DiniFelsefe-Sosyoloji-Psikoloji

Baruch Spinoza – Etika

Spinoza ve Etika Çevirisi Üzerine Birkaç Söz

Klasikler serisinin felsefe klasikleri bölümünden Spinoza’nın Ethica’sının çevirisini Etika adı ile veriyoruz. Çağdaş felsefenin iki büyük metafizikçisinden biri Leibniz ise, öteki Spinoza’dır. Eskiden beri Hollandalı büyük filozof, Descartes’çı felsefenin en önemli kişilerinden biri olarak tanınır. Descartes’in açtığı çığırı ileri götürenlerden Spinoza ve Leibniz birbirlerinden büsbütün ayrı yönlerde ilerlemiş oldukları için, onlara artık kelimenin tam anlamıyla Descartes’çı demeye bile imkân yoktur.

Spinoza, geniş kamutanrıcı (panthéiste) görüşü içinde maddeciliği ve ruhçuluğu birleştirmesi bakımından birbiriyle karşıt birçok düşünce yollarının birleştikleri nokta ve yine kendisinden birbirine aykırı yolların doğduğu büyük bir başlangıç noktası olduğu için, kendi cinsinde tek ve örneksiz bir filozoftur. Yahudi ve İslam felsefesinde birçok panteist düşünürlere rastlamakta isek de, genel çizgileriyle théosophe diyebileceğimiz bu eski düşünürlerle Spinoza’yı aynı kadroya sığdırmak doğru olmaz. Aslında Endülüslü olup Selçuklular devrinde Anadolu’da yerleşmiş ve orada bir fikir çığırının başı olmuş olan İbn Arabi’nin sistemi genel çizgileriyle Spinoza sistemine benzemekle birlikte, sonuçlarında ondan pek çok ayrılır. Spinozacılığın temeli olan determinist görüşe büsbütün aykırı, akılla kavranamaz irrationnel bir varlık görüşü onun temelidir. Genel olarak tasavvufta “Vahdet-i vücut” diye tanınan düşünce yolu ile Spinoza’nın çığırı arasında bu esaslı ayrılık unutulduğu için, sırf onları Tanrı ile Tabiatı bir görmeleri bakımından birleşik noktaları üzerinde durularak birçok yanlış yorumlara kapı açılmıştır.

İsmail Fenni efendi bu esaslı farkı belirtmiş, İbn Arabî çığırını Batının bu tek pantheisme’inden ayırmak için, ona panentheisme demişti.{1} İsmail Hakkı İzmirliye göre “Vahdet-i vücut’ta Tabiat Tanrıda olduğu halde, pantheisme’de Tanrı Tabiattadır.{2} İki çığır arasındaki bu temelli ayrılık birincisinin Tanrıyı Tabiatla açıklayan bir sistem olduğu halde, İkincisinin tersine, Tabiatı Tanrı ile, Tanrının görünmez güçlerine, akıl erdirilmez sırlarına göre açıklayan “gaybî” bir felsefe olmasına sebep olur.

Spinoza, daha kendi zamanlarından başlayarak bütünsel determinizme ait fikirleriyle bilim felsefesinde, ruh ve beden paralelliğine ait fikirleriyle psiko-fizyolojide, psiko-fizikte, yaratılmış tabiatın göreliğine ait fikirleriyle ahlak ve yasabilim (siyaset) alanında çok derin etkiler yaptı. Fakat öz ve varlığın özdeşliğine ait ana fikrinin bilgi teorisi ve mantık alanında açtığı buhran daha o zamandan beri Leibniz felsefesiyle arasında uzlaşmaz bir ayrılığın doğmasına kapı açtığı gibi, günümüzde de lojistik’in gelişmesi Spinozacılığa karşı saldırışların gittikçe daha kuvvetlenmesine meydan verdi.

Kant’dan sonra bütün Alman idealizmi, gözlerini yeniden Spinoza’ya çevirdi. Kant’ın olumsuz bir kavram yaptığı Noumene, yani mutlak alanına ait sonuçsuz araştırmaları, “mutlak”a sokulmak için Spinoza’nın cevher kavramını idealist bir gözle yeniden ele almak cesaretini uyandırdı. Schelling objektif idealizminde, Hegel mutlak idealizminde Kant’ı Spinoza ile tamamlamaya çalıştılar. Mendelssohn ve Jacobi idealist metottan yola çıkarak, oradan yeni bir mutlak metafiziğine geçmeyi denediler, fakat on dokuzuncu yüzyıldan sonra materyalistler kendilerine Spinoza’da başlangıç noktası aradılar. Ernst Haeckel ve Karl Moleschott gibi o dönemin bütün maddeci monistleri Spinoza’nın mutlak, sonsuz ve zorunlu cevherinde madde ve kuvvetin temellerini bulduklarını ileri sürdüler: Bugün de yine diyalektik maddeci felsefe kendisine orada kökler bulduğu kanısındadır{3}.

Burada Spinoza felsefesinin hangi yoruma daha elverişli olduğu noktası üzerinde tartışmaya girişecek değiliz. Böyle bir soru, filozof üzerinde başlı başına bir inceleme konusu olacak kadar geniştir. Ancak, onun fikir tarihindeki önemini belirtmek, modern düşüncenin gelişmesinde oynadığı büyük rolü göstermek için, kendisinin önceden birleştirdiği théologique felsefe, Descartes felsefesi, Hobbes’un maddeciliği ve Giordano Bruno sistemi gibi birbirine bu değin karşıt düşünce yollarını göstermek, yine kendisinden doğmuş olan -yukarda belirttiğimiz- türlü felsefeleri hatırlamak yeter sanırız.

Bizde Spinoza’dan ilk önce Rıza Tevfik “Mebhası Marifet” ve “Kamus-u Felsefe”de söz etti. Baha Tevfik “Felsefe Mecmuası”nda on dokuzuncu yüzyıl materyalistlerine ait çevirilerinde “Vahdet-i mevcut” ile “Vahdet-i vücut”u karşılaştırırken dokundu. Ferit Kam “Vahdet-i vücut” adlı kitabında Spinoza’nın panteizmi ile mutasavvıflar arasında ilk önemli karşılaştırmayı yaptı. Biraz önce söylediğimiz gibi, İsmail Fenni, bu karşılaştırmayı derinleştirdi. Şu kadar var ki, Hollandalı filozofun hiçbir eseri Türkçe’ye çevrilmiş olmadığı gibi, o eğilimde bir Türk düşünürü de çıkmış değildi. 1921’den sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi ahlak profesörü M. İzzet, Alman idealizmi ve yeni-Hegelcilik yolunda verdiği derslerinde ilk önce Spinoza sistemine yaklaştı. Bu etki M. İzzet’in “Büyük Adamlar ve Çağdaş Hayat” adlı incelemesiyle “Milliyet Teorileri ve Millî Hayat” konusundaki kitabında duyulmaktadır.

1934’te İstanbul Universitesi’nin bazı doçentleri tarafından Türkçe’ye çevrilen felsefe okuma örnekleri arasında Suut Kemal Yetkin’in çevirdiği Etika’nın birinci kitabı da bulunuyordu. Böylece, Türkçe’de Ethica çevirisine ait ilk denemeye girişilmişti. O zamandan beri de çağdaş felsefe klasiklerinin dilimize çevrilmesi günden güne daha zorunlu ve temelli bir iş haline gelmektedir.

Biz ilk çeviriyi Latince’den Fransızca’ya ilk defa yapılmış olan Henri de Boulainvillier çevirisinden yaptık. Bu ikinci çeviriyi ise doğrudan doğruya Charles Appuhn’un çok daha yeni olan ve Latince metinle birlikte yayımlanmış bulunan çevirisinden yapıyoruz{4}. Henri de Boulainvillier, çevirisini 17’nci yüzyıl sonlarında yapmış olmakla birlikte, eser ancak 1907’de F. Colonna d’Istria’nın kontrolü ve düzeltmeleri ile yayımlanmıştır{5}. En yeni çevirilerden biri de Pléiade serisinde çıkmış olan Roland Caillois çevirisidir{6}. Fakat biz bu çetin eserin anlaşılmasındaki yorum farkları yüzünden daha güç bir duruma girmemek için Appuhn çevirisini esas olarak aldık. Etika’nın yazılış tarihine ait notlar da ikinci çevirinin önsözünden alınmıştır.

Spinoza’nın büsbütün kendisine vergi olan geometrik biçimde (more geometrico) bir uslamlaması vardır. Bu düşünce biçimi, eseri başka hiçbir yerde görülmedik soyut ve kuru bir şekle koymakta ve okuyucuyu ürkütmektedir. Fakat filozofun mantıki sistemi içerisine girildikten sonra, bu düşünce zinciri insanı kolaylıkla en son sonuçlarına kadar götürebilir. Bu metot, John Locke gibi büsbütün deneyden yola çıkan bir sisteme aykırı olarak, sırf akla dayanmakta ve analitik içsellik hükümlerine göre kurulmaktadır: Öyle ki, belirli bazı tümel önermeler kabul edildikten sonra, tıpkı geometride olduğu gibi, onlardan analitik bir tarzda bütün ötekiler çıkarılabilir; böylece de ilk tümel önermelere deneyden yeni hiçbir şey katmaksızın, sırf analiz yolu ile bütün bir varlık sistemi kurulabilir. Fakat lojistik adı verilen çağdaş mantık gözünde bu analitik hükümler zinciri tautologie’den başka bir şey değildir ve bilgimize tecrübe alanında yeni hiçbir şey katmaz. Bundan dolayı, ne kadar mantıki kesinliği olursa olsun onunla fizik veya metafizik hiçbir şey kanıtlanamaz. Leibniz felsefesinin ileri götürülmesi yolunda elde edilen bu son hükümle Spinoza felsefesini kökünden yargılamak mümkündür. Kant’tan sonra göreci (relativiste) bütün bilgi teorileri ve zamanımızda lojistik adı altında tanınan araştırmalar gözünde, Spinozacılığı böyle bir hükme bağlı tutmak kolaydır. Fakat, buna karşı herhangi bir metafizik eğilim, ya da diyalektik maddecilik ve yeni realizm akımları içerisinde Spinozacılık kendisine yeniden ateşli taraflılar bulabilecektir.

Biz burada yeni felsefe terimlerimizle Etika gibi ağır bir eseri karşılamak işinde büyük güçlüklere uğradığımızı söylemeliyiz. Bu güçlükler, her şeyden önce yeni terimlerin böyle bir eserde şuraya buraya serpilmeyip, tıpkı bir geometri kitabında olduğu gibi sıkışık bir şekilde bütün kitabı kaplamış olmasından ileri geliyor. Ancak, okuyucu bu yabancı kavramlara ve yeni kelimelere alıştıktan sonra artık mekanik olarak ondan çıkan kavramları kolaylıkla elde edebilecek ve bu düşünce yoluna alışacaktır, ikinci güçlük yeni benimsediğimiz terimlerin her zaman eski felsefe kavramlarını ifadeye tam elverişli olmamasıdır. Diyelim, passion kelimesi yeni terimlerde Osmanlıca’daki ihtiras karşılığı tutku, ya da Aristo’daki anlamında edilgi ile çevrilmektedir. Aristo’dan beri eski felsefede passion ve action kelimelerinin bugünkü psikolojide anlaşılan şeklinden çok geniş bir anlamı vardır. Bu kelimeler genel olarak actif ve passif halleri ifade ettikleri ve Descartes’in Traité des Passions’una gelinceye kadar aynı anlam sürüp gittiği için bu yerde “pasif haller” klişesini kullanmayı ve yerine göre edilgi ve pasif hal kelimelerini birbirini açıklayacak şekilde değiştirmeyi elverişli bulduk{7}. Öte yandan terim kılavuzunda affection karşılığı benimsenen duygulanım kelimesini, bir hareketi gösterdiği için duygulanış diye kullanmayı doğru bulduk. Halbuki, Türkçe’de bu kelime yalnız duygusal hayatı göstermekte olduğu halde, Fransızca aslında affection herhangi bir madde üzerine bırakılan iz ya da tesir alışı kuşatmak üzere her türlü “tesir”i göstermektedir. Spinoza metafiziği gibi can ve teni, beden ve ruhu paralel iki âlem olarak alan bir felsefede her iki alan için kullanılan böyle bir kelimeyi sırf ruh alanına ait bir kelimeymiş gibi kullanmak oldukça tehlikeli ikiz anlamlara meydan verebilirse de, bu noktayı hep okuyucunun dikkatine bırakmak üzere, güçlüğü kabul etmek zorunda kaldık. Nitekim buna karşı, Spinoza’nın insan bedenini ve dış âlemdeki cisimleri ifade için yalnız le corps diye tek bir kelimesi olduğu halde, bunu yerine göre ten, beden, cisim gibi birkaç kelime ile çevirme imkânını bulduk. Her dilin kendine göre özel karakterleri olduğu için, bir yanda kaybettiği nüans zenginliğini başka bir yanda kazanması ve bu yüzden çevirilere tıpa tıp uygunluğu koruyamaması kadar anlaşılır bir şey olmaz{8}. Böyle zorluklar karşısında bazı kelimelerin yanına zaman zaman Fransızca ve Latince asıllarını koymakla güçlüğün içinden çıkmaya çalıştık.

Spinoza’nın Hayatı ve Eseri{9}

Spinoza, 17’nci yüzyılın tam merkez rolünü oynayan düşünürüdür. Düşüncenin bütün yolları onda birleşir: mistisizm ile natüralizm, teorik ilgi ile pratik ilgi, devrinin başka düşünürleri arasında az çok büyük bir çatışma halini alırken, onda aynı kişiliğin bütünleyici elemanları olmuştur ve onun sonuna kadar mantıkla geliştirmeye çalıştığı şey budur, nitekim bu farklı elemanların uzlaşması bu aşırı mantıki gelişme yardımıyla meydana çıkmıştır. Birçok düşünürler düşüncenin tellerini önce keserek sonra onları dıştan düğümledikleri halde, Spinoza’nın düşüncesinde yüce olan yön indî sınırlar çizmesini kabul etmemesinden ileri geliyor. O en içten özleriyle kurulmuş çeşitli fikir düzenlerini ahenge koydu. Hayatını harcadığı düşüncesinin bu sessiz çalışmasıyla, yeni dünya görüşü ve yeni bilimi benimsemeye elverişli bir eser yapmaya, ondan, ruhi unsurun gerçekliği ve özerkliğini kabul ederek, bütün sonuçlarını çıkarmaya çalıştı: Bu eserde olayların çeşitliliği ve fertliğini olduğu halde, bütününde, evrensel düzende, her şeyi taşıyan ve her şeyi etkin olan kuvveti görüyordu. Ve bu eser onun için sırf teorik bir çalışma değildi; bu onun için kişisel bir açıklık ve anlayış ihtiyacının tatmini idi. Kendi çabasıyla ezeli kanunların kavranmasına yükselmek için varoluşun huzursuzluk ve karanlığından çıkarak kazandığı mutluluğu ona verdi. Başeseri Etika’yı basit bir zihin eseri değil, bir sanat eseri yapan budur. Beş kitap, haklı olarak, bir dramın beş perdesine benzetilmiştir. Bu benzetme sonuna kadar götürülebilir. Birinci kitapta, gözlere insan hayatının geniş, sonsuz bir arka planını seren en geniş önermeleri veriyor. İkinci kitapta, tabiat biliminden alınmış hazırlayıcı bir önermeler serisini koyuyor ki, onlar yardımıyla tabiatın kesin olarak mekanik anlayışını kuruyor; sonra insan bilgisinin incelenmesi geliyor. İkinci kitabın son kısmı iğreti bir sonuç vermekte ve temelsiz olmayan bir tahmine göre, ilk iki kitap, aslında, bağımsız bir bütün teşkil etmektedir. Zihnimizin bütün tabiatla münasebetlerine ait bilgiden ibaret Spinoza’nın ulaşmak istediği hedef, perspektifte görünüyor. Bu bilgide o, hayat hikâyesinin bir kanıtına göre, kişiliğine sıkıca bağlı biricik iyiliği görüyordu. Fakat dramını bu kadar erken bitirmeden onu alıkoyan şey, ufukta beliren bir buluttur: Hakiki bilgi yalnız düşüncenin boşluğu ve yanlış çağrışımlarla kırılmış değildir, aynı zamanda ve başlıca zihnimizi bulandıran duygular ve passion’larla da bozulmuştur. İşte yenilmesi gereken yeni ve ciddi bir direnç! Ve onu yenmek için, her şeyden önce onu bilmek gerekiyor. Spinoza o zaman üçüncü kitapta duyguların muazzam tabii tarihini veriyor. Duyguların nefsi koruma eğilimi ile münasebetlerini, fikirlerin etkisi ile onların nasıl şekil değiştirdiklerini gösteriyor. Başlıca çabası, madde alanında olduğu gibi ruh alanında da sağlam bir nedensellik zinciri bulmaktır. Bizi her yandan kuşatan dalgaların itiş kanununu arıyor. Kurtuluşu bu kanunda görüyor. Işık dördüncü kitapta meydana çıkmaya başlıyor. Hakikatte, passion’lar doğrudan doğruya yok edilemezler; onlar daha kuvvetli başka passion’larla önlenebilirler. Bu kabul edilince iyilik bilgisinden, yani varlığımızı koruma şartlarından ruhi bir kuvvet yapmak söz konusudur ve bu mümkündür, çünkü bu bilgi bizde haz doğurur, bize amacı gösterir ve o aynı zamanda ruhun etkinliğidir. Bu bilgi bizi aynı özden başka fertlerle birleştirecektir, zira biz göreceğiz ki bu ortak şartlara bağlı bulunuyoruz. Ve her birimizi gayeye ancak ortak çaba götürebilir. Böylelikle dram ikinci defa sonuca yaklaşıyor. Fakat bir soru yine kendini göstermektedir: İlk iki kitabın imkânını gösterdiği bilimsel bilgiyi, üçüncü ve dördüncü kitapların anlattığı pratik gelişmeye, varlık için savaş yolu ile eğitime bağlarsa, tam ve bütün kişiliği nasıl koruyabilir? Beşinci kitapta, pasif hallerimizin tabii oranlarına ait olan açık bilginin bizi onların üstüne nasıl yükselttiği; bu bilginin bütün başka bilgilerimizle nasıl uzlaştığı gösterilmiştir. Kendi kendimize böylece olaylara ezelilik bakımından bakınca, zamanın ve sonlu varlığın bütün karanlıkları ve huzursuzlukları ortadan kalkar; dördüncü kitabın gelişmesini anlattığı ruhun hürlüğü bizi ezeli ve sonsuz varlıkla bir kılan derin hisle kaynaşır.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Bilgelikle Yaşama Sanatı

Editor

Jiddu Krishnamurti – Yeni Bir Yaşam

Editor

Düşünceler

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası