Gazeteci Nazlı Ilıcak, Fethullah Gülen’le ilişkilendirilen pek çok konuyu mercek altına aldı.
90’lı yıllardan itibaren Türk siyasi hayatında bir isim öne çıktı: Fethullah Gülen.
Her dönem hakkında birtakım iddialar ortaya atılan Fethullah Gülen ve Cemaati, özellikle Ergenekon soruşturmasıyla birlikte daha çok gündeme geldi. Ergenekon sürecinde Fethullahçı olarak bilinen polislerin parmağı olduğu, Cemaat mensuplarının özellikle adliye ve mülkiye içinde örgütlendikleri iddiaları dillendirildi.
Gazeteci Nazlı Ilıcak da 28 Şubat sürecinden cumhurbaşkanlığı seçimine, Emniyet içindeki “F tipi örgütlenme” iddialarından gazetecilerin tutuklanmasına kadar Fethullah Gülen’le ilişkilendirilen pek çok konuyu mercek altına aldı.
“Bir geçiş dönemindeyiz, hiçbir şey durağan değil” diyen Nazlı Ilıcak, Her Taşın Altında “The Cemaat” mi Var?’da bir gözlemci ve gazeteci olarak olayları farklı bir bakış açısıyla değerlendiriyor.
***
içindekiler
Önsöz…9
Ergenekon davası ve Fethullah Gülen…11
Sabri Uzun ve “Fethullahçı komplo”…13
Ahmet Şık’ın kitabında Sabri Uzun’la ilgili notlar…23
Hanefi Avcı’mn kitabı…25
Danıştay saldırısından Ergenekon’a…28
Avcı’nm çelişkileri…31
Avcı’mn telefonu neden dinlendi?…35
Poliste Cemaat’in imamı…38
Gülen referandumda uevet”çiydi…41
Odatv’de dijital dosyalar…47
Odatv ve Bay kal…51
Kılıçdaroğlu, Soner Yalçın’ı övüyor….56
Taciz ve Ergenekon…57
Odatv ve Kozinoğlu…58
Kitaba sansür mü?…59
Genelkurmay brifingi ve basın…62
Basın ve 27 Nisan e-muhtırası…74
İktidara eleştiri…90
Basm ve kapatma davası…93
AK Parti’nin kapatılmasını isteyenler…102
İlhan Selçuk, Şener Enıygur’la ne konuştu?…108
9 Mart Olayı ve “cici demokrasi”…109
Hedefteki isim Ali Fuat Yılmazer…112
Perinçek, “Fethullahçı Gladyo”ya karşı…118
İltica île Mücadele Eylem Planı ve Yılmazer…120
Nedim Şener, Yılmazer’e karşı…121
İçişleri Bakanlığı müfettişleri Yılmazer’i kusurlu bulmadı…123
Nedim Şener’in Posta’daki yazıları…131
Fethullah Gülen (iddialar-davalar)…143
Fethullah Gülen’le tanışmam…145
İki önemli röportaj…147
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın uzlaşma toplantısı…150
MİT raporu…154
Aydınlık’tan al haberi…159
Batı Çalışma Gnıbu raporu…164
“Hoca’nın Okullan”…170
Tertip “Cevizkabuğu”nda ortaya çıktı…172
Poliste Fethullahçı örgütlenme…177
Telekulak…181
Gülen, Reha Muhtar’a anlatıyor…189
Ortaya çıJcan kasetler ve Gülen’in açıklamaları…194
Fethullah Gülen’den iddialara cevap…204
Medyadan Gülen’e salvolar…214
Gülen’i savunanlar…229
Nuh Mete Yüksel’in iddianamesi…235
Kasetlerin muhtevası…245
Gülen’in düşünce dünyası…264
Gülen beraat ediyor…273
BÇG raporu “Küfümame”…276
Necip Hablemitoğlu’nun iddiaları…286
Gülen Cemaati aleyhine kara propaganda…309
Gülen’in ağzından hedefleri…313
Sonuç…327
Önsöz
Değişim yaşanan yıllarda, güncel olayları konu alan bir kitap yazmak hiç de kolay değil. Askeri vesayeti kıran adımlar atılıyor… Belki biraz fazla üeri gidiliyor, belki kurunun yanında yaş dayanıyor. Ergenekon’la ilişkili görülen siviller tutuklanıyor; birbirini tanımayan, lıatta sevmeyen kişiler aynı kazanda kaynatılıyor. Basın mensuplan davaya dahil edilirken “Türkiye’de düşünce özgürlüğü tehdit altında mı?” sorusu ortaya atılıyor. İktidarı eleştiren Erge- nekoncu mu oluyor? Ya da Gülen’e dolaman yanıyor mu?
Kitabımda, koca bir Ergenekon davasını, bütün ayrıntılarıyla yazmadım. Bir yandan Ergenekon davasına kısmen temas ettim, bir yandan da 1994 yılından beri seslendirilen Cemaat’in devlet içinde örgütlendiği iddialarını inceledim. Nedim Şener ve Ahmet Şık ile Fethullah Gülen’in karşı karşıya geldiği noktadan başlayarak, her dönem Gülen’in aynı suçlamaların hedefi yapıldığını örneklerle anlattım. Hrant Dink cinayeti, Hanefi Avcı ve Ali Fuat Yılmazer isimleri üzerinde de, sadece bu suçlamalar çerçevesinde durdum. Acaba Yılmazer’in, “Fethullahçı” diye hedef alınmasının sebebi, Ergenekon davasını tetikleyen baş aktörlerden biri olması mıydı?
Yargıya intikal eden davalar hakkında kesin bir hüküm vermekten kaçınmakla birlikte, sadece hadiseleri bir tarihçi soğukkanlılığıyla anlatmadım. Bir gözlemci ve gazeteci olarak, olayları kendi açımdan da değerlendirdim; yorumladım. Sözgelimi Nedim Şener ya da Ahmet Şık veya Hanefi Avcı bir kitap yazdıkları için mi tutuklandılar? Yoksa, bir örgüt adına sipariş edilen kitabı yazdıkları için mi? Herkes farklı düşünüyor. Toplum ikiye ayrılmış durumda. Ben olayı, savcının iddianamesinden yola çıkarak anlattım; savcının örgüt ile bu şahıslar arasında ilişki gördüğü için, onlar hakkında dava açtığını belirttim. Bununla beraber, merkez gibi gösterilen Odatv’nin aklanma ihtimali olduğunu da söylemek isterim. Çünkü bir geçiş dönemi içindeyiz; hiçbir şey durağan değil.
Kitabımda, yaşadığımız hareketli günlerin bir kesitini bulacaksınız. Her an değişmesi muhtemel hadiseleri kendime göre yorumladım ve pozisyon almaktan çekinmedim. Yazdıklarım, kesin hüküm değil, sadece kanaatlerimdir.
Nazlı Ilıcak
Sabri Uzun ve “Fethullahçı komplo”
Ergenekon davasının ilk günlerinden itibaren Fethullah Gülen adı ön plana çıkmaya başladı. Birçok önemli belge düzmece diye nitelendirilirken, “sahtekârlık yapanların” Cemaat’e mensup kişiler olduğu ileri sürülüyordu. Ayrıca, gizlilik arz eden birçok yazışmanın medyaya yansımasında, asker ya da poliste yuvalanan Cemaatçi yapının rolü olduğu söyleniyordu.
İlk başlarda, daha ziyade Ergenekon sanıklarından gelen suçlamalara, daha sonraları uzun süre devlete hizmet eden Emniyet mensuplan da katıldı. Bunlardan biri Hanefi Avcı, diğeri Sabri Uzun’du. Yıllarca istihbarat Daire Başkanlığı yapan Sabri Uzun, 2006 yılında “Fethullahçı komplo” ile görevden alındığını düşünüyordu. Bu düşüncesini, ilk defa Fatilı Altaylı’ya yazdığı mektupta açıkladı.
Olayı iyi anlatabilmek için baştan başlayalım. Haber Tiirk gazetesinde 17 Kasım 2009’da Fatih Altaylı “Bence İhbarcı Subay Yok” başlıklı bir yazı kaleme aldı. İrtica ile Mücadele Eylem Pla- m’nın ıslak imzalı bir kopyasının ortaya çıktığı günlerdi. O kopyayı ilgililere ulaştıran “ihbarcı bir subay”dan söz ediliyordu.
Söz konusu subay, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “kâğıt parçası” dediği eylem planının Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlandığını gösteren ıslak imzalı örneği yetkililere ulaştırmakla yetinmiyor, başka önemli bilgiler de veriyordu.
İhbarcı subay, savcıya peş peşe iki mektup göndermişti. Bunlardan biri 26 Ekim 2009, diğeri 4 Kasım 2009 tarihini taşıyordu, ihbar mektubu şu cümlelerle başlıyordu:
Sayın Savcım, kuşaklar boyu Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hizmet etmiş bir aileye sahip olmaktan onur duyan bir subayım. (…)
… ordumuzun kendi milleti nazarında güven kaybediyor olması çok acı bir durumdur. Kendi milletine karşı psikolojik harekât yapan, toplumu bölen ve toplumun değerlerini karşısına alan bir TSK’nın hayal edilmesinin mümkün olmadığı nasıl bir gerçekse, TSK’nın tamamının böyle olmadığı da bir gerçektir. (…)
… kendi vatandaşına psikolojik harekât uygulayan ve bunun adına da, “bilgilendirme faaliyeti” şeklinde masum ve haklı görünen bir maske uyduran cuntanın oluşumunda birçok arkadaşımla birlikte görev aldım. Bu oluşum, Psikolojik Harekât Daire Başkanlığını kendine maşa olarak kullanıyordu. Bu güzide kurumun imkân ve kabiliyetlerinden yararlanılarak, devletin vali, kaymakam, savcı, hâkim gibi önemli kadrolarında görevli personeli de dahil olmak üzere insanlarımız “Bilgi Fişi” adı verilen belgelerle tek tek fişlendi. (…)
… bu faaliyetlerin kamuoyuna yansıması sonucu kurumumuz yıprandı, adı, “Bilgi Destek Daire Başkanlığı” olarak değiştirildi.
Bu girişten sonra ihbarcı subay, İrtica île Mücadele Eylem Planı konusuna lafı getiriyordu. Söz konusu eylem planı, Avukat Serdar öztürk’ün ofisinin aranması sırasında ortaya çıkmış, ama fotokopi olduğu için, altındaki imzanın Albay Dursun Çiçek’e ait olup olmadığı tartışması başlamıştı.
Hatta Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ “Bu bir kâğıt parçası; hiç önemi yok” diyerek eylem planını önemseyenlere sert bir dille çatmıştı.
Şimdi sözü ihbarcı subaya bırakalım:
Sayın Savcım, İrtica ile Mücadele Eylem Planı basında yer alır almaz, erken davranarak, söz komısıı evrakın aslını gizlice dosyalandığı klasörden aldım. Belgenin aslının yerinde olmadığı anlaşılınca, önce bir kriz yaşandı, ancak daha sonra, belgenin ele geçirilmesinden korkan bir cunta mensubu tarafından imha edildiği görüşü benimsendi. Nitekim Org. İlker Başbuğ, belge hakkında basın açıklamasını, aslının imha edildiğine kanaat getirdikten sonra yaptı.
Aynı subay, ikinci ihbar mektubunda, hem birincisinden doğan yanlış anlamaları düzeltiyor, hem de ilave bilgi veriyordu. Söylediklerini daha anlaşılabilir hale getirerek yayınlıyorum.
Birinci ihbar mektubunun ekinde gönderilen Bilgi Destek Planı (EK-B), Yaşar Büyükanıt’ın talimatıyla ve Genelkurmay 2. Başkanı Org. Ergin Saygun’un emri gereği, Genelkurmay Harekât Başkanı Nusret Taşdeler’e hazırlatılmıştı. (Hazırlık, Genelkurmay Bilgi Destek Daire Başkanlığı Şube Müdürlüğü’nde görevli, kurmay albaylar Dursun Çiçek, Sedat Özüer ve Fuat Selvi tarafından gerçekleştirilmişti.)
ihbarcı subayın bahsettiği Bilgi Destek Planı’nın Lahikası, yani uygulanmasını gösteren belge, daha önce 20 Haziran 2008’de Taraf gazetesinde yayınlanmıştı. Bu Lahika’da, “irticai gelişmelerin” sorumluluğunun nasıl AK Parti’ye yüklenebileceği anlat ılıyordu. Mesela’ irticai faaliyetlere zemin hazırlayan birçok gelişmenin bizzat iktidar tarafından organize edildiği, bu kapsamda yasal ve idari altyapının hazırlandığı, irticai faaliyetlerin hem merkezi yönetim hem de yerel yönetimler tarafından yürütüldüğü anlatılacaktır…
İhbarcı subay, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun görevinden ayrıldıktan sonra, yerine gelen Haşan Iğsız’ın irtica ile Mücadele Eylem Planı’nın hazırlanması talimatını verdiğini ileri sürüyordu:
irtica ile Mücadele Eylem Planı ise, Org. Ergin Saygun’un yerine. Genelkurmay 2. Başkanlığına gelen Hasan Iğsızın talimatıyla hazırlanmıştır. Bu planın hazırlanmasında Iğsız’ın verdiği direktif gereği, Korgeneral Mehmet Ersöz, Tümgeneral Mustafa Bakıcı ve Kurmay Albay İlker Ziya Göktaş görev almıştır. Eylem Planı, Kurmay Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlanın ıştır.
Nisan 2009 tarihli irtica İle Mücadele Eylem Planı, AK Parti yi ve Fethullah Gülen Cemaatini hedef almıştı. AK Partinin içini karıştırmaktan, Gülen Cemaatine ait evlere silah koymak suretiyle, onları terör eylemleriyle irtibatlandırmaktan söz ediyordu:
AK Parti içindeki ajanlar harekete geçirilerek, parti içinde bölünme olduğu izlenimi yaratılacak; Ermenistan ve Yunanistan konuları gündemde tutularak, milliyetçi duygular tahrik edilecek, böylece milliyetçi partilerin tabanı genişletilecek. Gülen Cemaati’nin İşık Evleri’ne baskınlar tertip edilerek, onları Yahudilik, CIA, MOSSAD, Moon Tarikatı, Humeyni vs gibi kurumlarla irtibatlı gösterecek objelerin ve Alevi düşmanlığını körükleyici bilgi ve evrakın bulunması sağlanacak; bu Cemaat’in “Fethullahçı silahlı terör örgütü” olarak yargılanmasının yolunu açmak üzere, evlerde silah ve mühimmat ele geçirilecek.
Özetle, ihbarcı subaya göre, Bilgi Destek Planı, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun’un talimatıyla, İrtica İle Mücadele Eylem Planı ise, halefi Orgeneral Haşan Iğsız’ın talimatıyla hazırlanmıştı. Amaçlar örtüşüyordu. Her ikisinin de hedefinde AK Parti vardı.
Subay, ayrıca bir de “İnternet Andıcı” göndermişti. Buna göre, Türkçe yayın yapan 292, yabancı dilde yayın yapan 138 internet sitesi, yanlarına “bölücü”, “irticacı”, “aşırı sol”, “milliyetçi”, “tarafsız”, “AB yanlısı” gibi notlar düşülerek fışlenmişti. Bunlarla mücadele için, psikolojik harekât amaçlı 4 yeni site kurulmuştu. Bu siteler, Bilgi Destek Daire Başkanlığı’nda görevli şube müdürlerinin üzerine, onların kredi kartlan kullanılarak açılmıştı. Söz konusu siteler, komuta katının onay ve görüşü alınarak faaliyete geçirilmişti.
Kimdi bu ihbarcı subay?
Fatih Altaylı’ya göre, bir ekip vardı; belgeleri biriktiriyor ve zamanı gelince kamuoyuyla paylaşıyordu, işte 17 Kasım 2009 tarihli makalesinde Fatih Altaylı bu kanaatini okurlarıyla paylaşmıştı:
Ben size bir sır vereyim.
Hepiniz, hepimiz, hatta belki siyaset kandırılıyor
Size söyleyeyim, ortada “ihbarcı bir subay” falan yok.
Emin olun ki yok.
Yani TSK eğer bir cadı avı başladıysa ve meşhur “ihbarcı subayı” araştırıyorsa hiç boşuna yorulmasın.
ihbarcı subay diye birisi yok.
Yaratılan atmosfere göre, TSK içinde “vatanım seven ve demokrat” bir subay var. Bu subay, TSK’daki antidemokratik uygulamalara kızıp kızıp ikide bir ihbar mektubu yazıyor ve bu mektuplarına “müthiş” belgeler ekliyor.
Ancak belgelere bakınca görüyorsunuz ki, bunlar uzun zaman içinde toplanmış, farklı birimlerden, farklı dönemlerden belgeler.
Ben size söyleyeyim, bunları tek bir subay toplamış olamaz, hele hele bugün kafası bozulduğu için bunları postalayan bir subay hiç olamaz.
Çünkü belgeler anlık bir “kafa bozukluğunun” eseri değil, uzun dönemli, sistematik bir çalışmanın ürünü.
Belli ki, bu belgeler zaman içinde TSK’dan dışarı çıkarılıp toplanmış, biriktirilmiş ve dosyalanmış.
Bana sorarsanız, Ergenekon savcılarında bizim bu peyderpey gör düğümüz belgeler ta başından beri mevcut Sadece savcılarda değil, devletin en üst kademelerinde de bu belgeler uzun zamandır var.
Ama binleri toplum mühendisliği yapıyor ve bunları bize yavaş yavaş sızdırıyor, gündemde diri tutuyor.
Ve bence bu çalışmalar 1 kişinin ürünü falan da değil.
Bütün bunları toplayan, hazırlayan ve yazan geniş bir ekip var.
“Kim bunlar” diyorsanız, emin olun bilmiyorum.
Ama emin olun birileri de onları dinliyor ve belgeliyordun
Konjonktür değişince hep birlikte onu da öğreniriz.
Sabri Uzun, Fatih Altaylı’ya bir mektup göndererek, “Bence ihbarcı subay yok. Belgeleri toplayan, yazan bir ekip var” cümlelerini içeren yazısına katıldığını belirtiyordu. Peki, kimdi bu ekip? Uzun, Fethullah Gülen Cemaati demedi, ama o grubu kastettiği açıktı. Uzun, İstihbarat Daire Başkanlığı’nda yuvalanan Cemaatçi polislerin, Yaşar Büyükanıt ve Fevzi Türkeri’yi suçlayan bir bilgi notunu, başbakana göndermek suretiyle, kendisinin ayağını kaydırdıklarını düşünüyordu.
İşte Sabri Uzun’un Altaylı’ya yolladığı mektup:
Sayın ALTAYLI,
Önce kendimi tanıtayım: Sabri Uzun, Emniyet Genel Müdürlüğü Merkez Emniyet Müdürü’yüm. 22 ve 23 Mart 2000 tarihli “İlk Kelle Verildi” başlıklı yazınıza konu olan “kelle” benim.
Sayın ALTAYLI, 17 ve 18 Kasım 2009 tarihli yazılarınızda, “Bence bu çalışmalar 1 kişinin ürünü falan değil”, “Bütün bunlan toplayan ve yazan geniş bir ekip var”, “Bence ihbarcı subay falan yok” cümlelerini içeren yazılarınızdaki ana fikirlere katılıyorum.
Bir oluşum var (!), bu oluşum, son günlerde “subay” kimliğine bürünerek, Ergenekon Soruşturması’yla ilgili ha bire mektuplar yazıyor… Her nedense kendisi ortaya çıkmıyor… Çok da vatanperver görünüyor… Tüm Türkiye’yi peşinden koşturuyor!..
Sayın ALTAYLI, Türkiye’nin ‘’Ergenekon” adını taktığı şeyle (asla terör örgütü demedim, demiyorum, diyemeyeceğim), 14 Haziran 2001 günü tanıştım. 2006 yılı Ocak veya Şubat ayında tekrar karşıma çıktı.
Evet, o tarihlerde, “Bütün bunları toplayan, yazan geniş bir ekip var” diye düşündüm, inceledim, gördüm…
Bu kişiler kim biliyor musunuz?…