Kazım Kanat
Lube Ayar, genç bir gazetecidir. Her an ya okuyor ya yazıyordur. Ona, “Aldığın tüm ödülleri koymak için ileride bir depo kiralayacaksın” diye takılırım. Sık sık ödül alır. En son ‘Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yılın Haber Ödülü’ ve ‘Metin Göktepe Haber Ödülü’nü aldı. Bir diğer uğraş alanı da mahkemelerdir. Haberleri, yazıları, kitapları nedeniyle hakkında açılmış olan pek çok dava var. Tehditler de cabası… O ise hiç aldırmaz. ‘Cesur yürek’ olayların üzerine gider. Şimdi de ‘Firar’ adlı bir kitap yazmış. Kitabın kapağında Alaattin Çakıcı’nın fotoğrafı olduğunu yazayım, gerisini, yani Lube’nin bu kitapla çıktığı yolu siz tahmin edin.
Güneri Cıvaoğlu
Lube Ayar’ın, ‘Firar’ adlı kitabını ancak bitirebildim. Alaattin Çakıcı’nın Türk Devleti adına neler yaptığını, nasıl korunduğunu, kimlerle ilişki ağı kurduğunu anlatan bu kitap, “Derin Devlet Nedir?” sorusunu soranlar açısından bulunmaz bir kaynak. Okurken hayretler içinde kalacaksınız. Devletin, kendi yapması gereken işleri nasıl yasa dışı çetelere ve liderlerine bıraktığını göreceksiniz. Lube Ayar, çok güzel bir iş yapmış. Gizli kalmış birçok konuyu aydınlığa çıkartmış. Tavsiye ederim…
Mehmet Ali Birand
Firar, Yargıtay-MİT-Çakıcı Skandalı üst başlığındaki bu kitap, Alaattin Çakıcı’nın 3 Mayıs 2004 tarihinde firar edip yurtdışına kaçmasının öncesini ve sonrasını anlatıyor. Aslında Çakıcı’nın firarı, Türkiye’deki en büyük skandallardan biri. İşte Lube Ayar da bu skandalın tüm detaylarını, ilginç bilgiler, çok önemli belgeler ekleyerek roman tadında bir kitapta sunuyor bize. Tabi bu arada Çakıcı’nın çarpıcı ilişkileri de gözler önüne seriliyor. Firar, hem bir araştırma, hem gerilim romanı, hem de Türkiye’nin yakın geçmişini anlatan bir tarih kitabı gibi. Böylesi titiz bir araştırmayı bizlere sunduğu için Lube Ayar’ı hem tebrik ediyorum, hem de teşekkür ediyorum.
Erdoğan Aktaş
ÖNSÖZ
Susurluk’taki o meşhur trafik kazası olmasa, devlet içinde yuvalanmış bir çetenin marifetleri i!e ilgili bu kadar ayrıntılı bilgilere belki de hiç sahip olamayacaktık.
O tarihte Radikal Gazetesi’nin Genel Yayın Müdürü idim.
Susurluk kazası gece geç saatte olmuştu ve Radikal’in şehir baskılarındaki manşeti şöyleydi; Gladio, kamyona çarptı!
NATO üyesi ülkelerde, devletin yasal idari mekanizmalarının denetiminin dışında kalan bir oluşuma İtalya’da verilen isimdi Gladio.
Bizde “kontrgerilla” olarak bilinir, öyle anılırdı.
Bu oluşuma, Ertuğrul Özkök, bugün de kullandığımız en yaygın adı takan gazeteci oldu: Derin Devlet.
Susurluk’tan sonra her şey bir çorabın sökülmesi gibi ardı ardına ortaya çıktı.
Kim bilir, belki de devlet içinde yasalara bağlı olarak görevlerini yapmaya çalışan bir avuç dürüst insan, kamuoyunun bu tür karanlık ilişkilere kirşi duyduğu ve gösterdiği tepkiden bu
Çoğu bu nedenle mesleki geleceğini yine tehlikeye atarak fedakârca çalıştı.
Türkiye elbette bu insanları hiç unutmayacak.
Alaattin Çakıcı ismi. 12 Eylül sonrasında gündeme geldi.
Ancak, Susurluk’» kadar devlet içindeki ilişkileri pek bilinmez, hakkında yaratılan ASALA terörünü o ve arkadaşları bitirdi” efsanesinin arkasında günlük işlerini yürütürdü. Çakıcının ciddi bir kovuşturmaya uğraması da Susurluk kazası sonrasındaki ^üşmelere dayanıyor.
Milliyet Gazetesinde Genel Yayın Müdürü olduğum dönemde de en çok uğraştığım konulardan biri Alaattin Çakıcı’nın yurtdışına kaçırılması ile haşlayan gel iş meler oldu.
Çakıcı’yı takip edip, izini yurtdışında bulan Emniyet görevlilerin o süreçte yaptıkları teknik takip ve telefon dinlemeleri, hepimizi dehşete düşüren bir ilişkiler ayının ilaha aydınlanmasını sağladı.
Bir gazete yöneticisi olarak kıldan ince bir köprünün üstünden geçtiğimi düşünüyordum. İlişkiler ağının bir tarafında suç örgütlen, öteki tarafında, yüksel; yargı mensupları ve hepsinin çevresinde de istihbarat örgütümüzün han mensupları vardı çünkü. Bir yandan yasal olarak ortaya konulamamış iddialar, diğer yandan muhabirlerimizin getirdiği haberler arasında yolumu bulmaya çalışıyordum. O dönemde ne kadar davaya hedef olduğumuzu, kaç kere savcılıklara ifade vermeye çağrıldığımızı şimdi hatırlamıyorum bile.
Lube Ayar, o tarihte Milliyet Haber Araştırma Servisinin heyecanlı muhabirlerinden biriydi.
Ankara Kürosu’ndau Tolga Surdan ve Gökçer Tahincioğlu, İstanbul’dan da Lube Ayar’in getirdiği haberler sayesinde Türkiye bu ilişkileri Milliyet sayfalarından takıp edebildi.
Elinizde tuttuğunu?, bu kitap Lube Ayarın o dönemde başladığı bir gazetecilik görevini haşarıyla ve yüz akıyla tamamladığının da bir kanıtı. Lube Ayar gibi gazeteciler ile devlet kurumlarında yasaların hâkim olmasını isteyen kaimi görevlileri olmasaydı, bu olayların hiçbirini biliniyor olacaktık.
Lube Ayar, hu kitabında size kısaca anlattığım o Özel operasyonu anlatmakla da kalmıyor. O operasyon öncesinde nasıl bir ülkede yaşadığımızı, ilişkiler ağının nasıl zaman içinde şekillendiğini ve hangi noktaya ulaştığını da bu kitapta bulacak.
Gazetecilik bazen su üzerine yazı yazmaya benzer. Yazarsınız, yazarsınız bir de bakarsınız ki hep aynı yerdesiniz. Ne kimse yazdıklarınızdan etkilenir, ne de ortaya koyduğunuz gerçekler geniş kitlelerin ilgisini çeker.
Ama bizim işimiz buna rağmen hiç bıkıp usanmadan orada durup, gerçekleri araştırmak ve yazmaktır.
“Gökyüzü Operasyonu” adı verilen o operasyonda da başlangıçla böyle bir durumdaydık. Ama sonra işini seren bir tek gazetecinin, hiçbir tehditten korkmadan konunun üzerine gitmesi, çok önemli bir gerçeğin gün ışığına çıkmasını sağladı.
Lube Ayar, bu kitabıyla kendi mükellefiyetini yerine getirdiğini de ortaya koyuyor.
eski bir yöneticisi ve meslek büyüğü olarak ona sadece teşekkür edebilirim.
Ve birde şunu söyleyebilirimi Lube Ayar ve onun gibi genç gazetecilerin içindeki meslek aşkı sönmedikçe, bu ülkede hiçbir şey gizli kalmayacak!
Mehmet Y. YILMAZ
…