Roman (Yabancı)

Agatha Christie – Hercule Poirot – Doğu Ekspresinde Cinayet

Poirot’nun Elinde Şu İpuçlari Vardı
· Kırmızı bir kimono
· Bir kondüktör üniforması
· Kanlı bir hançer
· Bir sünger torbası
· Tehdit mektupları
· Yanık bir kâğıt parçası
· Madeni bir düğme
· Pipo temizleyicisi
· On iki bıçak yarası
· Bir mendil
Poirot’nun Şu Soruları Yanıtlaması Gerekiyordu
· Ratchett aslında kimdi?
· Kurban katilini tanıyor muydu?
· Kırmızı kimonolu kadın nereye gitmişti?
· Bayan Hubbard’ın kompartımanına giren kimdi?
· Poirot’nun kapısına ne çarpmıştı?
· Tehdit mektuplarını yazan kimdi?
· Mary’nin derdi neydi?
· Esrarlı kondüktör nereye gizlenmişti?
· Poirot’nun Konya istasyonunda duyduğu konuşma ne anlama geliyordu?
· Kısa boylu, esmer kadınsı sesli adam kimdi?
TÜRKÇESİ ;
Gönül Suveren
doğu ekspresinde cinayet
Kişiler : Mary Debenham Albay Arbuthnot Samuel Ratchett Prector MacQueen
: Genç bir İngiliz kızı. Sakin ve soğukkanlıydı.
: Bir İngiliz subayı. Mary’le ilgileniyordu.
: Zengin bir Amerikalı. Yüzünden kötülük akıyordu.
: Ratchett’in sekreteri. Adamın içyüzünü bilmiyordu.
Prens Natalia Dragomiroff : Yaşlı bir kadın. Son derecede çirkindi.
: Orta yaşlı Amerikalı bir yolcu. Çok gevezeydi.
: Ratchett’in uşağı. Terbiyeli ve sessiz bir adamdı.
: Yıllardan beri aynı hatta çalışıyordu.
: İsveçli bir kadın. Tıpkı bir koyuna benziyordu.
: Genç bir Macar, ilk bakışta İngilize benziyordu.
: Kontun kaftşı. Dikkati çeken değişik birgüzelliğTvardı.
: Tipik bir Amerikalı. ÖlayTâyakm-dan ilgileniyordu. “—
: Bir İtalyan. Neşeli ve konuşkan bir adamdı.
: Yataklı Vagonlar Şirketinin müdür-lerindendi.
: Bir yolcu. Cesetteki yaralar ilgisini çekmişti.
: Alman oda hizmetçisi. Prenses Dragomiroff’a çok bağlıydı.
ve HERCULE POIROT
Caroline Hubbard Edward Masterman Pierre Michel Greta Ohlsson Kont Andrenyi Kontes Andrenyi
Cyrus Hardman Antonio Foscarelli Mösyö Bouc Dr. Constantine Hildegarde Schmidt
POİROTNUN ELİNDE ŞU İPUÇLARI VARDI
• Kırmızı bir kimono
• Bir kondüktör üniforması
• Kanlı bir hançer
• Bir sünger torbası
• Tehdit mektupları
• Yanık bir kâğıt parçası
• Madeni bir düğme
• Pipo temizleyicisi
• On iki bıçak yarası
• Bir mendil
POİROTNUN ŞU SORULARI YANITLAMASI GEREKİYORDU
Ratchett aslında kimdi? Kurban katilini tanıyor muydu? Kırmızı kimonolu kadın nereye gitmişti? Bayan
Hubbard’ın kompartımanına giren kimdi? Poirot’nun kapısına ne çarpmıştı? Tehdit mektuplarını yazan
kimdi? Mary’nin derdi neydi? Esrarlı kondüktör nereye gizlenmişti? Poirot’nun Konya istasyonunda
duyduğu konuşma ne anlama geliyordu? Kısa boylu, esmer kadınsı sesli adam kimdi?
Toros Ekspresinde Önemli Bir Yolcu
Suriye’de bir kış sabahıydı. Saat beşe gelmişti. Toros Ekspresi Halep istasyonunda, peronda
bekliyordu^
Yataklı vagonun basamaklarının önünde üniformalı genç bir Fransız subayı durmuş, kulaklarına kadar
sıkıca örtünmüş üfaRT bir adamla konuşuyordu. Adamın kızarmış burnuyla, pos bıyıklarının yukarı doğru
kıvrılan sivri uçlarından başka hiçbir tarafı görünmüyordu.
Dondurucu bir ayaz vardı. Bu tanınmış yabancıyı geçirme işi de öyle imrenilecek bir şey değildi. Ancak
Teğmen Dubosc görevini gereği gibi yerine getirmeye çalışıyordu. Dudaklarından nazik Fransızca
sözcükler dökülmekteydi. Olayın içyüzünü bilmiyordu aslında. Emrinde bulunduğu generalin hiddeti gün
geçtikçe artmıştı. Sonra bu Belçikalı yabancı kalkıp gelmişti. Hem de tâ İngiltere’den. Aradan
gerginlikle dolu bir hafta geçmişti. Sonra garip bazı şeyler olmuştu. Çok tanınmış biri intihar etmiş, bir
diğeri birdenbire işten ayrılmıştı. Yüzlerdeki o endişeli ifadeler kaybolmuş, alınan bazı önlemlerden
vazgeçilmişti. Du-bosc’un emrinde olduğu general de adeta birdenbire on yaş gençleşivermişti.
__7__
Dubosc onunla yabancının yaptıkları konuşmanın birazını duymuştu. General heyecanla, «Bizi kurtardınız
mon cher,» demişti. Konuşurken gür, beyaz bıyığı titriyordu. «Fransız Ordusunun şerefini kurtardınız.
Kan dökülmesine engel oldunuz! Çağrıma uyduğunuz için size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.
Kalkıp buralara kadar gelme…»
Bu sözlere adı Hercule Poirot olan yabancı uygun bir şekilde cevap vermiş ve o arada şunu da eklemişti:
«Bir keresinde hayatımı kurtardığınızı unuttuğumu sanmıyorsunuz ya?»
Sonra Fransa ve Belçika, şeref ve ün gibi şeylerden söz
ederek kucaklaşmışlardı.
Teğmen Dubosc, olayın içyüzünü hâlâ bilmiyordu. Ama Mösyö Poirot’yu Toros Ekspresine bindirmek
görevi kendisine verilmişti. O da bunu geleceği parlak genç bir subaya yakışacak bir heyecanla ve şevkle
yerine getiriyordu.
Teğmen Dubosc, «Bugün pazar,» dedi. «Yarın, yani pazartesi akşamı İstanbul’da olacaksınız.»
Bu sözleri ilk kez söylemiyordu. Ama bir tren kalkmadan önce istasyonda yapılan konuşmalarda hep aynı
şeyler tekrarlanırdı.
Mösyö Poirot, «Orası öyle,» diye cevap verdi. «Orada birkaç gün kalmak niyetindesiniz sanırım.» «Evet.
İstanbul’u hiç görmedim. Oradan şöyle çabucak geçmek yazık olur.» Geçişin hızını anlatmak için
parmaklarını şaklattı. «Önemli bir işim yok. Orada turist gibi birkaç gün geçireceğim.»
Teğmen Dubosc, «Ayasofya çok güzeldir,» dedi. Aslında
İstanbul’u görmemişti ya, o da başka.
Soğuk bir rüzgâr ıslık çalarak peronda dolaştı. Beşe beş vardı. Yani sadece beş dakika kalmıştı artık!
Diğerinin saatine baktığını farkettiğini sanıp yine telaşla ku-nuşmaya başladı. «Bu mevsimde pek az
yolcu oluyor.» Arkalarındaki yataklı vagonun pencerelerine bakıyordu.
Mösyö Poirot aynı fikirde olduğunu açıkladı. «Gerçekten
öyle.>
— 8 —
«Toroslarda kar fırtınasına tutulmayacağınızı umarım.»
«Böyle şeyler oluyor mu?»
«Evet. Ama bu yıl henüz olmadı.»
Mösyö Poirot, «Yine de olmayacağını umarım o halde,» dedi. «Avrupa’dan gelen hava haberleri kötü.»
«Çok kötü. Balkanlarda müthiş kar yağmış.»
«Duyduğuma göre Almanya’da da öyleymiş.»
Yine bir sessizlik olmak üzereyken Teğmen Dubosc telaşla, «Neyse,» dedi. «Yarın akşam yediyi kırk
geçe İstanbul’da olacaksınız.»
Mösyö Poirot, «Evet,» diye mırıldandı. Sonra da çabucak sözlerine devam etti. «Ayasofya… Duyduğuma
göre harikaymış.»
«Evet, öyleymiş…»
Arkalarındaki yataklı vagon kompartımanlarından birinin perdesi açıldı ve genç kadın dışarı baktı.
Mary Debenham perşembe günü Bağdat’tan ayrıldığından beri pek az uyumuştu. Ne Kerkük’e giderken
trende, ne Musul’ daki Dinlenme Evi’nde doğru dürüst uyuyabilmişti. Bir gece önce trende de öyle.
Şimdi fazla ısıtılmış olan kompartımanın boğucu sıcağında uyanık yatmaktan sıkılarak kalkıp dışarı
bakmıştı.
Burası Halep olmalı. Ama görülecek bir şey yok. Sadece uzun, iyi aydınlatılmış bir peron, diye düşündü.
Penceresinin hemen aşağısında iki adam Fransızca konuşuyorlardı. Bunlardan biri Fransız subayı,
diğeriyse kocaman bıyıklı, ufak tefek bir adamdı. Mary Debenham hafifçe gülümsedi. Şimdiye kadar
böyle sıkıca sarınıp bürünmüş birini görmemişti. Herhalde dışarısı çok soğuktu. Treni de bu yüzden
fazla ısıtıyorlardı. Pencereyi aşağıya indirmeye çalıştı ama beceremedi.
Yataklı vagon kondüktörü iki adama yaklaştı. Tren kalkmak üzereydi. Mösyönün kompartımanına gitmesi
doğru olacaktı. Ufak tefek adam şapkasını çıkardı. Mary Debenham, başı da tıpkı yumurta gibi, diye
düşündü. Kafasının karışık olmasına rağmen yine de dayanamayarak güldü. Gülünç halli, ufacık tefe-
__g__
cik bir adam. Kimsenin ciddiye alamayacağı bir tip…
Teğmen Dubosc son sözlerini söylüyordu. Bunları önceden hazırlamış ve son ana saklamıştı. Çok güzel,
parlak, kısa bir
söylevdi bu.
Mösyö Poirot altta kalmamak için ona aynı şekilde cevap
verdi.
Yataklı vagon kondüktörü, «Trene binin lütfen,» dedi.
Poirot isteksiz bir tavırla basamaklardan çıktı. Kondüktör de onun peşinden geldi. Poirot elini salladı.
Teğmen Dubosc selam verdi. Tren şiddetle sarsılarak hareket etti.
Hercule Poirot, «Nihayet…» diye mırıldandı.
Ayazın ne kadar keskin olduğunu hisseden Teğmen Dubosc, «Ooooff…» dedi.
«İşte, mösyö.» Kondüktör abartmalı bir hareketle Ppirot’ya kompartımanın güzelliğini ve bavullarının ne
kadar düzenle yerleştirilmiş olduğunu işaret etti. «Mösyönün küçük valizini şuraya koydum.» Elini
anlamlı bir tavırla uzatmıştı.
Hercule Poirot bu ele katlanmış bir banknot sıkıştırdı.
«Teşekkür ederim, mösyö.» Kondüktör ciddileşti. «Mösyönün biletleri bende. Şimdi pasaportunuzu da
rica edeceğim. Anladığıma göre, mösyö yolculuğuna İstanbul’da ara verecekmiş.»
Poirot doğruladı. Sonra da, «Trende fazla yolcu yok sanırım,» dedi.
«Yok, mösyö. Sadece iki yolcum daha var. İkisi de İngiliz. Biri Hindistan’dan bir albay, diğeri ise
Bağdat’tan genç bir İngiliz leydisi. Mösyönün bir şeye ihtiyacı var mı?»
Mösyö küçük bir şişe maden suyu istedi.
Trene binmek için sabahın beşi pek uygunsuz bir saatti. Şafağa daha iki saat vardı. Gece doğru dürüst
uyuyamamış olan ve nazik bir işi başarıyla hallettiğine sevinen Poirot, bir köşeye büzülerek uykuya daldı.
Uyandığı zaman dokuz buçuk olmuştu. Sıcak bir kahve içmek için vagon restoranına gitti.
— 10 —
İçerde bir tek yolcu vardı o sırada. Kondüktörün sözünü ettiği genç İngiliz leydisinin o olduğu hemen
anlaşılıyordu. Uzun boylu, ince ve esmerdi. Yirmi altısında vardı. Kahvaltısını sakin sakin etmesinden ve
rahat hareketlerinden yolculuğa alışık olduğu ve birçok yeri görmüş olduğu belliydi. Arkasına trenin
sıcağına çok uygun, koyu renkli bir yol elbisesi giymişti.
Başka bir işi olmayan Hercule Poirot belli etmeden kızı inceleyerek oyalanmaya çalıştı.
Nereye giderse gitsin rahatlıkla kendini korumasını bilen bir kız, diye düşündü. Sakin ve becerikli. Kızın
ciddi ifadeli yüzünün hatları ve teninin beyazlığını beğenmişti. Dalgalı, parlak siyah saçları ve soğuk
bakışlı gri gözlerini de.
Ama bir jolie femme sayılmayacak kadar ciddi ve işini bile bir kız, diye karar verdi.
Biraz sonra vagon restorana biri daha girdi. Yaşı kırkla arası, uzun boylu, yanık tenli, ince bir adamdı.
Şakakları laşmıştı. \
Poirot kendi kendine, Hindistan’dan gelen albay, dedi.
Yeni gelen hafifçe eğilerek kızı selamladı. «Günaydın, Miss Debenham.»
«Günaydın, Albay Arbuthnot.»
Albay kızın karşısındaki iskemleye elini uzatmış duruyordu. «Bir sakıncası yok ya?» diye sordu.
«Ne münasebet. Buyurun, oturun.»
«Bildiğiniz gibi herkes kahvaltıda gevezelik etmekten pek hoşlanmaz.»
«Tabii ya. Ama ben kimseyi ısırmam.»
Albay oturdu. Garsonu çağırarak, yumurta ve kahve söyledi. Gözleri bir an Hercule Poirot’ya kaydı.
Sonra kayıtsızca başka yana çevirdi.
İngilizin kafasından geçenleri kolaylıkla okuyan Poirot, adamın kendi kendine, Tanrının cezası bir
yabancı, diye düşündüğünü anladı.
İki İngiliz ulusal alışkanlıklarına uygun bir şekilde fazla ko-— 11 —
nuşmayıp birkaç kelimeyle yetindiler. Sonra kız kalkarak kendi kompartımanına gitti.
Öğle yemeğinde iki İngiliz yine aynı masada oturdular ve üçüncü yolcuyu da yine görmezlikten geldiler.
Konuşmaları kah-valtıdakinden daha canlıydı. Albay Arbuthnot bir ara kıza, «Doğrudan İngiltere’ye mi
gideceksiniz?» diye sordu. «Yoksa İstanbul’da mı kalacaksınız?»
«Doğru İngiltere’ye gideceğim.»
‘«Buna çok sevindim. Çünkü ben de hiçbir yere uğramayacağım.» Beceriksiz bir tavırla eğilip kızı
selamladı. Yüzü biraz kızarmıştı.
Hercule Poirot alaylı alaylı, bizimkinin zayıf bir yanı var, diye düşündü. Tren de deniz yolculuğu kadar
tehlikeli.
Miss Debenham sakin tavırla yol arkadaşlarının güzel bir şey olacağını söyledi. Karşısındakine fazla
cesaret verirmiş gibi
bir hali yoktu.
Hercule Poirot, Albay Arbuthnot’un kızı kompartımana kadar götürdüğünü farketti. Daha sonra şahane
manzaralı To-roslardan geçtiler. İki İngiliz koridorda yan yana durmuş Gülek boğazına doğru
bakarlarken, kız birdenbire derin derin içini çekti. Onların yakınında duran Poirot, Mary Debenham’ın
mırıldandığı sözleri duydu.
«Çok güzel… Keşke… keşke…» «Evet?»
«Keşke bütün bunların zevkini çıkarabilseydim.» Arbuthnot cevap vermedi. Köşeli çenesi daha ciddi ve
sert bir ifadeye bürünmüş gibiydi. «Keşke siz bu işe hiç karışmamış olsaydınız,» dedi.
«Susun… Rica ederim, susun.»
«Ne zararı var!» Albay biraz da öfkeyle Poirot’ya doğru baktı. Sonra sözlerine devam etti. «Ama sizin
mürebbiyelik yapmanız fikri hiç hoşuma gitmiyor. Dediğim dedik annelerin ve iç-sıkıcı yumurcakların
emirlerine boyun eğmek zorunda kalacaksınız.»
— 12 —
Kız güldü. Sesi hafifçe titriyordu. «Ah, böyle düşünmemelisiniz. Herkes tarafından ezilen mürebbiye
hikâyesinin doğru olmadığı çoktan anlaşıldı. Emin olun, asıl anneler ve babalar ben-| den çekiniyorlar.»
I Başka bir şey söylemediler. Belki de Arbuthnot o şekilde Şheyecanla konuştuğu için utanmıştı.
\
Poirot kendi kendine, burada seyrettiğim biraz acayip bir komedi, dedi.
\
Bu düşüncesini daha sonra hatırlayacaktı. \
O gece on bir buçukta tren Konya’ya ulaştı. İki İngiliz yolcu trenden inerek karlı peronda bir aşağı bir
yukarı dolaştılar.
Poirot ise kalabalık istasyondaki faaliyeti camın arkasından seyretmekle yetindi. Ama on dakika kadar
sonra biraz hava almasının hiç de fena olmayacağına karar verdi. Dikkatle hazırlandı. Üst üste giydi,
atkılara sarındı, cilalı ayakkabılarının üzerine şosonlarını geçirdi. Sonra da çekine çekine perona indi ve
yürümeye başladı. Lokomotifin yanından geçerek ilerledi.
Bir kamyonun gölgesinde duran belli belirsiz iki gölgenin kim olduğunu ona sesler açıkladı. Arbuthnot
konuşuyordu.
«Mary… Sen…»
Kız onun sözünü kesti. «Şimdi olmaz. Şimdi olmaz. Her şey bitsin, öyle. O olaylar geride kalsın… o
zaman…»
Poirot incelik ederek hemen döndü. Bunun Miss Debenham’ın soğuk ve sakin sesi olduğuna inanamazdım,
dedi kendi kendine. Çok acayip…
Ertesi gün iki İngilizin kavga edip etmediklerini düşündü. Çünkü birbirleriyle pek az konuştular.
Poirot’ya kızın yüzünde endişeli bir ifade varmış gibi geldi. Gözlerinin altında mor gölgeler belirmişti.
Tren öğleden sonra iki buçuğa doğru birdenbire durdu. Pencerelerden başlar uzandı. Demiryolunun
yanına küçük bir grup toplanmıştı. Vagon restoranın altında bir şeye bakıyor ve elleriyle işaret
ediyorlardı.
Poirot pencereden sarkarak telaşla oradan geçmekte olan
___ 1O ___
yataklı vagon kondüktörüyle konuştu. Sonra geri çeKiıaı. ıam dönerken az kalsın tam arkasında durmuş
olan Mary Deben-ham’la çarpışıyordu.
Kız Fransızca, «Ne olmuş?» diye sordu. Soluk soluğaydı. «Neden durduk?»
«Önemli bir şey yok, matmazel. Vagon restoranın altında bir şey tutuşmuş. Ama önemli değil. Yangını
söndürmüşler. Şimdi de onarıyorlar. Emin olun hiçbir tehlike yok.»
Kız eliyle çabucak bir hareket yaptı. Sanki tehlike fikri önemsiz bir şeydi ve bunu bir kenara itiyordu.
«Evet, evet, anlıyorum. Ama zaman
«Zaman?»

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Benim Hüzünlü Orospularım

Editor

Yarın ve Daima

Editor

Hipnozcu – Richard Bach

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası