Roman (Yerli)

14 Yaşında Bir Genç Kızım Ben

Kitabımızın kahramanı Özge konuşmaya başladığında aşağıdakilerden hangisi onu durdurabilir?

A) Orçun beni gerçekten kendi halimle seviyor mu?diye düşünürken muhabbeti kaçırması.

B) Hayatının en önemi partisi için aldığı bluzun aynısını arkadaşında gördüğü andaki şaşkınlığı.

C) Sınıflarına yeni gelen Fırtınay’ın verdiği ve kesinlikle işe yarayan güzellik tavsiyeleri.

D) Erkek kardesinin peşinde koştururken nefesinin kesilmesi.

KARA CUMA

Cuma sabahı olaylı geçti. Aslında beni doğrudan İlgilendiren bir konu yoktu ortalıkta. Ama annem işe beni de karıştırdı. Bakın, başından anlatayım:

Annem, babam, ben ve oğlan kardeşim kahvaltı ediyorduk.

“Bu hafta sonu seminerimiz var,” dedi babam sakin bir tavırla.

“Ee?” dedi annem.

“Ne ee’si?” dedi babam kızarmış ekmeğini ısırarak. “Şirketten yedi kişi katılacak ve ben de bunlardan biriyim.” Babama göre her şey gayet açıktı.

“Nerede bu seminer?” diye ilgisizce sordu annem. Tolga’nın ekmeğine bal sürüyordu ve bütün dikkati beş yaşındaki kardeşimde gibiydi.

“Kuşadası’nda, Mavikum Otelde,” diye hayatını kaydıran açıklamayı yaptı babam.

“Bu seminer değil, tatil!” dedi annem hemen.

“Seminer ne?” dedi Tolga.

“Ne tatili canım?” dedi babam telaşla. Aslında bence de telaşlansa iyi olurdu. Çünkü annem Hiç de havasında değildi bugün.

“Baba, seminer ne?” dedi yine Tolga.

“Ne olabilir oğlum?” diye yanıtladı annem. Tolga’ya söylüyordu ama gözü babamdaydı. “Kaçamak yapmak için fırsat.”

“Saçmalama Suna. Ne kaçamağı?” dedi babam bezgin bir tavırla.

“Kaçamak ne?” dedi Tolga bu kez. Çabucak dürttüm onu. Ama annem yine gözü babamda, Tolga’yı yanıtladı:

“Lüks bir otelde hafta sonu eğlencesi. Yemekler, içki, havuz… İş arkadaşlarıyla neşesini bulacak.”

“Neşe kim?” dedi bu sefer de Tolga. Babam Tolga’yı öldürmezse İyidir. Zaten korkunç bir bakış fırlatmıştı bile.

“Pekİ, tamam!” dedi annem sakince. Babam şüpheyle bakıyordu ona. Annem böyle ateşli bir konunun ortasında, peki tamam diyorsa bir felakete hazir olmalısınız. Sİzi bilmiyorum da babam hazır değildi. Çaresizlik ve telaşla bana bir göz attı. Çok sürmedi. Annem bombayı patlattı: “Beni de götürürsün o zaman.”

Babam bunun imkansız olduğuna dair bir şeyler geveleyip aceleyle çıktı evden. Ben de sesimi çıkarmadan kahvaltımı bitirdim. Böyle durumlarda kimseye bulaşmaya gelmez. Ama annem bir bomba da bana patlattı:

“Okuldan oyalanmadan dön, Özge. Bugün misafirlerimiz gelecek.”

Al İşte! Şu, kelimenin sonundaki “miz” eki her şeyi açıklıyor. “Bu misafirler hepimizin. Bu durumda onları BERABER ağırlayacağız” demek oluyor yani. Annemin ne demek istediğini anlamıştım tabi. Ama saf saf sordum:

“Ben bir hoş geldiniz der odama giderim, olur mu?”

“Olmaz. Sen evin genç kızısın. Odana kapanacak yaşı geçmedin mi çoktan? Bana yardım edersin biraz. Safiye Hanımların grubu da gelecek. On dokuz kişi falan oluyoruz. Tek başıma dünyada baş edemem o kadar misafirle.” (O zaman neden çağırıyoruz, anlamıyorum.)

Ha! Bu arada evin genç kızı olarak size kendimi tanıtmadım tabi. Adım Özge. On dört yaşında bir genç kızım ben. Yani bence öyle. Tabii, bu bizimkilerin o anki psikolojisine göre değişiyor. Evde yapmam gereken işler varsa (odamı toplamak ve zıpır kardeşimle ilgilenmek gibi angarya işler yani) bir genç kızım ben… Hele hele misafir falan geliyorsa ve ben onların tipik sorularını akıllıca cevaplamak zorundaysam, kesinlikle bir genç kızım. Eminim iyi bilirsiniz o soruları: “Ee, okul nasıl gidiyor bakalım?” Nasıl gitsin? Okul işte! Bir dahi olmadığıma göre! Zayıfsız bir karne getirmeye çalışıyoruz, o kadar. Zaten insanın okul hayatı nasıl gidebilir ki? Derse girip çıkarsın. Belki basket falan oynarsın. Kafan basıyorsa dönem sonunda da bir takdir belgesi getirirsin eve. (Meraklı misafirlerin burnuna dayamak için!) O kadar! Ha! Tabii bütün bu detayları dinlemek için sormazlar zaten. Duymak istedikleri cevap şudur: “İyİ gidiyor. Teşekkür ederim.” Alın size bir başka tipik soru: “Nasılsın çocuğum? İyi misin?” …ve devam eder. “iyisin maşallah! Genç kız olmuşsun vallahi! Ah! Ah! Siz serpilip büyüyorsunuz, biz yaşlanıyoruz.” Kendin sor, kendin anlat tarzında yani. Bu gibi durumlarda da siz, en uysal halinizle gülümseyip kafa sallayacaksınız bir zahmet. Ay, bütün bunları anlatıyorum, çünkü sinirim çok bozuldu. Sabah kahvaltısındaki tantana yetmezmiş gibi bir de annemin altın günü varmış iyi mi? Az önce sözünü ettiğim sorulan soran bütün kadınlar bizim eve gelecek yani. Ben de cuma gününü İple çekmiştim. Okuldan gelince bir duş alır, odamda keyif yaparım, dergi mergi okurum, gece de biraz televizyon seyrederim diyordum. Aslında, bu sözlerin devamında cumartesi sabahı da öğlenlere kadar uyurum diyebilmeyi isterdim. Ama imkansız. Ben bir sekizinci sınıf öğrencisiyim ve LGS’YE HAZIRLANIYORUM. Yani her hafta sonu öğlene dek dershaneye gidiyorum. Lİse Giriş Sınavları için hazırlık kurslarına. Olsun! Yine de hafta sonu tembelliğini içeren hoş bir program vardı kafamda.

Tabii annemi hesaba katmamıştım. Annem, her ayın ilk cuması kabul günü yapar. Artık altın günü mü olur, döviz günü mü olur, şansınıza!

Maksat eziyet olsun. Zaten çok hızlı bir hafta geçirmiştim. Öğretmenlerimiz ödev vermekte yarışmışlardı. Tarih öğretmeni Mualla Hanım ile matematikçi Sıfırcı Sacit de sözlü yapınca, iyice gerilmiştik. Annem de bu korkunç haftaya yakışan bir son hazırlamıştı.

Neyse! Direnmenin alemi yok. Zaten kapı zili çalmıştı.

“Işın geldi,” dedi annem.

Ben de kılık kıyafetime aynada son kez baktım ve Işın ile okula yollandım.

Işın, arkadaşım. Hani şu: “En iyi arkadaşın kim?” sorusunun cevabı olan kişi. Aslında birbirimizden oldukça farklıyızdır. Hiçbir konuda aynı fikirde olamayız. Benim ak dediğime o kara der. Ayrıca sık sık “Saçmalama” der. Sonra, “Duygularınla hareket ediyorsun, başımıza iş açılıyor,” der. “Azıcık kafanı kullansana,” der. Bence en Önemlisi: “Çok saçma ama madem sen istiyorsun, öyle olsun,” der.

O sabah da saç modelim için söylüyordu bunu.

“Nesi saçmaymış saçımın?” dedim aksi aksi.

“Saçın değil kızım,” dedi. “Uyguladığın model saçma. Bir oradan bir buradan alıp Örmüşsün. Karmakarışık görünüyor.”

“Zaten öyle görünmesi gerek,” dedim inatla. Saçlarımı hafif yandan zikzak biçiminde ayırmış ve iki örgü yapmıştım. Alnıma ve elmacık kemiklerime doğru perçemler uzanıyordu. Bence bu model, bal rengi saçlarıma da gitmişti. Bu renk moda oluncaya dek saçımdan nefret ediyordum ama şimdi “bu kadar isabet olamaz” diyorum. Doğuştan “trendy” yani.

Ben, kendi kendime saç rengimin hoşluğun­dan söz ederken, Işın başka telden çalıyordu. Hangi telden çaldığını sormayın, çünkü onu dinlememiştim. Sonunda:

“….tam bir salak.” diye bitirdi.

“Kim?”

“Arman.”

“Neden?”

“Araya Fırat’ı koyarsa benimle çıkabileceğini sanıyor da ondan.”

“Arman seninle çıkmak mı istiyor?”

“Senin aklın nerede? iki saattir ne anlatıyoruz biz?”

Işın hep böyle bizli konuşur. Kendisinden ben diye değil de biz diye söz eder. Artık bu biz dediği kim oluyorsa? Ağız alışkanlığı işte! Işın biraz sert tavırlıdır. Hafif kabadayı gibi yani. Zaten upuzun bir boyu ve atletik bir vücudu var. Okulun basket takımında oynar. Spor giyinir. Okul forması ile eşofmanlarından başka kıyafeti olduğunu sanmıyorum. Cicili bicili şeyleri de hiç sevmez. (Benimle alakası yoktur yani.)

Yine de alımlı kızdır. Gür, kahverengi saçları vardır. Çekik, ela gözleri ve düzgün bir cildi de buna eklemek lazım. Yani, Arman’ın ondan hoşlanması doğal. Bunu söylemeye cesaret…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Billur Köşk Hikâyeleri

Editor

Çözülmeler (12 Eylül’ün Savurduğu İnsanlar – Edep Ya Hu)

Editor

Cennetsiz

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası