Yüzbaşının kızı, herşeyden önce okuyucu için eline aldığı zaman bir solukta okulup bitireceği türden bir roman. Sürükleyiciliği, heyecanı ve duygusallığı ile bütün klasik romanlarının en başlarında olmayı hakeden eser, Puşkin’in ustalığını her satırında hissettiriyor.
BİR MUHAFIZ ÇAVUŞU
Yarın muhafız alayında yüzbaşı olabilir..
“Boşver! Dokunmma er olarak kalsın.”
Doğru söylenmiş bir söz!
Dert nedir görsün!
Peki, babası kim onun?
Knyajnin
Hayatının en güzel yıllarını Kont Münnich’in yanında geçiren babam Andrey Petroviç Grinyov, daha sonra dilekçesini vererek Rus Ordusun’dan binbaşı rütbesiyle emekli olmuştu. O zamandan beri Simbrisk bölgesinde yaşayan babam yalnızlığa daha fazla dayanamayıp, bölgenin yoksul ama soylu bir kızı olan Avdotya Vasilyevna Yu ile hayatını birleştirmişti. Artık babamın malikânesi yeni bir evsa-hibesi ile tanışmıştı.
Babamın tam on tane çocuğu vardı ama kardeşlerimin dokuzunuda küçük yaşlarında yitirmiştim. Artık dünyaya yepyeni bir gözle bakmaya ve yeni bir uğraş aramaya başlamıştım. Sonunda, aynı zamanda akrabamız olan Prens B…’nin muhafız birliğinde binbaşılık yapan Semyonovskin’in yardımım hiçbir zaman unutmayacağım. Tabiî talim yaptığım ve öğrenim gördüğüm süre içinde izinliydim. Benim zamanımda çocuklar farklı bir eğitim görüyorlardı. Oldukça dürüst ve içten bin insan olan Savelyiç’in himayesine babam tarafından bırakıldığımda, henüz beş yaşında bir çocuktum. Savelyiç benim hem dadım, hem öğretmenim, kısacası her şeyimdi. Bütün çocukluğum onun yanında geçmiş on iki yaşımda okuma yazmayı iyice sökmüştüm. Savelyiç’ten kazandığım bilgilerden biri de köpekler, özellikle tazılardı. Onları iyice tanıyordum artık.
Hiç unutmam, o yıllar içinde babam Moskova’dan bir yıllık ihtiyacımızı göndermişti. Şarap ve zeytinyağından oluşan erzakların yanında bir de Fransız öğretmen bulunuyordu. Mösyö Beaupre adındaki bu öğretmen Savelyiç’i hiç de memnun etmemişti; çünkü beni o yetiştirmişti. İleriki yıllardaki kazanımlarımı da ondan elde edecektim. Kendi kendine “Tanrrya şükür, akpak saçları taranmış, iyi de bakmıs!” diyen Savelyiç, artık babamı hedef almıştı. “Kendi insanlarımız varken nereden bulmuş bu Fransızı? Ona verilen onca paraya yazık değil mi?’
Beaupre Fransa’da berberlik Prusya’da askerlik yapmış. Sonra Rusya’ya gelmiş. Kötü biri olmamakla beraber, derbeder bir yaşantıya sahipti.
Kendi deyimiyle “Şişe düşmanı değildi” kısacası fazla içerdi. Bizde dunun farklıydı; çünkü şarap sadece öğle yemeklerinde birer kadeh olurdu. Bu sırada da öğretmen atlatılırdı. Benim Beaupre de çabucak Rus nastoykasına* alıştı ve kendi yurdunun şaraplarına tercih etmeye başladı.
Ben, Beaupre ile iyi anlaşıyordum. Beaupre’nin babamla olan anlaşmasına göre o bana Fransızca, Almanca ve başka bilgileri öğretecekti. O da bu arada benden Rusça öğrenmeye başladı. Bir zaman sonra herkes canının istediğiyle uğraşmaya başladı. Bu esnada da onunla çok iyi iki arkadaş olmuştuk Başka öğretmen istemiyordum; fakat çok geçmeden yollarımız ayrıldı.
Tombul çamaşıra kız Palaşka ve ineklere bakan şaşı Akulka, anlaşmış gibi, annemin ayaklarına kapanarak suçlarını itiraf ettiler, tecrübesizliklerinden faydalanan Mösyö Beapure’yi ağlayarak şikayet ettiler.
Annem bu konularda ciddî biriydi ve bu durumu hemen babama iletti.
Babam çarçabuk “Alçak Fransız’ı” çağırtmış. Babam her işini çabuk bitirirdi. Kendisine Mösyö ile ders yaptığımı söylemişler, o da odama geldi.
Beaupre bu arada uyukluyordu. Ben ise başka bir işle uğraşıyordum. Benim için Moskova’dan getirilen dünya haritası hiç kullanılmadan duvarda asılıydı. Haritanın büyüklüğü, kâğıdmın iyiliği ilgimi çekiyordu. Ondan uçurtma yapmayı tasarlıyordum. Babam odaya geldiğinde yiften yaptığım kuyruğu Ümit Burnuna bağlamaya çalışıyordum. Babam bu durumu görür görmez kulağımı çekti ve Beaupre’nin üstüne gitti. Onu uyandırdı ve azarlamaya başladı.
Şaşkın Beaupre kalkmak istediyse de beceremedi; zira o çok sarhoştu. Babam onu dışarı attı ve evden kovdu. Bu durum Savelyiç’i sevindirdi. Bu arada benim öğrenimim de sona erdi.
Artık ömrümün geri kalan -on altı yaşına kadarki- yıllarını öğretmensiz bir delikanlı olarak geçirdim. Olayı çok umursamış olmalıydım ki, güvercin uçurmak, köyün çocuklarıyla oynamak en büyük hobim olmuştu. Sonbahar geldiğinde de annem reçel pişirmeye başlardı. Reçeli çok sevdiğimden, köpüklerini gördükçe ağzım sulanır, imrenerek seyrederdim.
Babam ise zamanın çoğunu okumaya ayırırdı. Özellikle Saray Yıllığı’nı okumayı çok severdi Annem ise duruma içerler, kitapları babamdan uzak tutmaya çalışırdı. Sonunda muradına erer, zavallı adamın elini kolu bağlardı. Fakat eline geçirdiği zaman da fırsatı kaçırmaz, hemen kitaba yumu-lurdu. O gün babamın elinde yine Saray Yıllığı vardı. Birden, sanki önem vermiyormuş gibi, “Şuna bak, tümgeneral olmuş. Ne sanıyor kendini? Benim bölüğümde çavuştu, emir erimdi.. Neymiş, Rusya’nın en büyük nişanını almış!…” diyor, söylenip duruyordu.
Birden anneme döndü:
-Avdotya Vasilyevna, Petruşka kaç yaşında? Annem: “On yediye yeni girdi” dedi. “Nastasya Gerasimovna Teyze’nin kaybettiği yıla karşılık geliyordu…”
Babam sözlerini annemin ağzına tıkarak “Askerlik zamanı geldi, hizmetkâr kızların peşinden koşmalar… Yeter artık!” Annem bu sözlere öyle şaşırmıştı ki, gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı.
Bu durum benim hoşuma gitmişti; çünkü artık Peters-burg’daki zevk âlemine dalabilirdim. Kendimi muhafız alay subayı olarak görüyordum.
Babam aldığı kararı hemen uygulamaya koydu. Gideceğim güne bir gün kala, babam subayıma mektup yazmak için kâğıt-kalem istedi
Annem: “Andrey Petroviç, Prens B… ye selâm yaz, unutma!” diyordu. “Petruşa’ya da iyi davransın.” Babam yüzünü buruşturdu:
– Prens B… ye ne yazayım? Bu söylediğin saçma!
– Sen Petruşa’nın komutanına mektup yazacağını söylemedin mi?
-Evet!
– O zaman Prens B… Petruşa’nın komutanı olmayacak mı? Perruşa Semyonovskiy Alayına kayıtlı değil mi?
– Kayıtlı ne yapayım? Perruşa Petersbursg’a gitmeyecek. Askerliğin ne olduğunu orada öğrenemez. Onun barut kokusu alması, hizmet etmesi gerekiyor. Bu yüzden er olmak. Çabuk nüfus kağıdım getir bana!
Annem elleri titreyerek babama vaftiz gömleğimle bir kutuda duran kağıdımı getirdi.
Meraktan sürekli babamın elindeki kalemden gözümü alamıyordum. Babam mektubu bitirdikten sonra nüfus kağıdımı da zarfa koydu ve beni yanına çağırdı.
– Eski arkadaşım Andrey Karloviç R.’ye bu mektubu vereceksin. Orenburg’a gideceksin ve onun kıtasında hizmete başlayacaksın.”
Bütün hayallerim yerle bir olmuştu. Zevkli bir hayat yerine, memleketin en uzak bir köşesinde, tenha bir yerde beni can sıkıntısı bekliyordu. Fakat babamla tartışmak boştu.
Sabah bavulum ve çay sandığı kapıya yaklaşan arabaya yerleştirildi. Sonunda böreklerle, çöreklerle uğurlandım.
Babam: ‘İyi yolculuk Pyotr!” dedi. “Komutanlarının sözünden çıkma, hizmetten kaçma ve şu atasözünü de aklından çıkarma: Elbiseni yeniyken, şerefini de gençken koru!”
Annem ise ağlayarak öğütlerde bulundu. Savelyiç’e “Çocuğa dikkat et” diye tembih ediyordu. Bu esnada bana tavşan kürkünden bir ceket üzerine tilki derisinden bir kaban giydirdiler. Gözyaşları içinde yola çıktık.
O gece Simbirsk’e vardık. Savelyiç’e bir gece kalıp birşey-ler almasını tenbihlemişlerdi. Ben handa kalırken Savelyiç de dükkânları dolaşmaya çıktı.
Çamurlu sokağa bakmaktan sıkılmıştım, artık haran bütün odalarını dolaşmaya başlamıştım. Bilardo salonuna girdim. Uzun boylu otuz beş yaşlan civarında, uzun siyah bıyıklı bir bey gördüm. Adamın üzerinde bir sabahlık, ağzında tütün çubuğu vardı. Bütün dikkatini oynadığı bilardoya vermişti. Bilardo kumar niyetine oynanıyordu. Kazanan votka kadehini keyifle yudumlarken, köybeden de emekleyerek bilardo masasının altından geçiyordu.
Oyun hoşuma gitmedi desem yalan olurdu. Elinde tebeşirle sayılan yazan adam o kadar kötü bir durumdaydı ki artık bilardo masasının altından çıkamaz hâldeydi. Galip durumdaki adam ise etrafındakilere nutuk atar gibi birkaç kez sövmeyi ihmal etmedi. Sanki rakibini yenmekten bıkmış gibi birkaç kez ofladı pufladı ve bana döndü:
– “Gel şu adamla bir de sen oyna. Açmıyor artık beni”! dedi.
Benden “Bilmiyorum” cevabını alınca da yüzünün rengi bir süre sonra diyaloğumuz ilerledi ve konuşmaya başladık. Adı İvan Zurin’miş. Görevi de Hüsar alayında binbaşılık.