Alanındaki temel eserlerden biri olan Bağlanma ve Kaybetme üçlemesinin ilk cildi olan Bağlanma, bağlanma ilişkilerinin nasıl kurulduğunu anlatır ve çocuğun anneye olan bağlarının doğasını inceler. Bowlby, çocuklar üzerine yapılan deneysel çalışmaların ve bunlardan gelen verileri onaylayan biyolojik buluşların nasıl bazı davranış kalıplarını ortaya çıkardığını göstermeye çalışır. Ona göre bağlanma davranışı, hayatta kalma mücadelesinde yırtıcılara karşı korunmak için ortaya çıkan, beslenme ve üreme kadar önemli olan içgüdüsel bir tepkidir. Kitaba içgüdüsel davranış, nedenleri, işlevleri ve ontogeni tartışmalarıyla başlayan Bowlby, bağlanma davranışının nasıl geliştiği, nasıl idare edildiği, ne işlevi olduğuna dair kuramsal bir formülasyon vermeye çalışır. Bu cildin ilk basımından sonraki on beş senelik süreçte hem kuramsal hem ampirik bir çok gelişmeye itafen ikinci baskıya iki yeni bölüm eklenmiş, ve diğer bölümler gözden geçirilmiştir. Bugün alanında hâlâ en önemli başvuru kaynaklarından biri olarak kabul edilen eserin birinci cildi olan Bağlanma titiz bir çeviriyle Türkçe’de…
***
İÇİNDEKİLER
Önsöz ……………………………………………………………………………. 9
Bağlanmanın Nörobiyolojisi Üzerine Çalışmalar ………….. 17
Referanslar ………………………………………………………………….. 21
Giriş …………………………………………………………………………….. 25
Teşekkür ……………………………………………………………………… 33
KISIM I GÖREV ………………………………………………………………. 37
1. BAKIŞ AÇISI……………………………………………………………… 39
Mevcut yaklaşımın bazı nitelikleri ………………………………. 41
Motivasyon Teorileri ………………………………………………….. 50
Freud’un teorileştirmesinde geribildirim kavramı üzerine
notlar ………………………………………………………………….. 59
2. AÇIKLANMASI GEREKEN GÖZLEMLER …………………… 61
KISIM II İÇGÜDÜSEL DAVRANIŞ ……………………………………. 73
3. İÇGÜDÜSEL DAVRANIŞ: ALTERNATİF BİR MODEL …. 75
Giriş …………………………………………………………………………. 75
Kontrol sistemlerinin birkaç prensibi …………………………… 79
Kontrol sistemleri ve içgüdüsel davranış ………………………. 83
Adaptasyon: sistem ve ortam ………………………………………. 89
Literatür Üzerine Notlar ……………………………………………. 96
4. İNSANIN EVRİMSEL UYGULANABİLİRLİK ORTAMI ….. 99
5. İÇGÜDÜSEL DAVRANIŞA ARACILIK EDEN DAVRANIŞ
SİSTEMLERİ ……………………………………………………………. 107
Davranış Sistem Tipleri ……………………………………………. 107
Davranış sistemlerin koordinasyonu ………………………….. 117
Bütünleşme ve kontrolün daha gelişmiş yöntemleri ……… 123
6. İÇGÜDÜSEL DAVRANIŞIN NEDENİ ………………………… 129
Davranış Sistemlerinin Aktivasyonu ve Sonlanması ……. 129
Uyumsuz Davranış Sistemleri: eşzamanlı aktivasyonun
sonuçları ……………………………………………………………. 142
Duyusal girdi ve değişimi …………………………………………. 147
7. DEĞERLENDİRME VE SEÇME: HİS VE DUYGU ………. 151
Giriş ……………………………………………………………………….. 151
Felsefi Problemler ……………………………………………………. 153
Hissedilen Faaliyetler ………………………………………………. 157
Davranışın Duygusal Nedeni mi yoksa Hissi Nedeni mi? 164
His ve Duygunun İletişimsel Rolü ………………………………. 168
8. İÇGÜDÜSEL DAVRANIŞIN FONKSİYONU ………………… 173
Davranış sistemlerinin fonksiyonları ve aktivitenin diğer
sonuçları ……………………………………………………………. 173
Terminoloji Problemleri …………………………………………… 184
9. YAŞAM DÖNGÜSÜ BOYUNCA DAVRANIŞTAKİ
DEĞİŞİKLİKLER ……………………………………………………… 193
10.İÇGÜDÜSEL DAVRANIŞIN ONTOJENİSİ …………………. 199
Davranış sistemlerinin ontojenisi sırasında meydana gelen
değişiklikler ………………………………………………………… 199
Etkili uyarıcının alan kısıtlaması……………………………….. 202
Primitif davranış sistemleri detaylandırılması ve karmaşık
sistemlerce değişimi …………………………………………….. 207
Fonksiyonel bütünlüklerde davranış sistemlerinin
entegrasyonu ……………………………………………………… 211
Gelişimin hassas dönemleri ………………………………………. 216
Mühürleme ……………………………………………………………… 221
İçgüdüsel davranışın eski ve yeni teorilerinin
karşılaştırılması ………………………………………………….. 227
KISIM III BAĞLANMA DAVRANIŞI ……………………………….. 231
11.ÇOCUĞUN ANNEYE BAĞLANMASI: BAĞLANMA
DAVRANIŞI…………………………………………………………….. 233
Alternatif Teoriler ……………………………………………………. 233
Bağlanma davranışı ve doğadaki yeri ………………………… 237
İnsan olmayan primatlarda bağlanma davranışı ………… 240
İnsanda Bağlanma Davranışı ……………………………………. 255
12.BAĞLANMA DAVRANIŞININ DOĞASI VE FONKSİYONU
………………………………………………………………………………. 269
İkincil dürtü teorisi: köken ve mevcut durum ……………… 269
Mühürleme sorunu ………………………………………………….. 279
Bağlanma Davranışının Fonksiyonu ………………………….. 283
Terminoloji üzerine bir not: “bağımlılık” ……………………. 288
Bağlanma ve diğer sosyal davranış sistemleri ……………… 290
13.BAĞLANMA DAVRANIŞINA KONTROL SİSTEMLERİ
YAKLAŞIMI …………………………………………………………….. 295
Giriş ……………………………………………………………………….. 295
Anne-çocuk etkileşiminde anne ve çocuğun rolleri ………. 296
Bağlanma ve organizasyonuna aracılık eden davranış
biçimleri …………………………………………………………….. 304
İki yaşındakilerin farklı durumlardaki tipik davranışı … 313
Bağlanma davranışına aracı sistemlerin aktivasyonu ve
sona ermesi ………………………………………………………… 319
KISIM IV İNSAN BAĞLANMASININ ONTOJENİSİ ……….. 325
14.BAĞLANMA DAVRANIŞININ ESASLARI ………………….. 327
Bağlanma Davranışında Evreler ……………………………….. 327
İnsan-Yenidoğanın Davranışsal Donanımı …………………. 331
İnsanlara ilk tepkiler ……………………………………………….. 334
Doğa ve Çevre …………………………………………………………. 360
15.BİR FİGÜRE ODAKLANMA …………………………………….. 363
Giriş ……………………………………………………………………….. 363
Farklı açılardan davranışa yönelen örüntüler ……………. 364
Bağlanma Davranışının Yöneldiği Figürler ………………… 368
Figür seçimini sağlayan işlemler ……………………………….. 379
Duyarlı evreler ve yabancı korkusu …………………………… 387
Spitz’in konumu: bir eleştiri ……………………………………… 393
16.BAĞLANMA ÖRÜNTÜLERİ VE YARDIMCI KOŞULLAR
………………………………………………………………………………. 399
Çözülmesi gereken problemler ………………………………….. 399
Bağlanma Örüntülerini Tanımlamak için Kriterler …….. 402
İlk doğum gününde görülen bazı bağlanma örüntüleri … 404
Değişime Katkı Sağlayan İlk Yılın Koşulları ……………….. 409
Örüntülerin Sürekliliği ve İstikrarı ……………………………. 417
17.BAĞLANMA DAVRANIŞININ ORGANİZASYONUNDA
GELİŞİMLER …………………………………………………………… 421
KISIM V ESKİ TARTIŞMALAR YENİ BULGULAR ………….. 431
18.BAĞLANMA ÖRÜNTÜLERİNDE İSTİKRAR VE DEĞİŞİM
………………………………………………………………………………. 433
Güvenle ya da anksiyete ile bağlanmış olarak
değerlendirilen bebeklerin daha fazla bağlanması ….. 433
Bağlanma Organizasyonu: değişkenlikten istikrara …….. 437
Kavramsal perspektif almanın gelişimi ………………………. 440
19.İTİRAZLAR, YANLIŞ YORUMLAR VE AÇIKLAMALAR 445
Organizasyonel kavram olarak bağlanma …………………. 445
Bağlanma-bakma: bir sosyal bağ tipi …………………………. 450
REFERANSLAR ……………………………………………………………. 455
DİZİN …………………………………………………………………………. 473
ÖNSÖZ
International Journal of Psycho-Analysis’de erken çevresel şartların karakter gelişiminde nasıl etkili olabileceğine dair ilk makalesinin yayımlanmasından (1940) yirmi dokuz yıl sonra 1969’da John Bowlby, kariyeri boyunca oluşturduğu gözlemler ve teorik kavramsallaştırmaları Bağlanma, Ayrılma ve Kayıp adı altında üç etkileyici kitabın ilkinde bütünleştirdi. Temel cilt olan Bağlanma çığır açıcı nitelikteydi.
Bilimin başlıca sorularından biri, özellikle belirli erken dönem ontogenetik olayların, sonrasında her şeyde nasıl ve neden aşırı biçimde etkili olduğudur? Bowlby, hem keşifsel teorik perspektif hem de test edilebilir deneysel metodolojinin, erken dönem sosyal çevrenin gelişimsel süreçlere şekil vermek için olgunlaştırıcı organizma ile etkileşim içinde olduğu oldukça belirli mekanizmaları gözlemleme, ölçme, değerlendirme için yaratılmış olabileceği biçimindeki temel problemleri sundu.
Fakat belki de daha da önemlisi, özenle ele aldığı disiplinler arası perspektifin gelişimsel fenomen çalışmasına uygulanabileceği önerisiydi. Bilim spektrumunun ortak bilgi temeli, en güçlü modellerini ortaya koyacaktı –hem bebeğin başka bir insan varlığına ilk bağlanmasına aracı olan temel ontogenetik işlemler hem de bu işlemlerin yaşam döngüsünün daha geç noktalarında organizma gelişimine kalıcı bir şekilde etki ettiği temel psikobiyolojik mekanizmalar.
“Aslında Bowlby’nin …kalkıştığı, biyolojideki son ilerlemeler ışığında psikanalitik teoriyi güncellemektir” (Ainsworth, 1969, s. 998). Bowlby’nin bugün literatürle uzaktan akraba olduğu gözüken birleşmenin sinerjistik potansiyelindeki derin anlayışı, parlak bir sezgi patlaması gibi görünmektedir fakat aslında iki çok önemli entelektüel tesirin, Charles Darwin ve Sigmund Freud, doğal bir çakışmasını sunmaktadır. Psikanaliz ve etolojiden (davranışsal biyoloji) gelen kavramların birbirine karışımı, biyolojik ve psikolojik alanlar arasında kurulabilen karşılıklı zengin bir diyalog ortaya koyarak dışsal ve içsel dünyada önemli olayların tanımını kolaylaştırır (bkz. Darwin’in The Expression of Emotions in Man and Animals ve Freud’un Project for a Scientific Psychology).
Darwin ve Freud gözlemsel ve teorik merceklerini öncelikle (fakat özellikle değil) tamamen olgunlaşmış erişkin organizmaların uyumlu/adaptif ve uyumsuz/maladaptif işleyişleri üzerine odaklarlarken Bowlby, kliniksel gözlemcilerin ve deneysel bilim adamlarının devamlı gelişen organizmalar üzerinde yoğunlaşmaları gerektiğini savunur. Daha bilimsel bir şekilde olgunlaşmamış organizmanın önemli derecede kendi türünün olgun erişkin bir üyesiyle olan ilkel ilişkisiyle biçimlendiği temel ontogenetik mekanizmaların daha derinden incelenmesi çağrısında bulunur –ki bu da anne ile çocuk arasındaki bağlanma biçimleri ilişkisinin daha kapsamlı çalışmaları içindir. Bowlby bu gelişimsel süreçlerin belirli bir çevre ile doğuştan gelen benzersiz genetik donanımın bir etkileşiminin ürünü olduğunu ve çocuğun ortaya çıkan sosyal, psikolojik ve biyolojik kapasitesinin, annesiyle ilişkisinden ayrı anlaşılamayacağını ileri sürer.
Bağlanma araştırması, bu cildin ilk yayınlanışından sonra yaklaşık otuz yıl içerisinde etkisini doğrulayarak patladı fakat Bowlby’nin eseri dikkat çekmedi. Tekrar okunduğunda gelişimsel faaliyetlerin doğasındaki gizli içgörüleri açıklamayı ve yine incelenmesi gereken gelişimsel araştırma bölgelerini aydınlatmayı sürdürdü. Gerçekte Bowlby, ilişkisel olarak psikobiyolojik faaliyetlerle güdülenen bilinmeyen anne-çocuk alanını incelerken temel topografik işaretleri tespit eder –bağlanma ilişkisinin gelişen birey üzerinde anlık ve devamlı etkide bulunma biçiminin kapsayıcı bir modeli fenomenal merkez olmaktadır.
Bowlby’nin “bebekliğin sözcük öncesi döneminden itibaren insanın sosyal tepkilerinde geniş kapsamlı araştırma programı” için çağrıda bulunduktan sonra üstlenilen bağlanma teorisinin deneysel ve klinik incelemelerinin niteliği psikoloji, psikiyatri ve psikanalizde genellikle bir standart vazifesi gördü; genişliği gelişimsel psikoloji, gelişimsel psikobiyoloji, gelişimsel nörokimya, çocuk psikolojisi ve psikanalize uzanmaktadır. Ardındakiler, Bowlby’nin çalışmasına sadece psikonörobiyolojik bir bakış açısı uygulamaz aynı zamanda Bowlby’nin kartografisinde¹ resmedilen bağlanma alanının hala incelenmemiş belirli bölgelerini disiplinler arası araştırma için kendisinin özgün reçete ve ayırmaları karşısında mevcut araştırmaları ölçümler.
Çoğu araştırmacı, bu ufuk açıcı cildin ikinci bölümünde ana hatları çizilen kavramlar üzerine odaklanır ki burada Bowlby, çocuğun birinci bağlanma figüründen ardışık ayrılma tepkileri – protesto, umutsuzluk ve kopma- üzerine temel makalelerini ayrıntılandırır ve Ainsworth’un bağlanma araştırması için başlıca deneysel paradigma olmuş, artarak gerilim üreten “yabancı ortam” ını ileri sürer.
Bowlby ayrıca bağlanma ilişkisinin temel dinamikleri olarak gördüklerine yönelir. Başlangıçta çocuğun etkileşim aramada aktif olması, annenin annelik davranışının çocuğun bağlanma davranışıyla karşılıklı olması ve bağlanma gelişiminin hem bebeğin işaretlerine cevaben annenin duyarlılığı hem de etkileşimin doğası ve miktarıyla ilgili olmasıdır. “Karşılıklı aktarım” olarak bağlanma dinamiklerini gösteren bir zemin, dinamik sistemler teorisindeki son ilerlemelerle mükemmel şekilde uyumlu bir kavramsallaştırma hazırlar (Schore, 1997b, basım aşamasında; Lewis, 1995).
Bağlanma Davranışı adlı kısmın en başında Bowlby, temel özellikleriyle ilk modelini ortaya koyar. Bu, “özellikle annenin gidişi ya da korkutucu herhangi bir şeyle kolaylıkla aktive olan biyolojik fonksiyonlu içgüdüsel bir sosyal davranıştır ve sistemleri en etkili şekilde sonlandıran uyarıcılar annenin sesi, görünmesi veya dokunuşudur”. Bağlanmanın “öngörülebilir bir sonuç olarak anneye yakınlık gerektiren çok sayıdaki davranışsal sistemin aktivitesinin bir ürünü” olduğunu eklemesine rağmen ikinci ciltte (1973) bağlanma sisteminin amacını sadece bir yakınlık olarak değil duygusal olarak uygun ve duyarlı bir bağlanma figürüne erişim olarak yeniden tanımlamaya kalkışır.
Bu kavramın daha geniş açılımı, bugün çocuğun yüz ifadeleriyle gösterdiği duygusal hallerini ortak bir şekilde düzenleme sırasında ilk bakıcının merkezi rolünü vurgulayan (Schore, 1994, 1998a, baskıda b.) ve bağlanmayı diyadik duygu düzenlemesi (Sroufe, 1996) ve organizmalar arasındaki biyolojik eşzamanlılık düzenlemesi olarak tanımlayan etkileşimsel teorilerde görülmektedir. ² Hızlı bir şekilde yüz yüze düzenlenmiş etkileşimlere psikobiyolojik olarak uyum sağlayan bakıcı (Field, 1985) sadece çocuğun olumsuz duygulanım durumlarını minimize etmez aynı zamanda olumlu duygulanım durumlarını maksimize eder (Schore, 1994, 1996, 1998b). Bu “duygulanım eşzamanlılığının” yakın bireylerarası bağlamı (Feldman, Greenbaum ve Yirmiya, 1999) ve bireylerarası rezonansı (Schore, 1997b, baskıda b) bağlanma dinamiklerinin dışsal alanını gösterir.
Bowlby, içsel alana yoğunlaşır bunun yanında “fiziksel dünyanın, annenin ve diğer önemli kişilerin, kendisinin ve her bir etkileşimin davranış göstermesi beklenen” içsel çalışma modellerinin çocukta gelişen oluşumu üzerine yorumda bulunur. Bu formülasyon, “süreç-yönelimli” içsel çalışan modeller anlayışı içerisinde yorumlayıcı yükleme süreçleri sayesinde bireylerin ilişki uyumunu düzenleyen (Bretherton ve Munholland, 1999), duygulanım düzenleme stratejilerini (Kobak ve Sceery, 1988; Schore, 1994) ve çevresel zorluklar karşısında temel düzenleme ve olumlu duygulanımın devamlılığı ile ilgili beklentileri (Sroufe, 1989) şifreleyen sunumlar olarak değerlendirilir. Mevcut psikobiyolojik modeller, duygu durumunu düzenlemeyi sağlayabilen, çocuğun anneyle olan duygulanım diyaloğunun sunumlarına başvurur (Polan ve Hofer, 1999).
İlginç biçimde Bowlby kitabın ilk sekiz bölümünde, içsel çalışma modellerini tanımlar ki bu bölümler içgüdüsel davranışa ayrılmıştır ve ileriki bölümlerde bağlanma üzerinde ortak bir bütünlük oluşturur. İlk kısımlardaki ana temalar içerisinde daha derinlikli bir yorum, bağlanma teorisi ve araştırmasının sınırını ortaya koyar. Bowlby, içsel model fonksiyonunu beyindeki “bilişsel haritalar” biçiminde görür ve “belirli hedeflere (bağlanmaya) nasıl ulaşılabilineceğine ilişkin tahmin yürütmeye yardım eden bilgiyi aktarma, biriktirme ve işleme” sağladığını varsayar. Dahası “her bireyin sahip olduğu iki çalışma modelinin sırasıyla organizmal model ve çevresel model olduğunu” açıklar. Bunun nedeni “duyu organları sayesinde bir organizmaya ulaşan olaylarla ilgili duyu verilerinin derhal değerlendirilmesi, düzenlenmesi ve yorumlanmasıdır… Aynısı, organizmanın içsel durumundan elde edilen duyu verileri için de geçerlidir”. Burada Bowlby, psikoloji ve biyolojiyi, zihin ve bedeni birbirlerine kenetleyebilen gelişimsel teorik bağlanma kavramı ihtiyacına işaret etmektedir.
Bu nedenle Bowlby, hem biyolojik hem de sosyal bağlanma unsurlarını içeren teorik bir çerçeve tanımlayarak “Görev” (Kısım I)’e başlar; bu, fonksiyonel özelliklerinin yanı sıra yapısal bir organizasyon açısından tanımlanması gereken bir alandır. Biyolojik araştırmacıların tamamının yaklaşımlarını izleyerek yaşam sisteminin yapı-fonksiyon ilişkilerini açıklamaya kalkışır fakat sistemin öncelikle kendisinin organize ettiği önemli ilk dönem düzeyler üzerine odaklanmak için gelişimsel biyolojinin perspektifiyle vizyonunu zenginleştirir. O yüzden kitabın biçimi, öncelikle içyapısal sistemin genel özelliklerini belirlemek ve sonra da bu sistemin bağlanma sürecindeki merkezi fonksiyonel rolünü tanımlamaktır.
Bowlby, üçüncü bölümü Freud’un (Freud, 1925) “Psikolojide güvenli görülen içgüdüler teorisinden başka acil bir ihtiyaç yok” sözüyle açar. Temelde Freud’un bilinçdışı faaliyetlerin biyolojisini açıklayacak bir modelin oluşumunu gerekli gördüğü düşüncesinin göstergesi olan “alternatif içgüdüsel davranış modeli” sunarak ihtiyacı karşılamaya çalışır. Bu amaçla Bowlby, bağlanmanın kendini korumayla ilgili içgüdüsel bir davranış olduğunu ve genetik donanım ile erken dönem çevrenin arasındaki etkileşimin bir ürünü olduğunu ileri sürerek başlar.
Ancak çok geçmeden merkezi olarak içgüdüsel davranışla ilgili biyolojik kontrol sisteminin detaylı ve “tümüyle amaç düzeltimli davranışsal yapı” olduğuna dair hiyerarşik biçimde organize olmuş bir tanımda bulunur. Bowlby ayrıca bu kontrol sisteminin nörobiyolojik işlemlerine göre bazı ipuçları verir; fonksiyonları, retiküler oluşumun önemli faaliyetlerinden kaynaklanan organizmanın “uyarılma durumuyla” ve orta beynin çekirdek ve limbik sistemin “organizmal haller ve durumların değerlendirmesiyle ilişkili olması gerekir”. Hatta anatomik konumu, alın lobları ile ilgili yorumda bulunur.
Bu kontrol sisteminin “içerisinde gelişimin meydana geldiği ortam tarafından bir dereceye kadar etkiye açık olduğunu” söyler. Daha belirli bir biçimde çocuğun “uygulanabilirlik ortamı ile etkileşiminde ve özellikle bu ortamdaki birincil figür yani anne ile etkileşiminde gelişir. Bunun yanında Bowlby’e göre, “bireysel gelişimin basitten başlayarak karmaşık olma sürecinde kontrolün artması, hiç şüphe yok ki büyük oranda merkezi sinir sisteminin gelişiminin bir sonucudur”. Bu kontrol sisteminin olgunlaşmasındaki zamansal aralığın –dokuz-on sekiz ay– olduğunu ileri sürecek kadar ileri gider.
Bir sonraki “Değerlendirme ve Seçme: Hissetme ve Duygular” bölümünde Bowlby, Darwin’in (Darwin, 1872) yüzde ve bedendeki ifade hareketlerinin anne ve çocuk arasındaki iletişimin ilk araçları olarak hizmet gördüğü gözlemini alıntılar. Bu temayı geliştirirken Bowlby, yüz ifadesi, tavır, ses tonu, psikolojik değişim, hareket hızı ve başlangıç hareketinin” dikkat çekiciliğini vurgular. Bu tür girdiler, “mutlu ya da mutsuzluk değeri” açısından deneyimlenir ve farkında olmadığımızda bile aktif bir şekilde faal olabilir”; bu şekilde duygu, hem davranışsal hem de psikolojik durumları izleme imkanı verir. Bu nedenle duygusal süreçler içgüdüsel bir davranış modelinin temelinde yatmaktadır.
İlerleyen bölümlerde Bowlby, anne çocuk bağlanma ilişkisinin “çok güçlü duyguları ya da hisleri, mutluluğu ya da tersini beraberinde getirdiği”, çocuğun “stresle baş etme kapasitesi”nin belirli annelik davranışıyla ilişkili olduğu, ortak oluşturulmuş evrimsel uygulanabilirlik ortamından gelen içgüdüsel davranışın “türlerin hayatta kalması için hayati sonuçlara” sahip olduğu sonucuna varır. Ayrıca “bazı evrimsel eşiklerin geçildiği” süreçte çocuğun “aniden” anneden ayrılmayla baş etme kapasitesinin geliştiği otuz yaşının sonuna dek bağlanma sisteminin kolaylıkla aktive olduğunu öne sürer.
Bir sonraki soru; bu cildin yayınlanışından otuz yıl sonra, decade of the brain* araştırması sonucunda Bowlby’nin temel bağlanma yapıları nasıl dayanır? olacaktır. Onlar gerçekten tam anlamıyla öngörülüydü. İçsel bağlanma çerçevesinin kuş bakışı perspektifi, sadece bağlanma faaliyetlerine aracılık eden temel beyin yapılarına değil aynı zamanda bu yapıların gelişen beyin içerisinde dinamik bir biçimde kendini nasıl organize ettiğinin görsellerine yakından bakmak için bugün yoğunlaşma gerektirecek kadar genişlemiştir. Bowlby’nin nörobiyolojik kontrol sistemi çalışmaları bugün “duygusal beynin kıdemli yöneticisi” olarak adlandırılan (Joseph, 1996) ve “özellikle duygu ile ilgili davranış kontrolünün en yüksek düzeyine” aracılık ettiği görünen bir bölge olan orbitofrontal korteks ile ilişkilendirilebilir. (Bu kavramların ve referansların daha geniş açıklamaları için bakınız, Schore, 1994, 1996, 1997b, 1998a, 1999, baskıda a, b, c, d, e.)
Bowlby’nin Bağlanma ve Kayıp eserinin yeni baskısının yayını, bağlanma teorisinin dayalı olduğu nöropsikobiyolojik temeli inceleyebildiğimiz bir döneme denk gelmektedir. Çocuğun ilk ortamı ya da daha doğrusu çocuk ve anne tarafından paylaşılan ortak psikobiyolojik ortamın, bilimde ilkel bir terra incognita** sunduğu göz önüne alınırsa (Schore, 1994, s. 64) Bowlby’nin teorik çerçeve çalışmalarının sonraki jenerasyonu, erken sosyal ortam ve bağlanma deneyimlerinin gelişen beynin benzersiz mikrotopografisine nasıl farklı bir şekilde etki ettiğini ayrıntılı bir şekilde gösterecektir.
Bu tür çalışmalar, psikolojik ve biyolojik alanlar sunan beyin sistemlerinin ortak dinamik arayüzeyinde meydana gelen olaylar üzerine deneysel bir projektör yansıtacaktır. Bağlanma işleminin temelinde yatan sağ beyinden sağ beyne psikobiyolojik etkileşimler bedenselliğe dayalı hızlı hareket eder ve çocuğun gelişim ve uyum kapasitesi için önemlidir. Her iki üyede de beyin, davranışsal ve bedensel değişikliklerinin koşut zamanlı ölçümlerini gerektirir³.
Bunun dışında uyumlu ve uyumsuz ebeveyn ortam etkilerine dair psikonörobiyolojik çalışmalar, sonradan biçimlenen psikopatolojilere ya da bunların riskine direnmeyi sağlayan psikobiyolojik mekanizmaların yanı sıra güvenli ve güvenli olmayan bir şekilde bağlanan bireylerin arasındaki beyin organizasyonlarındaki küçük önemli farklılıkları ortaya koyacaktır. Bu disiplinler arası gelişimsel çalışmalar, farklı sınıflardaki psikiyatrik rahatsızlıklarda düzenleyici kusurların kuşaklararası aktarım mekanizmalarını açıklayabilir ve ayrıca daha arı tedavi modelleri için bir temel olarak vazife görebilir. Bir anlamda insan deneyiminin ilkel köklerine yapılan bu derin çalışmalar, gerçek zamanlı olarak gelişen beyinzihin- beden faaliyetlerini invazif olmayacak biçimde yansıtabilen metodolojilerdeki teknik ilerlemeler ve gelişimsel nörobiyolojideki teorik gelişmeleri bekliyordu.
Bağlanma teorisinin devam eden gelişimindeki temel bir figür olan Mary Main’in gözlemine göre; “şu anda alanımızın tarihindeki en heyecan verici anlardan birindeyiz. …yakında erken dönem bağlanma deneyimlerindeki bireysel farklılıklar ile nörokimya ve beyin organizasyonundaki değişikliklerin arasındaki ilişkilerin haritasını çıkarmaya başlayacak bir konuma geleceğiz. Ayrıca bebek-bakıcı etkileşimiyle ilgili psikolojik düzenleyicilerin incelenmesi, hem klinik değerlendirme hem de müdahale için geniş kapsamlı içerik oluşturacaktır” (Mary Main, 1999, s. 881-882).
Çalışmasının anlamı üzerine son söz Bowlby’nin kendisinden gelsin. “Gerçek şu ki insan gelişiminin en az çalışılan evresi, bir çocuğun, onu en farklı şekilde insan haline getiren her şeyi elde ettiği evredir. Burası hala keşfedilecek bir kıta.”
Bağlanmanın Nörobiyolojisi Üzerine Çalışmalar
Ainsworth’a göre (1967, s. 429) bağlanma, açık davranıştan daha fazlasıdır, içseldir, “bebeğin annesiyle etkileşimlerinin deneyiminin bir sonucu olarak ve bu sırada sinir sisteminin içine eklenerek” var olur. Bowlby’nin önerisinin izinde, limbik sistem, bağlanma davranışının belirmesiyle ilgili gelişimsel değişikliklerin alanı olarak konumlandırılmıştı (Anders ve Zeanah, 1984). Gerçekte yedi ila on beş ay arası belirli bir periyotta, miyelinasyon ve özellikle hızlı bir şekilde gelişen limbik ve kortikal bağlantı bölgelerinin olgunlaşması için önemli olduğu görülmektedir (Kinney vd. 1998); insan serebral korteksinin limbik bölgeleri, on beşinci ayda anatomik olgunlaşma gösterir (Rabinowicz, 1979). Kanıtlar göstermektedir ki bağlanma deneyimleri, bakıcı ve bebek arasındaki duygulanım senkronunun yüz yüze etkileşimi, doğrudan mühürleme etkisi, orbital alın korteksinin devre hattı, kortikolimbik bölgenin on iki aylıkken majör olgunluk değişiminin başladığı ve ikinci yılın ortalarından sonuna gelişimin kritik periyodunun tamamlandığı bilinir. Bunun için gereken zaman dilimi, Bowlby’nin gelişimsel ortamın etkisine açık bir bağlanma kontrol sisteminin olgunlaşması için gerekenle aynıdır.
O nedenle ortak yaratılan evrimsel uygulanabilirlik ortamı, orbitofrontal korteksteki düzenleyici sistemin deneyim-bağımlı olgunlaşması için gelişim kolaylaştırıcı ortama izomorfiktir. Aslında bu prefrontal sistem yüzsel bilgiyi değerlendirir (Scalaidhe vd. 1997) ve hoş olmayan öfke ve üzüntülü surat ifadelerinin yanı sıra hoş dokunma, tat, koku (Francis vd. 1999) ve müziğe (Blair vd. 1999) olan yanıtları işler. Bu ayrıca amaç yönelimli davranışın motivasyonel kontrolünü dengeler (Tremblay ve Schultz, 1999), koşullar değişirken yanıtları doğrulamak için içe duyarlı ve dışa duyarlı alanları ve fonksiyonları esnek bir şekilde koordine eden yüksek bir kodlama düzeyi sağlar (Derryberry ve Tucker, 1992) ve duygusal yanıtları izler, ayarlar ve doğrular (Rolls, 1986).
Bu fonksiyonlar, beynin bu bölgesinin benzersiz anatomik özelliklerini yansıtır. Ventral ve medyal yarım küre yüzeylerde bulunmalarından dolayı bunlar, korteks ve subkorteksin kesiştiği bir kavuşma bölgesi olarak hareket eder. Bu nedenle orbitofrontal korteks, insular korteks, ön singulat, ve amigdaladaki birbirine bağlı limbik bölgelerin hiyerarşik dizisi olan “rostral limbik sistem”in en yüksek aşamasında konumlanmıştır (Schore, 1997a, yayına hazırlanıyor). Limbik sistemin artık merkezi olarak “hızlı bir şekilde değişen ortama adapte olma” ve “yeni öğrenim organizasyonu” kapasitesi ile ilişkili olduğu düşünülmektedir (Mesulam, 1998, s.1028). Bu dinamik, birinci ve ikinci yıla doğru gelişirken duygusal olarak odaklı limbik öğrenimin temelinde benzersiz ve hızlı hareket eden mühürleme işlemleri, bağlanmayla ilgili öğrenme mekanizması yatar. Hinde (1990, s. 62) “sosyal davranış gelişiminin sadece aktif ve değişken organizma ile aktif ve değişken ortam arasında süregelen diyalektik yönünden anlaşılabildiğine” dikkat çeker.
Fakat orbitofrontal sistem aynı zamanda özerk sinir sistemi ve uyarılma- üreten retiküler oluşum ile derinden bağlantılıdır ve bu tür doğrudan bağlantılarla sadece kortikal bir yapı olduğundan dolayı sosyal uyarıcıya özerk yanıtları düzenleyebilir (Zald ve Kim, 1996) ve “içgüdüsel davranışı” dengeleyebilir (Starkstein ve Robinson, 1997). Bu frontolimbik sistemin etkinliği o nedenle sosyal ve duygusal davranışların dengelenmesi, bedenin homeostatik düzenlemesi ve motivasyonel durumlar ve temelinde bağlanma süreçleri ile ilgili duygulanımdüzenleyici fonksiyonlar için önemlidir. Bu fonksiyonun esas yönü “etkiyi düzenleme girişiminin -mutsuz duyguları minimize etmek ve mutlu olanları maksimize etmek- insan motivasyonundaki güdüleyici güç” olduğunu ileri süren Westin (1997, s. 542) tarafından vurgulanmıştır.
Orbital prefrontal bölge özellikle sağ yarım küreye yayılmıştır ve bütün sağ beyin için bir yönetici kontrol fonksiyonu olarak hareket eder. Bilinçdışı işlemler için dominant olan, bu yarım küre sürekli bir temel üzerinde dışsal uyarıcıların duygusal belirginliğini hesaplar. Bu yanal sistem, algıların mutluluk-mutsuzluk derecesinin kalibrasyonuna uyumlu olumlu ya da olumsuz duygu değişimini aldığı bir “değer etiketleme” fonksiyonu ortaya koyar (Schore, 1998a, 1999). Ayrıca yüzsel ifadeler, mimikler, prozodi gibi sözel olmayan duygusal işaretler için bir sözlük olan “sözel olmayan duygulanım sözlüğü” içerir (Bowers, Bauer ve Heilman, 1993). Sağ kortikal yarım küre soldan daha fazla limbik ve subkortikal bölgelerle daha geniş karşılıklı bağlantılar içerdiğinden duygusal bilgiyi işlemek ve ifade etmek, psikobiyolojik durumları düzenlemek için dominanttır (Schore, 1994, 1998a, 1999; Spence, Shapiro ve Zaidel, 1996). Bu nedenle sağ yarım küre temelde Bowlby’nin bağlanma sistemlerinin sosyal ve biyolojik fonksiyonları olarak tanımladığı ile ilişkilidir (Henry, 1993; Schore, 1994; Shapiro, Jammer ve Spence, 1997; Siegel, 1999).
EEG ve nörolojik görüntüleme kullanarak bu modeli doğrulayan Ryan, Kuhl ve Deci (1997, s. 719), “özerk-destekleyici ebeveynden kaynaklanan olumlu duygusal değişim, global, tonik duygusal modülasyonu içeren sağ yarımküre kortikal ve subkortikal sistemlerin ortaklığını içerir” sonucuna vardılar. Bowlby’nin bağlanma davranışının türlerin hayatta kalması için çok önemli olduğu iddiası doğrultusunda artık sağ yarımküre stres ve mücadelelerle baş etmeyi sürdürecek organizmaya imkân veren ve yaşamı sürdürmeyi destekleyen hayati fonksiyonların kontrolü için merkezdir (Wittling ve Schweigher, 1993).
Geliştirilen bir grup çalışma bebeğin erken olgunlaşan (Geschwind ve Galaburda, 1987) sağ yarımküresinin özellikle erken sosyal deneyimlerden etkilendiğini göstermektedir (Schore, 1994, 1998b). Bu gelişimsel ilke, günümüzde Chiron vd. (1997) tarafından yapılan Tek Foton Emisyonlu Bilgisayarlı Tomografi (TFEBT/SPECT)*** çalışmasıyla desteklenmiştir ki bu da sağ beyin yarımküresinin sözcük öncesi insanbebeklerde özellikle yaşamın ilk üç yılında dominant olduğunu gösterir. Bu süreçte hakimiyetin sağ yarım küreden sol yarım küreye geçtiği bu ontogenetik değişim, Bowlby’nin üç yılın sonunda bağlanma sistemindeki azalmanın “olgunlaşma eşiği”nin “ani” geçilmesinden kaynaklandığı yorumunu açıklayabilir.
Mevcut nöropsikolojik çalışmalar, “bebeğin … duygusal deneyimlerinin beyin ontojenisinin biçimlendirici düzeyleri sırasında sağ yarım kürede oransız biçimde biriktirildiğini ya da işlendiğini” (Semrud- Clikeman ve Hynd, 1990, s. 198), “bebeğin yaşamın ilk 2-3 yılı sırasında öncelikle yöntemsel bellek sistemlerine itimat ettiğini” (Kandel, 1999, s. 513) ve sağ beynin “kendi geçmişinin serebral temsilini” ve duygusal olarak yüklü otobiyografik belleğin alt katmanını içerdiğini (Fink vd. 1996, s. 4275) göstermektedir. Bu bulgular, bağlanma ilişkisinin erken biçimlenen içsel çalışma modellerinin sağ yarım kürede örtülü yöntemsel bellek sistemlerinde işlendiğini ya da depolandığını ileri sürer. Güvenli bir şekilde bağlanmış bireyde bu modeller “homeostatik bozulmalar sağda olacaktır” beklentisini kodlar (Pipp ve Harmon, 1987, s. 650).
———
¹ Yüzyılın sonunda konuyu genişçe gözden geçirmek için bkz. Attachment Theory: Social, Development and Clinical Perspectives (1995) ve Handbook of Attachment: Theory, Research and Clinical Applications (1999)
² Senkronize etkileşimlerin gelişimi, çocuğun sağlıklı duygusal gelişiminde temeldir (Penman, Meares ve Milgrom, Friedman, 1983). Reite ve Capitanio (1985) duyguyu “sosyal bağlanmaları kolaylaştıran ya da onlara hizmet eden temel düzenleyici ya da motivasyonel sistemlerin bir belirtisi” olarak kavramsallaştırır (s. 248) ve temel bağlanma fonksiyonunun “organizmal bir düzeyde biyolojik ve davranışsal düzenleme ya da senkron geliştirmesi” olduğunu öne sürer (Wang, 1997, s. 235).
* decade of the brain: ABD başkanı George Bush tarafından başlatılan 1990- 2000 arasında sürdürülen beyin araştırmalarından elde edilecek bilgiler ile kamu bilincini arttırma ve bilgilerin toplum üzerindeki etkisi üzerine birçok program, etkinlik ve konferans içeren proje.
** terra incognita: keşfedilmemiş bölge –çn.
³ Bebeğin bedensel durumlarının özerk ölçümlerinin, bağlanma fonksiyonlarının kapsamında bulunması gerekir ve olgunlaşmış merkezi ve özerk sinir sistemleri arasındaki etkileşimin gelişiminin, bağlanma yapıları araştırmalarında incelenmesi gerekir. Bu şekilde Bowlby’nin adlandırdığı bağlanma deneyimlerinin “yapı blokları”nı organize eden doğum öncesi ve doğum sonrası olgunlaşmış limbik döngüleri bütünüyle anlamalıyız (Schore a; yayına hazırlanıyor). Sağ yarım kürenin sonradan gelişim parlamalarına yeniden girdiği (Thatcher, 1994) ve sonunda sonradan olgunlaşan sol ile bir etkileşim sistemi biçimlendirdiği (Schore, 1994, baskıda b; Siegel, 1999) gerçeği doğrultusunda çocukluk ve erişkinliğin birbirini takip eden aşamalarında bağlanma sisteminin nörobiyolojik tekrar organizasyonları ve onların fonksiyonel ilintilerinin incelenmesi gerekir.
*** SPECT: Single Photon Emission Computed Tomography –çn.