okyanusu’na doğru kayarlar. Hızları eşit iki kütle eğer birbirleriyle karşılaşırsa, sürtüştükleri yerde, havada ve okyanusta uçak, gemi vs. ne varsa bir anda parçalanır. Bu olaya rast gelen biri, uçağın veya

————

1 Kuran, 18/Kehf Sûresi, 51. Ayet.
2 Tevrat , Eski Ahit, Tekvin, Bap 1/27
3 Buhari Tabir 10; Müslim Rüya 2; Darimi Rüya 4
bkz. İncil, Yuhanna, 14/9
4 Kuran, 38/Sâd Sûresi, 72. ayette bu mana yer almaktadır.
5 İlahi yasaları göz ardı edip, sadece maddeye dönük araştırmalar yaptığı için…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Philippe Beneton – Toplumsal Sınıflar

Editor

Thich Nhat Hanh – Budanın Öğretisi

Editor

Deleuze – Nietzsche ve Felsefe

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası