Tarih

Tabuları Yıkmak

tabulari yikmak 5edb588659a01
Hepimizin bir tabusu var…

Kimimiz için İkinci Abdülhamid bir tabu, kimimiz için Enver Paşa. Bir tarafta Vahdeddin’i tabu yapanlar var, diğer tarafta Mustafa Kemal Atatürk’ü.

Peki ya Alevîler ile Sünniler arasındaki düşmanlıklar? Hazreti Ali hangimizin düşmanı? Alevî’nin mi yoksa Sünni’nin mi? Madımak’ta yaşananlarla Başbağlar’daki arasında sıkışan zihnimiz nasıl bir tabunun kurbanı?

Askere olan hayranlığımız ile ordumuzu eleştirenlerimiz de birer tabu. Peki hangimiz vatansever, hangimiz devlet düşmanı?
Gönlü Türkistan sevdasıyla dolu olan yazar Yavuz Bülent Bâkiler, bu kez bakışlarını “içeriye” çeviriyor ve bizi, Osmanlı’nın son döneminden günümüze kadar uzanan radikal bir hesaplaşmaya davet ediyor.

***

İçindekiler

Türkçenin büyük savunucusu: Yavuz Bülent Bâkiler     9

Tarih Bahsi
OSMANLI’DAN, CUMHURİYETE GEÇİŞ

Muhteşem Osmanlı’ya kör bakanlar     13
İkinci Abdülhamlt tartışması     16
Midhat Paşa da mı halk kahramanı?     22
Sultan Vahdettin hain miydi?     25
Yanlış Atatürkçülük     28
Koca OsmanlI’dan genç cumhuriyete     31
“Kâzım Karabekir Paşa, Atatürk’e saygı duyuyormuş!”     34
“Türk Arapsız yaşamaz, kim ki ‘yaşar’ der delidir Arab’ın
Türk ise, hem sağ gözü, hem sağ elidir”     40

Atatürk Bahsi
NASIL BİR ATATÜRKÇÜLÜK?

Mustafa     45
Atatürk’ü anmak     48
Atatürk de mi Atatürk düşmanıdır?     50
Atatürk’ü Atatürk tüccarlarından kurtarmak     52
Atatürk’süz Atatürkçüler     57
Yanlış Atatürkçülük     60
Atatürkçülük silahı da artık bırakılmalıdır     62
Bize ikinci bir Atatürk lazım     64
Atatürk’ün üç ayrı dil siyaseti     67
“Atatürk’ün Güneş Dil Teorisi gerçek mi safsata mı?”     71

Siyaset Bahsi
ORDU İÇİNDE SİYASET, SİYASET İÇİNDE ORDU

Ordumuzu yıpratmak     79
Darbe tellalları     85
27 Mayıs İsyanı     89
Utanılacak bir 12 Eylül hâtırası     94
27 Mayıs vahşeti     100
Gel artık ey irtica!     103
Karabekir Paşa’nın yakılan, yasaklanan kitabı     105
Ulus mu. Millet mi? Ulusal mı, Millî mi?     107
Özdemir İnce’nin Köy Enstitüleri     111

Alevilik Bahsi
PUSUDAKİ DÜŞMAN: ALEVÎ SÜNNÎ ÇATIŞMASI

En büyük düşmanımız cehalet     117
Alevi-Sünni çekişmesi sövüşmesi, dövüşmesi…     124
“Yezit nedir ne kızılbaş/ Değil miyiz hep bir kardaş?”     127
Alevilik’i doğru anlatmak     131
Müslüman anamın Şaman inançları     135
Şiilerin, Alevilerin, Sünnilerin 10 Muharremleri     138
Bilinmeyen Hacı Bektaş-ı Velî Hazretleri     140
Hû! Hû! HÛ!     143
Alevî Çalıştayımızdan sonra     146
Pir Sultan Abdal diye diye     150

Madımak Bahsi
MADIMAKTAN BAŞBACLAR’A UZANAN KARANLIK YOL

Kültür Bakanımıza saygıyla derim ki:
Madımak kel başa şimşir taraktır.     155
Gafletin, ihanetin her türlüsüne lânet     162
Sivas’a yine zulüm     165

Mehmet Âkif Ersoy Bahsi
ÂKİFİN SESİ, YOBAZIN ÖFKESİ

Âkifin Sesi, Yobazın Öfkesi     169

Fethullah Gülen Bahsi
ORTA ASYA’DAKİ TÜRK OKULLARI

Işığın Gölleri ve Işığın Süvarileri     177
Işığın Gölleri: Türk Cumhuriyetlerindeki Liselerimiz     191
Türkmenistan’da Bir Lisemizin ve Bir
Üniversitemizin Açılması Hikâyesi     198
Gafletin ve İhanetin Yeni Zakkumları     204
Türkçe’de olimpiyat ve dünya şampiyonumuz:
Fethullah Gülen     207

Türkçenin büyük savunucusu:
Yavuz Bülent Bakiler
Yılmaz Öztuna

Yavuz Bülent Bâkiler, çağdaş edebiyatımızın seçkin ve belirgin şahsiyetlerindendir. Epik şiirimizin ustası, büyük bir şairdir. Türkçe düzyazı da şiir gibidir. Akıcı, zevkli, renkli, âhenklidir. Dilimizin zenginliğini, şaşaasını, saltanatını başarıyla yansıtır.

Yavuz Bülent Bâkiler, kolay yazan, doğurgan, verimli, eski dille velûd bir yazardır. Üstün hitabetinin, düzgün şivesinin, doğru telaffuzunun câzibesi, yazılarında da mevcuttur. Engin bir coşkuyla, tarihimizin derinliklerine dalar. Adriya Denizinden Çin Şeddine kadar, muhteşem Türk coğrafyasının her yerinde, heyecan ve sonsuz bir sevgi ile dolaşır.

Milli kültürümüzün her türlü tezahürünü dile getirir. Türk için çalışır, Türk için üzülür, Türk için sevinir. Okuyanına mutlaka bir şeyler öğretir.

Dilimizin, aziz Türkçenin büyük savunucusudur. İngilizceden sonra, dünyanın en zengin dili olan gerçek ve soylu Türkçeyi, İstanbul şivesini, ağzını, söyleyişini, üslûbunu, deyimlerini, olağanca zenginliğiyle kullanır. Türkçenin estetik bakımdan zirvelerinde dolaşıp durur. Böyle bir dilin nasıl heba ve mahvedildiğini yetkiyle anlatır.

Yavuz Bülent Bâkiler, yüksek, medenî cesareti ile de meşhurdur. Hak yolunda hiçbir pervası yoktur. Doğruyu söylemek hususunda, hiç kimse onu engelleyememiştir. Gerçek bir dâvâ adamı, bir büyük adamdır.
Yakışıklı olduğunu da ilâve etmeliyim. Bunları yakın arkadaşlığımızın, kıdemli dostluğumuzun tesiriyle yazmıyorum. Gerçekleri dile getiriyor, tarihçi ve biyograf olduğumu unutmuyorum.

Değersizleri değerli göstermeyi asla beceremediğim için, nice belâya duçar olduğumu, beni tanıyanlar bilirler.

Yavuz Bülent’le, 1969 yılının Aralık ayında, Kızılay’da, bulvar üzerinde, Son Havadis gazetesinin Ankara bürosunda karşılaşarak tanıştım, O tarihte, iktidarda bulunan Adalet Partisi’nin Sivas il başkanı genç bir avukattı. Kitaplarımı okumuştu. Yıllardan beri tanışıyormuşuz gibi, gerçek bir sevgiyle, benimle konuştu. Onun tabiatında olanlardan hoşlanırım. Kolay dost olduk. Hiç kavga falan etmedik.

Tasvir ettiğim, daha doğrusu, bazı karakter çizgilerini sunduğum tipte bir şahsiyetin, toplumlunuzda, hele bürokraside ve hele politikada çok kıskananı, hasmı, düşmanı olur. Sürekli hakkı yenir. Kuyusu kazılır.

Yavuz Bülent, mert doğdu, mertçe davrandı, merdane bir hayat sürdü.

Türk için, hizmetten hizmete koştu. Bundan şevk ve zevk aldı. Bundan neşelendi, neşvelendi. Milletinin şânı, şerefi, yüceliği için, Allah’ın kendisine bahş ettiği yeteneklerini, cömertçe, hiç esirgemeden harcadı.

Bu çabasından, doğuştan kendisine verilmiş bu misyonu, kabaca, brütal şekilde, yoksul ve zevksiz bir dille değil, en yüksek estetik çizgiden kıl kadar ayrılmayarak ifâ etti.

Küçük adamlar, böyle insanları anlayamazlar. Anlayanlar köşe bucak kaçarlar. Ama böyle şahsiyetler, toplumu etkilerler. İsimleri asırlar boyu unutulmaz.Eserleri, nesiller boyu okunur.

Muhteşem OsmanlI’ya kör bakanlar

117 devlet kuran bir milletiz.

32 beyliğin, 38 devletin, 17 Hanlığın, 16 İmparatorluğun, 10 Cumhuriyetin, 4 Atabeyliğin altında bizim imzamız var.

Dünyada, bizden daha çok devlet kuran, bizden daha çok devlet batıran ikinci bir millet yok. Merhum Nihal Atsız Bey, yeni devletleri, yeni imparatorluktan, bir yıkılma, yok olma değil de, hanedanların yer değiştirmesi şeklinde açıklardı. Öyle veya böyle; bütün dünya tarihinin en muhteşem bölümlerinde biz varız. Dünyanın 3 büyük imparatorluğu şunlar: Roma İmparatorluğu, Ingiltere İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu.

Osmanlı, 624 yıl hüküm sürdü. Ve değerli tarihçimiz Yılmaz öztuna’mn Büyük Türkiye Tarlhi’nde belirttiği gibi, Devlet-i aliyye 322 yıl, dünyanın lider devleti olarak selâmlandı. Üçüncü Murat devrinde yani 1595 yılında, Devlet-i aliyye, bugünkü Türkiye’den 30 misli daha büyük topraklar üzerinde, (23 milyon 337 bin 600 kilometrekarelik bir vatanda] göz kamaştırıyordu, alkışlanıyordu.

Osmanlı devlet adamları ve Osmanlı tarihçileri, o devletimizden “imparatorluk” diye bahsetmediler. Devletimizin resmî ismi Devlet-i aliyye veya Devlet-i seniyye idi. Devlet-i aliyye, ebediyete kadar devam edecek devlet demektir. Devlet-i seniyye ise yüce devlet, büyük devlet karşılığında bir tamlama. Ama ne yazık ki Cumhuriyet dönemimizde basılan tarih kitaplarımız, Devlet-i aliye veya Devlet-i seniyye yerine, “Osmanlı İmparatorluğu” ismini kullandı. Bu sıfat yanlıştır; çünkü Osman- lı, emperyalist duygularla hareket etmedi. Osmanlının hedefi ilây-ı kelimetullah idi. Yani Osmanlı, Allah’ın kelâmını yüceltmek, Kur’anı sevdirmek ve yaymak için seferber oldu.

Yaygınlaşan bir yanlış olduğu için, imparatorluk kelimesini ben de istemeyerek kullanıyorum. Kurulan 16 büyük Türk imparatorluğu arasında Devlet-i âliyye, birinci sırada bulunuyor. Çünkü hem en uzun ömürlü olan, hem de dünyada 322 yıl lider devlet olarak hüküm süren sadece Osmanlı devletidir. Kurulan büyük Türk devletlerinin en kısa ömürlüsü Harzemşahlar’dır. Harzemşahlar, 1157-1231 yıllan arasında 74 yıl hüküm sürdü. Anadolu Selçuklu Devleti; 231 yıl yaşayarak yerini Osmanlı Devletine bıraktı.

Milletimiz ilk defa, Karahanlılar Devleti zamanında (940- 1040) Müslümanlıkla bütünleşti. Dünyanın bütün Islâm devletleri arasında, İslâm’a en çok hizmet eden, İslâm’ın ve Türk’ün bayrağını en yücelerde dalgalandıran Devlet-i aliyye’dir.

Osmanlı’nm 624 yıllık hükümranlık devresinde, güzellikler yanında, çirkinlikler de, yanlışlıklar da filizlendi. Ama doğrusuyla yanlışıyla, güzeliyle-çirkiniyle, Osmanlı, bizim gururumuz ve şerefimizdir.
Osmanlı bizim Anadolu’da, varlık sebebimizdir. Ama bu muhteşem devlete kör bakanlar da var.

Bir insan, kendi tarihine neden düşman olur? Bana göre, bunun üç önemli sebebi var: Bir insan cehaleti, gafleti ve ihaneti yüzünden tarihine kör bakabilir. Bizim insanımızın, Osmanlı tarihine düşmanlığı, umumiyetle dipsiz cehaletinden kaynaklanıyor. Şahidi olduğum pek çok örnekten birini Sivas’ta yaşadım: Bundan 6-7 yıl kadar önce memleketime gittim. Değerli valimiz, bana SİVAS 2002 isimli bir kitap hediye etti. Eserin baskısı mükemmeldi. Yapılan çalışmanın tarih bölümüne baktığımda dehşetli bir cehalet örneğiyle karşılaştım. Bazı tarih öğretmenlerimizin ve bir vali yardımcımızın gayretiyle hazırlanan bölümde, 63. Sayfada, aynen şöyle deniliyordu:

‘Yorgun ve fakir düşen milleti ve memleketi savaşa sokanlardan Sultan Vahdettin…”

“Ordu ve millet, padişahın ve hilafetin ihanetinden haberdar olmadığı gibi…”

Vali paşamıza makamında dedim ki:

Efendim! Görüyorum ki bu tarih bölümünü yazan tarih öğretmenlerimiz konuyu yeteri kadar inceleyememişler. Burada dehşet verici iki büyük yanlış var. Birinci yanlış şu: Bizi, Bi rinci Dünya Savaşına Vahdettin sokmadı. Birinci Dünya Savaşı 1914 yılında çıktı. Sultan Vahdettin ise 1918 yılında padişah oldu. 1914 yılında, padişahlık makamında Sultan Reşat oturuyordu. Milletimizi savaşa sokan Sultan Reşat da değildir. Bizi savaş cehennemine çekenler, İkinci Abdülhamid Han’ı tahtından indiren darbeci subaylardır. Yani Enver Paşa ve arkadaşlarıdır. Sultan Reşat, 4 Temmuz 1918’de öldü. Vahdettin ise 31 Ağustos 1918’de padişah oldu. Ve padişahlığından tam İki ay sonra Mondros felâketiyle karşı karşıya kaldı.

Tarih öğretmenlerimiz ve bir vali yardımcımız yakın tarihimizin bu çok önemli hadisesini nasıl bilmezler? Bu, dehşet verici bir yanlıştır. İkinci yanlış ise şu: 624yıllık Osmanlı saltanatında, padişahlık makamında bir tek, ama bir tek vatan haini oturmadı.

Vahdettin de kat’iyyen vatan haini değildi, son halife Abdülmecid Efendi de vatan haini değildi.Bizim, bazı Cumhuriyet aydınlarımızın, çok yanlış bir inanışları var. Bu adamlar sanıyorlar ki Cumhuriyet idaremizi sevdirmek için saltanat ve hilâfet makamlarını ihanetle suçlamak lâzımdır. Ve yine sanıyorlar ki Atatürk’ün kahramanlığı vatanseverliği, Sultan Vahdettin’in korkaklığı ve vatan ihanetiyle ters orantılıdır. Bu, çok yanlış bir değerlendirmedir.

Cehaletin, gafletin, ihanetin ötesinde bir garabettir. Herhalde bundan elli yıl kadar sonra, bizim bu okumuş-yazmış takımımız şöyle bir seviye kazanacaktır. Diyeceklerdir ki:Cumhuriyet ne kadar bizimse, Saltanat ve Hilafet makamları da o kadar bizimdir. Cumhuriyetimizi sevdirmek için saltanata sövmeye gerek yoktur.

Atatürk’ün kahramanlığı ve vatanseverliği şunun-bunun korkaklığından, vatan ihanetinden kaynaklanmıyor. Mesela Sultan Vahdettin’in vatanseverliği değil on, değil yüz, bin üzerinde bin olsa bile, bu hâl, Atatürk’ün kahramanlığından, vatanseverliğinden bir zerre bile koparamaz! Çok değil, elli yıl sonra herhalde böyle düşünebileceğiz.

İkinci Abdülhamit Tartışması

Emin Çölaşan, dikkatle okuduğum kalemler arasında. Doğrusu, yazılarında keçiboynuzundaki lezzet bile yok. Bunu bildiğim halde, her gün onun kuru, yavan, üryan çölüne doğru yürüyorum. Bunu, çeşitli illerimizde verdiğim konferansları renklendirmek için yapıyorum.

Kültür ve medeniyet anlayışımızdaki çarpıklıkları ortaya koymak, aydın yozlaşmasının dehşetini göstermek için, Emin Çölaşan’ın yazılarından bölümler okumak da gerekiyor. Mesela Atatürk diyor ki:

Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür…

Bu çok doğru bir tespit. Esasen her milletin temelinde, kendi kültür değerleri saklı. Medeniyetleri doğuran da çeşitli kültürlerdir. Peki, kültür nedir? Kültür bir milletin konuştuğu dildir, dini inancıdır, tarih şuurudur, gelenekleri ve görenekleridir, güzel sanatlarıdır. Yani kültür, bir milletin yaşama tarzıdır. Yukarıda saydığım temellerden biri olmazsa, milleti ayakta tutmak zorlaşır. Kalabalıkları millet haline getiren doğru dil, doğru din, doğru tarih, doğru ekonomidir… Her millette olduğu gibi, bizde de dilin, dinin, tarihin, ekonominin meydana getirdiği güzel sanatlar, gelenekler, görenekler var. Dil, bir milletin şah damarıdır.

Din, varlık sebebimizdir. Tarih şuuru ise milletlerin hafızasıdır. Milleti sevmek, milleti içerdeki ve dışarıdaki düşmanlara karşı korumak, ancak milletin kültür köklerini korumakla mümkündür.

Mahalle ağzıyla
Emin Çölaşan’ın, zaman zaman argoyla çirkinleşen ve bir mahalle kahvesi dedikodularının, öfkelerinin, benzeri olan üslubu üzerinde durmayacağım. Onun hiç, ama hiç bilmediği iki konudaki dehşetli yanlışlarına dikkatinizi çekmeye çalışacaktır.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Yüzyılın Aşkları

Editor

Carl Van Doren – Kısa Amerikan Edebiyat Tarihi

Editor

Alafrangalığın Tarihi; Geleneğin Tasfiyesi ya da Yeniden Üretilmesi

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası