Roman (Yabancı)

Isaac Asimov – İmparatorluk Kurulurken

MATEMATİKÇİ

CLEON — … Entun Hanedanından Son Galaksi İmparatoru. Galaktik Çağ tarihine göre 11 988’de doğdu. Hari Seldon’la aynı yılda. (Bazı kaynaklara göre Hari Seldon’un doğum tarihi belli değildir. Bu tarihin, Seldon’un Trantor’a ulaştıktan kısa bir süre sonra karşılaştığı söylenilen Cleon’unkine uyacak biçimde değiştirildiği iddia edilmektedir.)
I. Cleon, 12 010 yılında, yirmi iki yaşında tahta çıktı. Sorunlarla dolu bir çağda, hükümdarlığı sırasında garip, sükûn dolu bir dönem yaşandı. Bunu kesinlikle Yönetim Başkanı Eto Demerzel’in yeteneklerine borçluydu. Demerzel resmi arşivlere geçmemeye her zaman dikkat etti. Bu yüzden hakkında fazla bilgi yok.
Cleon ise…

GALAKSİ ANSİKLOPEDİSİ

Cleon esnemeye çalışarak, “Demerzel,” dedi. “Sen hiç Hari Seldon adında birinden söz edildiğini duydun mu?”
İmparator tahta çıkalı on yıl kadar olmuştu. Resmi törenlerde gerekli haşmetli tavır ve kılıklara büründüğü zaman etkileyici oluyordu. Meselâ, arkasındaki duvarın oyuğuna yerleştirilmiş olan hologramında pek görkemli gözüküyordu. Bu üç boyutlu resim, atalarının holograflarının bulunduğu diğer bölmeleri gölgede bırakacak biçimde konmuştu.
Holografin gerçeğe tümüyle uyduğu söylenemezdi. Cleon’un saçları gerçekte de, portresinde de açık kumraldı. Ama holografta daha koyu ve gür gözüküyordu bu saçlar. Yüzü asimetrikti. Üst dudağı sağ yanda hafifçe yukarıya doğru kalkıktı. Ama resimde bu görülmüyordu. İmparatorun boyu holografta 1.83’dü. Ancak Cleon ayağa kalkarak portresinin yanında durursa boyunun iki santim daha kısa olduğu da ortaya çıkacaktı. Hükümdar holografta gözüktüğünden biraz daha tombulcaydı.
Tabii holograf Cleon tahta çıktığı zaman yapılmış olan resmi bir portreydi. Ve İmparator o günlerde daha gençti. Ama hâlâ da genç duruyordu ve yakışıklıydı. Amansız resmi törenlerin pençesinde kıvranmadığı zamanlarda, yüzünde uysal bir ifade de oluyordu.
Demerzel dikkatle geliştirdiği o saygılı tavırlarla, “Hari Seldon mu?” diye cevap verdi. “Bu adı hiç duymadım, Efendimiz. Onu tanımam mı gerekirdi?”
“Bilim Bakanı dün gece bana ondan söz etti. Seldon’un adını duymuş olabileceğini düşündüm.”
Demerzel hafifçe kaşlarını çattı. Pek pek hafifçe. Çünkü kimse İmparatorun karşısında kaş çatamazdı. “Baş Yönetici ben olduğuma göre, Bilim Bakanının da o adamdan bana söz etmesi gerekirdi. Size her taraftan bombardımana başlarlarsa…”
Cleon elini kaldırdı, Demerzel hemen sustu. “Demerzel,
Lütfen! İnsan her zaman resmi davranamaz ki! Dün geceki resepsiyonda Bakanın yanından geçerken onunla bir iki kelime konuştum. O hemen coşuverdi. Tabii Bakanı dinlemezlik edemezdim. Zaten sonradan dinlediğime de memnun oldum. Çünkü sözleri ilginçti.”
“Hangi bakımdan, Efendimiz?”
“Artık matematik ve bilime pek önem verildiği o eski günler geride kaldı. Bu tür şeylere duyulan ilgi sönmüş gibi. Belki de keşfedebilecek her şey bulunduğu için. Sen de aynı fikirde değil misin? Ancak hâlâ ilginç şeyler olduğu da anlaşılıyor. Daha doğrusu, bana öyle olduğu söylendi.”
“Bilim Bakanı mı söyledi, Efendimiz?”
“Evet. Hari Seldon’un Trantor’da düzenlenen bir Matematik konferansına katıldığından söz etti. Nedense on yılda bir böyle bir toplantı yapıyorlarmış. Bakan bana Seldon’un, geleceğin matematiksel yolla tahmin edilebileceğini kanıtladığını açıkladı. ”
Demerzel pek hafifçe gülümsedi. “Ya fazla dirayetli bir adam olmayan Bilim Bakanı yanıldı, ya da o matematikçi. Geleceği tahmin, bir çocuğun sihirle ilgili hayallerinden farklı değil.”
“Öyle mi, Demerzel? Ama insanlar böyle şeylere inanıyorlar.”
“İnsanlar pek çok şeye inanıyorlar, Efendimiz.”
“Ama böyle şeylere çok inanıyorlar. Onun için de geleceğin tahmin edilebileceği iddiasının doğru olup olmadığı aslında hiç önemli değil. Bir matematikçi, hükümdarlık döneminin uzun ve mutlu olacağı, İmparatorluğun barış ve refah içinde yaşayacağı kehanetinde bulunuyorsa tabii… Bu iyi bir şey olmaz mı?”
“Bunu duymak tabii ki hoş bir şey olur. Ama bu neyi sağlar, Efendimiz?”
“İnsanlar bu kehanete inanırlarsa, buna uygun biçimde davranırlar. Pek çok kehanet, sadece inanıldıkları için gerçeğe dönüşmüştür. Bunlar ‘Kendi kendilerini gerçekleştiren kehanetler’dir. Sahi, şimdi aklıma geldi. Bunu bana sen açıklamıştın.”
Demerzel, “Öyle sanırım, Efendimiz,” dedi. İmparatoru dikkatle süzüyordu. Sanki ne kadar ileri gidebileceğini anlamaya çalışıyormuş gibi. Ama bu durumda herkes kehanette bulunabilir.”
“Fakat hepsine aynı derecede inanmazlar, Demerzel. Oysa kehanetini formüller ve terimlerle destekleyen bir matematikçiyi al. Belki söylediklerini hiç kimse anlamaz ama herkes ona inanır.”
Demerzel, “Sözleriniz her zamanki gibi mantıklı. Efendimiz,” diye mırıldandı. “Dertlerle dolu bir çağda yaşıyoruz. Para harcamayı ve askeri güce başvurmayı gerektirmeyen bir yoldan insanları sakinleştirmek her şeye değer. Askeri yöntem yakın geçmişte fazla bir yarar sağlamadı ve çok da zararlı oldu.”
“Evet, öyle Demerzel!” İmparator heyecanlanmıştı. “Şu Hari Seldon denilen adamı getir. Bana kollarının bu fırtınalı dünyaların her tarafına uzandığını söylüyorsun. Güçlerimin çekindikleri yerlere bile. O uzun kollarından birinin ucundaki pençeni uzat ve matematikçiyi getir. Onu görmek istiyorum.”
Demerzel, “Emredersiniz, Efendimiz,” dedi. Aslında Seldon’un yerini çoktan öğrenmişti. Bilim Bakanını, görevini iyi yaptığı için kutlamaya karar verdi.
Seldon sahneye hiç de etkileyici bir biçimde çıkmadı. İmparator I. Cleon gibi o da otuz iki yaşındaydı. Ama 1.73 boyundaydı. Düzgün yüzünde neşeli bir ifade vardı. Saçları çok koyu kestaneydi. Kılığından taşralı olduğu seziliyordu.
Sonradan Hari Seldon’u efsaneleşmiş, yan-tanrı bir insan olarak bilen kimseler onu bu halde görselerdi, matematikçinin kutsal bir şeye karşı saygısızlık ettiğini düşünebilirlerdi. Seldon’un tekerlekli sandalyeyle dolaşan, ak saçlı, kırışık yüzlü, sakin gülümsemesi bilgeliğini açıklayan bir insan olmamasını yadırgarlardı. Çünkü bildikleri Seldon böyle bir tipti. Ama tabii matematikçinin gözleri yaşlılığında bile neşe doluydu.
Seldon’un gözlerinde bugün özellikle belirgin bir neşe vardı. Çünkü On Yıl Konferansında tezini okumuştu. Hatta tez biraz ilgi bile uyandırmıştı. Yaşlı Osterfith de ona bakarak başını sallamış, “Çok ilginç, delikanlı,” demişti. “Çok çok ilginç.” Osterfith için bir övgü sayılabilirdi bu.
İşte şimdi de yeni ve beklenmedik bir gelişme olmuştu. Seldon bu olayın neşesini arttırması ve memnunluğunu yoğunlaştırmasının gerekip gerekmediğini bilemiyordu.
Matematikçi uzun boylu, üniformalı genç adama baktı. Subayın ceketinin sol tarafında “Uzay gemisi ve Güneş” işareti vardı.
İmparatorluk Muhafızlarından olan subay, kimliğini cebine sokmadan önce, “Ben Teğmen Alban Wellis,” dedi. “Şimdi lütfen benimle gelir misiniz, efendim?”
Tabii Wellis silahlıydı. Kapının dışında iki muhafız daha bekliyordu. Seldon, genç adamın bütün nezaketine rağmen bir davranış seçeneği olmadığını da biliyordu. Ama bilgi edinmemesi için de bir neden yoktu. “İmparatoru mu göreceğim?”
“Sizi saraya götüreceğiz, efendim. Bana sadece bu emir verildi.”
“Ama neden?”
“Nedeni bana açıklanmadı, efendim. Bana sizi şu ya da bu şekilde buraya götürmem için kesin emir verildi.”
“Sanki beni tutukluyorsunuz. Ben bunu hak edecek hiçbir şey yapmadım.”
“Hayır. Size şeref refakatçileri verildiğini düşünebilirsiniz. Tabii beni daha fazla geciktirmezseniz.”
Seldon da genç adamı geciktirmedi. Sanki başka soru sormaktan kaçınmaya çalışıyormuş sadece inanıldıkları için gerçeğe dönüşmüştür. Bunlar ‘Kendi kendilerini gerçekleştiren kehanetler’dir. Sahi, şimdi aklıma geldi. Bunu bana sen açıklamıştın.”
Demerzel, “Öyle sanırım, Efendimiz,” dedi. İmparatoru dikkatle süzüyordu. Sanki ne kadar ileri gidebileceğini anlamaya çalışıyormuş gibi. Ama bu durumda herkes kehanette bulunabilir.”
“Fakat hepsine aynı derecede inanmazlar, Demerzel. Oysa kehanetini formüller ve terimlerle destekleyen bir matematikçiyi al. Belki söylediklerini hiç kimse anlamaz ama herkes ona inanır.”
Demerzel, “Sözleriniz her zamanki gibi mantıklı. Efendimiz,” diye mırıldandı. “Dertlerle dolu bir çağda yaşıyoruz. Para harcamayı ve askeri güce başvurmayı gerektirmeyen bir yoldan insanları sakinleştirmek her şeye değer. Askeri yöntem yakın geçmişte fazla bir yarar sağlamadı ve çok da zararlı oldu.”
“Evet, öyle Demerzel!” İmparator heyecanlanmıştı. “Şu Hari Seldon denilen adamı getir. Bana kollarının bu fırtınalı dünyaların her tarafına uzandığını söylüyorsun. Güçlerimin çekindikleri yerlere bile. O uzun kollarından birinin ucundaki pençeni uzat ve matematikçiyi getir. Onu görmek istiyorum.”
Demerzel, “Emredersiniz, Efendimiz,” dedi. Aslında Seldon’un yerini çoktan öğrenmişti. Bilim Bakanını, görevini iyi yaptığı için kutlamaya karar verdi.
Seldon sahneye hiç de etkileyici bir biçimde çıkmadı. İmparator I. Cleon gibi o da otuz iki yaşındaydı. Ama 1.73 boyundaydı. Düzgün yüzünde neşeli bir ifade vardı. Saçları çok koyu kestaneydi. Kılığından taşralı olduğu seziliyordu.
Sonradan Hari Seldon’u efsaneleşmiş, yan-tanrı bir insan olarak bilen kimseler onu bu halde görselerdi, matematikçinin kutsal bir şeye karşı saygısızlık ettiğini düşünebilirlerdi. Seldon’un tekerlekli sandalyeyle dolaşan, ak saçlı, kırışık yüzlü, sakin gülümsemesi bilgeliğini açıklayan bir insan olmamasını yadırgarlardı. Çünkü bildikleri Seldon böyle bir tipti. Ama tabii matematikçinin gözleri yaşlılığında bile neşe doluydu.
Seldon’un gözlerinde bugün özellikle belirgin bir neşe vardı. Çünkü On Yıl Konferansında tezini okumuştu. Hatta tez biraz ilgi bile uyandırmıştı. Yaşlı Osterfith de ona bakarak başını sallamış, “Çok ilginç, delikanlı,” demişti. “Çok çok ilginç.” Osterfith için bir övgü sayılabilirdi bu.
İşte şimdi de yeni ve beklenmedik bir gelişme olmuştu. Seldon bu olayın neşesini arttırması ve memnunluğunu yoğunlaştırmasının gerekip gerekmediğini bilemiyordu.
Matematikçi uzun boylu, üniformalı genç adama baktı. Subayın ceketinin sol tarafında “Uzay gemisi ve Güneş” işareti vardı.
İmparatorluk Muhafızlarından olan subay, kimliğini cebine sokmadan önce, “Ben Teğmen Alban Wellis,” dedi. “Şimdi lütfen benimle gelir misiniz, efendim?”
Tabii Wellis silahlıydı. Kapının dışında iki muhafız daha bekliyordu. Seldon, genç adamın bütün nezaketine rağmen bir davranış seçeneği olmadığını da biliyordu. Ama bilgi edinmemesi için de bir neden yoktu. “İmparatoru mu göreceğim?”
“Sizi saraya götüreceğiz, efendim. Bana sadece bu emir verildi.”
“Ama neden?”
“Nedeni bana açıklanmadı, efendim. Bana sizi şu ya da bu şekilde buraya götürmem için kesin emir verildi.”
“Sanki beni tutukluyorsunuz. Ben bunu hak edecek hiçbir şey yapmadım.”
“Hayır. Size şeref refakatçileri verildiğini düşünebilirsiniz. Tabii beni daha fazla geciktirmezseniz.”
Seldon da genç adamı geciktirmedi. Sanki başka soru sormaktan kaçınmaya çalışıyormuş gibi dudaklarını birbirine bastırdı, başını sallayarak ilerledi. Belki İmparatorla tanışacak ‘hükümdarın takdirlerine mazhar’ olacaktı. Ama hiç de mutlu değildi. Aslında İmparatorluktan yanaydı. Daha doğrusu, insanlarla dolu dünyaların birlik ve barış içinde yaşamalarından yana. Ama İmparatoru hiç desteklemiyordu.
Subay önden ilerledi, diğer iki muhafız da geriden. Seldon karşılaştığı kimselere gülümseyerek kayıtsız bir tavır takınmaya çalıştı. Otelin önünde bekleyen resmi yer taşıtına bindiler. (Seldon elini kanepenin yüzüne sürdü. O zamana kadar böyle süslü bir arabaya hiç binmemişti.)
Trantor’un en zengin semtlerinden birindeydiler. Burada kubbe, insanın kendisini açık bir yerde sanmasına yol açacak kadar yüksekti. İnsan güneşte yolculuk yaptıklarına yemin edebilirdi. Hari Seldon gibi açık bir dünyada doğup büyümüş biri bile. Güney gözükmüyordu. Gölge de yoktu. Ama hava temiz ve mis kokuluydu.
Sonra kubbe alçaldı, duvarlar birbirine yaklaştı. Çok geçmeden kendilerini kapalı bir tünelde buldular. Duvarlar da düzgün aralıklarla “Uzay Gemisi ve Güneş” işaretleri vardı. Seldon, “Buranın resmi araçlara ait olduğu belli,” diye düşündü.
Bir kapı açıldı, yer arabası hızla içeri girdi. Kapı arkalarından kapandığı zaman kendilerini gerçekten açıklık bir yerde buldular. Trantor’da üzerinde kubbe olmayan sadece 250 kilometre karelik bir alan vardı. İmparatorluk Sarayı da buradaydı. Seldon burada dolaşmak istiyordu. Saray yüzünden değil. Galaksi Üniversitesi, daha da ilginci, Galaksi Kitaplığı orada olduğu için.
Ancak kapalı Trantor dünyasından koru ve bahçelerle süslenmiş bu açıklığa çıkarken bulutlar gökyüzünü kararttı. Soğuk bir rüzgâr Seldon’un gömleğini uçuşturdu. Matematikçi camı kapatmak için düğmeye bastı.
Dışarda hava kasvetliydi.
Seldon, İmparatorla karşılaşacağından pek de emin değildi. En büyük bir ihtimalle, dördüncü ya da beşinci kademeden, İmparator adına konuştuğunu iddia edecek biriyle konuşacaktı.
“İmparatoru kaç kişi görebildi? Holovizyon’da değil de, kendisini. Kim gerçek İmparatorla karşılaşırdı? Şu anda içinde bulunduğunuz bu İmparatorluk bahçelerinden hiç çıkmayan Cleon’la?”
İmparatoru görenlerin sayısı azdı. Gitgide daha da azalıyordu. İnsanların yaşadığı yirmi beş milyon dünyanın toplam nüfusu milyarları aşıyordu. Bu insanların arasından kaçı İmparatoru görmüştü? Ya da görecekti? Bin tanesi mi?
Bu duruma aldıran da var mıydı? Hükümdar sadece İmparatorluğun bir simgesiydi. “Uzay Gemisi ve Güneş” gibi. Ama bu işaret kadar yaygın ve gerçek de sayılmazdı. Artık insanlar için ağır bir yük halini alan İmparatorluğu, şimdi her yere doluşan memurları ve askerleri simgeliyorlardı. İmparator değil.
İşte Seldon da bu yüzden, kendisini orta büyüklükte, lüks eşyalarla dolu bir odaya soktukları zaman, bir masanın kenarına ilişmiş olan genç görünüşlü adamı fark ettiğinde kendi kendine, “Neden bu memur bana böyle nazik ve uysal bir tavırla bakıyor?” diye sordu. Adam bir ayağını yere dayamıştı, diğerini sallıyordu. Seldon hükümet memurlarının ve özellikle İmparatorun emrinde çalışanlara! her zaman, sanki bütün Galaksinin yükünü omuzlarında taşıyorlarmış gibi pek ciddi tavırlar takındıklarını biliyordu. Bu adamlar önem dereceleri azaldıkça da daha tehdit edici tavırlar takmıyorlardı.
O halde bu memurun derecesi çok yüksekti. Güç güneşi onu iyice aydınlatıyordu. Bu yüzden de, çatınma gereğini hiç duymuyordu.
Seldon ne dereceye kadar etkilenmesi gerektiğini bilemedi. Ama önce memurun konuşmasını sessizce beklemenin daha iyi olacağına karar verdi.
Memur, “Siz Hari Seldon’sunuz sanırım,” dedi. “Matematikçi.”
Seldon kısaca, “Evet, efendim,” diye cevap vererek bekledi.
Genç adam elini salladı. “Efendim değil, ‘Efendimiz,’ demeniz gerekir. Ama ben resmiyetten nefret ederim. Hep protokol ve resmiyetle karşılaşıyorum. Bıktım artık. Burada yalnızız. Onun için şımarıklık edip protokolü bir tarafa bırakacağım. Oturun, profesör.”
Seldon bu sözlerin ortasında karşısındakinin ‘Bu Adı İlk Taşıyan İmparator Cleon’ olduğunu anladı. Birdenbire soluğu kesiliverdi. Şimdi dikkatle baktığı için haberlerde sık sık görülen resmi holografla bu adam arasındaki hafif benzerliği farketti. Ama o resimde Cleon her zaman etkileyici bir kıyafette oluyordu. Boyu daha uzun, kendisi de daha soylu ve buz gibi suratlı görünüyordu.
İşte holografin aslı karşısındaydı Seldon’un. İmparator sıradan bir adama benziyordu.
Profesör kımıldamadı.
İmparator kaşlarını hafifçe çattı. Protokolü geçici olarak bir tarafa bırakmayı istemesine rağmen emretme alışkanlığından vazgeçmemişti. “Size oturmanızı söyledim. Şu koltuğa. Çabuk.”
Seldon dili tutulmuş gibi koltuğa oturdu. “Evet, Efendimiz,” diyecek halde bile değildi.
Cleon gülümsedi. “Hah şöyle. Şimdi sıradan iki insan gibi konuşabiliriz. Protokol ortadan kalkınca öyle oluyoruz zaten. Değil mi?”
Matematikçi ihtiyatla, “Majesteleri öyle söylüyorlarsa öyledir,” dedi.
“Ah, yapmayın canım! Neden bu kadar ihtiyatlı davranıyorsunuz? Sizinle eşit iki insan gibi konuşmak istiyorum. Bu bana zevk verecek. Bu kaprisime uyun.”
“Peki, Efendimiz.”
“Her şeye, ‘Evet’ diyen bir adam. Size ulaşmamın hiç yolu yok mu?” Cleon, Seldon’u süzdü.
Profesör İmparatorun kendisine merak ve ilgiyle baktığını düşündü.
Sonunda İmparator, “Matematikçiye hiç benzemiyorsunuz,” dedi.
Seldon ilk kez o zaman gülümsemeyi başardı. “Bir matematikçinin nasıl olması gerektiğini bilmiyorum, Maj…”
Cleon onu uyarır gibi elini kaldırdı, profesör de o kelimeyi yarıda kesti. İmparator mırıldandı. “Galiba kır saçlı olması gerekiyor. Belki sakallı olması da. Yaşlı olması gerektiği ise kesin.”
“Ama başlangıçta matematikçilerin de genç olmaları gerekir.”
“Ama o sırada ün yapmamışlardır. Galaksinin dikkatini çektikleri zaman, tarif ettiğim gibi insanlardır.”
“Korkarım ben ünlü biri değilim.”
“Ama buradaki konferansta bir konuşma yaptınız.”
“Pek çoğumuz konuştu. İçlerinden bazıları benden de gençti. Ancak pek azımızla ilgilendiler.”
“Konuşmanızın memurlarımdan bazılarının dikkatini çektiği anlaşılıyor. Bana geleceği tahmin etmenin mümkün olduğuna inandığınızı söylediler.”
Seldon birdenbire kendini çok yorgun hissetti. Galiba ileri sürdüğü kuram her zaman yanlış yorumlanacaktı. Belki de tezini okumakla hata etmişti. “Hayır, pek de öyle değil. Benim yaptığım bundan çok daha kısıtlı. Pek çok sistemde, belirli bazı koşullarda karmaşa görülüyor. Yani belirli bir çıkış noktasına göre sonuçları tahmin etmek imkânsız. Bu bazı asit sistemler için bile geçerli. Ancak bir sistem ne kadar karmaşıksa, karışıklık çıkması ihtimali de o kadar artıyor. İnsan toplumu gibi karışık bir sistemde pek çabuk keşmekeş görüleceği ve o yüzden de olayların öncelden tahmin edilemeyeceği düşünülürdü. Ancak ben insan toplumunu incelerken bir başlangıç noktası seçmenin ve düzensizliği engelleyecek uygun bazı tahminlerde bulunmanın mümkün olabileceğini gösterdim. Bu gelecekle ilgili tahminlerde bulunulmasını sağlayacak. Tabii ayrıntılarıyla değil. Ama geniş çizgileriyle. Tabii sonuçlar kesin olmayacak. Ancak ihtimaller saptanabilecek.”
Matematikçiyi dikkatle dinlemiş olan İmparator, “Ama bu gelecekle ilgili tahminlerde nasıl bulunulabileceğini gösterdiğiniz anlamına gelmiyor mu?” dedi.
“Yine… tam anlamıyla değil. Ben bunun kuramsal olarak yapılabileceğini gösterdim ama o kadar. Daha fazlasını yapabilmek için doğru bir başlangıç noktasını bulmamız, doğru varsayımlar yürütmemiz ve bunları sınırlı bir zaman içinde hesap yoluyla geliştirmemiz gerekir. Matematik tezim bütün bunların nasıl yapılacağını açıklamıyor. Biz bunların hepsini yapabilsek, sadece ihtimalleri değerlendirmiş oluruz. Tabii bu, gelecek konusunda kehanette bulunmaya benzemez. Sadece olabilecek şeylerin bir tahmini sayılır. Başarılı her politikacı, işadamı ya da herhangi bir meslekten bir insan da gelecekle ilgili bu tür değerlendirmeleri yapmak zorundadır. Hem de başarılı bir biçimde. Yoksa başarıya ulaşamaz.”
“Onlar bu işi matematiğe başvurmadan yapıyorlar.”
“Doğru. Bu konuda onlara sezgileri yardım ediyor.”
“Uygun matematik formülleriyle ihtimalleri herhangi bir kimse değerlendirebilir. Olağanüstü sezgileri sayesinde başarılı olan insan pek çok sayılmaz.”
“Bu da doğru. Ama ben sadece matematiksel analizin mümkün olabileceğini gösterdim. Bunun pratik bir yöntem olduğunu iddia etmedim.”
“Bir şey mümkünse pratik de olmalıdır. Aksi nasıl olur?”
“Teorik olarak benim galaksideki her dünyaya gitmem ve oradaki her insanı selamlamam mümkün. Ancak bunu yapmaya ömrüm yetmez. Ölümsüz olduğumu farz edelim. Doğum oranı, benim yaşlılarla konuşma oranımdan hızlı olur. Daha da önemlisi, pek çok yaşlı, ben daha onlara ulaşamadan ölür.”
“Bu sizin gelecek matematiğiniz bakımından da geçerli mi?”
Seldon bir an durakladı, sonra, “Belki de matematik formüllerinin oluşturulması çok uzun sürer,” dedi. “Hiper uzaysal hızla çalışan evren büyüklüğünde bir bilgisayarımız olsa bile. Bir cevap aldığınız sırada, aradan durumu iyice değiştirecek kadar yıl geçmiş olur. Bu yüzden de cevabın bir anlamı kalmaz.”
Cleon sert sert sordu. “Neden işlem basitleştirilemiyor?”
“Majeste…” Seldon, Cleon’un cevapları beğenmediği için gitgide daha resmileştiğinin farkındaydı. “Bilim adamlarının atomdan küçük parçacıklar konusunda nasıl çalıştıklarını düşünün. Sayıları pek çok bu parçacıkların hepsi de önceden tahmin edilemeyecek bir biçimde, gelişigüzel hareket ediyor ya da titreşiyorlar. Ama bu karmaşanın derinlerinde bir düzen olduğu da anlaşılıyor. Bu yüzden, sormayı başarabildiğimiz bütün soruları cevaplayacak bir kuantum mekaniği saptayabiliyoruz. Toplumu incelerken insanları, bu atomdan küçük parçacıkların yerine geçiriyoruz. Ama şimdi ek bir faktör daha var: insan kafası. Parçacıklar kafasızca dolaşıyorlar. Ama insanlar öyle değil. Kafanın çeşitli fikir ve dürtülerini hesaba kattığınız an, problem daha karışık bir hal alır. Ve bütün noktalarla ilgilenmek için zaman bulamazsınız.”
“Gelişigüzel harekâtta olduğu gibi, kafanın derinliklerinde de gizli bir düzen yatamaz mı?”
“Belki. Matematiksel analizlerim her şeyin altında bir düzen olması gerektiğini gösteriyor. Ne kadar düzensiz gibi gözükürse gözüksün. Ama matematik bana bu gizli düzeni nasıl bulacağımı açıklamıyor. Düşünün, majeste… Yirmi beş milyon dünya. Her birinin kendine özgü genel özellikleri ve kültürü var. Her biri diğerlerinden çok farklı. Her birinde bir milyar ya da daha fazla insan yaşıyor. Ve bu insanların her birinin kendisine özgü bir kafası var. Ve bütün dünyalar sayısız biçimlerde birbirlerini etkiliyorlar. Psiko-tarih analizi teorik olarak mümkün. Ama bunu uygulamak da imkânsız.”
“Psiko-tarih terimi ne anlama geliyor?”
“Ben gelecekle ilgili ihtimallerin kuramsal olarak değerlendirilmesini ‘Psiko-tarih’ diye tanımlıyorum.”
İmparator birdenbire ayağa kalkarak odanın diğer tarafına doğru yürüdü. Döndü ve hızla yaklaşarak hâlâ koltukta oturan matematikçinin önünde durdu. “Ayağa kalkın!” diye emretti.
Profesör bu emri yerine getirerek boyu kendisinden uzun olan Cleon’a baktı. Gözlerini ondan kaçırmamaya çalışıyordu.
İmparator uzun bir sessizlikten sonra, “Şu sizin psiko-tarih,” dedi. “Bu pratik bir hale getirilebilseydi çok yararlı olurdu. Öyle değil mi?”
“Tabii son derecede yararlı olurdu. Geleceği, çok genel hatlarıyla bile olsa tahmin edebilmek, davranışlarımız bakımından yepyeni ve olağanüstü bir rehber görevi yapardı.
Şimdiye kadar insanlığın elinde olmayan bir yöntem. Ama tabii…” Seldon durakladı.
Cleon sabırsızca, “E?” dedi.
“Psiko-tarih sonuçlarını, kararları veren birkaç kişi dışında, kamu öğrenemezdi.”
İmparator şaşkınlıkla, “Öğrenemez miydi?” diye bağırdı.
“Durum açık. İzin verin de anlatmaya çalışayım. Bir psiko-tarih analizi yapılabilseydi ve sonuç kamuya açıklansaydı, o zaman insanlığın çeşitli duygu ve tepkileri hemen çarpılırdı. Gelecek bilinmeden duyulan hislere ve gösterilen tepkilere dayanan psiko-tarihinde bir anlamı kalmazdı. Anlatabiliyor muyum?”
İmparatorun gözleri parladı. Neşeyle bir kahkaha attı. “Harika!” Elini Seldon’un omzuna vurdu. Matematikçi hafifçe sallandı. Cleon, “Anlamıyor musunuz?” dedi. “Anlamıyor musunuz? İşte yararınız burada. Geleceği tahmin etmeniz şart değil. Sadece bir gelecek seçin. İyi bir gelecek. Yararlı bir gelecek. İnsan duygularını ve tepkilerini, tahmin ettiğiniz geleceğin gerçekleşmesini sağlayacak biçimde değiştirecek bir kehanette bulunun. Geleceğin kötü olduğunu tahmin etmektense, iyi bir yarın yaratılmalıdır.”Seldon kaşlarını çattı. “Ne demek istediğinizi anlıyorum. Efendimiz. Ama bu da imkânsız.”
“İmkânsız mı?”
“Şey… hiç olmazsa pratik değil. Anlamıyor musunuz? İşe insan duygulan ve tepkileriyle başlar, bunların neden olacağı bir geleceği tahmin ederseniz, bir de bunun tersini yapamazsınız. Yani gelecekle başlayarak, bunu sağlayacak insan duygularını ve tepkilerini tahmin edemezsiniz.”
Cleon hayal kırıklığına uğramıştı. Dudakları inceldi. “Ya teziniz?… Ondan böyle söz ediyorsunuz değil mi? Tez diye… Onun ne yaran var?”
“Benimki sadece matematiksel bir gösteriydi. Matematikçileri ilgilendiren bir noktayı belirtiyordu. Ama ben tezimin yararlı olabileceğini hiçbir zaman düşünmedim.”
Cleon öfkeyle, “Bence bu iğrenç bir şey,” diye homurdandı.
Seldon hafifçe omuzlarını kaldırdı. Tezini açıklamaması gerektiğini iyice anlamıştı artık. İmparator kendisini budala yerine koyduğuma karar verirse halim ne olur, diye düşünüyordu.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Endgame: Çağrı

Editor

Yaz ve Şehir

Editor

Otranto Şatosu

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası