Roman (Yabancı)

Yeni Başlangıçlar Mevsimi

yeni baslangiclar mevsimi 5ed406a8cd58aSonlar, insanı hayata bağlayan yepyeni başlangıçlardır…

Kimi zaman hayatın karmaşasından başımızı kaldırmak, dertlerimizi geride bırakmak ya da bize zarar veren alışkanlıklarımızdan kurtulmak için bir yol bulmaya çalışırız. Ve bu arayışta en büyük yardımcımız dostlarımız olur; sadece iyi değil kötü günde de yanı başımızda duran ve her sonun bir başlangıca vesile olduğunu hatırlatan can dostlarımız…

Sihirli bir dokunuşa ihtiyaç duyan insanların yaşadıklarını sımsıcak bir dille anlatan bu roman, bizleri umut aşılayan bir dünyanın içine çekiyor.

“İşin ucunda unutulmaz karakterler yaratmak varsa, bunu Debbie Macomber’dan daha iyi kimse yapamaz.”
-BookPage-

“Macomber farklı hayatları bir araya getirerek, hayata dair yaşanan pek çok duyguyu samimiyetle işliyor ve her kitabı yüzlerde tebessüm yaratan bir sonla bitirerek okuyucusuna umut aşılıyor.”
-Publishers Weekly-

“Macomber, mucizelerle dolu sokağında yarattığı hem eşsiz hem de keyif veren yepyeni olaylarla okuyucuları büyülemeye devam ediyor.”
-Library Journal-

“Debbie Macomber’ın her kitabı en iyi kitabı; okurlar Yeni Başlangıçlar Mevsimi’yle bir kez daha tatmin olacaklar.”
-Booklist-

***

Sevgili Dostlarım,

Blossom Sokağı’na, Lydia Goetz’in tuhafiyesi Bir Yumak Mutluluk’a tekrar hoş geldiniz. Lydia’nın ailesi ve arkadaşları sizlere Seattle’ın bu güzide sokağındaki gelişmeleri aktarmak için sabırsızlanıyor.

İki yıl önce Avustralya’da bulunduğum zamanlarda herkes Sidney’i gezmekle meşgulken ben bir tuhafiyedeydim. Aldığım iplerin (ip almadan dışarı çıkacağımı düşünmediğiniz, değil mi?) ücretini ödemek için kasaya yöneldiğimde, sigarayı bırakmayı isteyenlere yardımcı olması amacıyla örgü örmeyi öğreten bir kursun afişini gördüm. Bunun kitabım için harika bir fikir olduğunu düşündüm. Konunun özünü alıp genişlettim (Lydia’nın kursu sadece sigarayı bırakmak değil, her türlü alışkanlıktan kurtulmak isteyen insanlar için) ve doğru hikâyelerin bir araya gelmesini bekledim. Bu düşüncemin şu anda elinizde tuttuğunuz kitapta hayat bulduğunu size söylemekten memnuniyet duyuyorum. “Örgüyle Bırak Alışkanlıkları” kursu fikrim Summer on Blossom Streefte gelişti. Birkaç yeni karakterle tanışacak, eski dostlarınızın bazılarıyla görüşeceksiniz. Evet, Anne Marie, Ellen, Baxter geri döndü. Ellen hâlâ dilek listesini tamamlamaya çalışıyor, dolayısıyla sürprizlere hazır olun.

Lydia’yla ve tuhafiyesiyle ilgili ilk hikâyeyi anlattığım

Küçük Mucizeler Dükkânı‘nı yazdığımda ortaya bir seri çıkarmayı düşünmemiştim. Kim bilebilirdi böyle olacağını? Benim haberim yoktu! Aslında şöyle bir geçmişe bakınca tutkularımı içeren (burada örgü örme ve ip) tüm kitaplarım okuyucularım tarafından benimsenip beğenildiği için bunu anlayabiliyorum.

Blossom Sokağı’ndaki dostlarımızdan haber almaya en az kapısındaki AÇIK yazısını dışarı çevirmek için sabırsızlanan Lydia kadar hevesli olmanızı umuyorum. Size iyi eğlenceler diliyorum. Lydia’nın açacak çok kursu, alacak çok dersi, edinecek çok arkadaşı olduğunu bilmenizi isterim.

Sevgilerimle,

Debbie Macomber

1. BÖLÜM

Hayatta tıpkı örgü örerken yaşadığımıza benzer zorluklarla karşılaştıkça kendimizi geliştiririz. Yeni bir ilmek atma tarzını, tekniğini öğrenmeye çalışırken harcadığımız enerji hem ellerimize hem de beynimize iyi gelir.

Bev Galeskas

LYDIA GOETZ

Haziran ayında yazın ruhuna yakışmayan bir çarşamba sabahı, Blossom Sokağı’ndaki tuhafiyemin kapısında duran AÇIK yazısını çevirdim. Kapının önünde dururken yan taraftaki Susannah’ın Bahçesi adlı çiçekçi dükkânından gelen güngüzellerinin, glayöllerin, güllerin ve lavantaların hoş kokusunu içime çektim.

Yazın başlarındaydık; gökyüzü kapalı olsa da, her an yağmur yağacakmış gibi dursada, güneş kalbimde parıl parıl parlıyordu. (Kocam, Brad, ne zaman böyle şeyler söylesem bana güler. Ama bu tavrını çok da önemsemem. Kanseri bir değil, iki kez yenen bir kadın olarak ara sıra duygu dolu sözler söylemeye hakkım olduğuma inanırım. Özellikle bugün../)

Havayı içime çektim, yavaşça nefes verdim, sabahın huzur verici anlarının tadını çıkarmaya çalıştım. Hiçbir yerin yazları Seattle kadar güzel olabileceğine inanmıyorum. Susannah’ın dükkânını dolduran, kapısının önünü kaplayan çiçekler de burada bulunmanın en hoş yanlarından biri. Rengârenk çiçekler, havaya karışan zengin kokular, Bir Yumak Mutluluk’un bulunduğu yerin değerini gözümde daha da artırıyor. Brad’in “Dükkân Kedisi” adını taktığı Whiskers parkede yavaş yavaş yürüyüp vitrinin bulunduğu yere çıktı, yumak yumak iplerin arasındaki yerine kuruldu. Zamanın çoğunu orada geçiriyor, mahallenin gözdesi olmaya devam ediyordu. Üst kattaki daireyi şimdilik depo olarak kullanıyorum, bir gün orayı yeniden kiraya verebilirim, ama henüz böyle bir planım yok.

Sokağın karşındaki Fransız Kafesi her sabah olduğu gibi müşterilerle dolmaya başladı. Vitrininin ardında, nefis kokuları Blossom Sokağı’nın yaz havasına karışan, fırından yeni çıkmış pastalar, ekmekler ve kruvasanlar duruyor. Alix Turner bu harika lezzetleri ortaya çıkarabilmek için genelde her sabah saat daha beş olmadan işe başlıyor. Alix en sevdiğim arkadaşlarımdan, ilk müşterilerimden biri. Son birkaç yıldır başardığı işler nedeniyle onunla çok gurur duyuyorum. Hayatını arkadaşlarının ufak yardımlarıyla baştan yazdığını söylemek yanlış olmaz. Alix bu sürede eğitimini tamamladı, kariyer sahibi bir kadın oldu, çok değerli bir adamla evlendi.

Sokağın aşağı tarafındaki Blossom Sokağı Kitapçısı da güne hazır. Anne Marie Roche’la çalışanları müşterilerini ağırlamak, yoldan geçenleri içeri davet etmek için genelde dış kapıyı açık bırakır. Anne Marie’yle kızı Ellen da bugün akşama doğru Paris’ten dönecek.

Ellen hemen hemen her gün akşamüstü Yorkie cinsi köpeklerini yürüyüşe çıkarır, ikisi vitrinin önünden geçerken Whiskers’la Baxter ters ters birbirlerine bakar. Ellen ikisinin de sadece dışarıya böyle göründüğünü, aslında çok iyi arkadaşlar olduklarını, ama bunu bilmemizi istemediklerini söyler.

Bunları hatırlayınca gülümsedim. Sevincim ve heyecanım kedimle bile paylaşabileceğim kadar büyüktü. Aslında tüm dünyaya güzel haberleri vermeyi istiyordum. Dün evlat edinme isteğimizin onaylandığını öğrendik. Bunu ablam Margaret de dahil henüz hiç kimseye söylemedim. Brad’le görüşmelere gittik, görevlilere evimizi ve aile ortamımızı gösterdik, hatta kayıtlara parmak izlerimizi eklettik. Dün akşam da güzel haberi aldık.

En sonunda bir bebeği evlat edineceğiz.

Geçirdiğim rahatsızlıktan dolayı hamile kalma ihtimalim ne yazık ki ortadan kalkmıştı. Kendi evladımı doğuramayacağımı bilmek canıma okusa da, bebek sahibi olma arzum hiç dinmedi, azalsa da hiç bitmeyen bir baş ağrısı gibi beni etkiledi. Bunların hiçbirini Brad’e hissettirmemeye çalıştım. Kanserin benden alıp götürdükleri ne zaman aklıma gelse, hayatım boyunca bana bağışlanan güzellikleri hatırlamaya çalıştım. Yaşadığım her günün, her anın tadını hiç pişmanlık duymadan, üzülmeden çıkarmayı istiyordum.

Hayatımda minnettarlık duyabileceğim birçok şey var. Sağlığım yerinde, kanserden kurtuldum. Her yönüne hayran olduğum bir adamla evliyim. Brad’in dokuz yaşına basan oğluna evladım diyebiliyorum. Ve bana büyük huzur ve mutluluk veren bir dükkânım var. Bir Yumak Mutluluk’u açarak, dünyaya kanserin benden artık başka hiçbir şeyi alıp götüremeyeceğini haykırdım. Yaşamaya devam edecek, bunu da sürekli hasta olacağımı, ölümle her an karşılaşabileceğimi düşünmeden yapacaktım. Güneşin tadını çıkarmakta kararlıydım. Aynen böyle yapıyorum.

Dediğim gibi Bir Yumak Mutluluk yeni hayatımın başlangıcı oldu. Dükkânımı açtıktan sonra Brad Goetz’le tanıştım, sonraki baharda da onunla evlendim. Gençlik yıllarımı ve yirmili yaşlarımı karşıma çıkan zorluklarla mücadele etmekle geçirdiğim için erkekler ve ilişkiler konusunda çok deneyimli değildim. İlk başta Brad’in sevgisi beni korkuttu. Ardından böyle güzel bir şeyi sırf bir gün kaybedeceğimden korkarak reddetmemem gerektiğini öğrendim. Bu adama ve nihayetinde kendime güvenebileceğimi anladım.

Brad ve Cody’nin sevgisini kazandığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Hayatımda oldukları için Tanrı’ya her gün şükrediyorum.

Sahip olduğum bunca güzelliğe rağmen kollarım hâlâ bebek hasretiyle yanıyor. Bebeğimiz olsun istiyorum. Beni en az benim kadar iyi tanıyan Brad bu isteğimi çok iyi anlıyor. Biz de iki hafta boyunca bu konuyu konuştuktan, artılarını eksilerini saydıktan sonra kararımızı verdik.

Evlat edineceğiz.

Bu ihtimal Anne Marie Roche sekiz yaşındaki Ellen’ı evlat edinince aklıma girdi.

Yeni doğmuş bir bebeği evlat edinmemizin vakit alacağını biliyordum, ama ikimiz de bunun farkındaydık. Erkek veya kız olsun, bu fikirle heyecanlansak da gizliden gizliye küçük bir kızımız olsun istiyorduk.

Arka kapının kapandığını duydum, dönünce ablam Margaret’i gördüm. Ablam dükkânımı açtığım ilk günlerden beri benimle çalışıyor. Birinin ak dediğine diğerinin kara dediği iki kardeş olsak da son zamanlar da birbirimizle yakınlaştık. Margaret her zamanki gibi açıksözlülüğü, mantıklı tavırlarıyla hayatımı dengeliyor, sanırım ben de iyimserliğimle, ara sıra büründüğüm maymun iştahlı kişiliğimle onun hayatını dengeliyorum.

“Günaydın!” diyerek onu neşeyle karşıladım, sevincimi hiç sakınmadan dışa vurdum.

“Yağmur yağacak,” diye söylendi yağmurluğunu çıkarıp arkadaki boş odaya asarken.

Ablam genelde her şeye olumsuz yaklaşır. Bardağın hep boş yarısını görür. Hatta bardağın tamamen boş olduğunu veya yere düşüp parçalara ayrıldığını düşünür. Ben de yaşlandıkça bu tavrına alıştım, aksi hallerine aldırış etmemeyi öğrendim.

Margaret yağmurluğunu çıkardıktan sonra ters ters bana baktı, sonra da kaşlarını çattı. “Hayırdır. Çok mutlusun. Yağmur bastıracak diyorum.”

“Mutlu mu?” Margaret’in sevincimi anlamayacak tek kişi olduğunu bilsem de güzel haberleri ondan saklamama gerek yoktu. Ablam evlat edinmemize karşı çıkar, bu yüzden de kendini hiç kötü hissetmezdi. Karamsarlık doğasında var sanırım, her ne kadar bu gerçeği kabul etmese de onun için endişeleniyorum.

Margaret bana bakmaya devam etti. “Ağzın kulaklarında.”

Onunla göz göze gelmemek için yazarkasanın etrafında oyalandım. Ona her şeyi hemen anlatabilirdim, ama vereceği cevaptan korkuyordum.

Kendimi daha fazla tutamayıp, “Brad’le birlikte evlatlık başvurusunda bulunduk,” deyiverdim. “Başvurumuz kabul edildi.”

İçeriye ürkütücü bir sessizlik hâkim oldu.

“Hata yaptığımızı düşündüğünü biliyordum,” diye ekledim telaşla.

“Öyle bir şey söylemedim,” diyen Margaret yavaşça bana doğru yürüdü.

“Bir şey demene gerek yok ki,” dedim ona. Bir kez olsun ablamın benim adıma şüphe duymadan, sesini çıkarmadan, kaygılanmadan mutlu olmasını istemiştim. “Sessizliğin her şeyi açıkladı.”

Margaret tezgâha gelip yanımda durdu. Tepkisinin beni üzdüğünü sezmiş gibiydi. “Evlat edinmenin sizin için mantıklı bir seçim olup olmadığını merak ediyorum.”

“Margaret,” diye sözlerime başladım iç çekerken. “Brad’le ne yaptığımızı biliyoruz.” Ablam açık açık söylememiş olsa da onu en çok neyin kaygılandırdığını tahmin edebiliyordum. Yeniden kansere yakalanabileceğimden korkuyordu. Bu ihtimalin, özellikle de on yıl önce bir kez daha aynı şeyleri yaşadığım için ben de fazlasıyla farkındaydım. Bu işe kalkışmadan önce bunu ciddi ciddi düşünmeliydik, Brad’le de aynen öyle yaptık.

“Brad de senin gibi mi düşünüyor?” Ablam çok şüpheci davranıyordu.

“Elbette! O istemese böyle bir şey yapar mıyım?” Margaret hâlâ ikna olmamış gibiydi. “Bunu istediğinden emin misin?”

“Evet,” dedim inatla. Bazen ablama ancak böyle derdimi anlatabiliyordum. “Brad de en az benim kadar risklerin farkında. Lafı uzatmaya gerek yok, Margaret. Benim için endişelendiğinin farkındayım, ama korku içinde yaşadığım zamanlar geçmişte kaldı.”

Margaret’in gözleri kaygısını dışa vuruyordu. Bana baktı, biraz bekledikten sonra, “Kurum size çocuk bulmazsa?” diye sordu.

Brad’le birlikte konuştuğumuz konular arasında bu da vardı, böyle bir şey de olabilirdi. Omuz silktim. “Şansımızı deneyeceğiz.”

“Bebek mi istiyorsunuz?”

“Evet.” Yumuşacık, pembe bir battaniyeye sarılmış, miniminnacık bir bebeğin kollarıma bırakıldığını hayal ettim. Bu görüntüye sarıldım, beni huzura ulaştırmasına, içimi umutla doldurmasına müsaade ettim. Margaret itiraz etmek için sesini çıkarmayınca şaşırdım. Düşüncelere dalarak geçirdiği birkaç dakikanın ardından kısık bir sesle, “Çok iyi bir anne olacaksın… annesin.”

Ağzımın açık kaldığından emindim. Margaret’in güzel sözlerinin şokunu üzerimden zor attım. Margaret ilk kez özel hayatımla ilgili bir şeye destek vermeye bu kadar yaklaşmıştı. Hayır, ona haksızlık ediyordum. Brad’i kendimden uzaklaştırdığım zamanlarda ikimizin bir araya gelmesini de kısmen o sağlamıştı. Birbirimize yeniden kenetlenmemiz de bizi doğrudan evliliğe götürmüştü.

“Teşekkürler,” diye fısıldadım ablamın koluna dokunurken. Margaret ne anlama geldiğini çıkaramadığım bir şekilde homurdandı, dükkânın arka tarafındaki masaya gitti. Bir sandalye çekip oturdu, tığ işini çıkardı.

“Yeni kurs için hazırladığın afişi astım,” dedim sesimdeki duygu dolu titremeyi saklamaya çalışarak. Margaret ondan beklediğim en son şeyi yapmıştı, sözleri de beni derinden etkilemişti.

Söylediklerimi başını sallayarak onayladı.

Yeni kursun adını ve amacını Margaret seçmişti. “Örgüyle Bırak Alışkanlıkları,” demiş, ben de önerisini çok beğenmiştim. Tuhafiyemi açtığımdan bu yana geçen beş yıllık süre boyunca çoğu bayan, birkaç da erkekten oluşan müşterilerimin örgü örmeyi öğrenmek için ne kadar farklı sebepleri olduğunu fark ettim. Kimileri kafa dağıtacak, dertlerden kaçacak, alışkanlıklarını veya kaygılarını bir kenara atmalarını sağlayacak bir şey arıyordu. Kimileri de sırf örgüye olan tutkularını doyurmayı ya da kendi elleriyle ördükleri bir şeyle sevgilerini ve yaratıcılıklarını dışa vurmayı istiyordu.

Dört yıl önce liseye giden Courtney Pulanski adlı bir kız çorap örme kursuma yazılmış, kurs sayesinde kilolarını daha kolay vermişti. Her ne kadar inanması zor olsa da Courtney şimdi üniversite ikiye gidiyor ve örgü örmeye devam ediyor. Daha da önemlisi, yaz aylarındaki formunu koruyor.

Margaret, “Umarım Alix mesajı alır,” deyip düşünceleri böldü.

Neyi ima ettiğini anlamadım. “Efendim?”

“Alix sigara içmeye başlamış.”

Bunu ben de fark etmiştim. Alix ne zaman dükkânıma gelse sigara kokuyordu. Sigara kokusu elbiselerine, saçına sinmişti. Bunu hiç kimsenin fark etmediğini sanıyordu, ama tam aksine herkes yeniden sigaraya başladığının farkındaydı. “Bence sigarayı bırakmayı o da ister.”

Margaret, “O zaman kursa yazılması iyi olur,” dedi samimiyetle. “Faydasını görür.”

Margaret her zamanki gibi herkes için en iyi şeyin ne olduğunu biliyormuş gibi davranıyordu. Bu tavrı genelde canımı sıkardı ama bu kez hoşuma gitmişti.

Günün ilk müşterisi, daha önce hiç görmediğim bir kadın, içeriye girdi ve on beş dakika sonra yüz dolarlık alışveriş yaparak çıktı. Bu sayede güne umut verici bir başlangıç yaptık.

Kapı kapanır kapanmaz Margaret huzurevinde kalan annemiz için ördüğü elindeki Afgan işini kenara koydu. “Ne olacağını biliyorsun, değil mi?”

“Hangi konuda?” diye sordu.

“Evlat edinme konusunda.”

Donup kaldım. Margaret’in konuyu unutmayacağını bilmeliydim. En azından aklına kötü kötü ihtimaller gelene kadar bekler diye düşünmüştüm. Bu dürtüsüne tıpkı beni koruma içgüdüsüne olduğu gibi dayanamadığını biliyordum. Ama şu anda söyleyeceklerini duymama gerek yoktu.

“Ne olmuş?” diye sordum sinirimin bozulduğunu gizlemeye çalışarak.

“Sosyal hizmetlerden biriyle görüştün mü?”

“Elbette görüştüm.” Anne Marie’yle konuşmuştum, o da bana Ellen’ın evlatlık işlerini yürüten sosyal hizmetler görevlisi Evelyn Boyle’u tavsiye etmişti. Anne Marie’yle Ellen birbirlerine o kadar bağlanmışlardı ki hayat hikâyeleri bana korkularımı unutturmuştu. Biz de böylece Brad’le birlikte Evelyn’e ulaştık. Margaret başını iki yana salladı, sinirlerimi bozamaya devam etti.

Anne Marie bana Ellen’ı evlat edinmesine yardım eden

kadının numarasını verdi,” dedim.

Margaret kaşlarını çatıp dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı.

“Ne oldu?” diye sordum sakinliğimi bozmamaya çalışarak.

“Bunu yapmanı önermem.”

“Neden? Hem artık çok geç.”

“Şu bahsettiğin görevli yetim çocuklara bakıyor, değil

mi?”

“Öyle, yanılmıyorsam.” Bilakis öyle olduğunu biliyordum, ama bunun konumuzla ne ilgisi olduğunu anlamamıştım.

“Ne önemi var ki?”

Ablam her şey gayet açıkmış gibi bana baktı.

Margaret sabırsızca, “Elindeki dosyalarda birçok çocuk vardır da ondan,” dedi. “Hem onları yerleştirecek yer de bulamıyordur. Şuraya yazıyorum; yanına mızmız bir çocuk gönderecek, çocuk diyorum, bebek değil, senden de ona bakmanı isteyecek.”

“Margaret,” dedim kızgınca. “Brad’le birlikte bebek evlat edineceğiz. Evelyn bize işlemlerde yardımcı oluyor, o kadar.”

Margaret birkaç dakika cevap vermedi. Tam konuyu unutacak gibi dururken, “Evlat edinecek bebek bulmak o kadar kolay olmayabilir,” dedi.

“Belki de öyledir,” dedim onunla tartışmayı istemediğimden. “Kurumun bize vereceği cevabı bekleyeceğiz artık.”

“Avukatlar, işlemler masraflı olacaktır.”

“Vakti geldiğinde Brad’le birlikte onun da çaresine bakarız.”

Margaret olumsuz bir şeyler daha bulmaya çalışıyormuşçasına kaşlarını hafifçe çatarak uzaklara baktı. “Evlatlık işlerini yürüten özel kurumlar da var, biliyorsundur belki.” Özel kurumlardan haberim vardı, ama ilk olarak resmi kuruma başvurmak maddi açıdan daha mantıklıcaydı.

“Ülke dışından birini bulmayı düşündünüz mü?” Margaret’in yardımcı olmaya çalıştığını görebiliyor, yine de gardımı düşürmekten çekiniyordum.

“Onu ikinci seçenek olarak düşünüyoruz,” dedim. “Ama özel kurumlardan daha pahalıymış diye duydum.” “Evet, öyle ama bir başka yol da…”

Margaret derin derin iç çekti, omuzları yukarı kalktı. “Annemize söyleyecek misin?”

Annemizin sağlığı ve hafızası kötüye giderken böyle bir şey yapmayı düşünmüyordum. “Muhtemelen söylemem.” Margaret dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı. “Annemiz Cody’nin üvey oğlum olduğunu çoğu zaman hatırlamıyor,” dedim. Yanına son gidişimizde yanımdaki “genç adam”la ilgili çeşit çeşit sorular sormuştu.

Ablam sertçe yutkundu. “Annem birkaç gün önce ziyaretine gittiğimizde Julia’yı tanımadı.”

İçim sızladı, hem Margeret’e, hem kızı Julia’ya, hem de annemize üzüldüm. Margaret bundan bana bahsediyordu. Annemizin hafızası son iki yılda gittikçe kötüleşmişti. Öyle ki bir süre sonra beni bile hatırlamayacağından korkmaya başlıyordum. Margaret’le birlikte dönüşümlü olarak ziyaretine gidiyor, durumunu kontrol ediyor, bulunduğu şartlardan memnun olup olmadığına bakıyorduk. Artık annelik görevini bizler üstenmiştik.

Bu değişimin tam olarak ne zaman gerçekleştiğini biliyordum. Her şey annemin komşusu tarafından bahçede baygın halde bulduğunda başlamıştı. Çiçeklerini sularken yere yığılmıştı. O andan sonra her şey değişmişti. Annemiz artık o tanıdığımız kadın değildi. Huzurevine yatırılmak zorunda kalmıştı, kafası karışık, hafızası bulanıktı. Hâlâ öyle. Annemin başına gelen bu rahatsızlıktan duyduğu şaşkınlığı saklamak için çaba sarf ettiğini görmek beni çok üzüyordu.

Margaret, “Annem senin adına çok sevinir,” dedi. “Bir gün sağlığına kavuşur, bebeğin olduğunu fark eder.”

Gülümsedim, aklımda şüpheler olsa da, Margaret’in de benimle aynı durumda olduğunu bilsem de bunun doğru çıkmasını umdum.

Konuşmamıza devam etmek üzereyken kapının üzerindeki küçük çan çaldı, başımı kaldırınca dükkâna alımlı, genç bir bayanın girdiğini gördüm. Onunla daha önce hiç karşılaşmamıştım.

“Merhaba,” dedim, samimi gülümsememle onu karşılayarak. “Buyurun, size nasıl yardımcı olabilirim?”

Kadın başını yukarı aşağı salladı, gergince elindeki cep telefonuyla oynadı. “Şey. vitrindeki afişi gördüm de.” “Örgü örmeyi biliyor musunuz?”

Kadın başını iki yana salladı. “Hayır… yani biraz bilirim. Yıllar önce öğrenmiştim ama unuttum. Bu kurs benim gibi birine zor gelir mi?”

“Hayır. Kısa sürede her şeyi öğreneceğinizden eminim. Yeteneklerinizi canlandırmak için size seve seve yardımcı olabilirim.” Kursun yedi haftadan oluşacağından bahsettim, ücretini söyledim.

Kadın beni anladığını gösterircesine başını salladı. “Bırakmayı istediğim şey ne olursa olsun kursa yazılabilir miyim?” Konuşurken yere baktı.

“Elbette,” dedim.

“İyi,” dedi. Çantasını ve cep telefonunu tezgâhın üzerine bıraktı. “Ödemeyi yapayım.” Kredi kartını uzattı, adını okudum: Phoebe Rylander.

“Kursa ilk yazılan kişisin,” dedim.

“Kurs haftaya mı başlayacak?”

“Evet.”

“Afişte çarşamba günleri saat altı ile sekiz arası yazıyordu, doğru mudur?”

“Evet. Dükkânı geç kapatacağım. İlk kez akşam saatlerinde kurs düzenliyorum.”

Ona kredi kartı slipini uzattım, imzaladı. “Neyi bırakmayı istiyorsun?” diye sordum dostane bir tavırla.

“Bir şeyi değil, birini,” diye fısıldadı.

“Hı…” Cevabı beni şaşırttı.

Gözlerine yaşlar dolarken, “Bir adamı unutmayı istiyorum,” dedi. “Bir zamanlar. sevdiğim birini.”

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Emile Zola – Nana (v2)

Editor

Safkan; Melez Sözleşmeleri 2

Editor

Aşk, Yaz, Savaş

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası