Yolculuk Günlükleri, Albert Camus’ün (1913-1960) İkinci Dünya Savaşından hemen sorna, 1946 yılı mayıs ayında Amerika Birleşik Devletlerine, 1949 yılı haziran-ağustos ayları arasında Güney Amerika ülkelerine yaptığı gezilerde tuttuğu notları kapsıyor. Birincisinde otuz üç yaşında henüz yeterince tanınmamış; ikincisinde ise otuz altı yaşında ve ünlenmeye başlamış bir yazar. Öznel ve nesnel koşullar nedeniyle, iki günlüğün havası birbirine benzemiyor….
***
İçindekiler
Önsöz ……………… 11
ABD / Mart-Mayıs 1946 …………… 15
Güney Amerika / Haziran-Ağustos 1949 ……. 45
ABD
Mart-Mayıs 1946
Amerika. Yola çıkış. Her yola çıkışa özgü o hafif sıkıntı geçti. Trende Amerika’ya çeşitli ilişkilerde bulun.maya giden psikiyatr R.yi buluyorum. Gemide kama.ramda olacağını biliyorum, onu nazik ve cana yakın bulduğum için bu hoşuma gitmiyor değil. Kompartımanım.da başlangıçta gürültü patırtı yapan, daha sonra uykuları gelen üç çocuk, onların ufak tefek hizmetçileri, açık renkli gözleriyle, zarif ve iriyarı anneleri ve karşımda ağlayan ufacık sarışın bir kadın var. Sorunsuz bir yolculuk, biri dışında. Sarışın genç kadına kimi yardımlarda bulu.nuyorum. Rouen’a varmadan önce, uzun bir hayvan kürkü giymiş ve yüzünde şaşkınlık çizgileri bulunan, iriyarı bir kadın, beni, bu vagondaki herkesin Amerika’ya gidip gitmediği konusunda sorguya çekiyor. Evet, ben oraya gidiyorum. “Evet!” Özür diliyor ve benim oraya ne yap.maya gittiğimi öğrenip öğrenemeyeceğini soruyor. “Kimi konferanslar vermeye.” “Yazınsal mı, yoksa bilimsel mi?” “Yazınsal.” Elini hızla ağzına götürerek gerçek bir tiyatro çığlığı atıyor. “Ay, bu ne harika!” diyor. Ve iki saniye sonra gözlerini süzerek ekliyor:“Ben de yazın dünyasındanım.” “Gerçekten mi?” diyorum. “Evet, yakında bir şiir kitabı yayımlayacağım.” “Çok iyi,” diyorum. “Evet, Rosemonde Gérard’dan bir önsöz kopardım. Benim için çok güzel bir sone yazdı.” “Yaşa.”“Ay kuşkusuz bu ilk kitabım.Ama yazın dünyasına Rosemonde Gérard’ın bir önsözüyle adım atmak…” “Hangi yayıncıdan çıkacak?” Bana tanımadığım bir yayıncı adı veriyor. Dizelerinin ölçülü uyaklı olduğunu söylüyor: “Çünkü ben klasik türü yeğliyorum. Çağdaş yazın hakkında sizin ne düşündüğünüzü bilmiyorum, ama ben anlamadığımı sevmem,” vb., vb. Rouen’da trenden iniyor ve R.nin New York’taki adresini unuttuğum için Paris’e göndermek istediğim bir telgrafı benim adıma çekmeyi öneriyor. Yanıt alamadığıma göre telgrafı çekmedi.
Yemek vagonunda R.yi buluyorum ve cevizlerini kı.ramayan ufacık sarışının karşısında yemeklerimizi yiyoruz. Havre’da büsbütün hapı yutmuş görünen küçük kadın yardımımı istiyor. Otobüs beklerken konuşuyoruz biraz. Kadın Philadelphia’ya gidiyor. Otobüs kir pas için.de eski bir cezaevi arabası. Molozlar içinde geniş şantiye.leriyle, Le Havre. Hava yumuşak. Oregon’un karşısına vardığımızda bunun bir yük gemisi olduğunu fark ediyorum, kocaman, ama sonuçta bir yük gemisi. Gümrük, kambiyo, bir aynasızın içinde adınızı aradığı küçük fiş kutusuyla polis karakolu – arama sırasında tenimde beli.ren ter damlalarından dolayı kutu belleğimde yer ediyor. Ve sonunda gemideyiz.
Duşu ve WC’siyle dörtlü kamara beşli duruma gelmiş, içinde bir şeyleri devirip dökmeden aksırmak olanaksız. Metrdoteli görmek için yemek salonuna geçmemiz isteniyor. Gerçekte bu, bir güldürü oyununa katıl.maktan başka bir şey değil. Metrdotel tıpkı Amerikan filmlerinde görülen Fransızlara benziyor, ayrıca, sağa sola kaş göz işaretlerinden oluşma tikleri var. Uyumlu yemek masaları oluşturmaya çalışıyor ve bu amaçla, akıllı ev sahipleri gibi bir plandan, özellikle tanınmış yolcuların ki.milerinin unvanlarından yararlanıyor. Beni doğallıkla gemide bulunan bir gazeteciyle1 birlikte oturtmak istiyor. Ama şiddetle karşı çıkıyorum, sonuçta R. ile ve –ne harika– adı Jeanne Lorette (2) olan ufacık sarışınla aynı masayı paylaşıyorum. Güzel kokular içinde çalışan küçük bir Parisli kadın bu, bu sabah, kendisi için her şey demek olan ikizi kız kardeşinden ayrıldığı için ağlamış, ama Philadelphia’ya evleneceği bir Amerikalıyla buluşmaya gidiyordu. R., bu Lorette’in doğallığı, akıllılığı ve nezaketinden hoşnut. Ben de öyle. Ama kamaradan pek hoşnut değiliz. Ortaya konmuş olan ek yatakta yetmiş yaşında yaşlı bir adam kalıyor. Üstümdeki kuşet, ticaretle uğraştığını sandığım orta yaşlı birine ait. R.nin üstünde, Şanghay’a giden, gürültücü, gözüpek bir yüz ifadesi olan bir konsolos yardımcısı bulunuyor. Yerleşiyoruz, ben çalışmaya başlamaya karar veriyorum.
Akşam yemeğinde R.yi, Lorette’le kompartımandaki iriyarı kadını (o kadar da iriyarı değil – tersine ince ve zarif) ve “ticaretle iştigal eden” Meksikalı bir çifti buluyorum yeniden. İki kadın bizim Lorette’e biraz küçümsemeyle bakıyor gibiler. Ama doğal olmakla yetindiği için, içlerinde en niteliklisi de Lorette. Bize tanımadığı kayınvalidesinin kendisine son derece nazik mektuplar gönderdiğini, Amerika’daki kayınvalidelerin olağanüstü kişilikli insanlar olduklarını sandığını söylüyor. Nişanlısı çok dindar biri, ne içki ne sigara içermiş. Lorette’ten yola çıkmadan önce günah çıkartmasını istemiş. Yola çıkış günü kiliseye gitmek için sabah saat altıda kalkmış (ön.ceki günler başvurmuş), ama kilise açılmamıştı, trense erken hareket ediyordu. O da bu durumda orada günah çıkaracağını söylüyordu, o hafif Paris ağzıyla (ama çok kötü ve çok hızlı konuşuyor, söylediğini anlayabilmesi için insanın başını uzatması gerekiyor).“Böyle konuşmayı yeğliyorum, çünkü Amerika’daki, kendisine söylediğim şeyi anlayamayacak ve böylece günahımı bağışlayacak.” Ona böyle durumlarda insanın günahının her za.man bağışlanacağını açıklıyoruz. “Korkunç olanların da mı?” Elbette, diyor R., güvenle. Ve ona kuşkusuz gemide de bir din adamının bulunduğunu belirtiyoruz.
1..Camus geziyi gazeteci sıfatıyla yapıyor. 2..(Fr.) Lorette “yosmacık” anlamına geliyor, Camus’nün işaret ettiği şey bu.(Ç.N.)
Yemekten sonra R.yle, bu güzelim Lorette’in kaygısını başkalarına anlatarak dağıtmaya çalıştığı, sonuçta bizzat kendi gözünde durumunu güçlendirmek istediği kanısına varıyoruz – ayrıca belki durumu fena da sayılmaz, ama önemli değil. Yine, her ne olursa olsun bu küçük, hoş yaratığa layık olduğu bütün mutlulukları dilemekte birleşiyoruz. Yatış pek sıkıntılı. Gerçek bir koğuş havası. İki kişi horluyor, yaşlı adam ve tüccar. Üstelik, R. ile lombozu açmıştık, ama ihtiyar geceleyin onu kapatıyor. Başkalarının soluğunu soluyormuş duygusunu yaşı.yor ve güverteye yatmaya gitmek gibi çılgın bir istek duyuyorum. Yalnız soğuk düşüncesi beni engelliyor.Yedi buçukta uyanış, çünkü sekiz buçuktan sonra kahvaltı yapılamıyor. Sabah çalışma. On ikiyi çeyrek geçe öğle yemeği. Meksikalı bana, Meksika’da Fransız parfüm firma.larının temsilciliğini yaptığını söylüyor, Fransız kalitesini övüyor. Karşımdaki güzel, parlak gözler gururunu yitiriyor biraz ve adamın durumunda çokça sıkılganlık bulunduğu fark ediliyor. Lorette bize, evlerinde Fransa hakkın-da asla kötü şey söylenmesine izin vermeyeceği güvencesini veriyor. Gözümüzün önünde, yargı yetisiyle dik.kate değer bir Anversli portresi çiziyor. (Anversli erkek.ler eşlerine bir mücevher aldıklarında, bu ancak yontul.mamış bir elmas olur, hiçbir zaman işlenmiş bir yüzük değil. Böylelikle ellerinde sermaye oluşur. Ve kürk mantolar. Her an geçerli birikimler, yani.)