CİNAYET ÇOK USTACA İŞLENMİŞTİ. AMA POİROT ELİNDEKİ ŞU İPUÇLARINI DEĞERLENDİRMEYE
ÇALIŞIYORDU.
Baldıran otu… Boş bir esans şişesi… İki mektup… Bir tablo…
Bir mürekkep şişesi… Kediotu… Buzlu bira… Bir damlalık…
‘Sokratın Ölümü’ adlı yazı… Yaseminler…
BAŞLANGIÇ
Carla Lemarchant
Hercule Poirot odaya giren genç kızı dikkatle süzdü. Kızın yazdığı mektupta pek
de ilgi çekecek bir şey yoktu. Sadece Belçikalı dedektiften randevu istiyordu,
işte o kadar. Bu isteğinin sebebini açıklamak gereğini bile duymamıştı. Mektup
kısa ve son derece ciddiydi. Sadece el yazısının sert hatlarından Carla Lemarchant’ın genç olduğu anlaşılıyordu.
Ve işte şimdi genç kız Hercule Poirot’nun karşısındaydı. Yirmi bir, yirmi iki
yaşlarındaydı Carla. İnce ve uzun boyluydu. İnsanın rastladığı zaman tekrar
tekrar dönüp baktığı tiplerdendi. Kıyafeti şık ve kibardı. İyi bir terzinin
elinden çıktığı anlaşılan bir etekle ceket ve pahalı bir kürk giymişti. Biçimli
başını gururla kaldırmıştı. Alnı dört köşe, burnu biçimliydi. Çenesinin
şeklinden bir hayli azimli bir insan olduğu anlaşılıyordu. Son derecede canlı,
hayat dolu bir görünüşü vardı. Zaten güzelliğinden çok bu durumu insanın
dikkatini çekiyordu.
Hercule Poirot o gün kendisini epeyce yaşlı hissetmekteydi. Fakat Carla içeri
girer girmez birdenbire canlanıverdi. O da gençleşmişti sanki.
Belçikalı, genç kızı karşılamak için ilerledi. Bu arada Car-la’nın koyu gri
gözleriyle kendisini dikkatle süzdüğünün de farkındaydı. Genç kız bunu saklamak
gereğini de duymuyordu. Hercule Poirot’nun gösterdiği koltuğa oturarak, uzattığı
tabakadan bir sigara aldı. Belçikalı bunu yaktıktan sonra da birkaç dakika sessiz
sedasız sigarasını içti. Fakat hâlâ düşünceli bakışlarla Hercule Poirot’yu
inceliyordu.
Poirot şefkatle, “Evet,” diye mırıldandı. “Emin olmanız gerek. Öyle değil mi?”
Kız irkildi. “Efendim?” Sesi tatlı ve hafifçe boğuktu.
“Hakkımda karar vermeye çalışıyorsunuz değil mi? İşinize yarayacakmıyım, yoksa
şarlatanın birimiyim.”
Carla gülümsedi. “Şey… evet, öyle. Anlayacağınız Mösyö Poirot hiç de tahmin
ettiğim gibi değilsiniz.”
“İhtiyarım değil mi? Düşündüğünüzden daha yaşlıyım?”
“Evet, o da var.” Genç kız bir an durakladı. “Sizinle açık konuşmak istiyorum.
Bu işi yapanların en iyisi… en ustası gerekli bana.”
Hercule Poirot, “Merak etmeyin,” diye cevap verdi. “Ben bu işin en ustasıyım.”
Carla, “Hiç de alçakgönüllü değilsiniz,” dedi. “Buna rağmen sözlerinize
inanıyorum.”
Poirot sakin sakin başını salladı. “İnsanın bu işte adalelerini kullanması şart
değil. Eğilip ayak izlerini ölçmeme, izmaritleri toplamama, yatmış otları
incelememe gerek yok. Koltuğumda oturup, düşünmem yeter.” Parmaklarını yumurta
biçimindeki kafasına vurdu. “Bunun çalışması yeterli.”
Carla Lemarchant mırıldandı. “Biliyorum. İşte o yüzden kalkıp size geldim. Çünkü
sizden pek acayip bir şey yapmanızı isteyeceğim.”
Hercule Poirot, “İşte bu çok hoşuma gitti,” dedi. Şimdi kıza cesaret vermek
istermiş gibi dikkatle bakıyordu.
Carla Lemarchant derin bir nefes aldı. “Asıl adım Carla değil Caroline.
Anneminki de öyleydi. Bana onun adını vermişler.” Bir an durdu. “Kendimi bildim
bileli Lemarchant soyadını kullanıyorum. Ama aslında bu gerçek adım değil. Asıl
adım Crale.”
Hercule Poirot bir an kaşlarını çattı. Sonra da. “Crale.” diye mırıldandı. “Bu
isim bana yabancı gelmedi.”
Kız, “Babam ressamdı,” dedi. “Çok tanınmış bir ressam. Bazıları onun büyük bir
sanatçı olduğunu söylüyor. Ben de aynı düşüncedeyim.”
Hercule Poirot sordu. “Amyas Crale mi?”
“Evet.” Genç kız bir an durdu, sonra devam etti. “Ve annem Caroline Crale’i
babamı öldürmek suçuyla dava ettiler.”
Belçikalı dedektif, “Hah,” dedi. “Şimdi hatırladım. Fakat bu olay hakkında fazla
bir şey bilmiyorum. Osırada İngiltere’de değildim. Bu olay yıllar önce oldu,
değil mi?”
Kız, başını salladı. “On altı yıl önce.” Yüzü bembeyaz kesilmişti, gözleri alev
alev yanıyordu adeta. “Anlıyor musunuz?” Onu dava ettiler ve sonunda suçlu
buldular. Fakat annemi asmadılar. Çünkü bazı hafifletici nedenler vardı. Bu
yüzden onu müebbet hapse mahkûm ettiler. Annem davadan bir yıl sonra öldü.
Anlıyor musunuz? Her şey yıllar önce olup bitti…”
Poirot usulca, “O halde?…” diye mırıldandı.
Carla Lemarchant ellerini birbirine bastırdı. Şimdi ağır ağır, kesik kesik,
fakat acayip bir ısrarla konuşuyordu. “Bu işle benim ne ilgim olduğunu iyice
anlamanız lazım. Bu olay… olduğu zaman ben beş yaşındaydım. Durumu
anlayamayacak kadar küçüktüm. Tabii annemle babamı hatırlıyorum. Birdenbire
evden ayrıldığım ve kırların ortasında bir çiftliğe götürüldüğümü de biliyorum.
Çiftçinin şişman, güler yüzlü bir karısı vardı. Domuz yetiştiriyorlardı. Herkes
bana çok iyi davranıyordu. Fakat herkesin bana usulca… yan yan baktıkları
bugün bile hatırımda. İşin içinde bir karışıklık olduğunun farkındaydım.
Çocuklar böyle şeyleri çabucak sezerler. Fakat ne olduğunu bilmiyordum… Sonra
bir gemiye bindirildim. Heyecanlı bir yolculuktu bu. Günlerce sürdü. Sonra
kendimi Kanada’da buldum. Beni Simon amcam karşıladı. Onunla ve Louise yengeyle
Montreal’e yerleştim. Annemle babamı sorduğum zaman bana, ‘Onlar da yakında
gelecekler,’ dediler. Sonra… sonra zannedersem annemle babamı unuttum.
– 9-
Sadece onların öldüğünü biliyordum. Bunu bana birinin söyleyip söylemediğini de
hatırlamıyorum. Çünkü artık o sırada annemle babamı pek düşünmüyordum.
Hayatımdan memnundum. Simon amcayla Louise yenge bana çok iyi davranıyorlardı.
Okula gidiyordum, bir sürü arkadaşım vardı. Ayrıca asıl adımın Le-marchant
olmadığını da unutmuştum. Çünkü Louise yengem bana Kanada’daki adımın bu
olduğunu söylemişti. Bu da o sırada bana pek akıllıca bir şey gibi gelmişti
sanırım. Evet, Kanada’daki adım buydu. Zamanla Lemarchant’ın asıl adım olmadığı
kafamdan silindi…” Başını gururla kaldırdı. Meydan okurmuş gibi bir hali
vardı. “Bana bakın… Bana sokakta rastlasaydınız herhalde, ‘işte hiçbir derdi
olmayan bir kız,’ derdiniz değil mi? Halim vaktim yerinde, sağlığım mükemmel,
çirkin değilim. Hayatın tadını çıkarabilirim. Yirmi yaşındayken yerinde olmayı
isteyeceğim hiçbir kız yoktu… Fakat o sırada sorular sormaya başlamıştım.
Annemle babam hakkında… Onlar kimdi? Ne yaparlardı? Sonunda işi öğreneceğim
muhakkaktı tabii. Fakat amcamla yengem önce davranıp bana gerçeği söylediler.
Yirmi bir yaşına basmıştım. Bu yüzden bana her şeyi açıklamak zorundaydılar.
Reşit olduğum için artık servetimi istediğim gibi kullanabilecektim. Sonra o
mektup sorunu vardı… Annemin bana ölürken bıraktığı mektup,” Yüzünün ifadesi
değişti. Gözlerindeki o acayip pırıltı da kaybolmuştu. “İşte o zaman gerçeği
öğrendim. Yani… annemin cinayet yüzünden mahkûm olduğunu… Bu… korkunç bir
şeydi…” Bir an durdu. “Size söylemem gereken bir şey daha var. Nişanlıyım.
Bize beklememizi, yirmi bir yaşına basıncaya kadar evienemeyeceğimizi
söylediler. Olayı öğrenince bunun da ne anlama geldiğini kavradım.”
Poirot kımıldandı. “Nişanlınız bu duruma ne dedi?” “John mu? John buna aldırmadı
bile. Bu olayın durumu değiştirmeyeceğini söyledi. Kendisi için önemli değildi
bu. O ve ben… Carla’yla John’duk, işte o kadar, öne doğru eğildi. “Onunla hâlâ
nişanlıyız. Her şeye rağmen bu durum önemli. Benim için önemli. John bakımından
da öyle ya… Geçmişin üzerinde dur-masak bile geleceği düşünmemiz gerekir.”
Yumruklarını sıktı.
– 10-
“Anlayacağınız, çocuklarımızın olmasını istiyoruz. İkimiz de istiyoruz bunu.
Çocuklarımızın büyüyüşünü seyrederek, kaygıya kapılmamız hoş olmaz.”
Poirot, “Her ailenin geçmişinde bazı kötü ve kanlı kişilerin bulunduğunu
bilmiyorsunuz sanırım?” diye cevap verdi.
“Anlamıyorsunuz… Evet, her ailede böyle kişiler olabilir. Fakat çoğu bunun
farkında bile değildir. Ama biz farkındayız. Bize çok yakın bu. Ve… bazen…
John’un bana baktığını gördüm. Şöyle çabucak bir göz atıyor. Evlendiğimizi
farzedelim. Kavga ettiğimiz zaman yine bana öyle düşünceli düşünceli bakarsa ne
olacak?”
Hercule Poirot sordu. “Babanız nasıl öldürülmüş?”
Carla kati ve sakin bir tavırla cevap verdi. “Zehirlenmiş.”
Belçikalı mırıldandı. “Anlıyorum.”
Kısa bir sessizlik oldu.
Sonra genç kız yine sakin bir tavırla konuşmaya başladı. “Neyseki anlayışlı bir
insansınız. Bu işin önemli olduğunu… ne anlama geldiğini biliyorsunuz. İşi
idare etmeye, beni avutmak için birtakım manasız sözler söylemeye de
kalkmıyorsunuz.”
Poirot başını salladı. “Durumu gayet iyi anlıyorum… Fakat anlayamadığım bir
şey var. Benden ne istiyorsunuz?”
Carla Lemarchant sadece, “John’la evlenmek istiyorum!” dedi. “Onunla evlenerek.
İki oğlumun iki de kızımın olmasını arzu ediyorum. İşte siz de bütün bunları
olabilir hale sokacaksınız.”
“Yani… nişanlınızla konuşmamı mı istiyorsunuz? Hayır, hayır, bu sözlerim pek
budalaca. İstediğiniz çok daha başka bir şey. Lütfen ne düşündüğünüzü bana
söyleyin.”
“Dinleyin, Mösyö Poirot. Şunu iyice anlamanızı istiyorum. Sizi bir cinayeti
aydınlatmanız için tutmak niyetindeydim.”
“Yani?”
“Evet, tahmin ettiğiniz gibi… Bir cinayet, on altı yıl önce işlenmiş olsa yine
de cinayettir.”
“Fakat, yavrum…”
– 11 –
“Bir dakika, Mösyö Poirot. Durumu iyice anlamadınız. Çok önemli bir nokta daha
var.”
“Evet?”
Carla Lemarchant, “Annem suçsuzdu,” dedi.
Hercule Poirot burnunu oğuşturdu. Sonra da, “Tabii…” diye mırıldandı. “Neler
hissettiğinizi anlıyorum…”
“Duygu meselesi değil bu. Annemin yazdığı mektuptan söz ettim. Bunu ölmeden önce
bana verilmesi için bırakmış. Mektubu bana yirmi bir yaşına bastığım zaman
teslim ettiler. Annem bu mektubu bana bir tek sebepten dolayı yazmıştı. Benim
tamamıyla emin olabilmem için. Mektupta da yalnızca bundan söz ediyordu. Suçsuz
olduğunu açıklıyordu yani. Masumdu o. Bundan emin olmamı, kendisine inanmamı
istiyordu.”
Hercule kendisine heyecanla bakan genç kızın canlı, ifadeli yüzüne bir göz attı.
Sonra ağır ağır, “Öyle de olsa…” diye başladı.
Carla gülümsedi. “Hayır, annem öyle bir insan değildi. Mektupta yazdıklarının
bir yalan… romantik bir yalan olduğunu düşünüyorsunuz değil mi?” Öne doğru
eğildi. “Dinleyin, Mösyö Poirot. Çocuklar bazı şeyleri çok iyi anlarlar. Annemi
hatırlıyorum. Tabii her şeyi değil. Fakat onun nasıl bir insan olduğunu çok iyi
biliyorum. Yalan söylemezdi o. Şefkatin neden olduğu yalanlar. Aksine. Eğer bir
şey canını yakacaksa, bunu sana açık açık anlatırdı. Mesela dişçiye giderken
veya tırnağına diken battığı zaman… yani böyle şeyler hakkında. Son derece
dürüst, açık sözlü bir insandı o. Anneme büyük güvenim olduğunu çok iyi
hatırlıyorum. Ona hâlâ da inanıyorum. Annem, babamı öldürmediğini yazmış, demek
ki katil o değil, başkası! Annem ölmekte olduğunu bilmesine rağmen oturup bir
mektubu yalanlarla dolduracak yaradılışta bir kadın değildi.”
Hercule Poirot ağır ağır, adeta istemeye istemeye, başını eğdi.
Carla devam etti. “Onun için John’la evlenmemde bir sakınca yok. Ben bunun böyle
olduğunu biliyorum. Fakat John bil-
– 12-
miyor. O, her insan gibi benim de annemin suçsuz olduğuna inanacağımı düşünüyor.
Bu sorunun çözümlenmesi gerek, Mösyö Poirot. Bunu da siz yapacaksınız.”
Belçikalı dedektif, “Sözlerinizin doğru olduğunu kabul edelim, matmazel,” dedi.
“Fakat aradan on altı sene geçmiş.”
Carla Lemarchant, “Tabii bu iş çok güç olacak,” diye cevap verdi. “Bu olayı da
sizden başka hiç kimse çözümleyemez!”
Hercule Poirot’nun gözlerinde muzip bir pırıltı belirdi. “Komplimanda ustasınız.
Öyle değil mi?”