Bu kitapta geçtiğimiz yüzyılda yaşanmış 10 aşk öyküsü var. Kimi Nâzım’la Piraye’nin, Mustafa Kemal’le Latife’ninki gibi, üzerine çok kitap yazılmış aşklar… Kimi Yüksel Menderes’le İpek Kıramer’in, Selahattin Pınar’la Afife Jale’ninki gibi fazla bilinmemiş, mahremine girilmemiş aşklar… İçlerinde Bedri Rahmi-Eren Eyüboğlu gibi, Yıldız Kenter-Şükran Güngör gibi, Melih Kibar-Çiğdem Talu’nunki gibi tuvallerden, sahnelerden, notalardan tanıdığımız, yangınına hep birlikte tanık olduğumuz sevda öyküleri de var…
Adnan Menderes-Ayhan Aydan örneğindeki gibi mahkemeye düşmüş, alenileştirilip sere serpe ortalığa serilmiş ilişkiler de… Hiç yüzü görülmeden evlenilmiş sevgililer… Evliyken sevgiliye yazılmış şiirler… Güçten düşmenin acısını dayakla çıkaranlar… Eski aşkın acısını bir yenisinde unutan çapkınlar… Belki yaşanırken heyecan kadar acı da vermiş ve mutsuz sona ermiş aşklardı çoğu…
Can Dündar, tarihimizden ve sanat dünyamızdan, belleğimizde birer simge haline gelmiş sıra dışı kadın ve erkeklerin yaşadıkları en derin, en çetin duyguları; yüreklerini ve akıllarını ellerinden alan sevdalarını anlatıyor Yüzyılın Aşkları’nda.
CAN DÜNDAR, 16 Haziran 1961’de Ankara’da doğdu. 1982’de AÜ, SBF Basın Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. 1986’da İngiltere’de London School of Journalism’i bitirdi. 1988’de, ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde Siyaset Bilimi dalında yüksek lisansını tamamladı. 1996’da aynı bölümde doktora derecesi aldı. 1979’dan beri gazetecilik, belgesel yapımcılığı, TV programcılığı, 2015’ten beri Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmenidir. Kitapları: Demirkırat (M.A. Birand ve B. Çaplı’yla birlikte, 1991), Sarı Zeybek (1994), 12 Mart: İhtilalin Pençesinde Demokrasi (M.A. Birand ve B. Çaplı’yla birlikte, 1994), Gölgedekiler (1995), Hayata ve Siyasete Dair (1995), Yağmurdan Sonra (1996), Ergenekon (Celal Kazdağlı’yla birlikte, 1997), Yârim Haziran (1998), Benim Gençliğim (1999), Köy Enstitüleri (2000), Nereye? (2001), Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor: Salih Bozok’un Anıları (2001), Uzaklar (2002), Yükselen Bir Deniz (2002), Savaşta Ne Yaptın Baba? (2003), Bir Yaşam İksiri: Dr. Nejat F. Eczacıbaşı (2003), Mustafa Kemal Aramızda (Ülkem Özge Sevgilier’le birlikte, 2003), Büyü- lü Fener (2003), Duvar (Ege Dündar’la birlikte, 2003), Yıldızlar (2004), Sedat Alp: İlk Türk Hititoloğun Yaşam Öyküsü (Fatma Sevinç’le birlikte (2004), Kırmızı Bisiklet (2005), Nâzım (2005), İlk Durak-İETT (Nebil Özgentürk’le birlikte, 2005), Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla Vehbi Koç I. (2006), Yüzyılın Aşkları (2006), Karaoğlan (Rıdvan Akar’la birlikte, 2006), İsmet Paşa (Bülent Çaplı’yla birlikte, 2006), Yakamdaki Yüzler (2007), Ecevit ve Gizli Arşivi (Rıdvan Akar’la birlikte, 2008), Ben Böyle Veda Etmeliyim: İsmail Cem (2008), Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla Vehbi Koç II. (2008), Mustafa (2009), Anka Kuşu (2009), Lüsyen (2010), Canım Erdalım Sevgili Babacığım (2011), Aşka Veda (2012), Birand: Bir Ömür, Ardı- na Bakmadan (2012), Abim Deniz (2014).
İçindekiler
Önsöz ………………………………………………………………………………..11
Naciye-Enver ………………………………………………………………………15
Latife-Mustafa Kemal……………………………………………………………43
Afife-Selahattin……………………………………………………………………71
Piraye-Nâzım ………………………………………………………………………93
Eren-Bedri Rahmi ………………………………………………………………125
Ayhan-Adnan…………………………………………………………………….153
İpek-Yüksel ……………………………………………………………………….181
Yıldız-Şükran …………………………………………………………………….207
Fatoş-Yılmaz ……………………………………………………………………..229
Çiğdem-Melih……………………………………………………………………257
Kaynakça…………………………………………………………………………..281
Önsöz
Yıllar önce BBC’de yayınlanan bir diziydi Great Romances of the 20th Century (20. Yüzyılın Büyük Aşkları)…
Oradan esinlenerek kendi topraklarımızdan, geçtiğimiz yüzyıla damgasını vuran aşk öykülerini belgeselleştirmiştik. Onların şiirlere, resimlere, filmlere, mektuplara, şarkılara, oyunlara, mahkeme tutanaklarına sızan ve sedası günümüze kalan aşklarını 2004 yılında ekrana getirdik.
Bu kitapta o belgesellere konu olan, geçtiğimiz yüzyıl yaşanmış 10 aşk öyküsü var. Kimisi Nâzım’la Piraye’nin, Mustafa Kemal’le Latife’ninki gibi, üzerine çok kitap yazılmış aşklar bunlar…
Kimi Yüksel Menderes’le İpek Kıramer’in, Selahattin Pınar’la Afife Jale’ninki gibi pek fazla bilinmemiş, mahremine girilmemiş aşklar…
İçlerinde Bedri Rahmi-Eren Eyüboğlu gibi, Yıldız Kenter-Şükran Güngör gibi, Melih Kibar-Çiğdem Talu’nunki gibi tuvallerden, sahnelerden, notalardan tanıdığımız, yangınına hep birlikte tanık olduğumuz sevda öyküleri de var…
Adnan Menderes-Ayhan Aydan örneğindeki gibi mahkemeye düşmüş, alenileştirilip sereserpe ortalığa serilmiş ilişkiler de…
* * *
Çoğunun ortak özelliği, bu ilişkilerde bekleyen, üzülen, ezilen, aldatılan, terk edilen rolünün çoğu kez kadına düşmesi…
Erkeğin ise yine çoğunlukla giden, bıkan, ezen, aldatan, terk eden rolünü oynaması…
On öyküye bir arada baktığınızda doludizgin yaşanan bir değişim çağının acı tatlı bütün meyvelerini tadacaksınız: Hiç yüzü görülmeden evlenilmiş sevgilileri…
Evliyken sevgiliye yazılmış şiirleri…
Güçten düşmenin acısını dayakla çıkaranları…
Eski aşkın acısını bir yenisinde unutan çapkınları…
* * *
Dokuz bölümün araştırmasını Barış Duran yaptı.
Enver Paşa-Naciye Sultan bölümünün araştırması ise Hacı Mehmet Duranoğlu’na ait…
Barış, gazete arşivlerinden aile albümlerine, mahkeme tutanaklarından şarkı sözlerine dek geniş bir araştırma yaparak bir asra damgasını vuran aşklardan izler derledi. Kitabın altyapısını hazırladı. Kendisine teşekkür ediyorum. Kitabın olgunlaşıp elinize ulaşmasında harcadıkları emek için Nazan Gezer ve Arda Yakut’a da teşekkür borçluyum. Asıl teşekkürüm ise bize güvenerek evlerini, arşivlerini, albümlerini, mektuplarını ve en önemlisi yüreklerini cömertçe açan sevdalılara ve onların yakınlarına…
Önce eşlerini yitirmiş kadınlara: Yarım asır kapalı tuttuğu kapısını ilk kez benim için aralayan, sonra da 2009’da hayata veda eden Ayhan Aydan’a…
Fatoş Güney’e…
Yıldız Kenter’e…
İpek Kıramer’e…
Sonra yakınlarına: Latife Hanım’ın yeğeni Dilek Bebe’ye…
Enver Paşa’nın torunu Osman Mayatepek’e…
Piraye Hanım’ın torunu Kenan Bengü’ye…
2009’da kaybettiğimiz, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun oğlu Mehmet Eyüboğlu’na…
2012’de kaybettiğimiz, Ayhan Aydan’ın yakın arkadaşı Sevim Apaydın’a…
Ve nihayet belgesel yayınlandıktan bir süre sonra Çiğdem Talu’nun yanına uğurladığımız Melih Kibar’a…
* * *
Belki yaşanırken heyecan kadar acı da vermiş ve mutsuz sona ermiş aşklardı çoğu…
Ama tutkuluydular. XX. yüzyılın bütün kargaşasından izler taşıdılar. O sayededir ki koca bir asrı aşıp bugüne ulaşabildiler. Hepinize aynı tutkuyla yoğrulmuş, ama iyi finalli aşklar temennisiyle…
CAN DÜNDAR Temmuz 2012
Naciye-Enver
Öykümüzün kahramanlarından biri, 12 yaşındaki küçük bir kız… Osmanlı İmparatorluğu’nun 33 yıllık padişahı II. Abdülhamid’in yeğeni… Öykünün diğer kahramanı, genç bir binbaşı… O, 33 yıllık Padişah’ın tahtını sallayarak hürriyet ilan eden ateşli bir asker; ikisinin yolları, İmparatorluğun en çalkantılı döneminde kesişti. Araya Saray entrikaları, hürriyet çığlıkları, savaş meydanları girdi. Birbirlerinin yüzünü göremeden evlenip doğru dürüst kavuşamadan, yüzyılın en ilginç aşk hikâyelerinden birini yaşadılar. İnanılmaz bir ateş çemberinin içinden geçtiler. Ve İmparatorlukla birlikte onlar da dağıldı.
1908 yazında Makedonya toprakları, “Hürriyet!” sloganıyla çınladı. Genç bir binbaşı, II. Abdülhamid’in istibdat rejimine son vermek ve Meşrutiyet’i ilan ettirmek için ihtilal bayrağını aç- mış, dağa çıkıyordu. Adı, Enver Bey’di. 1881’de İstanbul’da doğmuş, Manastır Askerî Rüştiyesi’nde okumuş, Mekteb-i Harbiyye’yi ve Erkân-ı Harbiyye’yi bitirip Makedonya’daki 3. Ordu’ya atanmıştı. Dönemin pek çok genç subayı gibi o da, sonradan İttihat ve Terakki adını alacak gizli örgüte üyeydi. Padişah’a karşı ihtilal bayrağını açarken çok yakında, isyan ettiği Padişah’ın yeğenine vurulacağını hayal dahi edemezdi. Masal değildi ki bu… Nihayet 23 Temmuz 1908 günü Meşrutiyet ilan edildi. 31 yıllık baskı dönemi sona erdi. Anayasa yürürlüğe girdi, Meclis yeniden açıldı. Köprülü’nün hükümet meydanı, “Yaşasın Hürriyet Kahramanı Enver Bey!” sloganıyla inliyordu. Cemal Paşa’nın deyişiyle, artık “Napoléon” olan Enver Bey, ataşemiliter olarak Berlin’e gitti. Zaten Alman hayranıydı. Almanlar, ona yarının büyük lideri gözüyle bakıyor, bir sefir kadar ilgi gösteriyordu.
İttihat ve Terakki’ye göre Enver gibi bir asker hanedanla yakınlaşmalı ve Saray’dan bir kız almalıydı. Konu, Enver Bey’in annesi Ayşe Hanım’a iletildi. Arayışlar başladı ve aranan kız bulundu. Kısmet, Şehzade Süleyman Efendi’nin kızı Naciye Sultan’dı… On iki yıllık ömrü, yazları Nispetiye Köşkü’nün, kışları Feriye Sarayı’nın yüksek duvarları arasında geçmişti. Yeni Padişah Sultan Reşad da amcasıydı ve yeğeninin, dedikodular artmadan acilen başgöz edilmesini istiyordu. Bu talimat üzerine12’lik Naciye Sultan’ın önüne bütün damat adaylarının fotoğrafları kondu ve birini seçmesi istendi. Yıllar sonra anılarında, o fotoğraflar arasından hayatının adamını nasıl seçtiğini şöyle anlatacaktı:
Naciye Sultan’ın anılarından
Taliplerimin resimlerini gösterdiler. Hepsine birer birer baktım ve bir tarafa koydum. Sonra içlerinden Enver Bey’in resmini tekrar elime aldım. Bu hareketimle, vereceğim kararı onlara anlatıyordum sanki… Enver Bey’in yakışıklı ve mert bir delikanlı olduğu resimlerinden belliydi. Üstelik onun “Hürriyet Kahramanı Enver Bey” olduğunu biliyordum. Memlekette baştan başa başka bir hava yaratmış olan bir insandı. Ona bir kahraman gözüyle bakıyordum. Kendisinin, hayat arkadaşı olarak beni seçmiş olması hem gururumu okşuyor, hem de bana içimdeki hürriyet sevdasına yeni ufuklar açabilecek bir hayat yaşatacağı düşüncesiyle mutlu ediyordu. Amcam Vahideddin Efendi’ye Enver Bey’i seçtiğimi söyledim. Çok isabetli bir karar verdiğim ve Zât-ı Şâhâne’nin kendisi gibi buna çok memnun olacağı cevabını verdi.
Ertesi gün Enver Bey’in annesi Ayşe Hanım, Dolmabahçe Sarayı’na giderek Padişah’ın huzurunda gelinine nişan yüzüğü taktı. 1909 sonuydu. Enver Bey 28, Naciye Sultan 12 yaşındaydı. Biri Berlin’de, diğeri İstanbul’daydı. Ne bir kez görüşmüş ne de konuşmuşlardı. Birbirlerini ancak mektupla tebrik edebildiler.
Naciye Sultan’ın anılarından
Mektuplaşmaya başladık. Birbirimizi hiç görmemiştik. Ben onun resmini görmüştüm; onun, benim resmimi dahi görmüş olduğunu zannetmiyorum. Beni annesinin tarifi ile tanıyordu. Hayalinde beni nasıl canlandırdığını bilmiyordum. Fakat mektuplar sayesinde birbirimizi görmüş gibi sevdik. Bir sene süren bu tatlı ayrılık, bizi birbirimize yaklaştırdı.
1911’de yine Enver Bey uzakta iken Dolmabahçe Sarayı’nda nikâhımız oldu.
24 Temmuz 1911,
Berlin İki gözüm, Sultanım, Efendim, Siz hiç olmazsa benim resmimi gördünüz, ya bendenizde o da yok. Karanlıkta gözlerimi kapar, sizin hayalinizi gözümün önüne getirmek isterim. Yatarken Allahımdan hiç olmazsa rüyada olsun sizi bir kerecik göstermesini dilerim. Fakat şimdiye kadar hiç muvaffak olamadım. Hâşâ sümme hâşâ, nasıl Cenâb-ı Hakk’ı bir şekil vermeden seviyorsam sizi de şimdi bir rûh-i lâtif olarak, şeklinizi düşünmeden seviyorum. Artık sizin hayalinizle meşgul olarak yatağıma gireceğim. Bundan evvel bütün kalbimle saadetinizi temenni ederek sizi kucaklar, gözlerinizden öperim iki gözüm…
Enveriniz
Enver Bey ile Naciye Sultan’ın nikâhlanmalarından bir süre sonra İtalya, Trablusgarp’a saldırdı. Eşiyle görüşmek için gün sayan Enver Bey, cebinde 100 lira, çantasında 100 fişek ve bir tabanca, aklında sultanıyla cepheye koştu.
Giderken nikâhlısına şöyle yazdı:
Sağ kalıp da geri dönersem en büyük mükâfat telakki edeceğim şey, sizin tarafınızdan unutulmamış bulunmaklığımdır.
Şimdi Halife’nin damadı olarak Derne’deki ordugâhta, Arap kabilelerini hilafet bayrağı altında örgütlemeye çalışıyordu. Siyah sakalı, toprak rengi avcı üniformasıyla bazen günde 12 saatten fazla at sırtında kaldığı oluyordu. Mustafa Kemal’le yan yana çarpıştığı bu çöl savaşının top tüfek gürültüsü arasında, eşini göremeden ölmek korkusuyla gözleri doluyordu.
…